P~38

230 26 39
                                    



Bölüme geçmeden önde TANITIM VİDEOMUZU izlemenizi şiddetle rica ediyorum. Fikir belirtmeyi unutmayın lütfen.  Nasıl buldunuz? Bu arada ben yaptım :)

<><><><>*<><><><>


 Kafamı gömdüğüm dizlerimden kaldırarak bulutsuz masmavi gökyüzüne baktım. Gözyaşlarım yönünü değişerek şakaklarımdan akarken izlediğim maviliğe dalıp gitmiştim. Tıpkı onun gözleri gibi masmaviydi. Cevat'ın göz renginin buz mavisi olduğunu söyleyebilirdim. Onlara bakınca parçalanmış kırık camlarda kendimi görüyormuş gibi hissederdim. Bakışları çoğu zaman sert olsa da huzur veriyordu. Bu haksızlıktı... Baktığım gökyüzünde bile onu hatırlıyorsam bir başıma terk edilmem adil değildi.

Bana verdiği kitapta da yazıldığı gibi; temmuz sıcaklarında cehennemi yaşıyordum. En başından gitmeyi planlayan birinin aklına kalmayı kazımamın imkanı olamazdı zaten. Bir de ciddi ciddi her şeyin güzel olacağını düşünüyordum. Boğuluyordum, düşüncelerim içinden çıkılamaz bir duruma sokmuştu beni. Buna hazırlıklı değildim. Zaten kim kendisini günün birinde en çok sevdiği kişi tarafından terk edileceğine inandırarak yaşardı ki?

'Yarın olduğunda ben hayatında olmayacağım' demişti bana. Nedense o yarın çok çabuk gelmişti. Banktan kalkarak aylak adımlarla yürümeye başladım. Cebimde titreyen telefonu duyunca telaşla elimi cebime attım. Cevat geri dönmeye karar vermiş olabilirdi. Umutla baktığım telefonun ekranında gördüğüm isimle yüzümdeki tebessümle birlikte o da soldu. "Ezgi arıyor..." tekrar telefonu cebime attım ruhsuz şekilde kaldırımda yürürken. Yanımdan geçen insanlar kaşlarını çatarak bana ve yüzümdeki ifadeye bakıyordular. Sanki hiç ağlamıyormuşuz gibi bu durumu yadırgıyoruz her zaman. Neden sokakta, dışarıda ağlayan birini gördüğümüz zaman garipseriz? İnsanların dirençlerini kıran acılar muhakkak bulunur. O zaman ağladığından insanların haberlerinin olup olmadığını bilmek umurunda olmaz.

Otobüsten indikten sonra kısa yürüyüşün arından eve gelmiştim. Apartmanın kapısını ittirdikten sonra ağır adımlarla merdivenleri çıktım üzerimde yüz yılın yorgunluğu varmışçasına. O sırada üst kattan inen Süheyla ablayla karşılaştım. Ağzını açarak bir şey söylemeye hazırlanıyordu ki yüzümün halini görünce korku dolu suratla kitlenip kalmıştı. Bir süre konuşmadan birbirimizle bakıştık. En sonunda sessizliği bozarak "Gitti abla, en başından söylediğini yaptı," dedim konuştuklarım hakkında hiçbir fikir sahibi olmazken. Kollarımı Süheyla ablaya sararak hıçkırarak ağlamaya devam ettim. O da bir şey söylemiyordu çünkü çekilmesi gereken acı için söylenecek her şey yetersiz kalıyordu. Bunu biliyordu. Ne kadar o şekilde ağladığımı bilmiyorum ama susmak bilmeyen telefonum sinirlerimi zıplatırken Süheyla abladan ayrılarak cebimdeki telefonu çıkararak çağrıyı yanıtladım.

"Rahat bırak beni Ezgi, seni ve kaprislerini çekecek durumda değilim." Bütün öfkemi kusarcasına ona bağırdığımda işlerin ne kadar ters gittiğinin yeni farkına varan Süheyla abla neye uğradığını şaşırmıştı. Canımı istese vereceğim arkadaşımı azarlıyordum telefonda. Bu duruma ne zaman, nasıl gelmiştik? Hattaki uzun sessizlikten sonra Ezgi'nin cılız sesi duyuldu. "Nerede olduğunu bilmiyorum ama apartmanın önünde bekliyorum." Nefesimi dışarı vererek zaman kaybetmeden aşağı indim. Niye gelmişti? Kısa bir konuşma yapıp odama kapanmak istiyordum çünkü ne yapacağımla ilgili bir fikrim yoktu. Aşağı indiğimde Ezgi beni görerek arabasından indi ve yanıma geldi. Ağlamaktan şişmiş gözlerimi görünce yüzüne hüzün çökmüştü.

Pırlanta ✓Nơi câu chuyện tồn tại. Hãy khám phá bây giờ