3. Bölüm

22.2K 2K 282
                                    

Ateş’in küçük kızları andıran o tiz çığlığını duyduğumda, kahkahamı bastırmam biraz zor oldu. Sakin bir şekilde sınıftan çıktım ve koridorumuzun ortasındaki banklara yürüdüm. Oturdum ve sağımda kalan beyaz sehpanın üzerindeki okul dergilerinden birini aldım; okuyormuşum süsü verdim. Fakat kulaklarım, biraz ilerideki pencerelerin önünde konuşmakta olan Ateş ve Eris’teydi. Arada gözümün ucuyla tepkilerini kontrol ediyordum. Etrafımdaki diğer banklarda beş veya altı kız daha oturuyordu; bu yüzden dikkat çekmedim.

“Abi, şu kızı bulduğumda o bloğu açtığı güne lanet edecek, yazıyorum buraya,” bunu söyleyen Ateş’ti.

Biraz daha iyi duyabilmek için yana kaydım.

“Kız olduğuna emin misin?”

“Eris, mantıklı düşün. Hangi erkek evladı vaktini onun bunun hakkında saçma sapan şeyler yazarak harcar?”

“Haklısın. Kızın biri eğlence arıyor.”

“Aynen öyle. Onu bulduğum an kız mız dinlemeden bunu yüzüne geçireceğim,” dedikten sonra yumruğunu sıkarak Eris’e gösterdi.

“Abartma oğlum ya. Herkes için yazıyor sonuçta. Tek sana değil,” dedi Eris. Beni nasıl da koruyor, sevilmez mi bu çocuk? Gerçi koruduğu kişinin ben olduğunu bilmiyor ama neyse, bununla da idare edebilirim.

“Peki senin için bir şey yazdı mı hiç?”

“Şey…”

Yazmamıştım.

“Al işte. Belli kişilere garezi var bu kızın. Veya belli kişilere ayrıcalığı var. Anlarsın ya? Her neyse. Biliyorsun, şu sıralarda yeterince meşgulüz.”

Derse girmemizi emreden keman solo yüzünden konuşmanın geri kalanını dinleyemedim ve meşguliyetlerinin sebebini öğrenemedim. Tıpış tıpış sınıfıma döndüm ve birkaç ders boyunca blog mesajlarımı okuyarak vakit geçirdim.

Son dersin bitmesiyle birlikte her zaman yaptığım gibi, sıranın altına sıkıştırdığım ceketimi ve kulaklığımı alarak kitaplarımı da çantama hızlı bir şekilde yerleştirdim. Şüphesiz ki bir okul gününün en güzel dilimi son dersin bittiği dakikalardı. Okulun on dakikadan kısa bir sürede boşalmasının başka bir sebebi olamazdı.

Kulaklığımı başıma geçirip en sevdiğim şarkılardan oluşan müzik listemi başlattım. Evimin okula pek yakın olduğu söylenemezdi ama yürümeyi severdim. Okulumuzun hemen altından geçmekte olan yürüyüş yolu sayesinde, evime giderken aynı zamanda yol kenarında bulunan ağaçların sağladığı temiz havayı içime çekebiliyordum. Arabalar oksijen veremiyordu. Egzozu solumaktansa bu yürüyüş yolunu tercih ediyordum.

Evimizin bulunduğu sokağı seviyordum. Market ve kafenin arasında kalan uzun yolun iki tarafına da renkli müstakil evler serpiştirilmiş izlenimini veriyordu. Bu sokakta toplamda altı ev vardı. Onları renkleriyle isimlendirirdim. Mavi, pembe, turuncu, yeşil, sarı ve kırmızı. Hepsi birbirinden şirindi. Bizim evimiz turuncu olandı, marketin iki ev ötesinde. Etrafındaki alçak beyaz çitler ve bahçesindeki çalılarla tam da yabancı dizilerde izlediklerimizi andırıyordu. Bahçemizin kıymetlisi yaşlı kayısı ağacı, evin arka tarafında duruyordu.

Evin önüne geldiğimde müziği kapattım ve kulaklığımı çantama attım. Hiçbir zaman, en azından yanımda başkaları yokken, çitlerin ortasındaki kapıyı kullanmazdım. Çitlerin üzerine ellerimi bastırıp, üstünden atlamayı severdim. Yine öyle yaparak çalıların arasından geçtim. İtiraf etmeliyim ki, çok havalı bir hareketti. Başkaları görmediği sürece tabii.

ANONIM BLOGHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin