Bölüm 1-Percy

263 13 12
                                    

 Percy marketten çıkarken bir kiklopa rastladı. Tipik.

 Dalgakıran’ı çıkarıp yaratığı ikiye ayırdı. Buraya kadar her şey normaldi. Ta ki, o sırada marketten çıkmakta olan müşteriler ve kasiyer şok içinde ona dönene kadar. “Burada bir tepegöz ve onu öldüren kılıçlı bir manyak var!” diye bağırdı takım elbise giymiş bir iş adamı telefondaki kişiye.

 Ne?!

 İyi de, ölümlülerin onu ve canavarları görmemesi gerekiyordu! Sis’e ne olmuştu? Ne yazık ki Percy’nin bu sorulara cevap bulmak için yeterli vakti olmadı çünkü biri anında polisi aramıştı. Tutuklanmak istemiyorsa derhal toz olması gerekiyordu.

 Hızlı adımlarla marketten uzaklaştı ve iki binanın arasında bir boşluk bulup oraya sığındı. En azından onu bulmaları zorlaşırdı.

 Cebinden bir drahmi çıkardı ve nemi kontrol edip bir gökkuşağı oluşturarak kamp yöneticileri Kheiron’a İris Mesajı gönderdi. Yaşlı sentor gökkuşağının öbür tarafından ona gülümseyerek baktı. “Percy! Nasılsın çocuğum? Çok telaşlı görünüyorsun,” dedi Kheiron. Sesi teklemişti son kısmı söylerken. Yani suratım o derece mi korkmuş gözüküyor?

 “Çok büyük bir sorunumuz var Kheiron,” dedi panik yapmamaya çalışarak. “Ölümlüler. Sis’in ardını görüyorlar! Az önce bir kiklobu öldürdüm ve marketteki herkes benim ne yaptığımı -hatta kılıcımı bile- gördü! Polis beni yakalamasın diye geçici olarak saklandım ama uzaklaşmalıyım. Lütfen kamptaki herkesi sakla.” Daha fazla ne söyleyebileceğini bilmiyordu.

 “Eğer Sis’in ardını görebiliyorlarsa... büyülü sınırları aşabilirler...” diye kendi kendine konuştu Kheiron ama buna bile vakitleri yoktu. Kamptakileri yakalayacak olurlarsa ölümlüler ne yaparlardı bilinmezdi ama Percy’nin bunu yakalanarak öğrenmeye hiç niyeti yoktu. Elini sallayarak öğretmeninin dikkatini çekmeye çalıştı. “Kheiron! Hemen onları sakla!” ardından bağlantıyı kesti.

 Kafasını saklandığı aralıktan çıkarıp etrafına baktı. Herhangi biri görünmüyordu. Güzel.

 Hızla yerinden çıkıp sokakta koştu. Ardından bir barut patlaması eşliğinde omzunda yakıcı bir acı hissetti. Hırıltılı bir nefes verdi ve sol omzunu tutarak yere düştü.

 “Onu vurdum komiserim,” dedi park etmiş bir arabanın ardından gelen ses.

 “Güzel. Yaralı sanırım?” dedi cızırtılı bir ses. Bir telsizden geldiği belliydi.

 “Omuzda efendim. Ölümcül değil.”

 “Çok iyi, memur Hamlin. Bir başarılı iş daha çıkardınız. Onu getirin, bütün bu bizden gizlenen mitolojik dünyayla ilgili ne biliyor öğrenelim.” Komiserin sesinde öyle bir tiksinti vardı ki Percy bayılmak üzere bir halde yerde sürünürken bile (üstelik sürekli cızırdayan telsize rağmen!) bunu seçebiliyordu.

 “Emredersiniz komiserim.” Hamlin telsizi kapattı ve ona doğru yürüdü. Cebinden bir kelepçe çıkardı.

 “Şimdi uslu dur, tamam mı?” ellerini arkadan kelepçelediğinde Percy’nin acıdan nefesi kesildi. Hırıltılı bir nefes alıp polis memuru onu kaldırırken ayak bileğini tekmelemeye çalıştı ama bu pek işe yaramadı. Memur kafasına sertçe vurdu.

 “Bir kurşun daha ister misin yarı tanrı? Eğer istersen işini buracıkta bitiririm. Siz tanrılar kendinizi pek üstün görüyorsunuz ama kafanıza kurşunu yiyince ölüveriyorsunuz. Bir daha böyle bir şey yapar veya kaçmaya çalışırsan seni bu sefer kafandan vururum ve komisere de beni bıçaklamaya çalıştığını söylerim olur biter. Sorguya bile çekilmem. Kimse şüphelenmez, siz yarı tanrılar o kadar silah taşırken.”

Triumvirate İsyanıWhere stories live. Discover now