Epistle | Taekook

By nuitorenda

161K 17.8K 16.3K

• Tamamlandı Yıllanmış bir mektubun son satırında buluşunca adımlarımız, gözlerimden dökülen tek bir yaşla di... More

1: ❝Démarrer❞
2: ❝La Patience❞
3: ❝Sentiments Pérdus❞
4: ❝Miette D'espoir❞
5: ❝Première Rencontre❞
6: ❝Embrasse Moi❞
7: ❝Quelques Phrases❞
8: ❝Renseigner❞
9: ❝Nom à Deux Syllabes❞
10: ❝Trouvons, Perdons Nous❞
11: ❝Premier Pas❞
12: ❝Rêves Perdus❞
14: ❝Au Dessus De Ton Coeur❞
15: ❝Sens moi, Touche moi❞
16: ❝Ne T'éloigne Pas De Moi❞
17: ❝Gens Faux❞
18: ❝Affrontement❞
19: ❝Anemon❞
20: ❝Bon et Mauvais❞
21: ❝Secrets Révélés❞
22: ❝Échapper Aux Peurs❞
23: ❝Trouve Moi, Je Suis Perdu❞
24: ❝Amànt Altruiste❞
25: ❝Épouse moi, Chérie❞
26: ❝Je te Possède❞
27: ❝Avoir Mon Corps❞
28: ❝Valeur Pour Vous❞
29: ❝Tout Est Changement❞
30: ❝Ne Me Quitte Pas❞
31: ❝M'as tu Oublié?❞
32: ❝Pardonne moi Chérie❞
33: ❝Mensonge❞
34: ❝Le Cri de La Pluie❞
35: ❝Vie de Papillon❞
36: ❝Ma seule Passion❞
37: ❝Au Revoir Chérie❞
38: ❝Epistle❞
39: ❝Où tout a Commencé❞
→ Yazar'dan Not

13: ❝Dors Avec-moi❞

4.7K 535 821
By nuitorenda

🎼|The Weeknd - In Your Eyes!
(Medyayı söylediğim yerde açarsanız, çok daha etkili olur.)

■■■■■■■

Merhaba!

Her şey yolunda mı?

Oy verip yorum yapmanız beni çok mutlu eder.

Sizi seviyorum.

Başlamadan evvel bir sorum olacak sizlere. Gören, ilgilenen herkes cevaplarsa sevinirim. Bölümleri hangi saat aralıklarında okumayı seviyor ve aktif oluyorsunuz? Öğle vakitleri mi yoksa sizler de benim gibi gece kuşu musunuz? Cevaplarsanız şayet, bundan sonraki bölüm saatlerini sizlerin fikirleri üzerine değiştirmeyi düşünüyorum :)

Başlayalım.

.......

Seçemediğimiz duygular, önüne geçemediğimiz davranışlar, koşamadığımız yollar, varamadığımız hayaller, bitiremediğimiz sonlar... ucu bucağı olmayan çöküntüler, saymakla bitmez aksine her gün bir yenisi eklenir ruhumuza.

Bilinçaltımızın bir oyunu mudur tüm bunlar, neden tüm olumsuzluklar ayak bileklerimizi kemirir; önümüzü keser, bizi utandırır, korkutur, ağlatır.

Şayet tüm bunlar bilinçaltımın bir oyunuysa, ben bu oyunun yegâne mağlubuyum.

Uyanalı yaklaşık 1 buçuk saat olmuş, gözümü araladığım ilk andan beri, omuzlarıma basan utanç duygum yüzünden pansiyonu terk edip, kendimi sık ağaçlardan birinin gövdesine bırakmıştım. Oturduğum toprak yaştı. Belki de ben gözyaşlarımla besin olmuştum ona.

Belki ağlarsam, gördüklerim temizlenirdi zihnimden.

Bir rüyanın ötesindeydi. Rüya da bilinçaltımızın hayal ürünüdür derler, yoksa yine mi yenilen bendim. Düşündükçe utancımdan kahroluyordum, bir kez olsun hitap edemediğim adını, bir rüyanın kolları arasındayken fısıldamıştım.

"Jungkook..."

Kendime bile anlatmak korkunçtu. Gözlerimi kapadığım her an, yineleniyor, aynı sahnesi defalarca baştan çekilmiş bir film gibi, perdeler yakalarıma bağlanmış, tekrar ve tekrar düşüyordu zihnimin duvarlarına.

Bay Jeon'un kolları altında kan ter içinde uyandığımda, hayal meyal adımı haykırarak beni kendime getirmeye çalıştığını hatırlıyordum. Hatırladıkça saçlarımı köklerinden çekiştiriyor, dizlerime kapanarak unutmaya çalışıyor olsam da, bu, en azından şuan pek mümkün olmuyordu.

Bu 1 buçuk saat içerisinde yanıma hiç uğramamıştı. Sanıyorum ki kendime gelmemi bekliyor, bu nedenle rahatsız etmiyordu. Ancak ben kendime gelmeyi denemekten ziyade, yüz yüze geleceğimiz an, nasıl bir açıklama da bulunursam durumu açıklarım diye düşünüyordum.

Sırtımı dayadığım ağacın kenarlarında bulunan irili uzunlu otları kopararak, kafamı dağıtıyordum. Hava kapalıydı, topraktan yükselen yağmur kokusuyla ciğerlerimi temizlerken, her bir solukta ânın etkisinden kurtulup normale dönmeye şartlamıştım kendimi. Zihnimde tekrar eden tek şey, Bay Jeon'un bana neler olduğunu sorduğunda verecek tek bir cevabımın olmamasıydı. Adını haykırdığım esnada, tam da kolları arasındaydım.

Bir kaç güne evlenecek bir adamı, bilinçaltımın arsız düşüncelerine ortak etmeyecektim. Bu kesinlikle bir kabustu ve tekrarı olmayacaktı. Hızla ayağa kalkarak üzerime yapışan otları sirkelemiş, pansiyonun olduğu yöne doğru ilerliyordum. Burada öylece durmak daha savunmasız yapacaktı beni. Benden bir açıklama isteyeceğini, ya da bunu önemseyeceğini hatta bu fazlasıyla erotik rüyamı anlatsam bile umrunda olmayacağına emindim. Fakat o anın psikolojisiyle oradan ayrılmam ve kendime gelmek için biraz yalnız kalmam gerekirdi.

Saatin kaç olduğunu bilmiyordum, fakat bildiğim tek birşey vardı, o da deli gibi üşüdüğümdü. Hastalığımı henüz atlamamaktan ziyade, yaklaşık 2 saattir, buz gibi bir havanın eşiğinde, nemli toprağın üzerinde oturuyordum.

Ben eve gitmek istiyordum.

Ben ne mektup, ne araştırmacı, ne para, ne iş ne de yemek istiyordum. Tek isteğim evime gitmekti. Ancak düşününce evim de tehlikedeydi, Busan'da şahsıma karanlıktı. Peşimde olan saçma sapan insanlar, çalınmış bir arabam ve tarafından asla umursanmadığım Jimin vardı.

Ben gerçekten çıkmazdaydım.

Üstesinden gelebilir miyim bilmiyordum, sanıyorum ki artık; benim gücüm kalmamıştı.

Yalpalanan adımlarımla girdiğim pansiyon kapısından, tanıdık yüzle selâmlaşmış, ardından merdivenleri birer ikişer aşıp kapının önüne gelmiştim. Dejavu yaşıyordum, bu hissin aynısını dün yine onun kapısını çalmadan evvel yaşamıştım. Girip girmemek için debelenmek, heyecana kapılmak, kendinle yüzleşmek... tüm bunların aynısı tam şuan da ruhumu çepeçevre sarmıştı.

Ancak bu sefer, omuzlarım dik girecektim. Kimliğini unutmuş, gücünü kaybetmiş, korkak, aptal bir insan olmuştum ben. Tanrı aşkına ben Kim Taehyung olduğumu unutmuştum. Kimseye verecek bir hesabım, söylenecek bir kelimeye bile mecburiyetim yoktu benim. Karşımdaki herkesi istediğim gibi çiğner, ardıma bakmadan ezer geçerdim. Kendime gelmeliydim; aksi halde bu zelzelede yıkılan tek ben olacaktım.

Odaya kendimi atışımla görüş alanıma giren manzara, yatağın üzerindeki kıyafetleri katlayıp, bavuluna yerleştiren Bay Jeon'du. Kendi üzerini de değiştirmişti. Bacaklarını boylu boyuna saran bir kot pantolon, üstüne giydiği haki yeşili gömleğiyle; şık görünüyordu.

Odaya girişimi görmesiyle beklenilenin aksine asla soru sormamış, güler yüzle bana döndüğünde söylediği tek şey, "Demek döndün."dü. Sorusuna eşdeğer olarak başımı sallayarak onay vermiş, ardından bana uzattığı bir kaç parça kıyafete bakıyordum. "Şimdilik idare et, belki büyük gelebilir ama Seoul'e varınca yenilerini alırız, ancak artık buradan çıkmalıyız Bay Kim, üzerinizi değiştirin." Cümlesi üzerine yine sessiz kalmış sadece başımla onaylayarak banyoya girmiştim.

Harhangi birşey sormaması, tuhafıma gitmişti. Bu kadar gamsız bir insan mıydı? Ya da hiç mi merak etmiyordu.

Neyse ki umrumda bile değildi.

Verdiği siyah kot pantolonu giymiş, üzerime de yine biraz bol olan, siyah gömleği giymiştim. Aynada kendimle bakıştığımda fazlasıyla soluk görünüyordum. Musluğu aralayarak elimi ıslattığımda, ortadan ayrılmış saçlarımı kulak arkamda sabitledim. Soğuk suyla yıkadığım yüzümü bir peçeteyle kurulamış, az önce boğazıma kadar kapatmış olduğum gömleğin düğmelerini aralayarak, göğüsümü açıkta bıraktığımda, kendimi daha iyi hissediyordum.

Banyodan ayrıldığımda çıkardığım kıyafetleri yatağın üzerinde dürmek adına yanaştım. Bu sırada cama yaslanmış, ve kollarını göğüsünde bağlamış olan Bay Jeon, direkt olarak bana bakıyordu. Baştan sona süzdüğü gözleri, en sonunda yüzümü bulduğunda tek kaşını kaldırmış bir şey söylemeye hazırlanıyor gibiydi.

Çok geçmeden yumurtladığında, "Nasılsın?" diye sormuştu. Aslında bu sabahki olaya dair bir soruydu bunu biliyordum ancak, gerçekten o konu hakkında tek kelime dahi konuşmak istemiyordum. "İyiyim, siz?" diye geçiştirmemle, kapana kısılan yine bendim.

Söylediğim şey beraberinde, camdan doğrulmuş, üzerime doğru yürüyordu. Bir kaç adım geri atmış, ancak ben kaçamadan o önümde bitmişti. Tek eli doğrularak alnıma yaslandığında, eş zamanlı olarak "Hmm..." gibi sesler çıkarıyordu. Tam karşımdayken, pekte bir mesafe bulunmayan aramızda, gözlerim; dudaklarına kaydı. Alt dudağının hemen ortasında bir 'ben' vardı. Benim dudağımda da aynısı bulunuyordu. Üst dudağı alt dudağına göre biraz ince olsa da, yapılı ve orantılıydı. Bakışlarım bir süre daha oraya takılı kaldığında, sanki bir uyarıcı, bir sinyal ışığı gönderir gibi; dudaklarını yaladı. Yaptığı haraket üzerine anında kaçırdığım gözlerim beraberinde önünden de çekilerek aramızdaki mesafeyi açmıştım.

"Ateşiniz yok sayılır Bay Kim." dedi tekrar kollarını göğüsünde birleştirdiğinde. "Ancak çok çabuk terliyorsunuz, sanırım hala atlatamadınız."

Söylediği şeyle kulaklarımın kızardığını hissediyordum, ancak bozuntuya vermemek için duymamazlıktan gelmiş içimden kısık sesle söylenerek, "Sanki doktor sensin her boku sen bilirsin." dediğimde eş zamanlı bana dönüp her daim yaptığı alışkanlığıyla tek kaşını kaldırarak konuşmuştu. "Birşey mi dediniz Bay Kim?"

Başımla reddederek bilmiyor ayağına yatmış, ilgilenmemiştim.

Odak noktamı önümdeki kıyafetlere verdiğimde, son parçayı dürüp hemen solumda duran bavulun içine yerleştirdim. Bu odadan vakit kaybetmeden ayrılmak, ve bir daha uğramamak adına çıkıp, yaşanılanları da içinde bırakarak, kapıyı kilitlemek istiyordum. Elimde kalan son parçayı da katladığımda acelemden ödün vermemiş ve iki yanından fermuarlarını çektiğim bavulu, avuçlarım arasına aldığımda, bakışları hala üzerimde olan Bay Jeon'a dönmüş ve konuşmuştum.

"Hazırım Bay Jeon. Gidebiliriz."

.......

Maksimum iki saatlik yolumuz vardı, oda anahtarını çalışana teslim etmemizin ardından, park ettiğimiz arabaya yerleşmiştik. Hava kesinlikle çok soğuktu, Bay Jeon arabanın klimalarını sonlayarak sıcak rüzgarın yüzümüze çarpmasına sebep olurken, diğer yandan kemerini bağlamadan arabayı çalıştırmaya yeltenmişti.

"Kemerini bağla," dedim biraz emrivaki konuştuğumda. Kontağı çevirmeden suratı bana dönmüş ve, "Vay canına, yoksa Bay Kim sinirli mi?" diyerek alaya almış ve gülmüştü.

"Benim karşımda..." dedim yarım bir gülüş ekleyerek, "Hakim değilsen, sana istediğim her şeyi yaptırabilirim."

Söylediğim şeyle bir süre susmuş ve ardından desibeli hayli düşük sesiyle fısıldamıştı. "Hakim değilim ama bana yine de istediğin her şeyi yaptırabilirsin."

(Medyayı burada açın.)

Söylediği şeye cevap veremedim, verdiğim tek cevap susmak olmuştu. O da söylediğinin arkasına konuşmamış, arabayı çalıştırmış ve ardından yollar azar azar ardımızda kalmaya başlamıştı. Her araba yolculuğumuzda olduğu gibi bir süre kimseden ses çıkmamıştı. Çok sıkılıyordum, araba o kadar sessizdi ki nefesimi bile bazen tutuyordum, soluk sesim bile yankılanıyordu. En sonunda dayanamayıp derin bir 'Of!' çektiğimde, eş zamanlı bana dönerek "Ne o, sıkıldınız mı savcım?" demişti. Sanıyorum ki vişne suyundan sonraki gırgırı da bu olacaktı. "Evet, çok sıkıldım." dediğimde elini radyoya atarak çalıştırmadan önce sordu. "Şarkı dinlemeyi sever misin?"

Çok severdim, dosya kurcalarken bile kısık sesle bana eşlik etmesi için, playlist'im daima açık vaziyette olurdu. Şuan ki ruh halimi de göz önünde bulundurursak, enerjiye ve bolca harakete ihtiyacım vardı, başımı hızla aşağı-yukarı sallayarak onu onaylamış ve radyoyu aralamasına izin vermiştim.

"O zaman," dedi gülümseyerek. "Bu şarkı benden size gelsin Bay Kim."

Kulak zarlarımızı zorlayacak, hatta yakacak kadar yüksek açtığı şarkıyı iliklerimde hissediyordum, bana ithaf ettiği şarkı benim için hayli özel ve nerede duysam hiç çekinmeden eşlik edeceğim bir şarkıydı. Günlerdir o kadar doluydum ki, tüm hıncımı şarkıdan çıkarır gibi, önce camı araladım, rüzgarın saçlarımı bozuşu bile umrumda değildi. Ona söylediğimin aksine kemerimi açtım. Hızla doğruldum ve benim yüksek sesimi bile bastıran müziğe deli gibi eşlik ediyordum.

"Haberim yokmuş gibi davranıyorum, pişman değilim.
Çünkü kalbim kaybetmeyi kabullenemez.
Çok dikkatsiz olmayı tercih ederim.
Seninle olmayı tercih ederim.

Her şey konuşulup hallolduğunda,
Bilmeyi hiç istemiyorum.
Sana baktığımda, ne yaptığını anlayabiliyorum.

Gözlerinde,
İçinde yanan birşeyler olduğunu görüyorum.

Gözlerinde,
Gülümsemek sana acı veriyor, ama yine de deniyorsun.

Acını her zaman gizlemeye çalışıyorsun.
Ne söyleyeceğini her daim iyi biliyorsun.
Sürekli görmezden geliyorum,
Körüm.

Yalan söylüyorsun, ama bunun seni tanımlamasına izin vermeyeceğim.

Birçok kere aşkı başkasında bulmaya çalıştım.
Ama sen umarım ciddiyetimi anlarsın.
Aklımdaki tek kişinin 'sen' olduğunu söylediğimde.

Gözlerimde.

Kendimi öyle kaptırdım ki, defalarca başa sarıp sanki ilk dinleyişimmiş gibi aynı heyecanla söylüyordum. Bu sırada Bay Jeon'la ufak bir göz temasında bulunduk. Gözleri üzerimde, gülümsüyor ve benim aksime o daha sakince mırıldanıyordu. İkimizde keyiflenmiştik. Bana armağan ettiği şarkı, benim en sevdiğim şarkılardandı ve bu zevklerimizin de uyuştuğunu gösteriyordu. Yol boyu hiç sıkılmadan aynı şeyi dinledik, hatta öyle ki ne ara geldiğimizi bile farketmemiştim.

Son partına varan şarkının sesini kısarak, arabayı durdurmuştu. Eş zamanlı ona dönerek baktığımda, "Geldik." dedi. Merakla karşımda duran yere bakmıştım, burası nereydi bilmiyordum. Gözlerimi irileştirerek, "Nereye geldik," diye sorduğumda, fısıltıyla karışık cevapladı.

"Evime."

.......

Bir kaç haftanın aksine, aradığım sessizliğe ve dinginliğe bir nebze dokunmuştum. En mühim hayat kriterlerimlerimden birisiyken sakinlik, son bir kaç haftada toz bulutu misali kaybolmuştu. Önüne bir türlü geçemediğim ihtiraslarım, yoldan çıkmış davranışlarım, kendimden, yuvamdan, işimden uzaklaşmışlığım, dört bir yanımı bütünüyle sarmalayan gizemsel korkularımla; ben bir bütün olmuştum.

Ama sanki son bir saattir, her şey bambaşkaydı.

Arabada çektiğimiz uzun yolun ardından, Bay Jeon'un söylediğine göre onun evine gelmiştik. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben burada bir otelde kalırız diye düşünüyor, bir evi olduğunu tahmin etmiyordum. Hatta bir süre dalga geçiyor sanmıştım lakin, eve girdiğim an bu evin ondan başkasına ait olmadığına emindim.

Yine bordo duvarlar, kararmış koridorlar, loş ışıklar, lüks koltuklar, ihtişam, şehvet, gizem, aynı Busan'daki evini andırıyordu. Tarzı bu yöndeydi, ve ilginç bir şekilde, başında tuhaf gelen ihtişamı, şuan gözüme hoş geliyordu.

Ben tüm dikkatimi evin duvarlarında, eşyalarında gezdirirken, kulağıma çarpan sıcak nefesle irkilmiş ve hızla dönük sırtımı ona çevirmiştim.

"Beğendin mi?"

Evden bahsettiğini anlıyordum ve ne yalan söyleyeyim çok hoşuma gitmişti. Hatta şahsımca Busan'daki evinden bile daha güzeldi. Başımı hafif bir gülümsemeyle aşağı-yukarı sallayarak onu onayladığımda, o da bana gülmüş ve göğüsünde birleştirdiği kollarını serbest bırakarak konuşmaya devam etmişti.

"Hadi üzerine rahat bir şeyler giy, daha sonra da markete gidip biraz alışveriş yapmamız gerek. Yoksa açlıktan birbirimizin etini kemirebiliriz, dolap bomboş."

Komik bir adamdı, huzurlu hissettiriyor, ilk defa geldiğim şu evi bile yabancılamıyordum. Evi de kendi gibi samimiydi. İlk başta ısınamasamda, kendisiyle yakın arkadaş olmayı çok isterdim. Eğer evlenmeyecek olsaydı, güzel bir dostluğumuz olabilirdi.

Ne bileyim, belki birlikte her dost gibi sinemaya falan gider, film izlerdik.

"Bay Kim, beni duydunuz mu?"

Dalmıştım, hem de aptal gibi onun suratına bakarken, Jimin bu huyumdan nefret ederdi. İç sesim öyle çok konuşur ve düşünürdü ki, o an olduğum yerde durur, susar ve belki dakikalaca konuşmazdım. Yine aynısı olmuştu, seslenmesiyle irkilerek gözlerimi kaçırdığımda, aklıma düşen o çaresizlikle omuzlarım düşmüştü. "Duydum Bay Jeon, ama biliyorsunuz ki, ben buraya bomboş geldim."

Çok utanıyordum, cüzdanım, kıyafetlerim, eşyalarım... hiçbirini almadan ayrılmıştım Busan'dan. Çünkü tutarsız fikirlerimin, beni Seoul'e sürükleyeceğinden habersizdim. Burada Bay Jeon'a fazlasıyla borçlanacaktım. Neyse ki gözlemlediğim kadarıyla, maddi sıkıntısı yoktu. Bir giydiğini birdaha giymiyor, sadece bildiğim kadarıyla bile 2 evi ve son derece gösterişli bir arabaya sahipti.

"Mühim değil Bay Kim, ne gerekiyorsa alırız. Bu tarz şeyleri önemsemeyin lütfen."

"Ama ben..." tam konuşacakken işaret parmağını dudaklarıma hafifçe bastırarak, susturmuş, bileğimi hafifçe kavratarak beni arkasından yürütmeye başlamıştı. Gözlerim birleşen parçalarımıza bakakaldığında, elimi çekmek istesemde; çekememiş koridor boyu sürüklemesine müsaade ediyordum. Evin loş yolunu aştığımızda, koridorun tam karşısındaki kapıyı açarak içeri girmemi sağlamıştı.

Gözlerime inanamadım. Burası gerçek bir otel odasından farksızdı. Boylu boyuna camla kaplanmış ve en üst katta olduğundan tüm şehrin ışıkları odaya doluyordu. Çift kişilik bir yatak, süt beyazı saten çarşafla buluşmuş, yatağın tam aksine siyah püsküllü halılar, odaya gerçek anlamda ihtişam katıyordu. Halının tonu tonuna aynı olan uzun fon perdeler, ve bu seferde saten çarşafın tonuna eşdeğer olan yeri süpürecek kadar uzun serilmiş tüllerle, bu oda gerçekten kusursuzdu.

Sonsuza dek burada yaşayacaksın deseler, hiçbir itirazda bulunmadan kabul ederdim.

İri iri açılmış gözlerimle, donattığı evi incelerken, merakıma yenilip sordum. "Burayı gerçekten tek başınıza mı dekore ettiniz." Gülümsemesi yüzünden eksilmiyorken, "Evet..." dedi.

"Hayal gücünüz muhteşem Bay Jeon, ilhamınızı neye borçlusunuz?" Sorduğum soru üzerine, karşımdaki yerini alarak, kollarını göğüsünde birleştirdi. Bir süre o da benim gibi odanın etrafını incelerken, tüm detaylar bittiğinde, sanki bir sır söylüyormuş gibi, bir eliyle ağzını kapatarak, kulağıma doğru fısıldadı.

"Zihnim ilham kapılarını açalı tam 7 yıl oldu," dedi fısıltısı ve solukları boynuma çarparken.

"Ve inan bana, o tüm bunlardan daha güzel."

.......

"Ah, tanrım buraları çok özledim."

Bay Jeon kendi kendine mırıldanırken, ben de taktığım kemerin tokasıyla oynuyordum.

Evden çıkalı maksimum 15 dakika olmuş, Bay Jeon'un üzerime 2 beden büyük gelen bordo kapşonlusu ve siyah eşofman altını giyerek evden çıkmıştım. O da benim gibi siyah bir eşofman takımı giymiş ve bana eşlik etmişti. Arabadaydık, çisileyen yağmurun taneleri ufak ufak hemen solumdaki camı süslüyordu. Şehir sokakları hava şartlarına rağmen cıvıl cıvıl, ışıklı ve göz alıcıydı. Hava da kararmaya yüz tutmuş, en sevdiğim saatlere girmiştik.

Kemerin tokasına ettiğim eziyeti bitirdiğimde, yanımda öylece araba süren Bay Jeon'a hafifçe dönerek bakmış, karşılaştığım yan profilini bilinçsizce incelemeye koyulmuştum.

Kulak kemiğine erişen koyu ve kıvırcık saçları, keskin çene hatları, şahsımca kusursuz burnu, iri göz kapakları ve, dudakları.

Dolgun olamayacak kadar küçük, dudaklarının aksine fazlasıyla tatlı ve iri dişleri vardı. Seyre daldığım esnada diliyle hafif ıslatmış, şehrin ışıkları sanki dudaklarına süs olmuş gibi, parlıyordu. Aynı zaman da sürekli ısırdığı için olsa gerek, fazlasıyla şiş ve koyuydu.

Vişne gibi.

Alt dudağının bir kaç milim sağında ufacık bir ben bulunuyordu. Ne tesadüf ki bende de aynısından vardı. Bay Jeon'la benzeyen ikinci bir yönümüz daha vardı.

Kolları boylu boyuna dövmeliydi. Kıyafetinden ötürü şuan gizlenmiş olsa da, beni o sahilden alıp evine getirdiğinde karşımda giyinirken onları görmüştüm. Şahsımca dövme olayı fazlasıyla hoştu. Bir kaç sene öncesine kadar çok kez yaptırmak için evden çıkıp dövmeci aradığım olmuştu, ama ben daha varamadan telefonumu defalarca kez titreten Jimin, işimden ötürü yaptırmamın doğru olmadığını söyleyerek, beni engellemeyi başarmıştı.

Jimin.

Tanrı aşkına o piç beni hala aramamıştı. Ölsem bile şuan haberi olmayacaktı. Buradan döndüğümüzde onu gerçekten evden kovacaktım.

Anında tadım kaçmıştı, beni aramamış olması zoruma gidiyordu. Bu kadar mı önemsemiyordu artık beni. Yoongi hayatına girdiğinden beri, resmen varlığımı unutmuştu. Busan'a döndüğümde gerçekten onu mahvedecektim.

"Bay Kim...?" Suratını bana dönmüş, arabayı durdurmuştu. "Ne düşünüyorsunuz öyle?"

"Hiç. Hiçbir şey düşünmüyorum." diye yanıtladığımda kemerini tutarak kıkırdamıştı.

"Ne bileyim, dudaklarıma bakıyordunuz da."

Siktir, yine saçma sapan düşüncelerim yüzünden donup kalmıştım. Tanrım bu sikimsonik huyumdan ne zaman kurtulacaktım. Rezil olmuştum, üstelik bu ilk değildi; sanıyorum ki son da değildi. Kulaklarımın yandığını hissediyordum. Önce gördüğüm o rüyada adını sayıklamam, şimdi dudaklarına bakarken dalmış olmam...

Bu saçmalıklara son vermezsem, ondan hoşlanıyor olduğumu, beğendiğimi falan düşünecekti.

"Dalmışım Bay Jeon kusura bakmayın." Söylediğim şeyle gülümsemiş ve uzatmayıp ardından, "Hadi" demişti. "Geldik, inebilirsin." Yüz yüze dahi gelmeden kemerimi çözerek indiğimde, o da beraberinde arabayı kilitlemiş, yürüyordu.

Burası koskoca bir alışveriş merkeziydi. Gerçi Seoul gibi bir yer için, bu tarz büyüklükler alışılagelmişti. Unutmuştum sokaklarını, uzun yıllar oldu buralara uğramayalı.

"Bay Kim." Karşıdan bana seslenen Bay Jeon'a gövdemi dönerek, seslenişine karşılık verdim. "Bugünlük sadece mutfak alışverişi yapıp eve dönelim diyorum, fazlasıyla yorgunuz. Hem saatte epey geç oldu, ikimizinde derin bir uykuya ihtiyacı var diye düşünüyorum." Haklıydı. Ben de şu aralar zaten fazlasıyla yorgundum; her anlamda. Bir nevi tatildi benim için, kafamı dinleyecek, hem de her okuduğumda bana gözyaşı döktüren satırların sahibini bulmaya çalışacaktım.

"Olur, nasıl isterseniz Bay Jeon." Elbetteki onu onayladım. Çünkü ipler artık onun elindeydi, ben onun dediklerini yapacaktım. Vaktimiz kısıtlıydı ve benim mızmızlanacak ya da nazlanacak zamanım yoktu. Kalan son bir haftalık zamanımızı, en iyi şekilde değerlendirmek uğruna elimden geleni yapacaktım.

Bir kaç adım önümde ilerleyen Bay Jeon'u peşisıra takip ediyordum. Marketin girişinden bir alış-veriş arabasına uzanmış, sürmeye başlayarak kendini marketin otomatik kapılarından içeri atmıştı bile. Arkasından yol alırken, canım çok fazla şey çekiyordu. Ama hiçbirini bana al diyemezdim, cüzdanımı yanıma almayarak hayatımın en boktan hatasını yapmıştım. O kadar büyük bir boşluktaydım ki, hepsi başıma gelenlerin eseriydi. Ama ben ki Taehyung Kim; her şeyi atlatacaktım.

Önümde duran bedene hafif koşarak yetişmiş, aynı adıma geldiğimizde, gülümseyerek bana dönmüştü.

Gülümserken... güzel görünüyordu.

"Ne istersin?" Sorduğu soruya bir yanıt vermeyecektim elbette ki, yeterince yük oluyordum zaten, daha fazla istekte bulunamazdım. "Siz bilirsiniz, ben her şeyi yerim." Dediğimde tek kaşı tekrar havalanmış ve sormuştu.

"Gerçekten her şeyi yiyor musun?"

Yüzündeki sırıtma ifadesi neyi anlatıyordu bilmiyorum ama, bozuntuya vermeden başımla onaylamaya devam etmiştim. Karnım epey açtı, ve yemek seçecek durumda değildim. Ancak ona söylemesemde, canım buz gibi bir vişne suyu çekiyordu. Lisedeyken başlamıştı bende ki vişne suyu hastalığı. O kadar çok içerdim ki, midem ekşisinden ötürü sık sık rahatsızlanırdı.

Ama bağımlılıktı işte, bırakamıyordum.

Sağımızda kalan içecek dolabından öylece geçip gidiyorduk, bir elmas gibi oradan gözlerime parlayan vişne suyunu kaçırmak istemiyordum.

"Hah." dedi bir anda duraksayan Bay Jeon. "İşte burada."

Şoktaydım, aklımı okumuş ya da birbirimizle telepati kurmuştuk. Dolabın kapağına uzanarak en büyük boy olmak üzere, toplam 5 kutu vişne suyu almıştı. Öyle derin sırıtmaya başlamıştım ki, tutamayıp güleceğim falan diye korkuyordum. Dolabın kapağını kapattıktan sonra suratımla karşılaşan Bay Jeon bana bakarak, "Ne o, vişne suyu seni pek bir mutlu etti bakıyorum." diyerek gülüşüme ortak olmuştu.

Bir vişne suyu kutusu yüzünden, özellikle de bulunduğum berbat durumların ortasında güleceğim aklıma gelmezdi. Ama Bay Jeon beni sürekli güldürüyordu. Kendisine minnettardım. İlk kez o kara kedi Yoongi'ye içimden teşekkür ediyordum; beni Bay Jeon ile tanıştırdığı için.

"Bugün basite kaçıp pizza yemeğe ne dersin?"

Bayılırdım. Özellikle de bol domates soslu ve rende kaşarlı olanına. Teklifleri her daim reddedilemezdi. Yüzümü tatmin edici bir gülüş aldığında, "Beni bir pizzayla ikna edeceğinizi sanıyorsanız..." dedim sanki kötü birşey söyleyecekmişcesine başımı iki yana sallayarak, "Kesinlikle haklısınız." demiş, ve bir gülüş atmıştım. O da tuttuğu nefesini serbest bıraktığında, "Sen... sen çok fenasın." diyerek iç geçirmişti.

"Sen çok fenasın." Öyle miydim gerçekten.

Bakışlarını o kaçırmadıkça, bende kaçırmamıştım. Aslında Bay Jeon sayesinde yendiğim, ya da kısmen yenmeye çalıştığım bir huyum vardı; biriyle uzun süre bakışmak. Her halükârda zorlanıyor, ya da kızarıyordum. Ama o bu yönümü bilmediği için, daha rahat hissediyordum.

Uzun süredir dolabın önünde durduğumuzdan sıkılmış, bu sefer ben öne geçerek onun peşimden gelmesini sağlamıştım. Arkamda sürdüğü market arabasıyla tin tin yürüyordu.

"Hadi ama Jeon, çok yavaşsın."

Jeon?

Siktir.

Ben? Ona tam bir saniye önce, "Jeon" demiştim!

Arkamı dönüp ona şuan asla bakamazdım, olduğum yerde toz bulutu olmak için Tanrı'ya edilebilecek ne kadar dua verse hepsini etmeye başlamıştım bile. Tanrım ne oluyordu bana? Resmen davranışlarımı seçemiyordum. Acaba şuan bana nasıl bakıyordu, korkumdan dönüp bakamıyordum. Taehyung, sen gerçek bir aptalsın. Saçlarımı yolup, ayaklarımı yere vura vura yürüyüp kaçmak istiyordum. Arkamı dönemediğim için, ne tepki verdiğini de göremiyordum. Keşke diyordum, keşke arkamda olmamış, bunları duymamış olsaydı. Şans benden yana olur muydu?

"Acelemiz mi var Kim, geliyorum ya."

Kahretsin.

İsabet olarak o da aynısını tam şuan bana yapmıştı. Bambaşka bir tepki verir diye düşünürken, rahatlığı sayesinde biraz daha yavaş soluklanıyordum, ama bu utancımın önüne hala geçemiyordu.

"Afedersiniz Bay Jeon. B-ben yani, size ö-öyle seslenmek istememiş-"

"Kim..." dedi sözümü keserek, "İnan bunun için çok geç kaldık."

.......

Alış-veriş biteli yarım saat kadar olmuş, çoktan eve dönmüştük. İkimizde girer girmez kısa süreli bir duş alıp mutfakta buluştuğumuz da, kurt gibi açtım ve o da en az benim kadar açtı. Saat çoktan akşam 9'u bulmuştu ve biz bugün hiçbir şey yememiştik.

Bay Jeon neredeyse marketin yarısını satın almıştı. Meyvesinden, çerezine, alkolünden, bana 10 gün kadar yetecek kadar sigara bile almıştı. Eli gerçekten çok açıktı, yeni tanıştığı birine bu kadar hizmet etmesi, evine alması takdir edilesiydi ancak, benim içinse bu fazlasıyla uçuktu. Daha önce rastgele birine böyle davranan birine ise, hiç rastlamamıştım.

Yemeği hazırlamak için ona yardım etmeye kalktığımda beni tekrar oturtmuştu. Tam şuan mutfak tezgahının yanında duran geniş fırına hazır pizzaları atıyor, diğer yandan da kızgın yağın içinde çıtır tavukları kızartıyordu. Öylece oturmak rahatsız ettiği için tekrar kalkarak, poşetteki eşyaları dolaba diziyordum. Elim poşetteki çileğe gittiğinde gülümsemeden edemedim.

Alış-veriş sırasında, konu içtiğimiz sigaralardan açılmış, öyle ki tam o an canımın çilekli sigara çektiğini, ama böyle bir yerde bulmanın imkansız olduğunu söyleyerek mızmızlandığım esnada, yanımdan kısa süreliğine ayrılan Bay Jeon, döndüğünde bir poşet çilekle dönmüştü. Bu kadar çileği napacağını sorduğumda ise, "Sigara içerken yersin, çilekli sigara istememiş miydin?" diyerek ikimizi de tekrar güldürmüştü.

"Neye gülüyorsun yine?"

Yine bir yakalanmanın eşiğindeydim, ama sanıyorum ki o da bu huyuma alışmaya başlamıştı.

"Hiç, öylesine." diyerek gülmeye devam ettiğimde, yine o şeyi söylemişti. "Sen çok fenasın."

Son bir kaç saattir söylemeye alıştığı kelimesi istemsizce benim de hoşuma gitmeye başlamış, ona eşlik ederek tekrarlamıştım. "Hiç tahmin edemeyeceğin kadar hem de."

Söylediğim şey üzerine tek kaşı kalkmış, tekrar fırındaki pizzaları kontrol etmek için yönelmişti. "Hazır." dedi heyecanla göz göze geldiğimizde. "Çok açım, tahmin bile edemezsin, tam şurada senin etini bile kemirebilirim Kim." Benim de ondan eksik kalır yanım yoktu, fazlasıyla acıkmıştım.

Mutfağın cam kenarındaki masasına geçerek, ayaklarım altında kalan şehrin ışıkları eşliğinde yemek yiyecek olmak çok güzeldi. Evin ışıkları hayli loş olduğundan, ortam da fazlasıyla hoştu.

"Evet Sayın Bay Kim ne içiyorsunuz bakalım?" Bir süre düşünerek zevkimden ödün vermeden söyledim. "Vişne su-"

"Tanrım, vişne suyundan başka birşey bilmez misin? Seni tanıdığım ilk andan beri böylesin, gerçekten yıllardır hiç mi değişmez bir insan."

Yıllardır?

Bay Jeon benim yıllardır vişne suyu sevdiğimi nereden biliyordu Tanrı Aşkına. Tek kelime edemeden öylece yüzüne donakalmıştım. Ellerim terlemeye başlamıştı. "Bay Jeon?" dedim kekelemeyle karışık bir halde, "Siz... s-siz yıllardır vişne suyunu sevdiğimi n-nereden biliyorsunuz?"

Mermer kesilmiş yüzüyle suratıma bakıyordu, tezgahın dibinde kıpırdamadan öylece dururken, tedirgin oluşumu farketmiş olacak ki uzatmadan nereden bildiğini söylemişti. "Mektuptan biliyorum, size mektup yazan kişi de söylemişti yanlış hatırlamıyorsam, vişne suyu içtiğinizi yani."

Haklıydı, benimki de soruydu. Nereden bilecekti, bazen gerçekten saçmalıyordum. Kendi telaşım yüzünden onu da telaşa sokmuştum, neyse ki çabuk toparlamış, bir şarap şişesiyle masaya geri dönmüştü.

"Pinot Noir." dedi bir yandan şarabı açıp bardaklara yarım doldururken. "Kendisi en hafif şaraplar arasındadır, yemekle enfes gider, hafif bir mayhoşluğu olsa da, daha rahat uyumanı sağlar, yorgunluğuna iyi geleceğini düşünüyorum."

Anlatırken, sanki bambaşka birşey dinliyormuş gibi dudaklarına odaklandım. Tam o sıra aklıma düşen o rüya gözlerimin önüne serpildi. Daha önce hiç kimseyle öpüşmemiş, ya da yoğun cinsel arzular beslemeyen biri olarak, o gördüğüm ıslak rüya beni etkiliyordu. Bir yatağın üzerinde, fazlasıyla uzak olduğum her şeyi yapıyorduk. Bakış açım dudaklarından saçlarına çıktığında, o rüyanın ilk anlarında, şuan tam da karşımda duran saçlarını, derin derin kokluyordum.

Gerçekten gördüğüm en ilginç rüyaydı.

"Teşekkürler Bay Jeon," diyerek irademe sahip çıkmış, bu sefer de düşüncelerimde dalıp kendimi rezil etmeyecektim.

"Bay Jeon'dan kurtulduk sanıyordum."

Söylediği şeyle ne demek istediğini biliyordum, ama şuan ona adıyla seslenme fikri tam olarak tasvip ettiğim bir durum değildi, ya da çekiniyordum. "Sanırım biraz daha zamanı var Bay Jeon," dediğimde alayla gülümsemiş, ve ilginç birşey söylemişti.

"Adımı hatırlamıyor olabilir misin?"

Dediğinde ısırdığım pizza parçasını tekrar tabağa koyarak, boğazıma takılan lokmayla cebelleşiyordum. Bir kaç yudum aldığım şarabın ardından, saçma sorusuna verecek bir cevap düşünüyorken, "Ah..." dedim kıvrık bir gülüşle, "Bu da nereden çıktı şimdi?"

"Bilmem, belki de adımı birkez olsun dudaklarından duymamış olduğumdandır."

Cümlesi üzerine ortama bir sessizlik çökmüş, her iki tarafta susuyordu. Bazen söylediği cümleler, fazla üsttü. Normal şartlarda biri, etkilenebilirdi bile. Konuşurken kullandığı ses tonu, ılımlı davranışları, bakımlı oluşu, güzel bir yüzü, iyi bir işi ve daha bir çoğuna tek başına sahipti.

Seçtiği cümleler bazen... bazen farklıydı, ama yinede pek mühim şeyler değildi. Sanırım...

"Jungkook?" dedim aynı onun bana baktığı gibi süzüm süzüm batarken. "Jeon Jungkook. 23 yaşında, kıdemli bir araştırmacı. Aynı zamanda oldukça ihtişamlı bir hayatı olan; Jeon Jungkook."

Gözleri yemeğinden kalktığında bir mermi gibi beni bulmuş, sanki çok ilginç ve bilmediği şeyler söylemişim gibi yüzüme bakıyordu.

"Tüm bunları biliyorum, bu yüzden, söylemesi kısa olan Bay Jeon kelimesini tercih ediyorum." diyerek yemeye devam etmiştim. O ise, hala bana bakıyordu. Dayanamayıp sormuştum. "Ne o, seni bu kadar şaşırtan ne?"

"Bilmem," dedi bozuntuya vermeden. "Benim hakkımda birşeyler biliyor oluşun... tuhaf hissettirdi."

"Neden, oradan bakınca aptal gibi mi gözüküyorum? Savcı olduğumu unutmayın Bay Jeon, ezberim çok kuvvetlidir ve hiçbir şeyi unutmam." Egomu tatmin etmiş onun susuşunu gördüğünde keyiflenip yaramaz çocuklar gibi kıkırdamıştım.

"Sahi," dedim aklıma gelen şeyle. "Siz neden bu kadar erken evleniyorsunuz?"

Boğazından derin bir öksürük firar etmiş, kıpkırmızı kesilmişti. Kalkıp tezgahta duran suyu bardağa hızla koyarak ona uzattığımda, tek yudumda içerek sakinlemişti. "Bay Jeon, yavaş olun yemeğiniz kaçmıyor, hem hızlı yemek kilo yapar." diyerek tekrar gırgıra almıştım.

"E soruma cevap vermediniz?"

Bir süre daha camdan dışarıyı izleyerek şarabını yudumlamış, dudakları dışarıdan vuran ışıkla daha da parlıyordu. Yorgunluk çöken gözleri şiştiğinden de epey tatlı görünüyordu.

Ah, Taehyung, sanane gözlerinden Tanrı aşkına. Sus.

"Seviyorum." dedi bir anda, "Aşığım."

Söylediği tek kelimelik cümle, ve toklaştırdığı sesiyle anlık olarak omuzlarım küçülmüştü. Sanki kızar gibi bir cevaptı bu. Ben gerçekten aptaldım, özel hayatını sorgulamak ne haddimeydi. Kesinlikle o da bunun duyuruşunu yapıyor, ve susmam için uyarıyordu. Kestirip atmak ve konuyu kapatmak adına "Sizin adınıza sevindim." diyerek susmuştum.

"Merak etmiyor musun?" dedi boşalan bardağıma açtığı şişeden şarapları doldururken. "Neyi Bay Jeon?"

"Ona ne kadar aşık olduğumu?"

Aslında merak duygusu hislemiyordum ama, anlatsa da dinlerdim. Belki kendime bir kaç pay çıkarırdım. Kendi cinsim tarafından aşka bakış açısı nasıl olur merak etmiyor da değildim. Düşününce anlatması için daha da heveslenmiştim. "Anlatırsanız elbette ki dinlerim."

Bu sırada her şey inanılmaz hızlı gelişirken, Bay Jeon masadan kalkarak gözlerimi şokla aralamama sebep olan birşey yaptı.

Mutfak tezgahında henüz açılmamış olan bir Port Wine'a uzanmıştı. Tek yudumu dahi boğazı yakan, bir bardak içmek bile hızla emildiğinden sarhoş eden en ağır şaraplardan biriydi. Ve Bay Jeon bunun yarısını; tek seferde içti.

"Bay Jeon, Tanrı aşkına ne yapıyorsunuz?"

Söylediğim şeyle henüz ayık olduğundan bana dönmüş, yarısını bir su misali içmesinin ardından, karşıma tekrar oturarak gözlerime baktığında, "Bugün derin bir uykuya ihtiyacım var, bu eminim çok yararlı olacaktır." demişti.

Dakikalar içerisinde sarhoş olacağını bildiğimden, kafasının hala yerinde oluşunu fırsat bilerek, "Henüz ayıkken anlatacağınız şeyi anlatın madem," dediğimde buna çoktan pişman olmuştum. Bay Jeon'un şimdiden gözleri hafif hafif kayıyor ve şakaklarına ellerinin desteğiyle hafifçe bastırıyordu. Sarhoş insanın susmasını istemek, bir çok şeyden daha zordur. Şuan onu dinleyecek kadar dinç olmadığımdan konuyu nasıl kapatırım diye düşünmeye başlamıştım bile.

"Nasıl anlatacağım sana?" dedi, sesi tek düzeyde gidemiyor, ufak ufak kısılıyordu. "Söyle hadi akıl ver bana."

Tanrım şimdi onun bu boş çenesini dinlemek zorundaydım, söylediklerinin yüzde sekseni alkol kafasının saçmalıkları olacağından da emindim.

"Siz bilirsiniz, içinizden nasıl geçiyorsa öyle anlatın." dediğimde moda çoktan girmişti bile.

"Benim içimden sadece o geçiyor Kim." dedi, elini sol göğüsüne koymuş, beraberinde masa üzerindeki tek elimi tutarak, avucunun içine almıştı. Naptığını kestiremiyor, elimi çekmeye çalışsam ne tepki vereceğini ölçemiyordum.

"Dokun," dedi, elimi sol göğüsüne; tam kalbinin ortasına koyduğunda. "Nasıl atıyor?"

Hızlıydı, çok hızlı atıyor, avucumun içinde hissediyordum vuruşlarını. "Hızlı," dedim sesim kayarken, "Çok hızlı atıyor."

"Senin için," dedi sandalyeden kalkıp yüzüme eğildiğinde, "Senin için bunun hiçbir önemi yok mu?"

Sarhoş oluşunu bir kenara atmış, gerçekten tüm ciddiyetimle sorularına kendimi odaklamıştım. Bambaşka bakıyordu, sanki... sanki dokunsam ağlayacak gibiydi, acı çekiyor, kahroluyor gibiydi.

"Ne gibi bir önemi olabilir ki benim için?" Sorum üzerine, hızla sandalyeden kalkmış beraberinde sanki sitem ediyormuş gibi fısıldamıştı. "Boşver."

Kalkar kalkmaz başı dönmüş olacak ki düşecek gibi olmuştu. Hızla doğrularak onu tutmuş, kolundan destek alarak omzumun üstüne attığımda odasına götürerek yatıracaktım. Öyle hızlı içmişti ki, çarpmaması imkansızdı. Uyuması gerekiyordu, zaten ben de fazlasıyla yorgundum, mutfağı toparlar yatarım düşüncesiyle odasına ilerledim.

Gelişimizle eşdeğer onu yavaşça yatağına yatırmış, odadan ayrılacaktım ki, Bay Jeon bileğimi tutarak beni durdurmuş ve ağır fısıltısıyla beni baştan aşağı titreten bir cümle sunmuştu kulaklarımın ardına.

"Kim, tutabilmişken seni, bırakma ellerimi."

İrislerinden dökülen ince bir yaş boynuna eş olduğunda, devam etti.

"Uyu benimle."

Bölüm Sonu.

Orenda.


Continue Reading

You'll Also Like

14.7K 1.7K 17
Her gün uyanıp gözlerini açtıktan sonra karanlığı görmeye devam etmek Taehyung'un kimsenin başına gelmemesini dilediği bir şeydi, bu en kötüsüydü işt...
1.8M 80.7K 63
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
202K 18.7K 21
mini+hard but i knew you'd linger like a tattoo
25.9K 2.5K 12
Zinadan başladım. Farklı zevklerin tadına varmak istedim. Aradığım şeyi her bedende denedim. Her gün bir başkasıylaydım. En sonunda zevkin doruğuna...