UZAY'LI

By S-Mare

2.6M 259K 205K

☆YAKINDA KALDIRILACAK☆ Bir yıldız kaydığında hep tek dilek dilerdim... 'Uzaylı istilası istiyorum.' Ve bir uz... More

TANITIM
1 🔱 Sbrion
2🌟Uzaylı
3🌟Uzaylı Civciv
4🌟Büyük Yalancı
5🌟Tatlı ve Dilli
6🌟Kaniş Güvesi
7🌟Kara Kedi
8🌟Asel'in Şeytanları
9🌟Çiğnenen Yasaklar
10🌟İlk İş Günü
11🌟Öpücük
12🌟Tatlı Sensin
13 🔱 Sbrion
14🌟Arkadaş
15🌟İnari Tilkisi
16🌟Kimse
17🌟Çocuk
18🌟Atarlı Uzaylı
19🌟Misafirler
20🌟Yeni Aile
21 🔱 Dünya
22🌟Asel'in Civcivi
23🌟Sözün Mührü
24 🔱 Dünya
25🌟Sevgili Civciv
26🌟Düşmek
27🌟Kayboluş
28 🐛 Travma Maratonu
29⭐Korku
30🐛Gerçekler
🌟Karakterler Çizim🌟
32🌟Kadınlar ve Çiçekler
33🌟Aşk Kapanı
34⭐Paramparça
35⭐Oyuncu
36⭐Arkadaş
37🔱Beklenmeyen Yasaklar
FİNAL 1 ❄ Kimsesiz
Asel'in Mektupları ✉
Gönderilemeyen Mektuplar 1 ✉
Gönderilemeyen Mektuplar 2✉
Gönderilemeyen Mektuplar 3✉
Gönderilemeyen Mektuplar 4✉
Gönderilemeyen Mektuplar 5✉
Gönderilemeyen Son Mektup ✉
Final 2 ☆ Kimsem
☆☆☆
Uzay'lı Texting
T ✨ 1
T ✨ 2
✨Dünya'lı✨

31⭐Anlaşma

52.3K 4.9K 7.1K
By S-Mare

Multimedya: Eskitilmiş Yaz - Uyursam Geçer Mi?

Keyifli Okumalar...


"Öyleyse seninle bir anlaşma yapalım Laehesis."

Gözlerim aralanana kadar yaşadıklarımın bir kabus olduğundan emindim halbuki. Şimdi ise yine o loş sarı aydınlatılmış duvarlara bakıyordum. Bir süre kıpırdamadım, hala gerçekten burada olmadığıma dair bir işaret bekledim ama beklediğim gibi olmadı. Yerimden doğrulduğumda bu kez ben hiçbir şey yapmadan karşımdaki duvarda hologram ekranlar açıldı, paneller belirdi. Mekanik ablam sesiyle bir kez daha bir rüyadan uyanmadığımı, her şeyi bizzat yaşadığımı kanıtladı.

"Merhaba Bayan Deniz."

Bu kez söylediklerini anlamış olmanın şaşkınlığıyla dudaklarım aralandı ve üşümüş gibi titredim. Mekanik sesi devam etti. "Ben Cadelox. Bir sanal zekayım. Dilinize uygun olarak tekrar yapılandırıldım."

Nefes alış hızım artarken etrafıma gayriihtiyari göz gezdirdim. Yatak haricinde boş odada çakma Uzay'a dair en azından bir iz olmaması bir nebze de olsun içimi rahatlatmıştı. "Nabız atışınız artıyor Bayan Deniz. Sizi korkutmuş olmalıyım. Lütfen rahat olun," diyen mekanik sesiyle tekrar karşımdaki anlamsız tuşlar ve ses çıkardığında ses dalgalarını gösteren ekranlı göstergelere baktım.

Kuruyan bozağımla öksürdüm. "A-Allah razı olsun Cadoloz ablam."

"Cadelox," diye düzeltti beni.

"Ben de öyle dedim ablam," dedim ve dudaklarımı kemirmeye başladım. Ben ne biçim bir yere düşmüştüm böyle? Peki çakma Uzay neredeydi? Yine gelir miydi? Bana ne yapmıştı ki öyle?

Onlarca soru zihnime dizilirken korkum da gitgide artıyordu. "Bu sizin kendinizi rahatlatma yönteminiz olmalı," dedi Cadaloz abla. "Ama endişelenecek bir durum yok Bayan Deniz."

"Nasıl yok be?" diye birden bağırdım. "Neredeyim ben? Uzay'a benzeyen o adam kimdi? Beni niye iğneledi? Siz beni kaçırıp deney mi yapıyorsunuz ya üzerimde? Mutanta mı dönüştüreceksiniz beni? X-Men mi olacağım ben bu yaştan sonra?"

"Sakin olun Bayan Deniz," dedi yine Cadaloz.

"Neredeyim ben? Nereye getirdiniz ya beni?"

"28:58 E 41:01 N."

"Amin," dedim ellerimi yüzüme sürerek. "İçim nasıl rahatladı, anlatamam. Ya sen ne diyorsun devreler aşkına?"

"Bulunduğunuz konumun genel koordinatları Bayan Deniz. Tam konum koordinatlarını erişim izniniz olmadığından veremiyorum."

"İstemez zaten, sanki versen bir işe yarayacak. Ben haritabilimci miyim be? Kaç gündür buradayım ben, onu söyle bari."

"5 saat 27 dakika 14 saniye Bayan Deniz."

"Ne bu? Ölüm saatim mi? Beni o zaman mı öldürecek o manyak?"

"Uzay üssünde geçirdiğiniz süre Bayan Deniz."

"Uzay üssü ne ya! Ucuz bilim kurgu filmi gibi burası. Of! Evdekiler nasıl merak etmiştir beni. Uzay'ım kim bilir hangi memlekete kadar güzel ülkemin fay hatlarını genişletmiştir." Yüksek çıkan sesimi azalttım birden. "Şey... Beni çıkarsan mı sen buradan? Hadi ya! Yap bir ablalık! Kimseye söylemem bak, vallahi."

"Maalesef böyle bir yetkiyi siz veremezsiniz Bayan Deniz."

"Bayan senin uydu frekansındır. Feminizm kadın kolları toplansa senin kablolarını tek tek sökerler, haberin yok." Sinir ve panikten elim kolum ayrı oynarken kolumdaki sargı gözüme çarptı. "Beni nasıl vurdu o manyak ya? Pişuv diye nasıl vurdu? Peki o manyak, o manyağı nasıl vurdu? Burası ne ya? Manyaklar Cumhuriyeti mi?"

"Nabız atışlarınız hızlanmaya devam ediyor Bayan Deniz. Derin nefesler almayı deneyin!"

"Sen al sıkıysa! Seni vurmadılar tabii, pişuv diye beni vurdular," diye yine bağırdım. Dudaklarım titremeye başlamıştı ama ağlamamak için kendimi kasıyordum. "Hem sen benim kalp atışlarımı nasıl ölçüyorsun? Müneccim zeka mısın sen?"

"Bileğinizdeki bir elektronik kelepçe, bana tüm fiziksel analizleriniz için imkan sağlıyor," dediğinde korkuyla ellerimi kaldırıp bileklerime baktım. Hiçbir şey yoktu. Bu kez üzerimdeki örtüyü tekmeleyerek yataktan altına attım. Ayak bileğimdeki metal ince bileklik kendini hemen belli etti. Metalin ortasında ise mavi-yeşil bir şerit su dalgalarının ilerlemesi gibi dönüyordu.

Dehşete kapılarak ayağa kalktım ve yanımdaki duvarın köşesine sırtımı dayadım. "Bayan Deniz sakinleşin lütfen!" dedi Cadaloz.

"Bu ne ya?" dedim yere hızla çökerken. Bilekliği çekip çıkarmaya çalıştım ama mümkün olmadı. Tamamen bileğimi sarmıştı. İnce yapısına rağmen ise en ufak bir esneme payı göstermedi. "Çıksana be!" diye zorlarken dudaklarımın titremesi vücudumun titremesinin yanında hiç kalıyordu artık.

"Bayan Deniz sakinleşin!"

"Allahsızlar ya!" diye inledim. "Mutant yapacaklar beni. Belki de mutantımı yaparlar. Tabii buldular güzel kızı. Uzay'ın mutantını da yapmışlar zaten. Tabii buldular filinta gibi uzaylıyı..."

Odanın köşesindeki duvar hareketlendiğinde aniden sustum. Bir kapı şeklinde duvar yana açıldı ve çakma Uzay kapı girişinde belirdi. Çöktüğüm duvar dibinde iyice büzüştüm.

Mutant Uzay ise önce yatağa oradan da bana çevirdi gözlerini. O kadar Uzay gibi görünüyordu ki... Ama aynı mavi gözler aynı sıcaklığı barındırmıyordu, daha soğuktu. Duruşuyla bile üstün bir güç sergiliyor gibiydi. Üzerinde bu kez siyah bir kazak ve pantolon vardı. Saçlarının yine bir kısmı başının arkasında toplanmıştı. Geri kalanı ise omuzlarına dokunuyordu. Sabit bir yüz ifadesiyle beni kısaca süzdü, sonra ise duvardaki ekrana döndü. "Rapor ver!"

"Bayan Deniz uyanalı 9 dakika 56 saniye oldu efendim. Nabız düzensiz, kan basıncı normalin üzerinde seyrediyor."

"Peki zehirlenme belirtileri hala devam ediyor mu?" dediğinde titredim. Beni mi zehirleyeceklerdi? Bundan mutant olmaz mı demişlerdi yoksa? Belki de çoktan zehirlemişlerdi? Birazdan hık diye gidecektim, kim bilir?

"Belirtiler minimum seviyede ilerliyor," dedi Cadaloz.

Mutant Uzay tekrar bana döndüğünde dizlerimi iyice kendime çektim ve o bana doğru adımlamaya başladı. Ardından kapanan kapıya hüsranla bakarken tüm kaçış umutlarım bir bir söndü. Gerçi o kapıdan çıksam bile onlardan kurtulamayacağımın bilincindeydim artık. Karşımda tek dizinin üzerine çöktüğünde yutkundum ama o bana beklemediğim bir soru yöneltti. "İyi misin Laehesis?"

Lastik kimdi? Bu adam kimdi? Benden mutant olur muydu? diye düşünürken çenemin titremesini durdurmaya çalışıyordum. Ona cevap vermemem üzerine elini yukarı kaldırdığını gördüm ve panikle kolumu gözlerime siper ettim. "C-canımı yakma!"

Kolumu yumuşakça kavrayıp aşağı indirdiğinde bu kez gözlerimi sıkıca kapattım. "Bana bak Laehesis," dedi hareketi gibi yine yumuşak bir sesle. O böyle konuşunca sadece görünüşüyle değil sesiyle de Uzay'a benziyordu. O yüzden olmalı ki dolan gözlerimi aralayıp ona baktım. "Canını yakmayacağım," dedi ve gülümsedi ama bu bana zerre inandırıcı gelmedi.

"Yalancı!" dedim ani bir çıkışla. Bunu fark etmemle panikle ellerimi dudaklarımın üzerine bastırdım, sonra aynı hızla indirip atıldım. "Özür dilerim, özür dilerim. İğne yapmazsın yine değil mi? Yapmazsın değil mi?"

Önce başını hafifçe aşağı eğip dudaklarını ıslattı, sonra Uzay'ın mavi gözlerini gözlerime dikerek elini yine yüzüme doğru uzattı. İrkilip sırtımı iyice duvara yaslarken o elini yanağıma yasladı. Baş parmağı yanağını hafifçe okşarken, "Canını yakmayacağım," diye yineledi. "Ağlama!"

O söyleyene kadar ağladığımı bile fark etmemiştim ama yüzümden süzülen damlalar onun parmaklarına çoktan bulaşmıştı. İşte o zaman bana ne kadar yakın olduğunu da fark ettim. Üstelik yüzü bana daha da yaklaştı ve tam parmaklarının yanına ufak bir öpücük bıraktı.

Gözlerim irice açılırken aniden gelen yoğun panikle onu hızla itip ayağa fırladım ve yatağın üzerindeki yastığı kaptım. İşte o an nasıl bir cesaretle hareket ettiğimi bilemesem de yastığı suratına hızla çarptım.

"Sen beni nasıl öpersin be? Seni pis çakma Uzay! Biz Uzay'la birbirimizden başkasını öpmeyiz, tamam mı?" Yastığı tekrar çarpacaktım ki elimden hızla çekti, hatta öyle bir hızla çekti ki yastık parçalandı ve içindeki, bilmem neyin tüyü olan, tüyler etrafa saçıldı. İrileşen gözlerimle yine geriledim. Bu mutant Uzay beni de böyle parçalayabilirdi zira.

Kalbim artık göğüs kafesimi zorlarken ona bakma gafletinde bulundum, yerinden kıpırdamamıştı ama delici mavi gözleri üzerimdeydi. Ne düşündüğünü bilmiyordum, öfkelenip öfkelenmediğini de anlamak zordu. O Uzay gibi değildi. Bu aynı renk jelatinle kaplanmış iki kitabın bambaşka içeriklere sahip olması gibi bir şeydi. Ben kitaplardan birini keyifle okumuş ve çok sevmiştim. Ben o kitaba adeta aşık olmuştum. İkinci kitabı gördüğümde ise aynı kitap sanıp aldanmıştım ama okuduğum o kitap daha ilk sayfalardan beni karanlık bir dünyaya sürüklemişti. Ve ben el yordamıyla diğer kitabı ararken bulma umudumu artık kaybetmek üzereydim.

"Vücut sıcaklığında ani artış tespit edildi," dedi birden Cadaloz Abla. "Detaylı tarama için tıbbi ekipman yönlendiriliyor."

Yine yatağın altındaki zemin hızla açıldı ve yatak ikiye katlanıp bölmeden içeri çekildi. Onun yerini ise kısa sürede yine o korkutucu koltuk almıştı. "Hayır ya!" diye korku içinde inledim. Tekrar beni bağlayamazdı, tekrar o acı verici iğneyi bana saplayamazdı. Ben buna daha fazla dayanamazdım ki.

"Sakin ol ve dinle!" diye emretti sert sesiyle.

Ardımdaki duvarın sol köşesinde yine o belirip kaybolan kapı aniden açıldı. Silahlı ve yüzü bile kapalı olan adamlardan biri içeri girdi. Ardından onu bir başkası takip etti. Adam düşünce gücüyle kavgaya adam çağırır gibi adam çağırmıştı odaya. Onları görünce daha da panikledim.

Çakma Uzay gözlerini onlara çevirince adamlar olduğu yerde durdu ve ellerindeki silahlarını hemen kaldırdılar. "Efendim," dedi bu kez adamlardan biri. Hebele hübeleri geçmiş artık onlar da Türkçe konuşuyorlardı, bunlara da dil desteği gelmişti anlaşılan. "Komutan Lyra üsse giriş yaptı."

"Gelsin!" dedi Çakma Uzay. Adamın eli kulağına gitti ve yine hebele hübele etmeye başladı.

"Kalp atışları normalin üzerinde seyrediyor. Nefes alışları düzensiz. Kan basıncı yükselmeye devam ediyor," diyerek araya girdi Cadaloz. Benden bahsettiğini ise bir kaç saniye sonra algılayabildim. Korkudan başım dönmeye başlamıştı. Duvara tutunurken artık görüşüme siyah siyah benekler musallat oluyordu. Onun hızla bana geldiğini gördüğümde ise nefesim kesildi ve yere yığılırcasına oturdum. Yanıma eğildiğinde elleri yine bana uzandı ama panikle ellerimi ona savurmaya başladım. "Beni bağlama! Ben hareket etmeden duramam! Uzak dur ya benden!"

"Kriz hali gözlemlendi. Net değerler yansıtılıyor."

Mutant Uzay, "Sakinleş!" diye bağırdığında artık şiddetle ağlamaya başlamıştım.

"Efendim sorun nedir?" Bu kez duyduğum farklı bir kadın sesiydi ama kimdi, ne anlayacak ne de ona bakacak durumda değildim. Korkudan artık konuşacak durumda bile değildim, sadece içimden aynı şarkıyı mırıldanıp duruyordum artık.

"Sorun ne mi?" diye bağırdı. Ellerimi yüzüme kapatıp artık hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. "Sorunun ne olduğu açık değil mi? İletişim kuramıyorum. Kahrolası iletişimi bir türlü kuramıyorum. Bir şeyleri sürekli yanlış yapıyorum."

"Bir bardak Oji getir hemen! Sen de görev yerine dön!" dedi kadın. Belli ki odadaki silahlı adamlarla konuşuyordu ya da Cadaloz'la ve ben korkudan elimi yüzümden çekip kim olduğuna bile bakamıyordum.

"Bana bırakın efendim," dedi aynı kadın. Çakma Uzay'ın öfkeli bir kaç soluk verdiğini duydum ve parmaklarımın arasına giren puslu görüntüsünden gerilediğini gördüm, onun yerini sesin sahibi olan kadın aldı hemen. O da simsiyah giyinmişti, diğer adamlar gibi ama yüzü açıktaydı. Birden ellerimi kavrayıp aşağı indirdi, bana sıcak bir şekilde gülümsedi ve bu beni biraz olsun rahatlatan ilk şey oldu. Burada en azından insan gibi davranan birileri hala var demek diye düşünmüştüm ki söylediği şeyle onun da diğeri kadar manyak olduğunu anladım. "Merhaba Asel."

"Ne m-merhabası ya?" dedim hıçkırıklarımın arasından. "M-manyaklar sizi! Manyaklar! Adam kaçırıp merhaba diyen manyaklar sizi!"

Kadın güldü. Ben kalpten gidecektim birazdan, manyak gülüyordu. "Ben Lyra Dex Kaibe."

"Ne?" dedim yine aynı titrek sesle. "Lira yine değer mi kaybetmiş?"

"Ne?" dedi o da.

"Ne demek ne ya? Manyaklar sizi! Beni kaçırıp mutant yapacaksınız değil mi? Ama Uzay bulacak beni. O beni bırakmaz." Bir an susup yine, "Manyaklar sizi!" diye bağırdım.

"Şşş!" dedi yine yumuşak bir sesle. "Ağlama. Sana zarar verecek bir şey yapmayacağız."

Gözlerim ayakta dikilmiş ve kollarını göğsünde bağlayarak pür dikkat bana bakan çakma Uzay'ı buldu. Sonra yine kıza baktım hayretle. "Zarar vermeyecek misiniz? Bu manyak, bir adam öldürdü! Bana da bir bıçak fırlattı be! Sonra da beni bağlayıp kolumu deldi!" Titreyen ellerimi kızın sıcak avuçlarından kurtarıp işaret parmağımla Çakma Uzay'ın arkasındaki koltuğu işaret ettim. "Buna bağladı beni bu manyak! Manyak bu! Allah'ın manyağı! Manyak oğlu manyak!"

Çakma Uzay gözlerini kısıp kıpırdanınca, "Manyak demedim!" diye atıldım. "Demedim ya. Hele m-manyak oğlu manyak hiç demedim."

Kendimi korumaya alır gibi kıza iyice sokuldum ve göz ucuyla omzunun üzerinden çakma Uzay'a baktım dolu gözlerle. Hala aynı şekilde bana bakıyordu, bir bıçak çıkarmaması içimi rahatlatırken kız elini sırtımda gezdirip konuştu. "Korkma! Sadece açıklamamıza izin ver!"

Hızla geri çekilip, "Sen açıkla!" dedim hemen. "O gitsin. Lütfen gitsin."

Kız başını ona çevirirken çakma Uzay dişlerini sıkarak kollarını çözdü ve açık kapıya doğru adımladı. "Kısa sürsün," dedi bize bakmadan. "Fazla zamanımız yok."

"Emredersiniz efendim!" dedi kız. Onun gidişiyle rahatlarken adamlardan birinin içeri girmesiyle yine gerildim. Adam elindeki yeşil bir sıvıyla dolu bardağı kıza uzattı ve geldiği gibi sessizce odadan çıktı. Onun gidişiyle kapı yine eski haline döndü. Orada bir kapı izinin dahi olmadığı loş sarı aydınlatmalı bir duvara...

Kız bardağı, "İç hadi!" diyerek bana uzatınca ellerimi istemediğimi belirtir şekilde kaldırdım ve yeşil sıvıya yüzümü buruşturarak baktım.

"Hulk'a mı dönüştüreceksiniz beni? İçmem ben bunu."

"İç hadi," dedi yine. "Seni biraz daha rahatlatacaktır. Ağlamaktan tükettin kendini."

"İçmem!" dedim elini geri iterek. "Oje içilmez! Manyaksınız siz! Sen de onlar gibi manyakmışsın. Hepiniz manyaksınız. Burası da Manyaklar Gezegeni."

Derin bir nefes alıp bardağı dudaklarına yaklaştırdı ve bir yudum alıp tekrar bana uzattı. "Zehir ya da mutant yapıcı bir şey içermiyor. Gerçi mutant ne onu bile bilmiyorum ama neyse. Oje değil adı, Oji. Sadece biraz gevşemeni sağlar. Bu şekilde seninle konuşamam."

"İçmeyeceğim ya, zorla mı içireceksin?"

"İçmezsen yapabilirim," dediğinde yutkundum. Kız ufak tefek sayılmasa da benden daha narin görünüyordu ama bunların hepsi mutant olabilirdi. Beni tek elle üçe bile bölerlerdi.

"Hani zarar vermeyecektin? Yalancısın, hepiniz yalancısınız."

Bu kez sırıttı. "Zarar vermeyecek bir şekilde içiririm."

Kararlılığını görünce mecburen elinden aldım ve "Mutant olmayacağım?" dedim içimi çekip durarak. Başını gülümseyerek salladı. Tedirginlikle bir yudum aldım. Tadı beklediğimin aksine çok güzeldi, limon ve yeşil çay birleşimi gibiydi. Bir yudum daha aldım. İçim yanmıştı sanki, öyle ki bir kaç saniyede tüm yeşil sıvıyı tüketmiştim. Mutanta dönüşmeyi bile göze alabileceğim bir lezzetteydi.

"Biraz daha iyi misin?" dedi sonunda.

Derin bir nefes alırken artık titremediğimi fark ettim. Gözyaşlarım da sicim gibi akmayı bırakmış, iç çekmelerim son bulmuştu. İçimde garip bir rahatlama peyda olurken puslu görüntümü netleştirmek için gözlerimi ovaladım. Gözlerimin feci şişmiş olduğunu fark etsem de çok umursamadım. "Ne içtim ben?" dedim daha sakin bir sesle. "İçim bir hoş oldu valla."

Yine güldü. Kollarımın altından kavrarken, "Hadi seni yerden kaldıralım," dedi. Harbiden de o narin kız hiç zorlanmadan beni yerden kaldırdı. "Şimdi senden şu koltuğa oturmanı istiyorum," dedi gözlerimin içine açık kahve gözleriyle bakarak.

Bir koltuğa bir ona baktım ve bir adım geriledim. Evet, rahatlamıştım ama her şeyi gözardı edebileceğim bir durumda da değildim. "Zarar vermeyeceğim demiştin."

"Vermeyeceğim," dedi güven verir gibi. "Sadece hayati değerlerini kontrol etmem gerekiyor." Gözleriyle kolumdaki sargıyı işaret etti. "Vurulduğun normal bir silah değildi. Bir çeşit parazit salgılayan bir silahtı. Kral Erian'ın sana verdiği antidot ise vücudunda bulunan bir başka ilaçla zıt etki oluşturdu. Her ne kadar bedenin bu bileşenleri nötralize etmiş gibi görünse de kontrol etmemiz gerekiyor. O koltuk öylesine bir koltuk değil. Sizin tıbbı cihazlarından daha teknolojik. Hayati değerlerini kapsamlı bir şekilde çıkarıyor."

Açık ağzımla ona bakarken çoktan cümlenin başıyla sonunu unutmuştum. Ağzımdan sadece, "Ne dedi şimdi bu?" sorusu döküldü. Kral Eren dediğine göre bunlar da Şarbonluydu. Bu Şarbonda kaç tane kral Eren vardı ki?

"En başından anlatacağım," dedi bıkkın bir tavırla. "Ama zaman kaybetmemek adına bunu kontrollerin yapılırken yapacağım, tamam mı? Şimdi senden koltuğa oturmanı istiyorum."

"Sen de onun gibi beni bağlayacaksın!" diye çıkıştım.

"Hayır," dedi hemen. "Bak, bu sadece seni zapt etmesi için gerekliydi çünkü panik haldeydin ve onun hızlı olması gerekiyordu."

"Sen burada bile değildin."

Duvardaki hologram göstergeleri işaret etti. Sonra ise kolundaki Veli'deki kolluğa benzeyen aygıtı. "Cadelox'la her an bağlantım var. Şimdi koltuğa otur lütfen." Ağzımı itiraz için aralamıştım ki, "Seni temin ederim bir daha kelepçelenmeyeceksin," dedi.

Kızı ilk defa o an derinlemesine inceleyebildim. Kısa siyah saçları ve yuvarlağımsı bir yüzü vardı. Hafif çekik gözleri Veli'nin gözlerinden daha yuvarlaktı ama güven veriyordu. Aslında bu garip yerde ilk defa güven duygusu hissettiğim biri varsa o da bu kızdı. Tabii bokta çıkabilirdi ama zaten kendim o koltuğa oturmasam kız beni hayli kolaylıkla oturtabilirdi. O yüzden onu kızdırmamak daha mantıklı gelmişti.

Yine de ilerlemeden önce ona ayak bileğimi gösterdim. "Bu ne o zaman?"

"Kontrol amaçlı," dedi gülümseyerek.

"Ne zaman çıkaracaksınız peki bunu?"

"Gerektiği zaman. Şimdi koltuğa otur hadi. Fazla zamanımız yok."

Çünkü manyak her an gelebilir.

Daha fazla diretmeyerek yavaş adımlarla çıplak ayaklarımla koltuğa ilerledim. Zira diretmemin de faydası olacağını sanmıyordum. Tam koltuğa oturacaktım ki üzerimdeki uzun kazağı fark ettim. Dizlerimin üzerine gelen gri uzun ve ince bir kazak... Benim olmayan bir kazak... Durup kıza dehşetle baktım. "Beni soymuş! Manyak adam beni soymuş! Aaaa! Manyak! Beni soymuş! Beni en son ebem çıplak görmüştür. Adam beni soymuş!"

"O yapmadı," diye atıldı yine. "Asker kadınlardan birini çağırdı." Omurlarımdan kavrayıp beni koltuğa oturttu. "Asker de bulduğu ilk kıyafeti sana giydirmiş çünkü nasıl yapmışsan kendini sırılsıklam etmişsin."

Arkasında kalan duvarı işaret ederken, "Cadaloz yaptı!" diye kendimi savundum. Ardından ise kendimi yokladım istemsizce. En azından donum hala benimleydi.

"Cadelox," diye düzeltti.

"Ben de öyle dedim. Cadaloz abla beni donuma kadar ıslattı," dedim ve ağzımın içinde mırıldandım. "Ama en azından asker onu çıkartmamış. Az kalsın donumuza kadar soyuluyorduk ya."

"Emri siz verdiniz efendim," dedi Cadaloz'un mekanik sesi.

"Sen de ne yalan makinesi çıktın be? Ben hebele hübelece bilmiyorum ki emir vereyim. Yalanın batsın, kısa devre ver inşallah."

Kadın güldü. "Şu an bir sanal zekayla tartışıyorsun."

Farkındalıkla gözlerim irileşti. Ben deli cesaretiyle bu Cadaloza neler söylemiştim meğer. "Beni katlar mı? Beni ikiye mi katlar? Asit banyosuna mı sokar bu kez yoksa? Yoksa... Yoksa duvarlardan bıçaklar mı fırlatır? Duvarlardan bıçaklar fırlatabilir mi?"

Omzumu hafifçe sıktı. "Rahatla biraz. Kimse sana zarar vermeyecek."

Ona sanki görmemiş gibi kolumdaki sargıyı gösterdim ve bir çocuğun annesine şikayet etmesi gibi, "Beni vurdular," dedim.

"Çünkü gemiyi havaya uçurmak üzereydin."

Kısa bir an suçluluk hissederek, "Hadi ya! Çok şeyi mıncıkladım. Olabilir," dedim. Sonra çakma Uzay'ın yaptıkları yine gözümün önüne geldi ve suçluluğumun yerini yeller aldı. "Ama o manyak herif beni vuran adamı öldürdü, hem de gözümü önünde. Adam çuval gibi yere serildi. Böyle dan diye."

"Sana söylemiştim, o silah öldürücü bir silah değil. Yani hemen öldürmez en azından. Bir çeşit parazit salgılar ve seni saatlerce acı içinde kıvrandırır. Asker ölmedi, hayati bir organa atış yapıldığı için sadece bayıldı. Yapılan şey ceza amaçlıydı."

"Bu ne biçim ceza be? Adamı paparaziler, aman işte paparaziler... Of! Parazitler yiyecek."

Gülümsedi, içten gibiydi. "Bir kaç saate antidot verilir, gerçekten seni vuran birine göre fazla merhametlisin."

"Belki yanlışlıkla yapmıştır, ölmesi mi gerek? Parazitlerin yemesi mi gerek garibanı? O da emir kulu neticede. O manyak da bana bir bıçak fırlattı ona bakarsan. Onu da parazitler yesin o zaman."

"Sana değil, makineye fırlattı çünkü yok etme protokolünün uygulanmasını durdurması gerekiyordu."

Hafifçe ona doğru eğildim. "Gerçekten havaya mı uçacaktık?" Başını salladığında kısa saçları dalgalandı. "Keşke uçsaydık!" diye sesimi yükselttim bu kez. Az önce bir adamın ölmemesini savunurken şimdi herkes ölsün diyen ben değildim elbette. "Beni bağladı manyak. İğne yaptı bana. Keşke puf diye havaya uçsaydık."

Alınmış gibi dudaklarını büzdü. Aslında manyak olmasa tatlı bir kızdı. "O konuyu açıklığına kavuşturduk sanıyordum."

"Beni öptü be! Bunu da açıkla hadi!"

İşte buna şaşırmış gibiydi. Hafif çekik iri gözleri yarı yarıya kısıldı. "Öptü mü?"

"Öptü ya! Manyak olduğundan işte. Ama ona manyak dediğimi söyleme tamam mı? Bir sürü manyak dedim, sakın hiçbirini söyleme. Tamam mı? Ama o manyak. Manyak oğlu manyak hem de. Bana lastik diyor Allah'ın manyağı."

"Laehesis," diye düzeltti yine gülerek.

"Her ne boksa işte."

Başını duvardaki panellere çevirip, "Cadelox, Laehesis görüntüsü yansıt!" dedi.

Duvarlardaki sarı ışıklandırma kayboldu birden ve oda karanlığa gömüldü. Panikle yerimden sıçramıştım ki duvarları yemyeşil bir arazi görüntüsü kapladı ve kadın işaret parmağını yeşilliğin ortasındaki bir çiçeğe çevirip, "Laehesis," dedi. "Ona şans çiçeği de denir. Bizim için kutsal sayılır çünkü kızıl gezegenden geldiğine inanılır."

Yine omuzlarıma dokunun oturmamı sağlarken önümde hafifçe eğildi. Kolundaki dirseğini tamamen kaplayan kolluktan bir hologram yükseldi. Az önce gösterdiği çiçeğin neredeyse gerçek gibi olan görüntüsüydü. Çiçek Lotus çiçeğine benziyordu, sadece parlak bir kırmızıydı. İçinden ise yine parlak sarı tohumları vardı. Göz kamaştırıcı olduğu bir gerçekti. "Ona neden şans çiçeği deriz biliyor musun?"

"Ne bileyim?" dedim hala çiçeğe bakarken. "Şarbonu daha keşfetmedi ki bilim insanlarımız."

Gülümsedi yine. "Çünkü karanlığa gömüldüğümüzde bize yeni bir şans kapısı açtığına inanırız. Nadir bir çiçektir. Bildiğim kadarıyla onu gerçekten gören sadece bir kaç kişi var. Bunlardan birinde kralımız." Gözlerini çiçekten bana çevirdi ve çiçeğin görüntüsü kayboldu. "Sen onun Laehesis'isin. Onun şansısın. Kaderinin seninle bağlantısı olduğuna inanıyor Asel."

Deli saçması konuşmasıyla yüzümü ekşittim. "Çünkü manyağın önde gideni."

Tek eliyle yüzünü ovuşturdu. Bir an sıkıntılı gibi göründü. Ellerini yine omuzlarıma koyarken, "Bak Asel," dedi bu kez ciddiyetle. "Onun durumu biraz farklı. Anlatması çok uzun ama kötü biri olmadığına emin olabilirsin. Bizim kralımız her daim iyi ve adaletli bir adamdır. Son yaşanılanlardan sonra..."

"Kralınız mı?" diyerek sözünü kestim sonunda.

"Sbrion," dedi. "Bizimle ilgili bilgi sahibi olduğunu biliyorum."

"Kaç tane Kral Eren var ya? Bir tanesi de bizim evde. Ama o çok tatlı. Böyle minnoş bir şey. Bu manyak gibi manyak değil. Bu tam bir manyak kral. Hem sizin gezegende krallar hep birbirine tıpatıp mı benzer?"

Ellerini sonunda omuzlarımdan çekti ve doğruldu. "Cadelox taramayı başlat!" Koltuk hafifçe titredi ve kız elimi kavradı. Koltuğun hemen yanında beliren masayla gözlerim irileşti.

"İğne mi yapacaksın yine? Hayır hayır! İstemiyorum. Çok acıtıyor. Niye kızdın ki hem? Kralına manyak dedim diye mi? Demem. Vallahi bir daha demem."

Koltuktan kalkmak için hareketlendiğimde yine omuzlarımı kavrayıp izin vermedi. Kızda gerçekten öyle bir güç vardı ki kıpırdayamadım. "İğne yapmayacağım. Sadece senden toksit testi için biraz kan alacağım. Acıtmayacak. Sen de o sırada bana sana ne anlatıldığını anlat olur mu?"

"T-tamam," dedim yine sesim titremeye başlarken.

Bu kez hafifçe eğilip benimle direkt göz teması kurdu. "Korkma, bana güvenebilirsin."

Başımı hafifçe salladım ama yine de ona karşı temkinli olmayı zihnime kazıdım. Evet, bana iyi davranmıştı ama yine de tamamen güvenecek kadar aptal değildim.

Kız açılan masanın içinden ufacık garip bir enjektör çıkardı ve elimi kavrayıp enjektörün küçük ucunu parmak ucuma batırdı. Bir kaç milimlik tüpe kan birikti ve kız onu aldığı yere geri bıraktı. Masa ortaya çıktığı gibi kaybolurken gözlerini karşısındaki ekranlara çevirdi. "Hadi anlat bakalım, sana ne anlattılar," dedi omzunun üzerinden bana bakarak.

Ona Veli'nin söylediklerini tereddütsüz anlattığımda beni dikkatle dinlediğini biliyordum ama gözleri hala karşısındaki göstergelerdeydi. Birden çok beliren her ekranda anlayamadığım garip harfler ve şekiller hızla akıyordu. Anlatmayı bitirdiğimde yine göz ucuyla bana baktı. "Ve sen de buna inandın öyle mi?" dedi. "Çok safmışsın."

"Sensin saf!" diye çıkıştım. Elbette ki Veli'ye inanmamıştım, anlattığı masala ancak çocuklar inanırdı. Sadece inanmış gibi yapmıştım çünkü elimden gelen başka bir şey yoktu. Onlar Uzay'ı istiyorlardı, krallarını ve belli ki onun hafızasını geri kazanmasını bekliyorlardı. Bense sadece Uzay'ın beni bırakmayacağına güvenerek anlattıkları hikayeye inanmış rolü oynuyordum. Ona bu yüzden Veli'nin bana anlattığı her şeyi tereddütsüz anlatmıştım çünkü anlattıkları gerçekler değildi. Ve kadın bana bir ihtimal belki gerçekleri anlatabilirdi. Belki de o da başka yalanlar söylerdi ama en azından ben iki yalan arasındaki bazı noktaları birleştirip kendimce bir sonuca varabilirdim. Neticede bir yalancıyı ancak bir başka yalancı iyi anlardı.

"Seni iyi kandırmışlar," diyerek bana döndü sonunda.

"Safım ya, ondandır," dedim öfkeli bir sesle.

"Demek Varl sana kralımızın senin şu Uzay olduğunu söyledi. Sence o hiç bir kral gibi görünüyor mu?"

"O benim gönlümün kralı. Gerisi çok da umrumda."

Gülümsedi ama yine dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Onu seviyorsun ama seni bir konuda uyarmama izin ver. O sandığın gibi sıradan bir insan, canlı ya da uzaylı, her ne diyorsan öyle biri değil. Aksine çok tehlikeli bir varlık."

"Benim civcivim mi tehlikeli?" dedim gülerek. "Ufak atta civcivler yesin."

"O bir klon," dedi aniden. "Kral Erian'ın, az önce gördüğün adamın bir klonu."

"K-klon mu?" İşte şimdi işler kötü bir hal almaya başlamıştı. Bu beklediğimden daha daha üst düzey yalanlara giriyordu.

"Klon ne demek biliyorsun değil mi? Yani biyolojik olarak onun ikiz kardeşi gibi ama zihni boş. Bomboş. Bu yüzden çabuk kontrol edilebilir. Erian'la aynı DNA'ya ve güçlere sahip olduğu için de bu onu daha tehlikeli kılıyor."

"Yalan söylemeyi kes!" diyerek koltuktan aniden kalktım. Kendimi tutup söyleyeceği diğer şeyleri de dinlemem gerekse de kendimi tutamamıştım.

"Otur Asel!" diye diretti. "Daha tüm kontroller sonuçlanmadı."

"Siz yalancısınız. Asıl tehlikeli olan sizlersiniz. Beni kaçırdınız! Beni vurdunuz! Kral dediğin o manyak bana bir bıçak fırlattı. Beni bu koltuğa bağlayıp kolumu deldi. Hepiniz manyaksınız!"

"Otur!" dedi bu kez başka bir ses. Manyak çakma krallarının yine hayalet kapının girişinde olduğunu o an fark ettim. Yine korku damarlarımda gezinmeye başlamıştı. Hala bana bakarken kıza, "Bizi yalnız bırak!" dedi.

"Hayır!" diye atıldım ve bir kaç adımla kızın koluna sarıldım. "Bırakma! Allah'ını seviyorsan bırakmazsın!"

"Sana zarar vermez," dedi kız yine o yumuşak sesiyle. "Hatta bize yardımcı olursan seni evine göndereceğine emin olabilirsin."

"N-ne yardımı?" dedim kendimi onun arkasına gizleyerek.

"Gerisini ben hallederim Lyra," dedi Çakma Uzay. "Bizi yalnız bırak."

"Efendim, kız korkuyor. Burada kalmam..." Çakma Uzay'ın keskin bakışlarıyla bir an sustu. Sonra, "Emredersiniz efendim!" dedi. Sarıldığım kolunu ellerimden kurtardı ve bana döndü. "Sakin ol, sana söylediklerimi hatırla. O kötü biri değil. Sadece seninle iletişim kurmakta sorun yaşıyor, o kadar."

"Kurmasın o zaman!" diye kısık sesle isyan ettim.

"Lyra!" diye uyarıcı bir tonda seslendiğinde kız geriledi ve ben olduğum yerde kalakaldım. Onun yanına ilerledi ve kapıdan çıkmadan önce duraksadı. İkisi yine hebele hübelelerle kısa bir konuşma yaparken ben ne yapacağımı bilemez bir şekilde hala kıpırdayamıyordum. Ve sonunda Lyra denen kız dışarı çıktı. Kapı yine kayboldu.

Çakma Uzay bana doğru ilerlerken bu kez kaderime razı gelerek kıpırdamadım. Yanıma geldiğinde elimi yumuşakça kavradı. Elleri Uzay'ın yumuşak ellerinin aksine biraz sertti. Elimi istemsizce çekmek istesem de o beni koltuğa doğru yürümeye çoktan başlamıştı. "Y-yine koluma o şeylerden takma!" dedim sadece, sesim içime kaçmış gibiydi.

Durdu ve bana doğru döndü. Sert yüzü birden yumuşadı. "Şu ninni," dedi gözlerimin içine bakarak. "Seni rahatlatıyor mu?"

"N-ninni mi?"

"Evet," dedi ve küçükken kendi kendime yazdığım şarkımın bir cümlesini mırıldandı. "Dışarısı karanlık beyaz, annem ise buz gibi soğuktu. Böyleydi değil mi?"

"E-evet."

"Seni rahatlatıyor mu?"

"B-beni yine bağlayacak mısın? O... O yüzden mi soruyorsun?"

Elimin üzerini baş parmağıyla hafifçe okşadı ve "Özür dilerim," dedi.

Yutkundum. "En son benden özür dilediğinde canımı yakmıştın. Yine mi yakacaksın?"

"Yakmayacağım," dedi bu kez. "Sadece iyi olmanı istiyorum." Elini saçlarıma uzattığında başımı geri çektim. Sadece öylece bana baktı ve koltuğu işaret etti. "Otur hadi," dedi sonunda. "Kontrollerini tamamladıktan sonra seni evine bırakacağım."

Onu kızdırmamak için usulca koltuğa otursam da kollarımı hemen kucağıma çektim. Ona güvenmiyordum. Gerileyip panellere doğru yürürken tedirginlikle onu izledim. O Cadaloz'a yine bir kaç komut verirken cesaretimi toplayıp, "Beni Check Up yapmak için mi kaçırdın?" dedim.

Ne kadar sağlık düşkünü uzaylılar!

İlk defa güldü. Gülünce de Uzay'a benziyordu. Sadece kısa bir an... "Sadece senden bilgi alacaktım ama işler umduğum gibi gitmedi. Zaten sana anlatılanlarda bir kaç uydurma hikayeden ibaretmiş."

Duyduklarımla hızla etrafımı taradım. "Bizi mi dinledin?"

"Sizi izledim," dedi hologram ekranlarla uğraşmaya başlarken.

"Sana... Sana manyak dediğimi de duydun mu?" Aman Allah'ım! Kesin beni öldürecek.

"Duydum, hem de net bir şekilde." Göz ucuyla omzu üzerinden bana baktı.

"Ben şaka yapmıştım," dedim hemen. "S-siz bilmezsiniz ama insanlar şaka yapar. Beni öldürme, tamam mı?"

"Tamam."

"Tamam mı?" dedim şaşırarak.

"Tamam," dedi yine. Bana bakmadığı için yüzünü göremiyordum. Yine bir yerden kelepçeler çıkacak diye tedirginlikle koltuğun kollarını tarayıp duruyordum. Ayaklarımı ise sürekli sallıyordum. Kızarsa yine beni kelepçelerdi bu manyak. Ama saniyeler içinde sesli gülüşünü duydum. "Bana benzeyen o adam..." dediğinde sesi yine ciddi geliyordu. "Nasıl biri?"

"N-neden soruyorsun?"

"Sorularıma cevap vermezsen seni bırakma durumumu sorgulamama neden olursun."

"İyi biri," dedim hemen. "Beni seviyor, canımı yakmıyor. Senin gibi manyak değil yani." Ağzımdan kaçan şeyle birden sustum. O da ağır ağır bana döndü. Hemen ellerimi kaldırıp kendimce durumu kurtarmaya çalıştım. "Manyak demedim, sen yanlış anladın. Amonyak dedim. Burası amonyak kokuyor, zehirlenmezsek iyidir dedim."

"Sakin ol Laehesis, yaşadıklarını kim yaşasa bizim normal olmadığımızı düşünürdü. O yüzden sana kızacak değilim." Rahatlayarak derin bir nefes verdim. "Lyra sana onun benim klonum olduğunu söyledi," dedi birden, hemen savunmaya geçmek için ağzımı açtım ama sonra geri kapattım. Bu adam kız gibi değildi. Onunla kavga edemezdim. "Uzay değil mi? Ona bu ismi verdiniz? İkimiz aynıyız, en azından aynı görünüşe ve DNA'ya sahibiz. Buna rağmen Lyra'ya inanmadın. Nedenini merak ediyorum."

O an aklıma Uzay'ın söylediği şeyler geldi. Bana kendisine benzeyen birinden bahsetmişti. O an kafama dank etti çünkü korkudan beynim o ana kadar durmuş gibiydi. "İkizi," dedim hemen. "Sen onun ikizisin değil mi? Kavga ettiniz, sen de onu dünyaya fırlattın. Bizde de olur böyle şeyler. Mesela kardeşine ufacık vurursun. O da sana koltuk takımını falan fırlatır."

"Benim kardeşim yok! Kendince durumu iyileştirmeye çalışmaktan vazgeç!" diye tısladı. Yüz ifademdeki değişimi fark etmiş olmalı ki hemen yüzünü yumuşattı. "Klonlama dünyanızda yapılmıyor değil mi?"

"Y-yapılmıştı. Koyun Dolly. Klonlanmış koyundu ama o da çok geçmeden öldü. Yazık, çok üzülmüştüm." Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Ama benim Uzay'ım koyun değil. Kardeşini böyle dışlaman çok ayıp."

Derin bir nefes aldı ve elini saçlarına götürüp tamamen hepsini serbest bıraktı. Sanki şampuan reklamı yapıyordu. Eliyle saçlarını karıştırdı, sonra onları geri itti. Uzay'ımın saçları daha güzel dememek için kendimi zor tuttum. Klonmuş! Koyun Dolly'e benziyor muydu hiç benim civcivim? Besbelli kardeşlerdi işte.

"Teknolojik olarak sizden çok daha ilerideyiz, bunu şimdiye kadar anlamış olman lazım. Uyandığında askerlerim seninle iletişim kuramadı. Bu yüzden neredeyse hepimizi havaya uçuruyordun."

"Beni kovaladılar," diye kendimi savundum. "Onlar tilki ben Road Runner oldum mecburen."

Yüzü yumuşadı ve güldü yine. "Neden bahsettiğini anlamadım."

"Bir çizgi film. Tilki işte bir kuşu kovalıyor ama hiç yakalayamıyor."

"Sanırım benzettiğin gibi oldu," derken hala gülümsüyordu. "Askerlerimin söylediklerini o zaman anlamadın ama dakikalar önce dilinizi konuştuklarını gördün."

Başımı salladım. "Veli'nin şu kol şeyinden mi taktılar?"

O da başını salladı. "Varl en iyi adamımdı ama bu, kötü yollara saptığı gerçeğini değiştirmiyor."

"O iyi biri," diyerek savunmaya geçtim yine. "Tamam, biraz yalancı ama iyi biri. Kötü yola da düşmez. Kerime için kefil olamam ama. Onun gidişatı iyi değil, söyleyeyim sana."

"Çok çabuk güveniyorsun? Onu tanımıyorsun bile." Kollarını göğsünde bağladı. "Kanında bir tür ilaç buldum," dediğinde konudan konuya atladığı için anlamsızca ona baktım. "Bizim ilaçlarımızdan. Bir çeşit ağrı kesici diyebiliriz ama uzun süre önce imalatını durdurmuştuk çünkü araştırmalarımız ölümcül bir sonucu olduğunu gösterdi. Birisi sana bu ilaçtan veriyormuş. Haberin olduğunu sanmıyorum, bu da gizlice yapıldığını gösteriyor. Bunu yapanın yanında kaldığın o çift olmadığı belli."

"Sen ne anlatıyorsun ya?" dedim yine çenemi tutamayarak. "Sen verdin bana ilaç. Kolumu deldin benim."

Başını iki yana salladı. "Ben sana antidot verdim."

Manyaksın çünkü!

"Evine aldığın o üç kişi. Onlara fazla güveniyorsun. Bu ilacı sana kim vermiş olabilir. Varl? Kaila? Ya da Uzay dediğin o varlık?"

"Uzay bana zarar verecek bir şey yapmaz!" diye çıkıştım. "O benim civcivim."

Kırmızı dudaklarını ıslatıp bıraktı. "Sürekli alaycısın ve bu yüzden iletişim kuramıyoruz. Farkında mısın?"

"Ciddi olursam bana kızarsın," dedim parmaklarımla oynamaya başlayarak. "Güçlüsün ve bunu güçsüzlerin üzerinde gösteriyorsun. İşte onunla farkınız bu. O bana zarar vermez ama sen verirsin."

"Bazı şeyler kontrolüm dışında gelişti Laehesis," dediğinde ona kirpiklerimin arasından baktım. Mahcup görünüyordu ama aldatmaca da olabilirdi. Uzay'ın kardeşi diye ona güvenecek değildim hemen. "Bunun için üzgünüm. Buraya gelirken aklımda sadece tek bir amaç vardı. Lyra olmasaydı, işim bu kadar uzamayacaktı da. Seni gördüğümde ise bir şeyler değişti. Puslu görüşüm netleşti. O yüzden seni dinlemek istiyorum. Anlattıklarıma inanmamanın bir nedeni olmalı."

"Kızmak yok ama," dedim aşağı eğdiğim başımı kaldırarak.

"Kızmayacağım," dedi ve gülümsedi.

"Namus sözü ver."

"Ne?"

Elimi salladım. "Boş ver. Madem ciddi olacağız, o zaman ilk fikrimi söylüyorum." Başını salladı. "Bence kardeşisin ama aranızda bir mevzu olduğundan beni kekliyorsun, belki de taht kavgasıdır. Klasik Game Of Thrones felsefesi yani... Bilirsin işte, belki sizde de kardeş katli vaciptir durumu vardır ama benim uzaylımı katledemezsin, onu baştan söyleyeyim. Veli ve Kerime yani Varl ve Kaila da onu korumak için geldiler ama bu durumun beni korkutacağını düşünerek başka şeyler uydurdular."

"Keklemek ne demek?" dedi gözlerini kısarak.

"Kandırmak yani," dedim istemsizce sırıtırken. Uzay gibiydi bu da işte. Belki de kafasına vurmuştu civcivimin. O yüzden böyleydi. Düşüncesiyle yine yüzüm düştü.

"Ne oldu?" dedi ifademi fark ederek.

Omuz silktim. "Hiç."

"Bana ilk defa gülümsemiştin. Bunun neden bozulduğunu merak ediyorum." Cevap vermek istemeyerek gözlerimi kaçırdım. "Pekala," dedi uzatarak. "Game Of Thrones ne? Onun ne olduğunu söylersin herhalde."

"Bir dizi. İzleyeceksen söyle de sonunu söyleyeyim," dedim sinsice.

"Benimle izlersen neden olmasın," dedi ve ilk defa sırıttı. İfademi hemen düzelttim. Fazla samimi olmuştuk birden. O da bunun üzerine konuya geri döndü.

"Peki, klon konusundaki bakış açın ne?"

Oflamamak için kendimi zor tuttum.
"Tamam, teknolojide ilerisiniz. Belki de dediğin gibi klonlamayı da buldunuz. O zaman klonun sen olmadığından nasıl emin olabilirim? Belki de Veli ve Kerime yani Varl ve Kaila da bunun için Uzay'ın peşinden geldiler. Sen krallığı aldın, onlar da krallığı senden geri almak için esas kralı geri götürmeye geldiler."

"Ya da onu klonlayanla iş birliği yaptılar ve beni ekarte edip onu yerime geçirecekler," dedi. "Sonrasında ise Varl krallığı ondan daha kolay bir şekilde alacak çünkü klon yeterince zeki değil, daha çok bir kukla. Böylelikle Kaila'da sonunda istediği kuklaya sahip olacak. Yani Uzay dediğin o adama."

Ağzım şaşkınlıkla aralandı. "İnandırıcı değil ki bu."

Tek kaşı havalandı. "Sen fikrini söyledim, ben fikrimi söyledim."

"Hayır," dedim başımı iki yana sallayarak. "Veli yani şey... Varl kötü biri değil. Bu da zaten berbat, ütopik bir plan."

"Peki sana, onun bana ihanet ettiğini söylesem. Beni arkamdan vurduğunu. Hatta daha da ilerisini, ikizim olduğunu düşündüğün o varlığın beni öldürmeye çalıştığını söylesem. Tamamıyla kötülük barındıran ve tehlikeli bir varlık olduğunu söylesem."

İrkildim. Veli güven veren biriydi ama içini de tam anlamıyla bildiğim söylenemezdi ama Uzay... Uzay böyle bir şey yapmazdı. Bu adamın söylediğinin aksine benim civcivim zekiydi ama bu zekası da kötülük içermiyordu. O sadece benimle olmak istiyordu. Sadece benimle... O kötü biri değildi. Kalbi çok güzeldi Uzay'ın. Bu yüzden, "Kanıtla!" diye diklendim. "O kadar şey söyledin ki... Ama hiçbirinin kanıtı yok. Hepsi de çok saçma. Hem zaten sana neden inanayım ki? Onları en azından biraz da olsa tanıyorum. Seni ise hiç tanımıyorum. Sizin ceza kanunlarınız ne der bilmiyorum ama Türk Ceza Kanunu der ki; iddia eden ispatlamak zorundadır. O zaman kanıtla!"

Bana doğru yürüdüğünde kaybolan tedirginliğim geri geldi ve sırtımı koltuğun arkasına yasladım. Dudaklarımı istemsizce kemirmeye başladım. Sinirlenmiş miydi yine? Tabii ki sinirlenmişti. İki yumuşak yüzüne kanıt adama diklenmiştim aptal gibi.

Önümde durup dizlerini kırdı ve boylarımızı eşitledi. Mavi gözlerini gözlerimi dikti önce, sonra ise yüzümü inceledi. "O benim kardeşim değil ve ikimizden biri klon, diğeri ise gerçek kral ve ben kral olduğumdan hayli eminim. Öyleyse seninle bir anlaşma yapalım Laehesis."

"A-adım Asel. Bana lastik deme!"

Güldü. "Ben söylediklerimi ispat edersem acı çekersin değil mi?" Sessiz kalmam üzerine sağ elimi avucunun arasına aldı. "Çekeceksin, biliyorum çünkü onu kaybetmenin seni öldüreceğini bana kendin söylemiştin."

"B-böyle bir şey söylemedim."

"Hatırlamaman doğal, ilk karşılaşmamızda bilincin pek yerinde değildi. Onu kaybedersen acı çekeceksin ama ben senin acı çekmeni istemiyorum. Anlaşma ikimizin de yararına olacak o yüzden."

"N-nasıl bir anlaşma?"

"Varl ve Kaila'nın söylediğim gibi bir amaç peşinde koşmadığını, klonumun ise tehlikeli biri olmadığını bana kanıtlarsan sizi rahat bırakırım ve gezegenime geri dönerim ama ben söylediklerimi ispat edersem..."

"Evet?" dedim hem merak ve hem tereddütle.

"Benimle Sbrion'a geleceksin. Kraliçem olarak. Hayatındaki herkesi sana unutturacağım ve geriye sadece ben kalacağım."

Gözlerim irileşti. "Ben kraliçe olmak istemiyorum. Ben Khaleesi olmak istemiyorum ki. Hem ben onları unutamam."

"Bu dert edeceğin son şey olabilir. Hele ki unutmanın kolay bir yoluna sahipsem..."

Ne demek istediğini anlamadım. Unutmanın kolay bir yolu olsaydı, insanlar neden günlerce, aylarca hatta yıllarca acı içinde yaşıyorlardı? Beyin de mi yıkıyordu yoksa bunlar?

"Neden senin kraliçem olmamı istiyorsun ki?" dedim yerimde kıpırdanarak. "Beni tanımıyorsun bile."

"Sen..." dedi ağır ağır. "Benim karanlıktaki aydınlığımsın. Benim ikinci şansımsın. Kadere inanıyor musunuz bilmiyorum ama ben kaderimin seninle bağlandığına inanıyorum. Seni ilk gördüğüm an bunu anladım."

Kafayı yemiş!

"P-peki..." diyebildim sadece. Ne diyecektim ki? Adam garip garip konuşuyordu sadece. "Anlaşmayı kabul etmezsem ne olacak?"

"Seni evine bırakacağım," dedi tereddüt etmeden.

"Ve onlara bir şey yapmayacaksın?"

"Öyle bir şey söylemedim," dedi bu kez.

"O-onlara ne yapacaksın?"

Allah'ım bu nasıl bir manyaktı böyle?

"Sana zaten haddinden fazla şey anlattım Laehesis. Dahası aptallık olur. Şimdi son kez düşün. Anlaşmayı kabul ediyor musun, etmiyor musun?"

Öldürecekti. Manyak hepimizi öldürecekti.

Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzalamak üzere Limli adasına giden Türk Heyeti gibi hissediyordum şu an. Adam Uzay'ın kardeşi değil de klonu olduğundan hayli emin gibi konuşuyordu. Rol yapıyorsa bile bunda oldukça başarılıydı. Uzay onun klonu olsa bile ona da söylediğim gibi bu benim için önemli değildi, klon veya gerçek kral... Hiçbirinin önemi yoktu. O benim uzaylımdı, kimsemdi ve ortada böyle bir plan varsa bile buna kanıp beni bıkarak gitmezdi. Söylediğinin aksine Uzay'ın kalbi iyilik doluydu. Bundan emindim işte.

Yine de bu anlaşma beni korkutuyordu. Burada yaşadıklarımdan sonra onunla bir anlaşma içine girmek, dahası böyle bir anlaşma içine girmek çok aptalca geliyordu ama diğer taraftan kabul etmezsem hepimizi bir gece evimize dalıp kıtır kıtır da kesedebilirdi. Gözlerindeki soğuk parıltı bunu kanıtlar nitelikteydi. Artık kime inanacağımı da şaşırmıştım gerçi. Yalanları birleştirip bir yol çizebileceğimi düşünsem de zihnim şu an bin bir türlü senaryo içinde yüzüyor ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.

"Kabul etmezsen sana zarar verecek değilim," dedi düşüncelerimin arasına dalarak. "Hiçbir zarar görmeden seni evine bırakacağımı söyledim zaten."

"Ama..."

"Ama?"

"O-onlara zarar verirsin."

"Ailene zarar vermem. Benim hesabım sizinle değil." Ailem... Sedef, Tuna ve Yavuz... Uzay, Veli ve Kerime değil. Bunu bilerek söylüyordu. Onlara pek ala zarar verebilirdi. Kerime umurumda değil diyemiyordum, ona bile bir şey olmamasını isterken Veli'ye, daha çok da Uzay' bir şey olabileceği düşüncesi dehşet vericiydi.

Ve ben bunu bilirken artık kabul etmekten başka çarem de kalmamıştı. O bilmese de Uzay benim kendi kurduğum ailemdi ve ona zarar gelmesi düşüncesine bile dayanamazdım ben. Derin bir nefes aldım ve, "E-ediyorum," dedim. "Anlaşmayı k-kabul ediyorum."

Gülümsedi yine. Bu daha anlaşma masaya yatırıldığında kazanacağına emin birinin gülümsemesiydi işte. "Öyleyse seni evine bırakmadan önce anlaşmamızın detaylarını konuşalım."

👽👽👽
(Asel'in bölüm başı, ortası ve sonundaki hali 😂)

Merhabalar Uzaylılarım...

Keyifler nasıl?

O duman da ne? Beyinlerden dumanlar mı yükseliyor. Hadi canım 😂

Ne dersiniz Çakma Uzay haklı mı? 😌

Neyse size şöyle güzel bir haber vereyim de keyfiniz yerine gelsin. Diğer bölüm canlarımız buluşuyor 💑

Öyleyse bölüm nasıldı diye sorarım 😶

Şurası Çakma Uzay yerimiz...

Asel yerimiz...

Yeni üyemiz Lyra yerimiz... (kendisiyle ilgili fikirlerini merak ediyor ☺)

Cadaloz ablamızın yeri...

Ve özlenen civciv yerimiz 🐣

Bundan böyle instagram üzerinden 2. Alıntı vereceğim. 1. Alıntıdan sonra gelir. Ufak bir şey olur muhtemelen o yüzden instagramınız yoksa da üzülmeyin. Bölümde okursunuz. Ve alıntı yerine bölüm at demeyin. Bölüm yazılsa bölüm atarım zaten. Alıntılar okumak isteyenler için bir fragman gibi. Okumak istemiyorsanız okumak isteyenlere saygı duymanızı rica edeceğim 😘

Geçen bölüm etkinlik yapmadık. Bu bölüm etkinlik adımız: "Çay selamı!" Herkes birini etiketleyim çay selamı versin. Sadece çay deyin ki anlamasın ama 😂

Ve sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤

Instagram: e.s.mare
Twitter: e_smare

Continue Reading

You'll Also Like

SIR (1) By Büşra

Science Fiction

700K 45.9K 33
Oda çoktan dumanla kaplanmış görüşümü engelliyordu. Ciğerlerime hava çekmek için öksürüp hırlarken bir yandan da odadaki rafların arasında koşar adım...
27.6K 675 25
Bazen kahkahalarla güleceğiniz, bazen sinirleneceğiniz, bazende üzüleceğiniz replikleri okuyacaksınız. İyi okumalar!
2.1K 813 28
Kitapta anlatılan her bir karakter yaşanmışlıkları olan içimizden biri. Bazı zamanlarda yolları sevdikleri ya da sevmedikleriyle birleşmiş ya da ayr...
10.8K 1.1K 10
Telefonunuz sıfırlandıysa ve ezberinizden emin değilseniz sakın arkadaşınızı aramayın.Belki son rakamı karıştırıp okulunuzun sahibinin oğlunu aramış...