Chronosaurus | Changbin

By cileklisut00

42.2K 4.4K 5.3K

[Ne kadar üzgünsen o kadar mutluyum. Ne kadar incindiysen o kadar eğlendim.] Ülkenin her yerinde, neredeyse h... More

⚠️⚠️⚠️
GİRİŞ
1
2
3
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21×FİNAL

4

1.7K 192 150
By cileklisut00

Karşımdaki sarayları aratmayan malikaneye bakarken arkamdan hayranlık nidaları yükselmişti.

"Burası senin mi gerçekten?"

"Evet."

"Nasıl aldın ki? Kimlik ve vatandaşlık gerekmiyor mu bunun için?" dedi Hyunjin.

"Sence ben bunu halledemeyecek biri miyim? Bir kimliğim var. Ölen birinden aldım."

Kapıya doğru yürümeye başladığımda, "Çaldın, yani." dedi Changbin.

"Şey, ölü birinin kimliğe ihtiyacı olmayacaktı sonuçta." dedikten sonra son basamağı da tırmandım. Büyük, çelik kapının önünde durup çantamdaki anahtarı aramaya başladım. Bulur bulmaz kapıyı açtım ve içeri adım attım.

"Umarım kimliğin sahibini öldürmemişsindir."

Ortalık toz içinde olmasına rağmen eşyaların kalitesi ve pahalı olduğu belli oluyordu. "Kimsesizdi ve uyuşturucu bağımlısıydı. Zaten ölmek üzereydi."

"Şu öldürme huyunu bıraksan çok sevineceğim. Konusu bile midemi bulandırıyor."

Mide bulandıracak ne vardı ki? Kırmızı, insanlara yakışıyordu. Özellikle de kötü insanlara.

"Her neyse. Burada bizi kimse bulamaz ama tedbiri bırakmayalım. İstediğiniz odaya yerleşebilir ve duş alabilirsiniz. Mutfak için biraz alışverişe ihtiyacımız var. Ben gidip gelirim hemen."

Belimdeki tabancayı çıkarıp mermilerini kontrol ederken kimse cevap vermeyince başımı kaldırıp baktım onlara. Tabancadan hoşlanmamışlardı galiba.

"Kendimi korumam gerek, değil mi?" diyerek belime geri koydum. Yine cevap alamamıştım.

Evden çıkıp garaja gittim ve içerideki arabaya bindim. Alışverişi bir saat içinde hallederek eve geri döndüm.

Elimde poşetlerle mutfağa girdiğimde evde çıt çıkmıyordu. Muhtemelen üst katlardan birinde oldukları için ses gelmiyordu. Yemek pişirmeyi bilmiyordum, gidip bilen birini çağırmam lazımdı. Merdivenleri çıkarken, üzerimdeki kırmızı deri ceketi çıkarıp korkuluklara öylece bıraktım.

Son basamaktan sonra geniş koridora girmiştim. Bu katta birkaç yatak odası, bir yemek odası ve salon vardı. İleriden gürültü gelmeye başlamıştı, adımlarımı oraya yönlendirdim. Salonda oturuyorlardı galiba, yaklaştıkça sesleri yükseliyordu ve konuştukları anlaşılıyordu çünkü.

"Norveç'e gitmemiz gerek yani?"

"Evet, bir ay vaktimiz de var. Enerjiyi nereden alacağız ona odaklanmamız lazım şimdi."

"Elektriği depolayabileceğimiz bir cihaz yapabilseydik, belki yeterli gücü toplardık."

Kapıyı açarak içeri girdim. Konuşmaları birkaç saniyeliğine kesildi ve bana baktılar. Jeongin gülümseyerek, "Noona, geçiş noktasını bulduk!" dedi.

Koltuklardan birine oturdum ve devam etmelerini işaret ettim. Minho anlatmaya başladı. "Kuzey Işıklarını, diğer adlarıyla Kutup Işıkları ya da Kutup Aurorasını biliyorsundur. Ortaya çıktıkları yerler bizim geçiş yapabilmemiz için en ideal nokta. Eylül ve mart aylarında ortaya çıkıyorlarmış, vaktimiz de var. Tek sorun enerji."

Başımı salladım. "Keşke deney üslerini patlatmadan önce elektrik gücü olan bir çocuk var mı diye baksaydık. Onu jeneratörümüz olarak kullanırdık." Gözlerini dikip bana bakmaya başladıklarında, söylediklerimin ne kadar acımasızca olduğunu fark ettim. "Pardon. Bu biraz aşırı oldu galiba."

"Biraz mı? Dalga geçiyorsun herhalde." diye sinirle söylendi Hyunjin. Gözlerimi devirdim.

"Her neyse. Başbakan hakkında ne yapacağız?" dedi Minho.

"Her salı günü ünlü bir otelde genç kızlarla buluşuyor, ne yaptıklarını da tahmin edersiniz artık. Otelde savunmasızken onu yakalayalım derim ben, sizce nasıl?" Chan sorduğunda herkes onayladı.

Salı gününe kadar planımızı yapmıştık. Chan, Felix ve Seungmin başbakanı yakalayacaktı. Ben de etrafta olacak ve acil bir durum olursa zamanı durdurarak kaçmalarına yardım edecektim. Hyunjin bizi arabada bekleyecek ve kameralardan izleyip bizi yönlendirecekti. Minho arabayı kullanacak, geriye kalanlar evde bizi bekleyecekti.

Son hazırlıkları yaptıktan sonra aynada kendime baktım. Siyah, mini bir elbise giyiniyordum ve makyajımı bilerek abartmıştım ki, kim olduğumu makyaj sayesinde gizleyebileyim. Beyaz, kabarık kürkü giyindikten sonra tabancamı küçük çantama koydum.

Odadan çıkıp aşağı indim. Herkes kapının önünde toplanmıştı. Bana döndüklerinde şaşkınlıkla süzmüşlerdi. "Yuh, çok abartmışsın." dedi Minho.

"Abartılı olduğu doğru fakat gideceğimiz otelde herkes böyle giyiniyor." diyerek omuz silktim.

Otele kadar kimse konuşmamıştı. Biraz uzakta durdu Minho, önce ben girecektim otele. Arabadan inmeden önce kulaklıklarımı takmış ve makyajımı kontrol etmiştim.

"Bir aksilik olursa sana güveniyoruz." dedi Chan gülümseyerek.

"Ah, sizi uyarmam gerek." dedim ve elimdeki aynayı bıraktım. "Eğer işler beklediğimiz gibi gitmezse ve kötü bir şeyler olursa; ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim sadece bana güvenin. Bir şekilde düzelteceğimden emin olabilirsiniz."

Başlarıyla onayladıklarında arabadan indim. Birkaç dakika yürüdükten sonra otele ulaşmıştım. Başbakanın her zaman kullandığı odayla aynı katta bir oda ayarlayıp asansörü çağırdım.

"Başbakan geliyor Nemesis." dedi Hyunjin.

Bir elimi saçlarımdan geçirerek asansörün kaçıncı katta olduğuna baktım. Gelmek üzereydi. Birisi yanımda durunca başımı çevirip baktım, başbakan yanındaki üç korumasıyla tam yanımda duruyordu.

Ona baktığımı hissetmiş olacak ki bana baktı ve gülümsedi. Geri gülümsedim ve şaşırmış gibi yaptım. "Oh, siz...!" Elimi ağzıma kapatarak hayranlıkla konuştuğumda kibirle güldü.

"Merhaba." dedi. Hafifçe eğilerek selam verdim ve bir şey söylemeden önüme döndüm. Asansör gelmişti, içeri girdim ve gideceğim kat olan 28'e bastım. Korumalarıyla birlikte başbakan da bindi. "Aynı kata gidiyoruz anlaşılan." dediğinde güldüm.

"Tesadüf işte." diye mırıldandım. Ona yapacağım işkenceler zihnimde oynamaya başlarken gülümsedim.

"Seni izliyor Nemesis." Hyunjin'in sesini kulaklıktan duyduğumda göz ucuyla yanımdaki başbakana baktım.

"Bir şey mi söyleyeceksiniz?" diye sordum.

Göbeğini hopalatarak güldükten sonra, "Çok güzelsin, diyecektim." demişti. Utanmış gibi yapıp gözlerimi kaçırdım. Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken, "Teşekkürler." dedim ve asansör durup kapıları açıldı.

12. kattaydık. Chan, Felix ve Seungmin asansöre bindiğinde tepki vermeden birkaç adım geriledim ve binmeleri için yer açtım. Yangın merdivenlerinden bu kata kadar çıkmak onları çok yormuş olacak ki yüzleri kızarmıştı. 23. kata bastılar.

Asansör tekrar hareket etmeye başladığında kollarımı göğsümde bağladım. "Nemesis, seni izliyor hâlâ." dedi Hyunjin.

Çok geçmeden, "İsmini öğrenebilir miyim?" dedi başbakan. Başımı çevirerek gözlerine baktım. Kimlikte ne yazıyordu? Hah, hatırladım.

"Gu Jinhee." dediğimde yüzünde pis bir gülümseme oluştu.

"Jinhee, benimle bir şeyler içmek ister misin?"

Planda bu yoktu. "Yani, bilmem ki..." diyip düşünüyormuş gibi gözlerimi kaçırdım. Göz ucuyla Chan'a baktığımda göz göze geldik. Gözlerini kırparak onaylayınca tekrar başbakana baktım. "Olabilir." Memnun bir şekilde güldü pezevenk.

Gül sen gül, bu son gülüşün olacak.

Asansör 23. kata geldiğinde bizim üçlü asansörden indiler. Kapılar kapandığında başbakanın elini belimde hissettim. Vay piç. Hiç vakit kaybetmiyordu.

Hyunjin'in güldüğünü duydum. "Bu herif sana göz koydu bak." dedi hâlâ gülerken.

"Ne oluyor?" diye sordu Chan. Nefes nefeseydi, muhtemelen yine merdivenlerden çıkıyorlardı.

"Başbakanın eli Nemesis'in belinde- Oh, aşağılara iniyor!" Hyunjin kulağımın içine ederek bağırırken, başbakanın elini tutup belime çektim. İnatla kalçalarıma indirince gözlerimi devirdim. Biraz katlanacaktım artık. Zaten bunun hesabını sonra sorardım.

Asansörün kapıları açıldığında elini tekrar belime koyarak beni odasına yönlendirdi. Odada kamera olmadığı için Hyunjin beni görmeyecekti ve yalnız olacaktım. Odaya girdiğimizde korumalar dışarıda kalmıştı ve içerde iki kız daha vardı. "Yalnız oluruz sanmıştım." derken şımarık bir tavır takındım.

"Siz şimdilik çıkın." dedi ve üzerindeki ceketi çıkarıp kenara attı.

Oda çok büyüktü. Koltuklara geçip oturdum ve bacak bacak üstüne attım. Kızlar odadan çıktıktan sonra, "Ne içmek istersin?" diye sormuştu.

"Fark etmez."

O bardaklara içki doldururken bir anda dışarıdan bir patlama sesi geldi ve zemin sallandı. Ellerimi koltuğa bastırarak başbakana baktım. Elindeki bardağı korkudan düşürmüştü.

"Benim için geliyorlar." dedi dehşetle. Ayağa kalkıp yanına giderken, dışarıdan çığlıklar ve koşuşturma sesi geliyordu. Yanına gittiğimde bana baktı, ödü kopmuştu resmen.

"Kim geliyor?" diye sordum sakince.

"Denek olarak kullanılan köpekler."

Aldığım cevap beni sinirlendirdi. İki elimi boğazına sararak sırtını duvara yasladım. "Belki de çoktan gelmişlerdir, ha?" dedim öfkeyle sırıtırken. Ellerimden kurtulmaya çalışıyordu ve benden güçlüydü. Beni geriye ittiğinde yere düştüm ve vakit kaybetmeden hemen kalktım.

Başbakan kapıya koşarak hızla açtı ama alnına dayanan silahla geriye doğru adımlamaya başladı. Chan, elindeki silahla oldukça ciddi görünüyordu. Seungmin son korumanın kafasına vurunca adam yere yığıldı. Felix ise kendini Seungmin'in vurduğu adamın yerine koymuş olacak ki, yüzünü buruşturup eliyle kafasını okşadı.

"Si-Siz!" dedi telaşla.

"Biz, ya." derken gülümsedi Chan. Gözlerindeki vahşi pırıltıları görünce heyecanla ellerimi çırptım. Sonunda birileri benim dilimden konuşmaya başlayacaktı galiba. "Çıkmak için uygun bir zaman, Nemesis."

Parmağımı şıklatarak zamanı durdurdum. Diğerlerine dokunarak haraket etmelerini sağladığımda başbakan ne olduğunu anlamamıştı. Bırakmamız için yalvarıyordu. Seungmin adamın ellerini ve ayaklarını sıkıca bağlayıp omzuna attı.

"Asansörü çalıştırabilirim. Boşuna merdivenlerden inmeyelim." dediğimde beni takip ettiler. Yan yana duran iki asansörden birinin düğmesine basarak çağırdım. Birkaç saniye bekledikten sonra asansör bulunduğumuz kata geldi ve kapıları açıldı. İçerideki kişiyle göz göze geldim.

"Hassiktir." diyerek Chan, Felix ve Seungmin'i sağa doğru ittim ve önlerine geçtim.

Asansördeki genç sakince asansörden çıktığında arkamdakilerden şaşkınlık nidaları yükseldi.

"Başka bir Chronosaurus daha mı?" dedi Chan.

"Yememiş içmemiş Zaman Canavarı üretmişler." diye mırıldandı Felix.

Çocuk yaklaşık 16-17 yaşında falandı ve bakışları boştu, yüzünde zerre kadar duygu yoktu. "Yakala şunları! Ne duruyorsun!" diye bağırdı başbakan. Çocuğun bakışları kararırken hızla çantadan tabancamı çıkardım.

"Kaçın! Hemen!" diye bağırdım ve tabancayı kaldırarak hedef aldım. Elime tekme attı ve bana saldırdı. Arkamdan koşma sesi gelince kaçtıklarını anlayarak rahatladım.

Hızlı hareket ediyor ve dövüşmeyi iyi biliyordu. Karnıma yumruk atınca nefesim kesildi ve yere düştüm. Beni bırakarak yavaşça diğerlerinin arkasından yürümeye başladı. Parmağımı şıklatarak zamanı akıttım.

Hyunjin bağırdı. "Siktir! NE OLDU LAN?!"

"Başka bir Chronosaurus daha ortaya çıktı. Çabuk diğerlerini yönlendir ve çıkar. Yetişemezsem beni beklemeden gidin."

Acı hissetmiyordum, sadece nefesimi kesmişti. Ayağa kalkıp tabancamı aldım ve koşmaya başladım, neyse ki yavaş yürüyordu. Arkasında olduğumun farkında bile değildi. Başına nişan alarak birkaç kere ateş ettiğimde önce yürümeyi bırakmış, sonra da yere yığılmıştı.

Hyunjin'in diğerlerini yönlendirdiğini duyabiliyordum. "Dışarıda buluşalım." dedim ve yangın merdivenlerine yöneldim. Koşarak aşağı inmeye başladığımda aşağıdan sesler gelmeye başladı ve Hyunjin telaşla bağırdı.

"NEMESİS BİR ŞEY YAP! YAKALANDILAR!"

Koşmayı bırakıp soluklanırken, "Neredeler? Kime yakalandılar?" diye sordum.

"7. kattalar! Bir şeyle vurdular onları ama ne olduğunu anlamadım!"

Zamanı durdurarak küfür ettim ve karşımdaki duvarda yazan sayılara baktım. Aramızda on kat vardı. Tekrar koşmaya başladım, zamanı durdurmuş olmama rağmen vaktim yoktu. Başka bir Zaman Canavarı olmadığından emin değildik sonuçta. Acele etmeliydim.

Nefes nefese 7. katta durdum ve kimsenin hareket etmediğini görerek rahatladım. Ellerimi dizime koyup nefeslendim. Otelin güvenlikleri, ellerindeki silahları bizimkilere doğrultmuştu. Gerçek silah değildi, bir bakışta anlamıştım. Sanırım uyuşturucuyla vurmuşlardı.

Bizim burada olduğumuzu biliyor olmalıydılar. Yoksa 7. kat gibi rastgele bir katta yakalamaları mümkün olmazdı. Ve geldiğimizi biliyorlarsa, dışarıda bizi daha büyük bir şey bekliyor olmalıydı.

Önce Chan'a dokundum, beni görünce rahat bir nefes aldı. "Diğerini hallettin mi?" diye sordu.

"Öldürdüm. Vuruldunuz mu?"

Chan elleriyle kendini yokladı. "Ben vurulmamışım." Seungmin ve Felix'i de zaman çizgisinden çektiğimde, Felix yere yığılmıştı. "Ama Felix vurulmuş." diye devam etti Chan.

"Bize yük oluyor. Burada öldürüp gidelim şu piçi." dedi Seungmin omzundaki başbakanı işaret ederken.

Bunu gerçekten istemiyordum ama haklıydı. Otelde savunma zayıf olur diye gelmiştik ancak az kalsın pişman olacaktım geldiğimize.

"Ne diyorsun?" Chan bana sorduğunda başımla onayladım.

"Acele edelim ama. Benden başka bir tane daha çıkarsa kafayı yiyeceğim."

Seungmin başbakanı yere sertçe bıraktı ve Felix'i kucakladı. Chan elindeki silahı başbakana çevirdi ve tereddüt etmeden birkaç kez tetiğe bastı. Gürültü kulaklarıma dolarken beklemeden merdivenlerden inmeye başladım.

Arka kapıya ulaştığımızda hızla iterek dışarı çıktım ve şokla donup kaldım. Arkamdan gelen Chan bana çarparak durmuş ve, "Ne oldu?" diye sormuştu.

Karşımızda, deney üssünde giydiklerime benzeyen beyaz giysili üç kişi vardı. İkisi kız, biri erkekti. Üçünün de yüzünde boş bir ifade vardı fakat gözlerini kırpmalarından ve nefes alıp vermelerinden ne olduklarını anlamıştım.

Şimdiye kadar istediğim gibi zamanla oynayabiliyor, kendimi güçlü ve özel sanıyordum. Öyle olmadığım gerçeği yüzüme sertçe çarparken yutkundum.

Adrenalin artık beni mutlu etmiyordu. Eğer avcı ben değilsem, oyundan nasıl zevk alabilirdim ki?

"Mermim bitti. Sende varsa vur da gidelim." Chan umursamazca konuşunca tabancamı kontrol ettim.

"Bir tane var sadece."

"Belki hipnoz edebilirim." diye fısıldadı Chan. Denemesini işaret ettiğimde bir adım önüme geçerek kıpırdamadan durdu. Birkaç saniyenin sonunda, "İşe yaramıyor." demişti.

"Bence bizim farkımızda değiller." dedi Seungmin. "Baksanıza, robot gibiler. Az önceki gibi emir veren başbakan da yok artık. Gidelim hadi."

"Bekleyin, önce ben gidip deneyeyim. Eğer olur da beni takip ederlerse zamanı akıtırım ve siz beni beklemeden kaçarsınız, tamam mı?" dediğimde Chan itiraz etmişti.

"Birlikte gideceğiz. İtiraz istemiyorum."

Ofladım. "Tamam." Birkaç adım ilerledim ve yanlarından geçtim. Tepki vermemişlerdi, elimle ikisine gelmelerini işaret ettim.

Chan ve Seungmin dikkatlice yanıma geldiklerinde kızlardan biri yavaşça başını çevirerek bize baktı.

Nefesimi tutarak kıpırdaman durduğumda, ikili beni taklit etti ve hareket etmeyi kestiler. Kız birkaç saniye baktıktan sonra önüne dönmüştü.

Parmaklarımızın ucunda yavaşça ilerlemeye devam ettik. "Bu ne ya? Korku filmi gibi." diye fısıldadı Seungmin.

İlerideki duvarın arkasına geçerek onların görüş açısından çıktığımızda zamanı akıttım ve koşmaya başladık. Arabaya biner binmez Minho hemen sürmeye başladı.

"Felix iyi mi?"

"Baygın sadece." Seungmin hızla nefes alıp verirken söyledi.

"Eee, adam nerede?" derken bize dönmüştü Hyunjin.

"Ayak bağı oldu. Öldürdüm." diye cevap verdi Chan.

Gerginlikle arkama dönüp takip eden var mı diye baktım. "Geç kalmışız." dedim. "Bir sürü Zaman Canavarı üretmişler ve hepsi bilinçsizdi. Deneyleri istedikleri aşamaya getirmişler. Üstelik halk hiçbir şeyin farkında değil. Bunun ne kadar tehlikeli bir şey olduğunun farkında mısınız? "

"Sen kendinden başkasını düşünür müydün?" diyen Hyunjin'e ters bir bakış attım.

"Hyunjin, şimdiye kadar kaç kere hayatımızı kurtardı. Düşünmese kurtarmazdı." diyerek uyardı Chan onu.

Arkayı kontrol etmeye devam ederken, "Bakın, normal olmadığımın farkındayım. Benden istediğiniz kadar nefret edebilirsiniz, bu tarz şeyleri umursamam. Size uyum sağlamaya çalıştığımı bilin, yeter." dedim.

"Nefret etmiyorum." diye mırıldandı Hyunjin.

Dikkatimi biraz uzakta olsa da arkamızdaki siyah araba çekti. Gözlerimi kısarak bizi takip edip etmediklerini anlamaya çalıştım.

"Takip ediliyoruz." derken, bir yandan da nasıl bu durumdan kurtulacağımızı çözmeye çalışıyordum.

Umarım beğenmişsinizdir. Bol bol yorum yapın ki ne düşündüğünüzden haberim olsun 🥺

Finallerim yaklaştığı için sonraki bölümler daha geç gelecek ne yazık ki.

Beğenmeyi unutmayın 💜

Continue Reading

You'll Also Like

160K 16.8K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
846 171 12
Bu hikayedeki tüm kurum ve kuruluşlar, mekan, zaman ve buna dahil olan her şey hayal ürünüdür. Gerçeklikle hiçbir alakası yoktur. Sene 1850. Kore bü...
18.6K 3.1K 30
"Yol ne kadar uzun olursa olsun ilk adımı atmaktan çekinme." Kim Seungmin, stajyerlik yapacağı şirketin sahibinin yirmi iki yaşında bir kız olacağını...
13.6K 1K 7
Benim yaşlarımda bir adam perişan halde dağınık,ıslanmış saçlarıyla bize doğru koşuyordu. Aman tanrım,onun insan olduğuna emin miyiz? #Leeknow Lov...