Chronosaurus | Changbin

By cileklisut00

43.6K 4.6K 5.6K

[Ne kadar üzgünsen o kadar mutluyum. Ne kadar incindiysen o kadar eğlendim.] Ülkenin her yerinde, neredeyse h... More

⚠️⚠️⚠️
GİRİŞ
1
2
3
4
5
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21×FİNAL

6

1.6K 206 182
By cileklisut00

Jeongin ile sessiz olmaya dikkat ederek girişi koruyan askerlerin yanından geçmiştik. Görünmez olduğumuz için rahatça hareket edebiliyorduk.

Önce cephaneliğe girerek mermi, silah ve bomba aldım. En etkili bombalardan birkaç tane de cephaneliğe yerleştirmeyi unutmamıştım. Patlayıcılarla dolu bir yeri patlatırsam söndürmeleri mümkün olmazdı.

Bahçe çok büyük olduğu için bizimkileri hapsettikleri binaya gitmemiz on dakikadan fazla sürmüştü. Binanın içine girdiğimizde zamanı durdurdum ve Jeongin ile birlikte üst kata çıktık. Merdivenlerin son basamağını da çıkmıştık ki, diğer Zaman Canavarları'yla karşılaştık. Neyse ki her ihtimale karşı hâlâ görünmezdik.

Bizimkilerin tutulduğu kata nöbetçi olarak koyuldukları belliydi. Dün otelin çıkışında bekleyen üçlüye artı olarak bir tane daha eklenmişti. İki kız, iki erkeklerdi ve kıpırdamadan duruyorlardı. Göz kırpmasalar onların da donduklarını sanardım.

Silahı kullanarak dördünü de hızlıca vurdum. "Bu ne ya? Bu kadar kolay olacaksa eğlencesi kalmadı." dedim sırıtırken. Tabii o sırada başımıza geleceklerden habersizdim.

Jeongin bizi tekrar görünür yapmıştı bu sırada. İlk önce Hyunjin'in odasına girdik. Önce ona dokunarak hareket etmesini sağladım. "Beklediğimden çabuk geldiniz." dedi. Bıçakla ipleri kesip serbest bıraktığımda ip yüzünden hassaslaşan bileklerini ovdu. Ayağa kalkar kalkmaz Jeongin ile birbirlerine sıkıca sarılmışlardı. İkisini izlerken gülümsemeden edemedim.

Yandaki odaya girdiğimizde Chan'ın odasına geldiğimizi fark ederek hemen dokundum ona ve gözlerine bağladıkları kumaşı açtım. Gözleri ışığa alışamadığı için kamaşmıştı, birkaç kere kırpıştırdı. Ellerini ve ayaklarını çözerek onu da serbest bıraktığımda tekrar grup sarılması yaptılar.

Hepsini kurtardığımızda tekrar sarıldılar birbirlerine. Kollarımı göğsümde bağladım ve gözlerim kısılana kadar gülümsedim. Bir aradaydılar sonunda.

"Tamam beyler, şimdi sıra bombaların kalanını yerleştirmeye geldi. Birbirimizden ayrılmayalım her ihtimale karşı." dediğimde herkes onayladı. Önden yürümeye başladım. Jeongin diğerleriyle konuşuyordu.

Son bombayı da yerleştirdikten sonra ellerimi çırparak belime koydum ve gururla baktım.

"İşleri bitti. Bundan kurtulamazlar." dedi Jisung.

Bir alkış sesi gelince kimin alkışladığına baktım. Bizimkilerden kimse alkışlamıyordu ve az önceki mutlu yüz ifadeleri de silinmişti. "Nemesis, arkana bak." dedi Chan.

Of ya. Arkamda ne olduğunu biliyordum galiba.

Bıkkın bir şekilde arkama döndüğümde günlük giysilerle, benim yaşlarımda bir erkek gördüm. Alayla bakıyordu ve yüzünde hoşuma gitmeyen bir ifade vardı.

"Seninle tanışmayı istiyordum, Chronosaurus. İdolümsün." dedikten sonra ellerini iki tarafa doğru açtı. "Her zaman bir yerleri patlatıyorsun. İmzan oldu sayılır artık."

"Sen kimsin?" dedim. Bir tahminim vardı ama pek hoşuma gitmemişti.

"Sence?" diyerek kaşlarını kaldırdı. Resmen dalga geçiyordu.

"Boş konuşmayı bırak."

"Madem öyle istiyorsun, peki. O beyazlıların da Chronosaurus olduğunu biliyorsun, değil mi? Bir lidere ihtiyaçları vardı."

Gözlerimi kıstım. "Yani sen liderlerisin. O zaman nasıl hareket edebiliyorsun şu an? Donmuş olman gerekmiyor mu?"

Güldü. "Zamanı kontrol edebilen canavarların başına, sıradan bir insan koyacaklarını mı sanıyorsun? Benim hakkımda bilmen gereken bir şey varsa, o da senden daha güçlü olduğum. Sendeki eksikleri kapattılar ve mükemmel bir askere çevirdiler beni."

Geriye doğru bir adım attım ve başımı hafifçe arkaya çevirerek bizimkilere baktım. Onları korumam gerekiyordu.

"Harika." diyerek ona baktım. "Ne zamandır dişli bir rakiple karşılaşmamıştım. Eğlenceli olacak."

Bir elimi arkama saklayarak diğerlerine kaçmalarını işaret ettim ve aniden elimi tuttu biri. İrkilerek kimin elimi tuttuğuna baktım ve saydamlaştım. Jeongin hepimizi görünmez yapmıştı. Önümüzdeki çocuğa bakınca kaşlarını çattığını gördüm.

"Savaşmadan kaçacak mısın Chronosaurus? Bu mu senin eğlence anlayışın?"

Görmeyeceğini bilsem de dil çıkardım. Tek olsaydım kesinlikle onunla dövüşürdüm ama şimdi önceliğim farklıydı.

Felix bana zamanı akıtmamı işaret edince sorgulamadan dediğini yaptım. Yere çökerek ellerini toprağa koydu ve çocuğun etrafına topraktan set çekip onu hapsetti. Çocuğun küfür ettiğini duyunca kendimi tutamayarak kahkaha attım.

Diğerlerinin de keyifleri yerindeydi. "Hadi gidelim." dedi Chan çıkışa doğru koşmaya başlamadan hemen önce. Yüzümdeki memnun gülümsemeyle herkesin gitmesini ve en sona geçmeyi bekledim. Böylece arkada kalan olmayacaktı ve hepsinin kurtulduğundan emin olacaktım.

Etrafımızda askerler vardı ve sesimizi duyabiliyorlardı. Bizi göremedikleri için yüzlerindeki dehşet ifadesini çok sevdim.

Kötülerin yüzündeki o korku, kan içen bir vampirin tatmin olması gibi beni tatmin ediyordu. Ne kadar acı çekerlerse, o kadar mutluydum. Çektikleri acı, ruhumda açtıkları yaralara merhem oluyordu. Bazen, insanların acılarından beslenen bir canavar gibi hissediyordum. Gözlerindeki o çaresizliği görmek beni tarif edilemez bir mutluluğa ulaştırıyordu.

"Ateş edin! Nereye olursa olsun ateş edin!" diye bağırdı bir asker. Onları umursamadan koşmaya devam ediyorduk ki silah sesiyle birlikte Jisung acıyla inledi ve yere düştü. Yüzümdeki memnun ifade hızla kayboldu ve diğerleri gibi koşmayı bıraktım.

Birkaç el daha ateş edildiğinde burnumun ucunda duran mermi ile irkildim. Changbin gücünü kullanarak etrafımızdaki tüm mermileri durdurmuştu.

Hoparlörlerden tiz alarm sesleri yükselmeye başlamıştı. Görünmez olmamıza rağmen yerimizi tespit etmişlerdi. Az önce toprakla hapsettiğimiz çocuk da gelince sinirle dudağımı dişledim. Neden bu kadar çabuk kurtulmuştu ki?

Zamanı durdursam ayrı dertti, durdurmasam ayrı dertti. Durdursam sesimizden bizi hemen bulurdu şu çocuk. Durdurmasam nasıl kaçacaktık?

Olduğum yerden Jisung'un durumunu anlamaya çalıştım. Kolundan vurulmuştu ve kanaması vardı. Ses çıkarmamak için kendini kastığını anlayabiliyordum. Chan ile göz göze geldik. Ne yapacağımızı ikimiz de bilmiyorduk.

"Nerede olduğunuz çok belli. Ayak izleriniz kuma çıkmış." dedi Zaman Canavarlarının lideri. Zamanı durdurdu ve bütün sesler kesildi. Belimden silahı çıkardım sessizce. Öldürmem lazımdı onu, başka bir kurtuluş yolu yoktu. Ondan kurtulursam kolayca kaçabilirdik.

Başına nişan alarak ateş ettiğim zaman, mermi ona isabet etmek yerine gözden kayboldu. Sanki etrafında görünmez bir kalkan vardı da ona saplanmıştı.

"İyi denemeydi." dedi gülerek. "Daha az önce sana söyledim oysa. Sendeki tüm eksikleri giderdiler. Kalkansız asker mi olur?" Başını olumsuz anlamda sallarken yüzünde alaycı bir ifade vardı.

Dişlerimi birbirine bastırdım. Nasıl kurtulacaktım bu baş belasından?

"Bir anlaşma yapmaya ne dersin?" dedim son çare olarak.

"Anlaşma yapacak durumda değilsin."

"Sen öyle san. Eğer şimdi zamanı akıtırsam çok geçmeden bombalar patlar. Hepimiz ölürüz."

"Zamanı durdurup kaçarım."

"Nah kaçarsın. Sen durdurdukça ben de akıtırım." Şimdi sinirlenme sırası ondaydı. Konuşmayınca beni onayladığını düşünerek devam ettim. "Anlaşma şöyle; diğerlerinin kaçmasına izin vereceksin. Karşılık olarak beni yakalayacaksın. Tamam mı?"

Sinirli olmasına rağmen güldü. "Sen neden kaçmıyorsun?"

"Seni gözlerimin önünde tutmam lazım ki onları rahatsız etmeyesin."

Aslında, bizimkiler gittikten sonra onunla dövüşebilir ve işini bitirebilirdim. Böylece bizi takip etmediğinden kesin olarak emin olurdum.

"Kabul ediyorum."

"Onlar kaçana kadar uzakta dur."

"Of, tamam."

Zamanı akıtmadan diğerlerine dokunarak hareket etmelerini sağladım. Artık alışmışlardı bu yüzden hemen toparlandılar. Seungmin Jisung'u sırtına aldı ve az önceki gibi koşmaya devam ettik. Askeriyenin çıkışına geldiğimizde Chan'ı durdurdum. Chan durunca hepsi durmuştu, liderleri olduğu için o ne yaparsa aynısını yapıyorlardı.

"Burada yollarımızı ayırmalıyız. İntikamınızı aldım, sizi kurtardım. Birlikte kalmamızın bir anlamı kalmadı." dedim. Kabul etmek istemesem de, şu çocukla dövüşünce kazanacağımdan emin değildim. Onlarla geleceğimi söyleyerek ayak bağı olamazdım, bu dünyadan kaçmaları gerekiyordu.

"Hani bizimle gelecektin, noona?" Jeongin hayalkırıklığıyla sorunca yumruğumu sıkarak kendimi tuttum. Bana böyle üzgün bakmasını istemiyordum.

"Vazgeçtim. Yapacağınız şey artık ilgimi çekmiyor. Burada ayrılalım."

"Emin misin?" Chan kaşlarını çatarak sorduğunda başımla onayladım.

"Bizimle gel noona. Lütfen."

"Ben de aynı fikirdeyim. Burada kalmanın ne anlamı var ki? İstemiyorlar bizi." dedi Changbin.

Kaşlarımı kaldırıp gülümsedim. "Bunu senden duyacağımı hiç düşünmezdim."

Gözlerini devirdi. "Yine alaya alıyor. Ciddi bir konuşma yaptığımızın farkında mısın?"

Omuz silktikten sonra, "Gidin hadi. Jeongin arabanın yerini biliyor. Bagajdaki çantada para ve kimlik var. Kullanabilirsiniz." demiştim.

"En azından buradan birlikte gitseydik. Neden tam burada ayrılıyoruz anlamadım." diyen Hyunjin'e baktım.

"Canım öyle istiyor." dediğimde gözlerini devirdiler.

"Senin canında garip garip şeyler istiyor." dedi Minho.

"O zaman, hoşça kal. Seninle tanışmak güzeldi. Bize çok şey öğrettin." dedi Chan. Elini uzatınca tutup sıktım.

"Sizinle tanışmakta öyle. İyi yolculuklar."

Ellerimizi ayırdıktan sonra Jeongin bana sıkıca sarıldı. Ağlayacak gibi hissedince dudağımı dişleyerek ben de ona sarıldım. "Kendine iyi bak noona. Seni özleyeceğim."

Ben de sizi özleyeceğim, eğer ölmezsem.

Sarılmayı bıraktığımızda kendimi zorlayarak gülümsedim. "Ben de seni özleyeceğim." diyerek diğerlerine baktım. "Kendinize dikkat edin." Başlarını salladılar ve arkalarına dönerek yürümeye başladılar. Arada dönüp bana bakıyorlardı.

Arabanın olduğu yere gitmek için köşeden döndüklerinde zamanı akıttım. Silah sesleri tekrar başlarken başımın arkasında sert bir cisim hissettim. Ne olduğunu anlamak için görmeme gerek yoktu, silahtı bu.

"Şimdi avucumun içindesin." dedi. Arkama döneceğim sırada daha çok bastırdı silahı. "Aklından bile geçirme." diyince durmuştum. Silahı başımdan çekti ve bir saniye sonra sağ bacağımdan vurdu beni. Hemen ardından sol bacağımı da vurduğunda yere düşmüştüm. Arkama dönerek nefretle baktım. "Beni aptal mı sanıyorsun? Aklından ne geçirdiğini bilmediğime gerçekten inandın mı?"

Acı hissetmiyordum. Bacaklarımdan süzülen kanın asfaltta birikmesini izledim. Silahı beline koyarak yüzüme tekme attı. Dengemi sağlayamayarak yere yığıldım ve bunu fırsat bilerek vücudumun rastgele yerlerini tekmelemeye devam etti.

Gülerek, "Canımı yakmaya çalışıyorsan daha fazla uğraşman gerekecek." dedim.

Nefes nefeseydi tekmelemeyi bırakırken. "Sen de mi acı hissetmiyorsun?" Cevap vermek yerine öksürdüm. "Bana benziyorsun. Biraz daha sabretseydin iyi bir asker olurdun."

"Robot demek istedin herhalde." Alayla konuştuğumda öfkelenerek karnıma tekme attı. Nefesim kesildi ve öksürmeye başladım. Ağzıma kan tadı gelirken gülümsedim. "Bunlar bana sökmez. Hâlâ anlamadın mı?"

"Bu söylediklerine pişman olacaksın. Ama önce buradan uzaklaşalım, bombalar birazdan patlar."

Eğilerek kolumu omzuna attı ve çevik bir hareketle beni sırtına aldı. Alttan bacaklarımı tutarken hızlı adımlarla yürümeye başlamıştı. Bir elimi arka cebime atarak her zaman yanımda taşıdığım çakıyı aldım ve askeriyeden biraz daha uzaklaşmasını bekledim.

Yeterince uzaklaştığımıza karar verince, "Seni iyi eğitememişler. Kimse sana, düşmanına sırtını dönmemeni söylemedi mi?" diyerek çakıyı boğazına yasladım. Tereddüt etmeden kestiğimde kan fışkırmış ve bacaklarımı tutmayı bırakmıştı. Popomun üstüne yere düşmemle o da ayakta kalamayarak yüzüstü yere yığılmıştı.

Çakıya bulaşan kanı onun üzerine silerken arkamda şiddetli bir patlama oldu. Kollarımla başımı korumaya çalışsam da birkaç parça taş bana çarpmıştı. Neyse ki uzaktaydım, yoksa yaşamam mümkün olmazdı.

Şehrin sınırlarında olduğumuz için etrafta tek tük ev vardı. Oradaki insanlar gelmeden kaçmam lazımdı, yoksa benim kim olduğumu anlayıp öldürebilirlerdi.

Ellerimle yerden destek alarak kalktığımda hafif bir sızı hissettim bacaklarımda. Umursamadan yürümeye çalışsam da ayaklarım beni dinlemiyordu. Tekrar yere düşünce sinirlenerek elimi asfalta vurdum.

"Orospu çocuğu! Bok vardı da bacaklarımdan vurdun!" diye bağırdım kendimi tutamayarak.

Kan kaybettiğimin ve acele etmem gerektiğinin farkındaydım. Zamanı durdurmak şu an akıllıca olmazdı çünkü durduracak kadar enerjim yoktu, sadece durumumu kötüleştirirdim. Destek alarak yürüyebileceğim bir duvar bile yoktu. Tamamen açıktaydım ve halk beni fark ederse öldürülmem an meselesiydi.

Tekrar denedim ayağa kalkmayı. Başarana kadar vazgeçemezdim. Bir süre uğraşıp dursam da birkaç adımdan fazla ilerleyememiştim. Üşümeye başlamıştım ve bacaklarım uyuşmuştu.

İlerideki kalabalığı görünce küfür ettim. Belki de daha fazla zorlamama gerek yoktu, benim için buraya kadardı. Gözlerim kararmaya başlerken kendimi asfalta bıraktım. Son dakikalarımı gökyüzünü izleyerek geçirmeliydim. Güneş yeni yeni doğmaya başlamıştı ve tatlı bir pembelik yayılmıştı.

"En azından son gördüğüm şey çok güzel." diye mırıldandım.

Deney üssünde de ilk olarak gökyüzünü görmüştüm, şimdi hayatımın sonunda da gökyüzüne bakıyordum. Ne ironiydi ama.

- Yazarın Anlatımı, Yarım Saat Önce -

"Garip değil mi?" dedi Jeongin arabaya yaklaştıklarında. "Bana demişti ki, sizi yalnız bırakmaya gelmiyor. Hem, buranın bir tadı kalmadığını da söyledi."

Chan şoför koltuğuna geçerken diğerleri de rastgele oturdular. Hepsi çok yorgundu, ayrıca Jisung yaralıydı. Acele edip onu tedavi ettirmelilerdi.

"Ne düşündüğünü anlamak mümkün değil ki. Zaten ne kadar ilginç biri olduğunu biliyoruz. Fikrini değiştirmiş olmalı."

"Evet ama bir gariplik vardı. Yüzünü görmediniz mi? Ayrıldığımız için üzgündü."

"Şimdilik önceliğimiz farklı. Jisung yaralı." dedi Chan. "Ama benim de içime sinmedi. En son zamanı durdurduğunda,  Chronosaurusların lideri olan çocuğu gören oldu mu? Çünkü birden ortadan kayboldu."

Kimseden ses çıkmadı birkaç saniye. Herkes o çocuğu görüp görmediğini düşünüyordu.

"Ben hallederim." dedi Minho. Pencereyi açıp dışarıdaki kuşlara seslendi ve Nemesis'in şu an ne yaptığını kontrol etmelerini istedi. Birkaç dakikanın sonunda Minho olanların bir kısmını öğrenmişti. "O çocuk Nemesis'i silahla vurmuş ve dövmüş."

Chan aniden arabayı durdurunca herkes dengelerini sağlayamayarak öne doğru eğilmişti. Felix, Jisung'un yarasına sardığı kumaşı kontrol ederken Chan sertçe direksiyon vurdu. "Lanet olsun! Bizi kandırdı!"

"Ne kandırması?" dedi Minho kaşlarını çatarken.

"Anlamıyor musunuz? Bizi kurtarmak için kendini feda etmiş!" diye bağırdı Chan. Herkes şokla donup kalırken hızla arabayı geri çevirdi. "Jisung, biraz daha dişini sık." demişti bir yandan da.

"Böyle bir şey yapacağını hiç düşünmezdim." dedi Hyunjin.

"Al benden de o kadar."

"Tabii düşünmezsiniz. Sizin için ne kadar endişelendiğini sadece ben gördüm." derken stresle ayağını sallamaya başladı Jeongin.

Chan gaza iyice yüklenirken Jisung başını geriye yasladı. Yüzü beyazlamıştı ve acı çektiği belliydi. Felix işe yaramayacağını bilse de Jisung'un elini tutarak onu rahatlatmaya çalıştı.

Askeriyeye tekrar yaklaştıklarında bombaların patladığını ve her yerin yandığını gördüler. Bir grup insan toplanmış yanan askeriyeyi izliyor ve kaçmayı başaran birkaç askere yardım ediyordu. İtfaiye ve polisler daha yeni gelmişti.

"Etrafa dikkatli bakın. Gören hemen söylesin." dedi Minho. Jisung hariç herkes dışarıyı izlemeye odaklanmıştı.

"Şurada kan var!" diye bağırdı Changbin. "Ve izler devam ediyor!"

"Bakın, ileride!" Jeongin parmağiyla işaret edince, yolun kenarındaki iki bedeni fark ettiler.

Chan arabayı durdurur durdurmaz inmişlerdi ve Jeongin herkesi görünmez yapmıştı. Minho eğilerek yüzüstü uzanan erkeğin yüzüne baktı. "Öldürmüş çocuğu." derken yüzünü buruşturmuştu. Kan kokusu midesini bulandırmıştı.

Diğerleri Nemesis'in yanına gittiler. Burnu kanıyordu ve dudaklarının kenarından ince bir çizgi halinde de kan geliyordu. Yüzü morluklarla doluydu ve bacaklarından akan kan, küçük bir gölete dönüşmüştü.

"Öl-Ölmüş mü?" diye sordu Jeongin titreyen sesiyle. Hyunjin onu göğsüne çekerek daha fazla bu görüntüye bakmasına izin vermedi.

"Bilmiyorum." dedi Chan. Kimse nabzını kontrol etmeye cesaret edemiyordu. Nefes alıp verdiği bile belli olmuyordu çünkü.

Ne kadar çok yorum, o kadar çabuk bölüm. Yorum gördükçe aniden yazasım geliyor :) ciddiyim, otomatik beynime yükleniyor kelimeler sanki ksnfjsmsgkmxjz

Ben çok eğlenerek yazıyorum. Umarım yazmayı becerebiliyor ve sizi hikayenin içine çekebiliyorumdur :(

Okuyan herkese teşekkür ederim, sizi seviyorum 💜

Continue Reading

You'll Also Like

47.2K 5.5K 16
Herkesin bildiği, ama kimsenin söylemeye cesaret edemediği şeyler var. Affet... Ben bu hikayenin cesur karakteriyim. ©adoyyakli 24.11.2020
529K 47.4K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
1K 164 22
Başta tesadüflerin bir arada tuttuğu 6 gencin arkadaş olup kendi istekleri ile bir arada olarak birçok olay yaşamalarını anlatan bir hayran kurgusu...
114K 7.9K 39
"Bir bilsen ne kadar zamandır şunun hayalini kurduğumu." Şakağıma doğru bir öpücük daha kondurdu. "Seni doyasıya öpüp koklamayı." Ardından yanağıma i...