P~14

461 42 10
                                    

İçimde tuttuğum hisler uzun zamandan sonra ilk kez özgürlüğe kavuşmuştular. Aldığım her nefeste ağlama isteğim git gide artıyordu ve kalbimin üzerindeki o acı daha çok tetikliyordu bu isteği. Kapını açarak içeri girdim. Adımlarım telâşlaydı çünkü ağlamak için sabırsızlanıyordum. Yoksa bu karmakarışık hissi başka yolla atamazdım. Bir seferlik kurtulamayacaktım, sadece bir süreliğine erteleyecektim hep olduğu gibi. Her yer karanlıktı ve sadece sokak lambaları beyaz bir ışık gibi odada yankılanıyordu.

Oda arkadaşlarım ortalıklarda gözükmüyordular. Muhtemelen bir rock konserine gitmiş olmalıydılar. Odamın kapısını açtığımda adımlarım yavaşlamıştı. Yatağımın yanına birkaç koli bırakılmıştı. Ağır adımlarla kutuların yanına geldim. Dizlerimin üzerinde oturarak korkuyla kutunun ağzını açtım. Bir insanın hayatını birkaç kutuya sığdırıldığı için kızgındım aslında. Mine'nin eşyalarını kutulara yerleştirerek vermiştiler bana. Kolileri kucağıma alarak yatağın üzerine oturdum.

Sanki her eşyasını elime aldığım zaman o kahkahası doluyor gibiydi kulağıma. Sabahtan bekleyen gözyaşlarım yanağımdan süzülürken belli belirsiz gülümsedim. Niye terketmişti ki bizi, beni? Küçük kalp şeklindeki yastığını alarak göğsüme bastırdım. Ağlamam daha da çok şiddetlenerken beni üzen her anım kapıyı çalmış gibiydi. Hıçkırıklarım arasında birkaç cümle mırıldanmaya başlamıştım. Yardım isteyeceğim, teselli edebilecek bir insan yoktu yanımda. Şu an ona olan ihtiyacımı hiçbir şey ödeyemezdi.

Ya Cevat?! Sanki normal bir şeymiş gibi rahatça söyleye bilmişti. Keşke öyle kolay olabilseydi. Onu ziyaret mi etmişti? Neden yapmıştı ki bunu? Benden önce hayatımı mı öğreniyordu? Bu onun için zaman kaybından başka bir şey olmamalıydı.

Mine'nin vazgeçilmez küçük ayıcıklarını elime alırken yüzümü yastığına sakladım. Acındırmak istiyordum kendimi belki yanıma gelir diye. Rüyalarımda ne zaman görsem sarılmak için öne atılırdım fakat sarıldığım şeyse boşluk oluyordu. Gözlerim kapanırken içimdeki hislerin arasında pişmanlık duygusu da vardı. Onu takip etmemeliydim. Haklıydı, gerçek hayatının duyguları çok acımasızdı.

Yalancı karakterleri daha iyiydi, en azından böyle değillerdi. Ne kadar ağladığımı umursamıyordum artık. Nefes alışverişlerim düzene girerken ellerim ve ayaklarımın uyuştuğunu hissettim. Uykunun her devresi sırayla yerini alırken yine yarından habersiz dış dünyayla ilişkimi kestim. Çünkü Cevat söz konusu olduğunda hiçbir planım işe yaramıyordu.

~¤~

Kulağımda dolaşan ve daha ne olduğunu çözemediğim sesle gözlerimi araladım ve kafamı kaldırarak etrafa baktım. Melodi netleştiğinde çalan telefonumu aramaya koyuldum uykulu ve yorgun kafamla. Nihayet çantamdan bulduğum telefonu kulağıma götürdüm.

"Alo?"

"Sen var ya sen?! Bekle gör gününü, bittin sen!"

Gözlerimi kapatarak Ezgi'nin tehditlerini dinlemeye devam ettim.

"Ezgi sakin ol!"

"Ay olamam, olmamı bekleme benden bu zamandan sonra. Beni unutmak neymiş göstereceğim sana. Şimdi gel aç şu kapıyı!"

Daha cümlesini bitirmeden kapı kırılırcasına çalındığında korkuyla kapıya bakakaldım. Donuk ifadeyle odadan çıktıktan sonra koridora çıktım. Mutfaktan gelen kokular bir anda açlık duygularımı ortaya çıkarmıştı. Bakışlarımı zorlukla mutfaktan çekerek kapıyı açtım. Her zaman olduğu gibi üzerime yürürken duvara sıkıştırdı beni.

"Sen nasıl bir arkadaşsın?! Utanmıyorsun değil mi? O çakma Sherlock'a beni sattığın yetmiyor bir de utanmadan aramıyorsun, halimi hatırımı sormuyorsun. Aç kulaklarını iyi dinle beni, evlenirseniz nikah şahidiniz olmam."

Pırlanta ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin