Cesaret Madalyonu: KOVAN

By zhr_wtpd

8.9K 890 416

İki paralel evreni birbirine bağlayan tek varlık benim. Varoluşumun sebep olduğu kıyamet, yıllar sonra müsebb... More

-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
-32-
-33-
-34-
-35-
-36-
-37-
-38-
-40-
-41-
-42-
-43-
-44-
-45-
-46-
-47-
-48- (Alternatif Evren)

-39-

77 4 1
By zhr_wtpd

Bölüm Şarkısı:
Şebnem Ferah - Hoşçakal 🌾

Multimedia - Asran Sugay
Kafamda oluşturduğum görüntüye çok benzeyen bir gif buldum 💛
Keyifli okumalar..

☣☣☣

Baybars için.
O kız, beni yakalatmaya çalışıyor; Baybars için. Hem evrenleri kurtulacak, hem de Baybars itibarını geri kazanacak. Kurduğu plan işlerse Hazel bunu başaracak, benim canım karşılığında.

Donuk adımlarla geri dönüyordum nehrin üstündeki köprüden. Duyduklarım beynimi ağırlaştırmıştı sanki, yürümek bile zordu. Ne yapmalıydım? Neydi doğru olan? Hazel onu duyduğumu fark etmemişti. Sessiz kalmam planına izin vermek demekti, zira Asran veya Baybars bunu duyarsa bu planın gerçekleşme ihtimali bile kalmazdı. Başka bir kurtuluş var mıydı peki? Ben Hazel'den daha iyi bir çözüm bulabilmiş miydim?

Yalnız ben değil, diğer hiç kimse çözüm bulamamıştı. Koskoca Kovan'ın lideri bile. Çünkü beni korumaya çalıştıklarında bütün çözüm yolları kilitleniyordu.

Örgüt Lideri'nin evine vardığımda, çıkarken açık bıraktığım kapıyı aynı halde buldum. İçeri adımlarken gözüm yattığı koltuğa gitti, orası boştu. Kaşlarımı çattım usulca, dinlenmesi gerekiyordu fakat oradan kalkmıştı.

"Asran?"
Seslenerek evin içini adımlarken yatak odasının kapısının aralık olduğunu fark etmiştim. Oraya ilerledim. Gördüğüm şey ise beni gerçekten telaşlandırmıştı.

"Asran ne yapıyorsun sen..."

Ben hızlıca yanına ilerlerken, o kesik kesik nefesler alıyordu. Bana sırtı dönüktü, üzerinde bir şey yoktu ve elinde tuttuğu tişörtü giymeye çalışıyordu. Elbette daha yeni kurşunla tanışan sargılı omzu buna izin vermiyordu.

Sinirle karşısına geçip elindeki tişörtü çekerek aldım.
"Ne yapıyorsun sen, yaranı mı kanatacaksın?"

Çıplak göğsü sık nefeslerle kalkıp inerken, zorladığı omzunun hala acıdığını bildiriyordu.
"Bir şey yok, terledim ve üzerimi değiştiriyorum."

Burnundan kıl aldırmayan tavrıyla yeniden tişörte uzandığında elimi arkama sakladım.
"Birinden yardım istemek senin için neden bu kadar zor? Bana söyleyebilirdin!"

Tek kaşını soğukça havaya kaldırdı.
"Sevgilinin peşinde koşmakla meşgulken mi?"

Başımı dikleştirip asice ona doğru bir adım attım, yosun yeşili gözleri yukarıdan aşağı gözlerime dikiliydi.
"Sana her zaman yardım ederim. Tabi o havadaki burnunu biraz aşağı eğebilirsen."

Bunu söylediğimde usulca yüzünü aşağı eğdi. Bana doğru yaklaştırdı, aramızda çok az bir mesafe kalana dek. Dudaklarımı birbirine bastırmıştım.

Gözleri kısılmıştı, burnumdan aşağılara kayıyordu yosun yeşilleri. Dudaklarını aralayıp boğuk bir ses tonuyla konuştu.
"Eğdim burnumu. Karşında, hep."

Bu yakınlık, nefesinin sıcaklığını dudaklarımda hissetmek, karşımdaki kaslı vücudu ve kokusu... Huzursuz ediciydi. Manasızdı. Birkaç kez bana yaklaşmıştı, her seferinde anlamsız bir suçluluk hissi sarıyordu beni.
Ama hayır.
Onu kaybetmek istemiyordum, hissettiklerini asla bilmemeliydim ben. Ondaki duyguları bilirsem, bu kadar yakınında olamazdım. Onu kaybetmeyecektim, sonsuza dek bazı şeyleri görmezden gelecektim.

Hiçbir şey yoktu evet. Asran Sugay, Buzdan Lider, 'Kovan'ın eline geçen en büyük fırsatla' konuşuyordu sadece. Hepsi buydu.

Boğazımı temizleyip en özgüvenli halime büründüm ve kollarını tutup geri doğru ittirdim.
"Hadi otur şuraya o zaman, boyuna yetişemiyorum."

Diretmedi, arkasındaki yatağa oturdu. Bakışlarınıysa belli belirsiz bir suçlulukla kaçırmıştı benden.

"Asran Sugay, büyük lider!" dedim alayla, ona ilerlerken.
"Tişörtünü bile ben giydiriyorum."

Ciddi bakışları yüzümü bulduğunda sırıtıyordum.
"Alay ederken ileriyi düşünmeyi unutma, ufaklık. Yine düşersin elime."

Gülerek önce yaralı kolunu dikkatlice geçirdim tişörte, sonra sağlam olanı kendisi geçirmişti. Tişörtün eteklerini kavrayıp başının üzerine çektim, düğmeli ve yakalı olduğu için kolayca geçmişti kafasına. Yine yakınımdaydı. Tişörtün belini aşağı doğru çekerken, parmaklarım sırtına, gövdesine değiyordu. Ona doğru eğilmiştim ve burnum yanağındaki bir noktaya değecek kadar yakındı. Parmaklarımın tersiyle dokunduğum bedeninin kasıldığını hissediyordum. Gözlerim yüzünü buldu, yosun yeşilleri doğrudan... Dudaklarıma bakıyordu. Dudakları aralıktı, benim de garip bir şaşkınlıkla aralandı.

Ellerimi belinden hızlıca çekecektim ki sımsıkı kavradı. Kalbim deli gibi çarpıyordu, daha çok korkudan. Duymak istemediklerimin korkusundan. Belindeki ellerimin üzerine kapanmış avuçlarıyla, doğrulmamı engelliyordu. Usul usul gözlerine çevirdim, çatık kaşlarımın altındaki bakışlarımı.

Sertçe yutkundu, hala dudaklarıma bakıyordu. Sonra fısıldarcasına, zorlukla konuştu.
"Vera..."

Bir şey söylemek için araladım dudaklarımı. Bu anı bitirecek bir kelime aradım. Konuşamadan, o bir cümle daha kurdu.

"Vera katlanamıyorum artık."

Ellerimi yanmış gibi hızlıca çektim avuçlarından ve doğruldum, geri doğru birkaç adım attım.

"U-uzanman lazım." dedim çarçabuk, titreyen sesimle.
"Hadi, dinlen biraz."

Normaldi, her şey normaldi hiçbir şey olduğu yoktu.

Elim ayağıma dolaşmıştı, aceleyle kapıya yöneldim. Sersemlemiş bir halde onu arkamda bırakıp odadan çıktım. Bunu bana söylememeliydi. Duymaktan deli gibi korkuyordum.

Ne yaptığımı bilmez halde salona yürürken, nehrin karşı kıyısına gelen arabayı görmüştüm. Ve onu gördüğüm anda, arkamda kalan her şey silinip gitmişti.

Hızlı adımlarla dışarı çıktım. Baybars evine doğru ilerlerken fark etmişti beni, birkaç saniye duraksayıp bana yöneltti adımlarını. Aceleci adımlarımla köprüye vardığımda o da yaklaşmıştı, köprünün ortasına geldiğimde karşı karşıyaydık. Kaşları çatıktı, ciddi görünüyordu. Buna karşın telaşla vücudunun her yerini inceledi bakışlarım.

"İyi misin?" dedim gözlerimi yüzüne kaldırarak.
"Neredeydin? Asran senin Cerkuday'ın peşine takılacağını söyledi."

"Neler olduğunu görmüyor musun hala?"

"Görüyorum!" dedim, bu soğuk tavrının karşısında endişem silinmiş; öfkem yükselmişti.
"Onlara silah doğrulttun! Birilerini öldürmek istediğini görüyorum."

Dişlerini sıkarak yüzünü yüzüme eğdi.
"Ben bir istihbaratçıyım, suçluları cezalandırırım."

"Öyleyse karşındayım!" diye haykırdım kollarımı iki yana açarak.
"Derdin sadece kanunlarsa bir suçlu olarak buradayım! Beni de mi öldürmeye çalışacaksın?"

"Kendini öldürmeye çalışan sensin! Daha ne kadar direteceksin? Ait olmadığın bir yerde daha ne kadar canını tehlikeye atacaksın?"

Üzerine doğru bir adım atıp başımı dikleştirdim.
"Benim ait olduğum tek yer, sensin. Neredeysen orada olacağım Baybars."

Buz gibi bakışları bir anlığına yumuşar gibi oldu, birkaç duygu kırıntısı yakalayabildim nihayet. Sonra toprak rengi harelerini benden çekti ve altımızdan akıp giden nehirde dolaştırdı. Yeniden bana baktığında o duyguları yitirmişti.

"Sen bir Dünyalı'sın." dedi yedi kat yabancı gibi.
"Kendi evrenine git."

Gözlerim dolmuştu, bana böyle davranmasına katlanamıyordum. Neden yaptığını çok iyi bilmeme rağmen. Sebebi olduğum bu kıyametten beni kurtarmak istiyordu, bu yüzden bana bir adım bile yaklaşmıyordu. Ondan uzaklaşırsam buranın umrumda bile olmayacağını biliyordu. Gitmem için, bana asla yaklaşmayacaktı.

"Beni bırakamazsın." dedim titreyen sesimle. Boğazımdaki düğümler yerlerini almış, acıyorlardı.
"Ölsem bile yanında ölmek istiyorum. Ben seni bırakmam."

"Lanet olsun Vera git artık!"
Avazı çıktığı kadar bağırırken gözyaşlarımın düğümü çözülmüştü. Ellerini saçından geçirerek etrafta birkaç adım attı. Duygusuz maskesi kırılmıştı. Sakinleşmeye çalıştı, sonra yine bana döndü yüzünü. İşaret parmağıyla delercesine yeri gösterdi.
"Burada olman hiçbir şeyi değiştirmeyecek, anlıyor musun? Artık hiçbir şeyi kurtaramazsın! Git, en azından kendini kurtar."

"Beni istemiyor musun?"
Üzerine doğru yürüdüm öfkeyle. Gözyaşlarım hızla ıslatıyordu yanaklarımı.
"Ölsem bile, ölsek bile son anlarımızda yan yana olmak istemiyor musun?! Söyle. Şimdi bak gözlerime, seni istemiyorum de. Buna inanırsam giderim."

Yukarıdan aşağı yüzüme bakan toprak rengi yuvarlakları buğulanmış, gözleri dolmuştu. Yüzümün her noktasını usulca inceledi. Saniyeler sürdü sessizliği, bekledim. Gözlerime baktı sonra, gözlerimin tam içine. Ne söylese yapacakmışım gibi hissettim o an. Kendini şu köprüden at dese bile hazırdım.

Gel desin istedim. Bitsin istedim bu saçma sapan ayrılık. Mutlu sonumuz olmayacaktı belki ama sıkı sıkı sarılarak ölelim istedim.

Dudaklarını araladı. Sesi o görev adamı gibi değildi, titriyordu hatta. Ama dediği her şeye kelimesi kelimesine inandım.

"Git Vera." dedi usulca.
"Seni istemiyorum."

Gözünden bir damla yaş düştü, yanağında yol çizip kısa sakallarına değdi. Bendeyse onlarcası sessizce aktı kirpiklerimden. Her şey sessizleşti, içim bile. O büyük fırtınalar toparlanıp gittiler içimden. Ürpertici bir sakinlikle kabullendim, dediği her şeye başımın üzerinde yer yaptım. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırırken bakışlarımı çektim ondan, bir kez daha dönüp bakmadım.

Sonra ağır ağır, ona koştuğum yolları geri dönmeye başladım. Arkamda bir dağ bıraktım. O uzaklaşmadı, adım seslerini duymadım. Ama ben gittim, tıpkı istediği gibi bensiz bıraktım onu.

Dakikalar sonra açık bıraktığım kapının önündeydim, içeri girdim. Geriye bakmadan kapıya uzandım ve kapattım, gürültüyle çarpmıştı.

Asran pencerenin önündeydi, bizi izlemiş olacaktı. Yüzümü buldu bakışları sorgularcasına.

"Adalet Madalyonu nerede?" dedim bitkince.

"Ne yapacaksın?"

"Madalyonum, nerede Asran?"

Burnundan bir nefes bırakırken kaşları çatılmıştı.
"Çekmecemde."

Odasına ilerledim. Yatağının baş ucundaki komodinin en üst çekmecesindeydi madalyon, alıp boynuma geçirdim ve ucunu gömleğimin içine soktum. Ne zaman olacağına ben karar verecektim, ki zaten ne yapacağıma çoktan karar vermiştim. Kimseyi dinlemeyecektim.

Arkamı döndüğümde Asran'ın da odaya girdiğini gördüm, konuşacak halim bile yoktu. Kapıya ilerlemek için sessizce yanından geçerken kolumu kavradı. Gözlerimi devirip ona baktım.

"Ne olduğunu anlatacak mısın gidip ondan mı öğreneyim?"

"Dünya'ya gitmemi istiyor." dedim bıkkınca.
"Baybars, beni istemiyor."

"Sen de sırf o söyledi diye çekip gidiyor musun?"

"Neden burada olduğumu unutmuş gibisin Asran Sugay."

"Unumadım, unutmak mümkün değil." dedi öfkelenmeye başlarken. "Her an, her saniye bunu hiç çekinmeden hatırlatıyorsun."

Başımı aşağı yukarı salladım.
"Benim varlığımın onun için bir kıymeti yoksa, benim burada durmamın da anlamı yok."

"Öyle mi? Sadece onun gözündeki kıymetinin mi bir anlamı var? Belki lanet olası varlığın başkaları için çok daha büyük şeyler ifade ediyordur!"

Son cümlesiyle ürpermiş, üzerimdeki yıkıntıdan sıyrılmıştım. Bana doğru bir adım atarken, dakikalar önceki korkuyu yeniden yaşayarak yutkundum.

Yalvarırım bir şey söyleme.

"Ne zamana kadar kör taklidi yapacaksın? Vera ne zaman göreceksin?"

"Asran sus." dedim bakışlarımı ondan çekerek. Kapıya doğru bir adım atacaktım ki tekrar tuttu kolumu.

"Neden? Duymaktan neden bu kadar korkuyorsun?"

"Hiçbir şeyden korkmuyorum! Rahat bırak beni."

"Korkmuyorsun." dedi başını aşağı yukarı sallayarak.

Deli gibi korkuyordum, ama o hiç olmadığı kadar cesurdu. Yosun yeşili bakışları parlıyordu, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme acıya karışmıştı.

"O zaman tam sırası."

"Asran-"

"Ben sana aşığım Vera."

Kolumdaki elini geri çekti, bileğim tıpkı ruhum gibi boşlukta sallandı. Bir titreme geçti bedenimden, bu kadar ağır yükü kaldıramayacakmış gibi.

Onun da gözünden bir damla yaş düşmüştü. Sanki aylardır deli gibi istediği bir şeyi yapmış da vuslata ermiş gibi.

"Vera ben... Nasıl oldu bilmiyorum, başlarda çok reddettim. İçimdeki bu şeyi yok etmeye çalıştım çünkü senden önce duygulara inanmazdım bile. Ama öyle bir girmiştin ki hayatıma, bütün doğrularımı parçalarcasına... Etrafına kale gibi duvarlar ördüğüm, buz tutmuş kalbime bir mum sapladın sanki. Yandıkça içimi eritip beni yakmaya başladı. Buna engel olamıyorum artık. Olmayacağını bile bile, gözümün önünde başkasını severken..."

"Söz vermiştin..." dedim güçsüz, titreyen sesimle. Sonra öfkelenerek yükseldi sesim.
"Bana söz vermiştin! Seni asla kaybetmeyecektim!"

Anlamayarak çattı kaşlarını. O kadar öfkeliydim ki içimde tutamıyordum. Ellerimle omuzlarına vurarak geri ittim, bu ona hiç etki etmedi.

"Aramıza hiçbir duygu girmeyecekti, söz vermiştin!"

"Beni kaybetmedin."

"Seni kaybettim!" dedim ağlamam şiddetlenirken. Hıçkırıklar karışıyordu şimdi gözyaşlarıma.
"Artık yanında olabilir miyim sanıyorsun? Sana sığınabilir miyim sanıyorsun?!"

"Ben buradayım, ben senin yanındayım."

"Olamazsın!"
Öfkeyle sildim yanaklarımı, toparlanmak zorundaydım.
"Bana karşı böyle hissettiğini biliyorum artık! Baybars'a ihanet eder miyim sanıyorsun?"

"Ondan başkasının en ufak bir ihtimali bile yok mu?"
O da çatmıştı kaşlarını, fakat ilk kez birden fazla gözyaşı görüyordum yüzünde.
"Hissedebileceğin şeylere olasılık bile tanımadan ona feda mı edeceksin?"

"Ne hissedeceğimi zannediyorsun?" dedim biraz daha durulurken.
"Bana baktığında ne görüyorsun? Vera'yı mı? Hayır! Bu gördüğün..."
Titreyen elimle kendimi gösterdim.
"Tepeden tırnağa Baybars! İçimde değil başkasına, en ufak ihtimale bile yer yok."

Arkamı döndüm. Odadan çıkmış, birkaç adım atmıştım ki sesi durdurdu beni.

"Bilmediğimi mi sanıyorsun?"
Yeniden karşıma geçti, bu kez çok daha kararlı ve ciddi bir ifadeyle.
"Senin bütün kodlarını ezbere biliyorum! Ben senin beni asla sevmeyeceğini çok iyi biliyorum!"

"O zaman neden yaptın bunu? Neden aramızdaki bağı böylece mahvettin?!"

"Taşıyamıyorum artık!"

Alabildiğine yükselttiği sesi, duygularının ağırlığından titremişti. Bense kayıplarımın yasını tutmaya başlamıştım bile, yüzümü ıslatıyordu damlalar.

"En çok ben kızdım kendime." dedi durulan öfkesiyle.
"Bana verilmiş bir ceza gibi bu içimdeki şey. Hissettiğim andan beri öldürmeye çalışıyorum. Eşek kadar adamım, sense küçük bir kız çocuğu. Bu yaşıma kadar kimseyi sevmedim, sense başkasına deli gibi... Sana her gelmek istediğimde bütün imkansızlıkları karşıma dizdim. Acımadan duygularımı hırpalasınlar diye. Senden onu nasıl sevdiğini dinledim, ki senden başka bir şey duymak çok zordur. Ona gidişlerini izledim, onun için çektiğin acıları, onu kıskanmanı... Her seferinde üzerimden tır geçmiş gibi olurdum. Parçalanırdım, görmezdin. Ama bir tek o içimdeki şey sapasağlam kalırdı. Ne yaparsam yapayım o lanet olası şey hiç azalmadı Vera. Büyüdü, ve ben bunu kaldıramıyorum artık. Böl yükümü yalvarırım. En azından saklı kalmasın."

Yutkunup bakışlarımı etrafta gezdirdim. Yaşlanmış gibi hissediyordum, tonlarca şey yaşamışım; yıllar yüzümde çizgiler bırakmış ve tenim buruşmuş gibi.

"Saklı değil artık." dedim, benden bile yorgun çıkan sesimle.
"Ama bu yükle yaşayabilecek bir Vera da yok."

Ona arkamı döndüm. Bugün, bir kez daha arkamda bir dağ bıraktım. Dış kapıya ilerledim. Sığınaklarımı kaybetmiştim. Teker teker, bütün güvenli limanlarım imha etmişti kendilerini. Öksüz bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Kimsem yoktu, gidecek yerim yoktu. Sahip olduğum her şey dakikalar içerisinde yok olmuştu.

İsmimle seslendi, arkamdan geliyordu. Durup bakmadım bile. Salondan geçip dış kapıya vardım ve açtım. Olduğum yerde kalırken ona kavuşmuştu gözlerim. Baybars hala köprüdeydi, bıraktığım yerdeydi. Omzumun üzerinden arkama baktım, Asran birkaç adım ötemdeydi.

Usulca boynuma uzandım ve madalyonu çıkardım dışarı. Görüşümü bulanıklaştıran parlaklıklardan birkaçı firar etmişti yüzüme. Güçsüz parmaklarımla madalyona dokundum. Ait olduğum hiçbir yer kalmamıştı, hayatımın daimi kaderi olan yalnızlık kuşatmıştı beni. Ve yalnızlığımı bile bu evrende bırakabileceğimi sandım, onu da terk etmek istedim.

Madalyondan ışıklar sızdı, saniyeler içinde büyüdü.
Madalyonun içine çekildiğimi hissettim.

☣☣☣

Ahh bu bölümün duygusal yükü buzdolabı sırtlanmışım gibi hissettirdi... Altında ezilmekten son anda kurtulduk.

Vera en başından beri görmezden geldiği şeylerle yüzleşti sonunda. Asran'ın saklayacak takati kalmamıştı artık. Kızımız da biraz (!) bencil olduğu için onun duygularıyla değil, sığındığı limanı kaybetmesiyle ilgilendi. Sağlık olsundu.

Son sahnede önünde Baybars, arkasında Asran vardı. Hikaye özeti gibi; arkasından gelen Asran olsa da Vera yüzünü hep Baybars'a döndü. Ancak bu kez ikisinden de gitti.

En az Kosnator kadar karışık olan Dünya'da Vera neler yaşayacak dersiniz?
40'da hep beraber görmek üzere!

Continue Reading

You'll Also Like

876K 20.1K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
12.2K 585 21
Kaderin bana oynadığı o cilveli oyundu karnımdaki bağ. İki krallığın acımasız savaşının ortasında kalmış hamile bir kadın mı? Ondan hamileydim...
69K 3.8K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
11.2K 861 12
Jungkook'dan hamile olan omega Taehyung ve bebeği de Taehyung'u da istemeyen alfa Jungkook.