SADECE BİR OYUNDU: NİMBUS

By tubaturhn

106K 5.6K 1.4K

Şimdi bir kadavra gibiyim, Soluğum kesik, gözlerim boşlukta. Seni hissetmiyorum, beni hissetmiyorsun. Cehe... More

TANITIM
1.BÖLÜM: VARTA
2.BÖLÜM: OYUN
3.BÖLÜM: İS
4.BÖLÜM: ÖLÜMÜ İKİYE AYIRMAK
5. BÖLÜM: HARABE
TANITIM FİLMİ
6. BÖLÜM: DEMİR PERDE
7. BÖLÜM: ÇILDIRMAK
8. BÖLÜM: GÜVEN
10. BÖLÜM: KATİLİN MELODİSİ
11. BÖLÜM: İZSİZ
12. BÖLÜM: ÇÜRÜMÜŞ TEN
13. BÖLÜM: ACIYAN RUH
14. BÖLÜM: YARALI
15. BÖLÜM: MEVA
19. BÖLÜM: MEYDAN OKUMA

9. BÖLÜM: CEHENNEM TOHUMLARI

3.8K 269 50
By tubaturhn


Sınır; 100 beğeni, 40 yorum
**
Canımın acımasını istemiyordum. Ama kaburgalarımdan gelen bu sızı beni tüm benliğimle ayakları altına almıştı. Yok oluyordum ve varlığımı unutmak üzereydim. Ben, ben değildim. Ben cehennem bekçisinin esiriydim. Beni ateşine atarken kalbindeki kötülüğü de üzerime bulaştırıyordu. İçimdeki çocukluğumu kaydediyordum usulca, gözlerimin ışığı sönüyordu. Cennet bahçemi elimden almış, ruhuma cehennem tohumları ekmişti. Ancak tüm bu yakarışlar o kadar sebepsizdi ki varlığını benden başkası bilmiyordu. Kalbimi eriten ve içimde yeni bir karanlık büyüten bu acıların sebebi dünyadaki varlığım kadardı.

Karanlık odamda yatağın ortasında, üzerime sardığım yorgana edilirken bunları düşünüyordum. Lider'in bana yaşattıklarının başka açıklaması olamazdı. Ona inat olsun diye kendimi tehlikeli bir oyunun ortasına atacak kadar delirmiştim. Başından beri onların başlattığı bu oyuna sürüklenmemek için elimden geleni yaparken şimdi kendim bunu istiyordum. Başarmıştı sonunda. Beni gizli günahlarının saklı olduğu karanlığına çekiyordu.

Gözlerimi yumdum ve yorgana biraz daha sarındım. Saat gecenin ikisini gösteriyordu ve ev son birkaç saattir buz gibiydi. Dışarıda yağmurla karışık şiddetli bir fırtına vardı. Ancak bu evdeki soğuk havanın nedenini açıklamıyordu. Kansızlığım yüzünden ellerim ve ayaklarım normal zamanlarda da hep soğuktu fakat şuan sanki özellikle ayaklarımı keskin bir bıçakla kesiyorlarmış gibi hissediyordum. Utanmasam ağlayacaktım.

Lider'le en son salonda ufak bir tartışmaya girmiştik ama sonra arkadaşlarından biri beni zorla yukarı göndermişti. Ondan sonra ev her zamankinden daha sessiz ve kimsesiz kalmış gibiydi. Lider ortalarda görünmüyordu ve diğerleri de çoktan gitmiş olmalıydı. Bunun böyle olmayacağını düşünerek yataktan kalktım ve odadan çıktım. Bu koca evde ben gelmeden önce nasıl tek başına kaldığı sorusu aklımı sürekli kemiriyordu. Bizim o küçük öğrenci evimizde İdil'in eve gelmediği zamanlar olurdu ve ben bazen sadece korkudan erkenden uyumaya çalışırdım. Kafamdakileri bir kenara bırakarak karanlık koridora çıktım. Endişeliydim ve huzursuzdum. Bu koca evde yalnız kalmış olma fikri beynimi kemiriyordu. Lider'in evde olmasını dilemekten başka şansım yoktu.

Merdivenlerden aşağı inerken birkaç kez adını seslendim ama evden çıt çıkmıyordu. Temkinli adımlarım merdivenin sonuna geldi ve salona bir göz gezdirdim, kimse yoktu. Odası üçüncü kattaydı, belki de odasında uyuyordu. Tekrar basamakları çıkmak üzereydim ki dış kapının açılma sesiyle hızla kapıya döndüm. Lider beni korkmuş ve gözleri sonuna kadar açık bir şekilde karşısında görünce kaşlarını çattı ve öylece bana baktı. Neyse ki çığlık atma isteğimi son anda bastırmıştım.

Hala şüpheyle bana bakarken, ''Neden uyumadın?'' diye sordu. Üzerinde siyah boğazlı bir kazak ve kaşe montu vardı. Saçları dışarıdaki yağmurdan nasibini almış ve ıslanmıştı. Biraz da dağınıktı. Bu saatte nereden geldiği sorusu beni meraka sürükledi. Dışarısı içerisinden daha soğuktu ve gecenin bir yarısında onu dışarı çıkmaya sürükleyen şeyi merak etmiyor değildim. Elindeki anahtarı kapının yanındaki portmantoya bırakıp montunu çıkardı. Gözleri hala bendeydi ve hala tuhaf bir şekilde beni izliyordu.

"Uyudum," dedim kendimi biraz toparlarken. Tek kaşı havaya kalktı. Sonra bir şeyin farkına yeni varmış gibi gözlerini evde gezdirdi.

"Ev neden bu kadar soğuk?"

"Bilmiyorum," dedim çenemin titremesine engel olmaya çalışırken. "Ama donmak üzereyim." Ellerimi ve ayaklarımı hissetmiyordum ve biraz daha böyle devam ederse ağlamaktan korkuyordum.

Lider, kaşlarını çatıp huysuz bakışlarını bana dikerken üstümdeki kırmızı sweatshirte ve siyah taytıma baktı. "Üzerine daha kalın şeyler giyemedin mi?"

"En kalın elbiselerim bunlar, diğerleri evimde kaldı," dedim aynı suratsız ifadeyi takınırken. Başını ya sabır dermişcesine sağa çevirdi ve "Yürü," diyerek merdivenleri çıkmaya başladı. Arkasından bakarken gözlerimi kıstım ve onu takip ettim. Varlığı beni her zaman geriyor ve endişe duymama neden oluyordu ama şuan gelmesi biraz önceki tüm korkularımı alıp götürmüştü. Varlığı ayrı dert yokluğu ise ayrı dertti.

Beni üçüncü kata çıkardıktan sonra karşıdaki ilk odaya girdi. Bende peşinden... Burası benim odama nazaran daha büyüktü. Sağ tarafta kayrak taşından yapılmış oldukça güzel bir şömine ve hemen yanın da krem rengi tekli bir koltuk vardı. Şömine yanmıyordu ve bu oda da tüm ev kadar soğuktu.

Ellerimi birbirine sürtüp ısıtmaya çalıştım ve koltuğa geçip oturdum.

"Ev neden birden soğudu?" diye sordum. "Isıtıcılar çalışmıyor mu?"

Lider odanın ışığını açtıktan sonra boydan camın perdesini çekti. Dışarıdaki korumaları görebiliyorduk ve onlar da odanın içerisini görebiliyorlardı.

"Geçen ayda tamir ettirdim ama yapamamış," derken başını beni onaylamak istermiş gibi aşağı yukarı salladı. Kaşları her zamanki gibi çatılıydı ve eminim içinden tamirciye saydırıyordu.

Odada ki beyaz kapaklı dolabı açtı ve içinden kalın bir battaniye çıkarıp bana uzattı. Battaniyeyi teşekkür edip elinden aldım. Daha sabah onunla hararetli bir tartışmanın ortasına girmiştim, şimdi ise hiçbir şey olmamış gibi davranmamız oldukça tuhaftı. Belki de artık bir şeyleri yavaş yavaş kabulleniyordum ve onunla zıtlaşmaktan biraz da yorulmuştum. Ancak bu şekilde de işlerin nasıl yürüyeceğini kestiremiyordum. Ona elimi uzattıktan sonra beni çekip bilinmezliğine sürüklemesinden delicesine korkuyordum.

Şöminenin hemen solunda, duvara gömülü bir dolap daha vardı. Lider orayı açtı ve içinden biraz odun çıkarıp şömineyi yaktı. Eli hızlıydı ve on dakika sonra işi bitmişti. Orada oturmuş öylece onu izlerken nasıl bir adam olduğu sorusu içimi kemiriyordu. acaba herkese bana davrandığı kadar katı mı davranıyordu yoksa sadece bana karşı mı böyleydi? Gerçi tanıştığım arkadaşlarına karşı da aynı Lider'di. Hep soğuk ve hep az konuşan. Son sözü her zaman o söylüyordu. Varlığı dilinden dökülen sözcüklerle ilgili değildi, bazı insanlar kendini açıklamak için kelimelere ihtiyaç duyardı ama Lider öyle değildi. Her zaman susardı ve sadece bulunduğu ortamda ki varlığı konuşurdu.

Bana sırtı dönüktü ve geniş omuzlarını seyrederken kız arkadaşının olup olmadığını düşündüm. Böyle yakışıklı bir adamın hayatında mutlaka bir kadın olmalıydı ama yine de emin olamıyordum. Hiç ciddi ilişki yaşayabilecek bir adama benzemiyordu.

Düşüncelerimi bölen şey Lider'in odanın kapısına doğru yürümesi ve kapıyı açması oldu.

Ardından telaşlı bir şekilde doğruldum. "Nereye gidiyorsun?" diye sorarken üzerimdeki battaniye yerle buluştu. Kaşlarını çatıp yüzüme baktı şüpheyle. "Üzerimi değiştirmeye," dedi. Sonra tek kaşı havaya kalktı ve yüzü alaycı bir ifadeye büründü. "İstersen sende gelebilirsin." Söyledikleri utanmama neden olurken bunu gizlemeye çalışarak battaniyeyi aldım ve eski yerime oturdum.

"İstemez."

Odadan dışarı çıktı ve beni yanan şöminenin sıcaklığında yalnız bıraktı. Duvardaki ağaçtan yapılmış saate baktım, sabahın üçüne geliyordu. Soğuktan uyanmadan önce derin bir uyku çekmiştim ve kendimi dinlenmiş hissediyordum. Ancak yine de gecenin getirdiği bir mahmurluk vardı üzerimde. Yanan odun ateşinin beni daha iyi ısıtabilmesi için battaniyeyi karnıma kadar indirdim ve başımı koltuğa yaslayarak tavanı seyrettim bir süre.

Ne kadar zaman sonra bilmiyorum ama odanın kapısı açıldı, Lider üzerinde gri bir eşofman ve siyah uzun kollu bir tişörtle içeri girdi. Tişörtünden görünen köprücük kemiği o kadar güzel görünüyordu ki bir süre gözlerimi orasından almakta zorlandım.

Benimle göz teması kurmadan şömineden ve benden uzakta olan çift kişilik koltuğa uzandı. Bir kolunu başının arkasına yerleştirdikten sonra gözlerini kapattı. Yorgun görünüyordu. Sanki uzun bir vadiyi sonuna kadar koşmuş da bir sonuca ulaşamamış gibiydi.

Uzun bir süre onu izlemiş olmalıyım ki o da bunu hissetti ve "Beni izlemekten hoşlanıyorsun sanırım," dedi. Gözlerini hafif aralamıştı ve kirpiklerinin içinden bana bakıyordu.

Hemen kendime gelerek yerimde kıpraştım. "Ne?" dedim panik ve yaşadığım paniğin gerisinden gelen utangaçlıkla. "Alakası yok."

Yüzünde soğuk bir alaycılık ve kendini beğenmişlik belirdi. Suratındaki o ifadeyi görünce onu bir kaşık suda boğmak geldi içimden. Belki de boğmalıydım. Yerinden kalkıp bana doğru yürüdü.

Tüm vücudum gerilmişti. Gözleri hala bendeyken yanımdaki şömineye geldi ve iki tane kalın kütük alıp kırmızı alevlerin içine attı. Sonra doğrulup koltuğun iki yanından destek alarak üzerime doğru eğildi. Yüzü yüzüme o kadar yakındı ki gözlerinin içinden kendi yüzümü görebiliyordum. Kokusu burun deliklerimden içeri sızdı ve sanki beni alıp götürmek istermiş gibi ruhuma huzur aşıladı.

"Uslu durmayı öğrenmen gerekiyor, Zaya," diye fısıldadı. Yüzü ifadesizdi, onu o an tanımlayacak kelime bulamıyordum. Sanki zift karasına bulanmıştı da ruhunun ardındakileri örtmüştü. Ne demek istediğini düşününce son birkaç gündür ona başkaldırmamdan bahsettiğini anladım.

Tam dudaklarımı aralamış ona tekrar karşı çıkacakken işaret parmağını dudaklarıma bastırıp "Şşş!" dedi. Fazla yakındı ve bu yakınlık beni alabora ediyordu. Parmağının sert derisi dudaklarımı gıdıkladı. Bu hareketi beklemiyordum ve şuan karşısında o kadar savunmasızdım ki ne yapmam gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Gözlerimi okuyabiliyor muydu emin değildim ama eğer görüyorsa yaşadığım saf korkunun izlerini hissedebilirdi.

Gözlerinin karası biraz daha koyulaşırken, ondan bir nebze de olsa uzaklaşmak için kafamı koltuğa yasladım. "Tam olarak bundan bahsediyorum," dedi.

Kaşlarımı çattım.

Dudaklarımın üzerindeki parmağı oynadı.

Ve bu hareketiyle dudaklarımı yalama isteğimi bastıramayıp dilimi dışarı çıkarttım. Apma dilime değen parmağının sert dokusu gözlerimi şaşkınlıkla sonuna kadar açmama neden oldu.

Lider gözlerini kıstı ve oynayan adem elmasından yutkunduğunu anladım. İkimizde şaşkındık ancak ben daha çok utanmıştım. Derin bir nefes çekti içine ve üzerimden doğrulurken kendi kendine mırıldandı.

"Uslu durmayı sana acilen öğretmem gerekiyor." Arkasını dönüp camdan dışarıyı izlemeye başladı.

Kaşlarımı çattım ve üste çıkmak için sinirle bağırdım. "Ben usluyum zaten."

Kafasını bana çevirdi. "Tırnaklarını bana gelince çıkartıyorsun o zaman."

"Çünkü beni sinir ediyorsun," dedim ve koltuktan kalktım. "Bana doğru düzgün açıklama bile yapmıyorsun."

Sustu. Yüzü dışarıya bakıyordu ve ellerini eşofmanının ceplerine sokmuştu. İçimi basan karanlık duygular tekrar gün yüzüne çıktı. Bazı şeyleri unutmak için onlara zaman tanımaya çalışıyordum ama ne yazık ki bu adamın yanında işler istediğim gibi gitmiyordu. Karanlığın kendisi yanı başımdayken onu görmezden gelmeye çalışmak beni fazlasıyla yıpratıyordu.

"Sus!" dedim bağırırken. "Hep sus zaten. Ben burada ailem..."

Gözlerinden ateşler çıktı ve bana döndü. "Ne öğrenmek istiyorsun?" dedi avazı çıktığı kadar bağırıp üstüme doğru yürürken. "Annenle babanın ne için öldürüleceğini mi?" Üzerime yürümeye devam ederken geriye doğru adımladım bende. Sözleri beni hazırlıksız yakaladı ve uzun bir süre bocalamama neden oldu.
"Yoksa seni öldürmek için dışarda bekleyen onlarca adamın seni nasıl öldüreceğini mi merak ediyorsun?" Sırtım duvara çarptı ve ikimizde durmak zorunda kaldık. Söyledikleri yeterince canımı yakmıştı zaten, bir de üstüne yüzündeki acımasız maskesini görünce bir an tüm taşlarımın yıkılacağını hissettim.

Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmaya başlayınca dudaklarımdan kaçan hıçkırığı durduramadım. "Ne oldu Zaya, bunları öğrenmek istemiyor musun?" dedi. Dudaklarında keyiften uzak bir gülüş belirdi ve bana acıyan gözlerle bakmaya başladı. Söyleyecek tek kelime bulamıyordum. Bu hali beni yeterince korkutmaya yetiyordu, bir de bana böyle bakınca gözyaşları içindeki yüzümü yere eğdim.

Parmakları sertçe çenemi kavradı ve beni gözlerinin içine bakmaya zorladı. "Sen benimlesin ve ben ne dersem onu yapmak zorundasın." Ruhumun duvarları, içimde kırılan bir şeylerle paramparça oldu. "Tabi eğer yaşamak istiyorsan," diye fısıldadı kelimelerin oklarını kalbimin tam ortasına saplarken. Gözlerinde gördüğüm acımasızlık beni yerle bir etmişti ve canım hiç olmadığı kadar yanıyordu.

Lider benim için bir hiçti. Fakat benim için hiç olan birinin beni bu denli yıkıma uğratması ne kadar doğruydu emin olamıyordum. Nefret ve kırgınlık arasındaki çizgiyi ayırt edemiyordum. Ondan nefret etmek istiyordum ama ruhum ısrarla ona kırılıyordu.

Derinlerimde bir yerler, müthiş bir korku yarattı kendi içinde. Öyle ki bu korku gözlerimdeki ışığın sönmesine neden oldu. "Senden nefret ediyorum," dedim kırılmış tarafımı gözardı edip. Bunu söylerken hiçbir şey düşünmüyordum. Sanki kelimeler ve düşünceler beni terk etmişlerdi.

Gözlerime beni daha fazla kırmak istermiş gibi baktı. Ondan nefret etmem onun umurunda değildi ve bunu bana öyle güzel hissettiriyordu ki tekrar duvarlarımın ardına gizlendim.

Bir şey söylemesine fırsat vermeden, canını yakmak istercesine avuç içlerimle göğsünü ittim. Göğsü sarsıldı ama hala onunla duvar arasındaydım. Bu defa kırılmış tarafımla daha güçlü ittim onu. Çekildi üzerimden ve birkaç adım geriledi.

"Evime gideceğim," dedim gözyaşlarımı silerken. "Senin yanında kalmaktansa ölümü seçiyorum." Kısacık bir an sular çekildi, gök gürledi, ateş söndü ve tüm insanlık varlığını yitirdi. Cehennemin ortasında cayır cayır yanarmışçasına kavruldu tüm bendenler. Ve ben onun gözlerinde gördüğüm umursamazlıkla içimdeki suları serbest bırakıp ateşi tekrar harladım.
Tekrar hatırlattım kendime, o benim için bir hiçti. Onun yanımdaki varlığı yokluğu kadar değersizdi.

Yanından geçip gidecekken kolumdan tuttu. Tutuşu yumuşak ama ısrarcıydı. Başımı kaldırıp gözlerine baktım. Kaşları çatık, çenesini sıkıydı. Biraz önceki umursamazlığının tersine şimdi öfkelenmişti. "Hiçbir yere gitmiyorsun."

"Gidiyorum," dedim kolumu parmakları arasından kurtarmaya çalışırken. Onu artık dinlemek istemiyordum. Bana bir oyuncak gibi davranmasından sıkılmış, fazla bile dayanmıştım. Ondan kurtulmaya devam ederken öfkeyle bedenimi sarstı ve beni çekip vücuduna yapıştırdı. Ondan yayılan ısı ve koku bir an usulca yağan ilkbahar yağmurunda yürüyormuşum gibi hissettirdi bana.

"Babana bir söz verdim Zaya... Seni koruyacağıma dair." Öfkeyle tısladı. "Ama sen çocukluk yapıp işimi zorlaştırıyorsun."

Ona onun bana baktığı gibi baktım. "Beni korumana ihtiyacım yok, anladın mı beni!" Koyu gözlerinin en derinlerine baktım. "Sen git kendini koru, piç kurusu." Son söylediğime kendim bile inanamadım. Ağzımdan hangi ara böyle bir küfür çıktı emin değildim, emin olduğum tek bir şey vardı o da Lider!in oldukça sinirlendiğiydi. Yine de havadaki burnumu yere indirmedim ve ona dik dik bakmaya devam ettim.

"Seni şuracıkta öldürmemem için bana tek bir neden söyle," dedi burun delikleri aldığı nefesle genişlerken. Göğsü hissettiği öfkeden hızla inip kalkıyor ve göğsüme değiyordu. Eli ise kolumu sıkmaya başlamıştı.

"Piç... kurusu," dedim bastıra bastıra. Boştaki eli sertçe çeneme gitti ve canımı acıtmayacak kadar sıkmaya başladı. Gözlerinde gördüğüm karanlık beni korkutuyordu ama yine de dik başlılığımdan ödün vermedim. "Bir daha," dedi. "Ağzından küfür duyarsam o sivri dilini koparırım." Ona nefretle baktım. Bana beni öldürmek ister gibi bakıyordu ve eminim ki babama verdiği söz olmasaydı beni şuracıkta öldürmüştü.
Ona cevap vermediğimi görünce elini çenemden indirdi. O sırada cebindeki telefonu çalmaya başlamıştı. Kolumu da bıraktı ve son kez gözlerimin içine bakıp telefonu çıkarıp cevapladı.

Yorgunlukla şöminenin hemen önüne çöktüm ve bağdaş kurarak yanan ateşi izlemeye başladım. Gitmek istiyordum ama gidemeyeceğimi çok iyi biliyordum. Beni bırakmazdı ve bu gerçek yeterince canımı sıkıyordu. Lider kısa bir süre telefonla konuştuktan sonra, "Yarın için mekanı hazırlayın," dedi ve kapattı telefonu.
Hiç ona bakmadım, arkamdaydı ve ne yaptığını bilmiyordum.

Ateşin sıcaklığı derimi geriyordu. Yanan kızıl alevler ise sanki ruhumu okşuyordu. Bir süre sonra Lider'in sesi doldu kulaklarıma. "Yat uyu, yarın işimiz var seninle." Fırtına sonrası oluşan sessizliğe kapılıp ruhumun yarattığı duvarların bir köşesine sinmiş olan benliğim, onun söylediklerini duymadı bile. Sadece ateşi izlemem gerektiğini fısıldadı kulağıma. İlerde, içinde günahlarımla beraber yanacak olan bana, cehennemin bir parçasını izletiyordu.

Kısa bir süre sonra kapının sesi geldi ve Lider odayı terk etti. Beni yalnızlığımla başbaşa bıraktı ve çekip gitti. Öylece...

*

Sabaha tenimi yakan sıcaklıkla uyandım. Ter içinde kalmıştım ve o kadar yapış yapış hissediyordum ki bir an kendimden tiksindim. Dün gecenin lahzaları hafızama dolarken içimdeki huzursuzluk tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Lider'le olan tartışmamız, ona ettiğim küfürler ve onun gözlerindeki umursamazlık sanki bir hançer gibi bedenime saplandı.

O gittikten sonra şöminenin önünde uzun bir süre düşünmüştüm. Fakat o kadar yorulmuş ve usanmıştım ki artık ruhumla baş başa kalmak istemiyordum. Bana verdiği korku ve hayal kırıklığı nefesimi kesiyordu. O yüzden bir süre ateşi izlemiş ve altımdaki yumuşak halıya kıvrılıp uyumuştum. Fakat şimdi, odadaki kanepenin üzerinde, üstümde kalın bir battaniyeyleydim. Beni buraya onun taşıdığını biliyordum çünkü ondan ve benden başka kimse yoktu evde. Bana kaba davrandıktan sonra beni yerde uyutmaması gözlerimi yaşartmıştı gerçekten. 

Şömineye kaydı gözüm, alevler hala kızıllığını koruyordu. Yerimden kalktım ve duvardaki saate baktım, öğleden sonra ikiye geliyordu. Evde, hala dün geceki gibi huzursuz bir sessizlik hakimdi. Yerimden kalktım ve battaniyeyi katlayıp kanepenin üzerine bıraktıktan sonra odadan çıktım. Dün geceki soğuk evden eser yoktu, ısıtıcıları tamir ettirmiş olmalıydı.

Merdivenlerden inerken Lider'in telefondan biriyle konuştuğunu duydum. Sesi salondan geliyordu. Oldukça gergin ve öfkeli olduğunu hissettim.

"Olmaz," diye bastırarak söylediği kelimeler kulaklarıma doldu. Onu bu denli öfkelendiren şeyin ne olduğunu anlamak için bir süre daha merdivenlerde durup sesini dinledim.

"Zaya'nın kurye olmasının bu durumu değiştireceğini mi düşünüyorsun?" diye sordu karşı tarafa. Kaşlarım adımı duymamla derinden çatılırken kafamda biriken soru işaretlerini göz ardı etmeye çalıştım.

Karşı tarafı dinledi bir süre, ayak seslerinden odayı turladığını anlıyordum. Neyden bahsettiğine dair kabaran merakım içimi kemirmeye başlamıştı ve ben sabırsızlıkla Lider'in dudaklarından çıkacak kelimeleri bekliyordum.

"Akın," dedi Lider uyarırcasına. "Zaya'nın kurye olması, anne ve babasına bir fayda sağlamayacak. Anladın mı beni?" Duyduklarım gözlerimi sonuna kadar açamama neden oldu. Anne ve babama benim kurye olmama bir fayda mı sağlayacaktı? Peki, ama Lider neden bunun tam tersini söylüyordu? Şaşkınlık tüm bedenimi etkisi altına alırken ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Durdum ve Lider'in konuşmasını bitirmesini bekledim. "Bunu ona söylemeyeceksin." 

Sözlerinden sonra oluşan dipsiz sessizlikle telefonu kapattığını anladım. Daha fazla cevaba ihtiyacım vardı, ama bu cevapları bana Lider'in vermeyeceğini biliyordum. Belki de Akın'dan öğrenmeliydim. O bana istediğimi verebilirdi.

Bu konu hakkında mantıklı düşünecek ve istediğimi öğrenecektim. Kendimi kaybederek bir şeye ulaşabildiğim yoktu ve bu bana boşa kürek çekiyormuşum hissi veriyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve merdivenleri inip salona geçtim.

Lider elinde tuttuğu içki bardağıyla koltukta oturmuş ve camdan dışarıyı seyrediyordu. Beni görünce uçsuz bir karanlığı andıran gözleri uzun bir süre yüzümde gezindi. Öyle ki bu biraz daha devam etseydi, aynaya bakmadığım yüzümde bir şey olduğunu düşünecektim. Nihayet gözlerini elindeki bardağa çevirdi ve içkisini tek bir dikişte kafasına dikip bardağı önündeki sehpaya bıraktı. Sonra tekrar cama döndü ve "Hazırlan, akşam gitmemiz gereken bir yer var," dedi.

***

MERHABALARRR

Nasılsınız bakalım? 

Bölüm nasıldı?

Sizce Lider neyden bahsediyordu? Zaya'nın kurye olması anne ve babasına ne gibi bir fayda sağlayacak?

Vee sizce bir sonraki bölümde neler olacak?

Umarım bölümü beğenmişsinidir. 

Beğenmeyi ve bolca yorum yapmayı unutmayın. Sizin o güzel yorularınız benim ilham kaynağım oluyor da ljbgkjbgkbk

Seviyorum hepinizi, bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Kişisel istagram adresim : tubatrhan

Nimbus: Sadece Bir Oyundu istagram adresi : nimbussboffical

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 80.9K 39
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
61.1K 3.5K 31
Ben İpar Gök, İpar yüksek dağların kar tutmayan yerlerinde yetişen bir çiçekti. İsmimi babam koymuştu, annemle karşılaştıkları ilk gün ona İpar hatun...
223K 11.7K 44
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.
1.7M 49.7K 87
sse-sen uzak dur benden!! "Benden kaçışın yok" diyerek adamlarını üzerime saldı..