₃₂don't leave me

3.6K 364 235
                                    

♫Öyleyse söyle bana gerçekten beni hiç sevdin mi?  Şimdi seni daha net anlıyorum. Sadece kandırmaca mıydı? 

Ağzım açık bir şekilde donup kaldım. Söylediğim şeyleri kabullenmesi kendimi kapana kısılmış gibi hissetmemi sağlamıştı. Kaçacak hiçbir yerim yoktu. Korkudan vücudum zangır zangır titremeye başladı. Hareket edemedim. Tepki bile veremez hale gelmiştim. Titrek bir sesle "S-sen," dedim. "Sen bir şeytansın. Bunca süre bana acı çektirmeye çalışıyordun." Derince yutkundum. Yüzündeki şeytani gülümseme soldu. Sert bakışları öylece yüzümde odaklandı. Korkak gibi davranmanın sırası değildi. Son gücümü kullanıp bağırdım. "Ama biliyor musun bu yaptığın bana daha çok acı çektiriyor. Ben sana güvenmiştim Albert! Herkesten çok sana güvenmiştim." Göğsüme saplanan ağrıyla elimi göğsüme koydum. Acıyla yüzümü buruşturdum. "Bu daha fazla acı veriyor." Tekrar derince yutkundum. Sinirle ona dönüp "Başardın! Eğer amaçladığın şey buysa başardın Albert. Çok acı çekiyorum." dedim. Gözlerim doldu. Bana inat yanaklarımdan aşağı yaşlar süzülmeye başladı. Karşısına çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladım. Kafamı önüme eğdim. Fısıltı şeklinde ekledim. "Bunun kadar hiçbir şey acı veremez. Öldürmek istiyorsan durma, öldür beni." Dakikalar süren ağlama krizinden sonra kafamı kaldırıp ona baktım. Çattığı kaşlarını burukça bükülmüştü. Gözleri dolmuştu. Buradan bir an önce kaçmam için en iyi fırsat buydu. 

Hızla üzerimdeki yorganı itip yerimden kalktım. Yatak odasına geçerek ışığı yaktım. Çantayı elime alıp çıkmak için kapıya yöneldiğimde Albert tam karşıma dikildi. Gözümdeki yaşları elimin tersiyle sildim. "Çık önümden."

Kafasını iki yana salladı. "İzin veremem."

"Neden?! Yaptıkların yetmedi mi?"

Her sözcüğü vurgulayarak "Gitmene izin veremem." dedi.

"Daha ne istiyorsun benden Albert?" Cevap vermemeyi seçtiğinde elimdeki çantayı fırlatırcasına yere attım. Ağlamamak için direnirken üzerine yürüdüm. Gözlerinin içine içine baktım. "Ben ne yaptım sana?" Sesim titremeye başladı. "Benim hiçbir suçum yoktu ki. Ya o gece Jungkook beni kurtarmasaydı vicdanın rahat olacak mıydı?" Sessizliğini koruduğunda göğsüne vurmaya başladım. Bağırarak "Neden bütün suçları Jungkook'a yıktın? Sen ne istiyorsun bizden? Sen bir şeytansın! Sen hiçbir şeyi hak etmiyorsun. Sen Jungkook'un bedenini hak etmiyorsun!" dedim.

Sertçe bileklerimi yakalayıp sıktı. Dişlerinin arasından "Böyle olmayı ben seçmedim Min Cheol." dedi. "Jungkook bütün ağır yükü sırtıma yükledi. Bütün acılarını inatla üzerime yığdı. O korkağın teki! Kaldıramadığı en ufak olayda çekip gitti. İşte bu yüzden ondan nefret ediyorum." Gözünden bir damla yaş süzüldü. "Benim böyle olmamın tek sebebi o! Jungkook toz pembe bir hayat yaşarken hayatın bütün karanlığını ben yaşadım. Onun hiçbir şeyden haberi yokken bütün kaldırılamayacağı şeyleri ben yaşadım. Ben nefretle büyüdüm Cheol!"

Kafamı iki yana sallarken kollarımı kurtarmaya çalıştım. Aniden kollarımı bıraktığında olduğum yerde tökezledim. Bir şeyler söylemek istedim ama yapamadım. Bileklerimi ovuştururken ona bakmakla yetindim.

"Sen nefretle büyüyen birine sevgiyi öğrettin Min Cheol. Tekrar sevebilmeyi öğrettin."

Yaşla dolup taşmaya hazır olan gözlerimi usulca ovuşturdum. Ne yapacağımı bilmiyordum. "Bana bunca süre yalan söyledin Albert." Ellerimi vücuduma doladım. 

"Sana olan hislerim hakkında hiçbir zaman yalan söylemedim."

"Gitmeme izin ver, lütfen." Uzunca bir süre sessizliğini koruduğunda kafamı kaldırıp ona baktım. Bakışlarındaki karanlık yavaşça yok oldu ve şaşkınlığa dönüştü. Etrafına bakındı. Nerede olduğunu kavramaya çalışıyor gibiydi. Kaşlarım havalandı. Korkakça "J-jungkook, sen misin?" dedim. 

Bloody Roses | Jeon JungkookWhere stories live. Discover now