KÜRT KIZI ~ İki Dil Bir Sevda

Door yamuk_prenses07

41.2K 5.9K 9.6K

Hayatı boyunca hiç sevilmeyen birine 'seni seviyorum' demişti biri. Çok masum gibi görünen bu cümle ancak bu... Meer

Tanıtım
De here looo
Anne kokusu
Evleniyorum ( dur yavaş )
Canım ben Viyan Sönmez!!
Yolculuk başlasın!!!
GeBEriYOruM!!
Mem u Zin
Pirensimi buldum😎😎
Karakter tanıtımı
😍1K😍
By meteor
Bilinmezlik
Kör şehirler...
Ben ANNEMİ özledim
İLK KAVGA
Tu Evîn
1 NUMARADAYIZ 🙈
Gerçeğim
Yıkılımlar
Beklenmedik Misafir
Ben Katil Değilim!
Ay ve Güneş
Senden Nefret Ediyorum!
Prangalar
Zaten kırılmış bir kızsın
Ateş Böceği
Gitme Kadın!
Masal prensesi
Kanadım Ol!
Kaçarsan öldürürüm demiştim!

Özgür Yaşamlar Dilerim!

353 14 166
Door yamuk_prenses07








Küçük bir bildiri: Karantinada sıkılıp yeni bir şarkı keşffettim ve şarkının kitabımıza uyuşu çok hoşuma gitti ve bir delilik yapıp tanıtım vidyosu yaptım. Yukarda izlemeden geçmemenizi lütfediyorum. Bide beğenip fikrinizi yorumlarda belirtirseniz çok mesut olurum.😂❤)

Dip not: yazar yoğun bir bunalımdan çıktıktan sonra yazmaya tekrar devam etmiştir. :))
Bölümün ilk kulaç atma zamanları:




××××××××××××××××××

Bakma hepimizin özgür durduğuna, başka yüreklerde mahkumuz vesselam.

İki Dil Bir Sevda.

________________________________







Yaşamlar diyorum, ne kadar da zor. Umutlar, yarınlar ve özgürlükler ne kadar da kısa. Ne kadar da umutsuz. Ne kadar da ucuz şu 'can' dedikleri. Vâr olsun sevdiğinden bir kurşunla canını feda edenler, vâr olsun umutları yoluna canından vazgeçenler.


***


Daha önce böyle hissetmemiştim. İçinde bir kurşun taşımak ne demek bilmiyorum. Hissediyorum sadece... Acıyı tam içimde hissedebiliyorum. Kurşunun bedenime dağıttığı acıya teslim oluyordum yavaş yavaş. İçimde akan sıcaklığı hissedebiliyorum. Bir damarın kopuşunu hissediyorum. Bir kurşuna yenildiğimi kabullenebiliyorum artık.


Kapatmaya direndiğim gözlerim Teğmen'e denk geldi. Olağan üstü rahat tavırları beni çileden çıkartırken, ölmek üzere olduğum bedenim; yeni günahlara kucak açamayacak kadar bitkindi. Burda Viyan Dilek Sönmez gibi asil bir insan ölmek üzereydi ve o, Cellat Teğmen'in yaptığı tek şey seyretmekti.


Gökyüzünü usulca seyretmekle yetindim. Fazla acıydı. Birdaha göremeyecek olana son defa bakmak acıydı. Umut etmek acıydı. Her şey çok fazla acıydı. Halbuki ne umutlarla yaşamaya yeltenmiştim. Ne umutlarla kabullenmiştim yenilgiyi.



Gözümü alan güneşi kapatan Gökhan'a baktım. Endişeli yüzü beni çok değerli hissettirmişti. Sol göğsümdeki acı yavaş yavaş geçiyordu ve bu beni çok korkutuyordu. Ölüme gitmek bu kadar korkunç olmamalıydı.

" Vurdun mu kızı?"

Gökhan'ın sorduğu soruya göz devirdim. Yerde bir seksen yatan birine bunu söylemek... Aptallıktı malesef!


" Kör müsün? Vuruldum işte! " diye uzandığım yerden çemkirdim.


" Benim sınırlarımı ikinizde çok zorluyorsunuz. Beni delirtmekten vazgeçin! " Diyen Teğmen'e göz devirdim. Ölmek üzere olduğumu hatırlayıp, lafımı esirgemedim.


" Şu Cellata ölmek üzere olan birini bu kadar sinirlendirmeyip, hayır duasını esirgememesini, benide gerizekalı yerine koymaktan vazgeçmesini söyler misin? Burda ölmek üzereyim ve sizin lanet olası sesiniz ve konuşmalarınız ölmeme engel oluyor. Rica etsem susar mısınız?"


Çalıların arasında bir ceset gibi uzanmış ölümü beklemek kolay değildi.



Küçük bir sessizliğin ardından gelen kıkırdama beni daha da dellendirmişti.

Neden hâlâ ölmedim acaba?

Derin bir nefes sesinden sonra Oğuzun sesini tekrar duydum.

"Şu gerizekalıya söyler misin, bana Cellat deme cesaretini nerden buluyor?"

Sessizce susmayı yeltendim. Diğer dünyaya kavgalı gitmeye mecalim yoktu. Tekrar sesini duymamla kaşlarımı çattım.


" Ben gerizekalı değilim!"

Gerçekten merak ediyorum ölmek bu kadar zor mu?

" Evet gerizekalısın. Üstündeki çelik yeleği farketmeyecek kadar gerizekalısın! "


Duyduğum şeyle bir süre şok içerisinde sustum ta ki onun sesini tekrar duyana kadar.

" Ben gidiyorum, ikinizde aklınızı başınıza almayana kadar yanıma gelmeyin!"



Ayaklarıyla ormandaki bütün çalılığın anasını ağlatırken yapabildim tek şey onu seyretmekti.
Bana gerizekalı demişti! Ölüm döşeğinde olmazsam ona çoktan haddini bildirirdim de.


Gökhan'ın sesiyle soluma döndüm.


" Biran seni vurdu sandım. Yeleği giydiğini nerden biliyordu?" Dedi beni yerden kaldırırken.


" Bilmiyordu, beni gerçekten vurdu. " Göğsümün hemen üstünde  ceketime takılan kurşunu çıkardım.

" İlk kurşunun değildi sanırım?"

" Değildi!" Diye sitem ettim.

" İlk kurşunu onu kurtarırken yemiştim ama o, gözünü kırpmadan vurdu beni!"


Kaşlarını düşünüyormuş edasıyla çattı.

" Sen onu kurtardıktan sonra sana çok fazla törelans gösterdi takii  bu ana kadar. Farkındasın değil mi?"


Üstümdeki tozları temizleyip, teğmenin gittiği yoldan yürümeye başladım. Ölümü hakedecek kadar büyük bir suç işledim mi bilemiyorum ama suçluydum. Bunu kabul edebiliyordum. 





                        ***

Günlerdir uğramadığım nezaretin o tozlu ve soğuk yerine baktım. Ardımdan çekilen kilitlere, kapanan kapılara...  Duvarın kenarına oturup, dizlerimi kendime çektim. Bana nefretle bakan askerden saklamaya çalışıyordum dolan gözlerimi. Adım attığım her yol hüsranla bitiyor, umut ettiğim her şey yakıp, kül ediyordu beni. Soğuk duvarlar, soğuk insanlarla dolu olan bu koca dünyaya sığmıyordu küçük bedenim.
Hayatımda aldığım bütün kararlar nefretle yüzüme çarparken, yakında olucak mahkemeyi bekliyordum. Yanlış bir insanla çıktığım bu yol; artık sondu ve ben bu yol da tükenicek tek kişiydim. Yalnızdım. İşte bu çok acıydı!
Koskoca mazili bir ömrün iki duvar arasında yok oluşumu hayal ettim. Yanılıyordum belki. Belki tek gayem her şeyden uzak yaptığım bütün hataların bedelini çekmekti. Her geçen saniyede kendimi hazırlıyordum gideceğim yere ama suçsuz ve hiçbir şeyden habersiz oluşum engelliyordu bütün planlarımı.


Açılan kilit sesiyle beraber, bütün dikkatimi gelen kişiye çevirdim. Elindeki tepsiyi açık bir alandan bana doğru ittirdi. Şişen gözlerimi üstünden çekerek, nemden harap olmuş duvara çevirdim. Hayatta hiçbir amacı olmadan yaşamak berbat hissettiriyordu. Aldığım nefeslerin, konuştuğum sözlerin ve döktüğüm yaşların hiçbir anlamı yoktu. Ölümden başka hiçbir şey bu kadar tatlı gelmiyordu artık bana. Üstümdeki bakışları beni rahatsız ederken başımı ona doğru çevirdim. Gözlerindeki nefretle birden irkildim. Yaslandığım soğuk duvara daha da sokuldum. Askerin gitmeyip, hâla beklemesiyle bende ona bakmaya başladım. Sanırım burda gerçek tutuklu olduğum biliniyordu artık. Zira karşımdaki askerin bu nefret dolu bakışlarının  başka açıklaması yoktu maalesef. Kapıyı hızla çarpıp giderken birkaç mırıltı duymuştum kendisinden.


Ellerimi saçlarıma koyup bir süre cenin pozisyonunda durdum. Ne kadar sürdü bilmiyorum. Bir saat iki saat belki de tüm gece. Zaman çok acı olduğunu ve durduğuna ilk kez şahit olmuştum. Komada gibiydim. Koridordaki ayak sesleri kesilmiş, nöbetçi askerin elleriyle masaya vurduğu ritim sesleri kesilmişti.  Uykuda gibiydim ama gözlerim açıktı. İnsan uyurken gözleri açık kalır mıydı hiç? Ya da ölürken! İnsan öldüğünü anlar mıydı? İşte asıl sorum buydu. Kalp atışlarımı, kanımın damarlarda dolaştığını hatta bileğimde gözle görülecek şekilde hızla atan nabzımı farkedebiliyordum.

        

                      ***


"Günaydın!"

" Viyan iyi misin?"

Kurumuş boğazımla zor da olsa ' evet' dedim. Ama sesim biraz  mırıltı gibi çıkmıştı. Soğuk zeminden dolayı vücuduma kramplar girmişti. Doğrulurken zorluk çektiğimi anlayan Gökhan yavaşça yerden kaldırdı beni.

" İyi misin?" Başımı onaylar biçimde salladım.
" istersen revire uğrayalım!" Yerdeki tepsiden suyu alıp bir yudumda içtim. Boş mideme zehir gibi inen suyu kusmamak için elimden geleni yaptım. 

" Hayır gerek yok ama lavaboya gidebilir miyim?"

Başını onaylar biçimde salladı. " Tabii. Gel benimle lütfen. Yürüyebilirsin değil mi?"  Konuşmaya mecalim yoktu dünden sonra biraz sessizleşmiş içime kapanmıştım. Sanırım utanıyordum. Buraya gelme sebebim, yaptıklarım, kaçma çabalarım ve tabi salak yerine konuluşum... Bunlar çok acıydı ve sanırım en çokta kendimden utanıyordum.

Aynada kendi yansımama bakarken bir hıçkırık koptu boğazımdan. Şişmiş ve morarmış gözlerim, yara izleriyle dolu yüzüm ve tabi birbirine karışmış saç tellerim. Duvara doğru diz çöktüm artık gitmek istiyordum. Evimi ve ailemi çok özlemiştim.
Bir müddet duvar kenarında oturup ağladım. Sanki bütün duygularım cımbızla tek tek alınmış gibiydi. Ağlıyordum ama sebep bulamıyordum. Durmadan hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Bütün yaralarımı iyleştireceğini umuyordum. Düşündüğüm tek şey canıma kıymaktı. Kalbimi yerinden sökmek istiyordum. Ya da bir iple, bana kan kusturan nefesimi kesmek! Ama bunu yapıcak bir cesaretim bile yoktu. Elimden gelse magmanın en derinine gömerdim kendimi.


" Viyan Dilek Sönmez!" Dedi kapıdaki nöbetçi asker. " Avukatınız sizi bekliyor. " başımı onaylar biçimde salladım. Yüzüme dökülen saçlarımı bileğimdeki tokayla toplayıp, askeri takip ettim. Daha önce geldiğim sorgu odasındaki her şey aynıydı. Aynı donukluk ve soğukluk mevcuttu. Bu beni biraz korkutmuştu. Burdaki ilk günüm ve çaresizliğim, babamın beni terketmesi her şey aklımdaydı. Bazen konuşmaları unutuyorum sonra biraz düşününce an bi an bütün diyaloklar geliyordu gözümün önüne. Susuyorum ve biraz  daha utanıyorum.

" Merhaba Viyan Hanım. Ben avukat Timur Acar."Avukatın uzattığı eli sıktım. Merhaba gibi bir şeyler mırıldandım. Nedense artık iyi hissetmiyordum, mide bulantılarım, bitmeyen migren ağrısı ve sayısızca ağlama krizleri artık beni iyice delirtip, içime hapsetti diyebilirim. Küçükken mahallemizde kendi kendine konuşan bir abla vardı. İyi huyları vardı ama bazen biz çocuklara korku salabiliyordu. Onu her gördüğümüz sokaklarda korkudan koşturur sağa sola saklanırdık. Her sokağa çıktığımızda bir ritüel haline gelen bu oyun onun birgün o evden çıkmamasıyla son bulmuştu. Evlerinin önünde yüzden fazla insanın birikmesiyle herkes anlamıştı bu dünyadan göçüp gittiğini. Geçen yıl mahalemizdeki arkadaşımla karşılaştığımızda konuştuklarımız arasında elbette bu ablamız vardı. Çocuklarını ve eşini bir yangında kaybettiği için insanlara tepkiliydi. Bu tepkisi sinir ve küfüre dönüşüyor, suçlayan parmağı hep bizlerin üstündeydi. Onun gibi her yerde bağırabilir miydim, insanlardan nefret edip kan kusturabilir miydim? Cevabını bilmediğim binlerce soru vardı. Bu sorular arasında beynimi tırmalayan tek bir soru vardı. Yaşamayı başarabilir miydim?


Avukatın konuştuğu  hiçbir şey kalmamıştı aklımda. Arada suçluymuşum gibi yaptığı imalara sert bir şekilde verdiğim yanıtlarla beni suçlamak yerine savunulmam için yapacaklarını anlatıyor ve beni tekrar dizginliyordu.



Avukatın çokta umut dolu konuşmalarının olmaması beni korkutuyordu. Daha bir kaç gün önce yaşadığım hayatla şimdi bulunduğum konum arasında kocaman dağları sığdırabileceğim kadar farklar vardı. Daha önce burdan kaçışım, yakalanışım ve yaptığım hakaretler çokta işime yaramayan suçsuz da olsam bana ters düşen hareketlerdi. Başımı duvara yasladım. Gözlerimi kapatıp burdan ayrıldığımı, evimde koltukta uzanmış bir şekilde hayal ettim. Ağbilerim aralarında tartışıyor. Zinar'ın çapkınlıklarına sinirleniyor Arda ağbim. Jiyan'ın bozduğu gitara sitem ediyor Azat ağbim. Koltukta yaşanılanlara güldüğüm için bağırıyor bana babam. Bize sitem ederken kırdığı vazo yüzünden Ayşe teyzeden azar işitiyor, umursamıyor ve bizi susturmayı başarıyor. Hep başarırdı. Yanımızdaydı ve bunu hep başarırdı. Bazen sinirli bazen sevecen. Ama babaydı. Yanımızdaydı. Bu günde babamdı.  Ama yoktu.

           ***

" Sayın Müvekkilim Viyan Dilek Sönmezin suçsuz olduğunu, suçunun doğruluğuyla ilgili herhangi bir kanıta varılmadığı, Ali Kemal ve oğlu Evren Koçyiğitle sadece duygusal bir bağının olup, asla kurdukları bu kumpasla alakası yoktur. Bu öne sürülen gerekçede kendisinin bir suçu olmadığı ve bu yüzden kendisin tutuksuz yargılanmasını arz ederim.

Solumda konuşan avukatımın bu söyledikleri gerçekti ama o bunu sadece görevi olduğu için yapıyordu. Benden şüphelenlerden biri de oydu. Mahkemeye girmeden beni köşeye sıkıştırmış itiraf edebileceğim bir şeylerin olup olmadığını dahi sormuştu.

" Timur Bey!"

Dedi sesi tok ve bir o kadar da sert çıkan savcı:

" Müvekkilinizin bu konuyla bir alakası olmadığını söylüyorsunuz ama elimizde, silahların bulunduğu mekanlara, alışverişin kesinleştiği otelde bile kaydı var. Bütün bunların ardında; bunları bilen, alışverişten bir haber olan yine kendisi!"

Tekrar hakime döndü:

" Konu sadece bulunduğu yer veya bu işin içinde olanlarla iletişimi değil sayın hakim. Onlarla yaptığı iş birliği ve bunun hakkında, şüphelinin sadece sessiz kalması düşündürücü.
Suçu işlemiş ya da suça karşıma ihtimalini göz önünde bulundurarak şüphelinin tutuklu yargılanmasını talep ediyorum!"




Arada yüzüme alaycı ve bir o kadar da suçlayıcı bakışların ardından avukatım tekrar söze girdi:


" Bütün bunlar, bahsettiğim duyusal bağın bir parçasıdır sayın savcım. Müvekkilimin silahlarla ya da alışverişle doğrudan bir teması kesinlikle yoktur. Bu konunun açığa kavuşması için yeterli deliller ve tanıklar sunduk size. Ayrıca Müvekkilimim susması suçu kabul ettiğinden değil, hakkında yapılan suçlamanın yersiz oluşu ve bu suçlamanın bir parçası olmadığındandır sayın savcım!"


Gözlerimi beni içeri tıkmak için and içmiş savcıya kaydı. Gözlerini biran olsun avukatımdan ayırmıyordu.

" Evet bu delliler arasında elbette aleyhinize olanlar da var. Sanığın onlarla olan doğrudan teması. Basit bir evlilik fikri ve binlerce yakalanan silahlar... Pekii, bu deliller ve oluşan çatışmaya tanık olmuş halk, Bunları nasıl açıklıyorsunuz ?"

" Olanların bir komplo olduğunu ve bu komploda müvekkilimin sadece piyon olarak kullanıldığını, bu olaylarla bir ilgisinin olmadığını ve tabi tutuku kalmasına da bir sebep bulmuyorum açıkçası. Sayın Hakim, müvekkilimin tutuksuz yargılanmasını talep ediyorum!"


Geçen mahkemenin sonunda ellerime bir kelepçe takılp, cezaevine gidebileceğimin hayalini kurmaktan vazgeçmiyordum. Bir tanesinde kendimi yere atıp, oraya gitmek istemediğimi haykırıyordum. Bir tanesinde bileklerimden tutup, götürüyorlardı beni oraya. Kurduğum hayallerin en sonunda kabul ederek, bütün ailemin yanından sessizce kabullenip gidiyordum. Hayat garipti. Olanlar garipti ama beklediğim olmadı. Sürüklenerek götürülmedim ya da sessizce kabullenmedim. Çünkü artık özgürdüm!

Gözlerim sevinçten doluyor, kalbim deli gibi atıyordu. Başarmıştım. Artık herkes suçsuz olduğumu biliyordu. Yere çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum ama bunun olmaması için elimden geleni yaptım. Mutluluktan dizlerim tutmuyor her an düşecekmiş gibi oluyordum. Gözümdeki mutluluk gözyaşlarına engel olamıyordum tabi. Kahkaha eşliğinde ağlıyordum. Yaşadığım bir haftalık kabus bitiyordu. Koridordan bana doğru gelen babama sarılmak istedim ama vereceği tepki beni korkutuyordu. Yanına yaklaşmadan olduğum yerde durup bekledim. Beni sarmaladı. Başıma onlarda öpücük kondurdu. Özlediğim bu kucaklaşma, hıçkıra hıçkıra ağlamama vesile oldu. Bütün yaşadıklarımı haykırmak istiyordum. Kırgınlığımı bütün dünyaya duyurmak istiyordum. Nefesim kesilene kadar ağladım. Boğazımda kalan son hıçkırıklarla beraber arabaya binip, son olucak işlemler için tekrar o cehenneme geri döndük.

Son evrakları imzalayan Teğmen'e baktım. Hemen karşımda oturuyordu. Yüzümde sürekli aptal bir gülümseme vardı onu söndüremiyordum.
   Bu odaya ilk geldiğim günün her saniyesi işlemişti beynime. Teğmeni kurtarmam, kocaman bir yalana ortak olmam ve  tabi gelinliğimle ortada kalmam...
Şimdi hayatım nasıl olucak, ne yapacığım? Gibi kocaman sorular dönüyordu kafamda.

" Merhaba Viyan!"

Başımı daldığım pencereden kapıya çevirdim. Yüzünde içten gülümsemeyle Gökhan'ı görünce bende karşılık tebessüm ettim.

" Merhaba" Gülümsedim.

" Çok güzel haberler aldım, geçmiş olsun." Yüzündeki tebessüm hala duruyordu. Beni o uçurum kenarından aldığı günü hatırlıyorum. Benden daha fazla güvenmişti bana.

Elinde kağıdıyla dışarı çıkan teğmenin rahatlığıyla ona yaklaştım.

" Senin sayendeydi. Nerden biliyordun?"

Düşünceli bir şekilde bana baktı.

" Ben bile kendime güvenmiyordum. Kafamdaki sesler katilsin diye avaz avaz bağırırken, o sesi susturmak istemiştim. Yanlış bir yoldu ve sayende doğru yolu buldum. Gidiyorum."

" Ne dememi bekliyorsun, oturup ağlıyayım mı?"
Kahkahası bütün odaya yayılırken, tekrar bana döndü. Yüzü ciddileşti. Gözlerindeki merhameti okuyabiliyordum.

" Sana güvendim Viyan. En başından beri yapmadığına inandım desem yalan olur. Seni kurtarmak için söylemiştim ama o gün söylerken buna inandım. Bunun bir parçası olmadığını bende o gün anladım. "

Söylediklerine karşı gözlerim dolmuştu. Burda birçok şeyde çok fazla yardımı dokunmuştu bana. Güveni beni ayakta tutmuştu.

" Teşekkür ederim Asteğmenim, her şey için koca bir teşekkür!"

Sağ elimi alnıma götürüp, selam verdim.  O da aynı şekilde selam verdi. Burayı özleyeceğim gibi saçma bir durum olmayacaktı ama hayatıma ve benliğime kattığım birçok şey vardı. Asker korkumu yenmiştim ve tabi güzel bir dost edinmiştim. Hayat birçok şey yaşatır, birçoğuyla savaşırız ve yarısına yeniliriz. Belki farkında değilizdir ama kaybettiklerimiz de kazandıklarımızdan. İşte bunu anlayınca büyümüş oluyoruz, çoğu şeyin farkında olabilmenin gururuyla yaşamak düşüyor sonrasında.

 
Oturduğum yerden Teğmen içeri girince kalktım.

" Gidiyor muyum?"

Yüzüme bakmadan kağıtları inceledi.

" Bekle biraz!"

Yüzümde ona olan öfkemi saklayamadım. Tabi bunun dilime yansıması zor  olmadı.

" Şu an kendini yiyorsun değil mi, suçsuz oluşum, burdan gidişim sizi bu denli deli ediyor. Üzgün Teğmenim ama ben zamanında burdan elimi kolumu sallayarak çıkıcağımı söylemiştim."

Yüzümdeki alay ifade onu kızdırmıştı.

" Suçsuz oluşuna inanıyorsun yani?!"

Kaşlarımı çattım.

" Burdan çıkman tamamen suçsuz olduğundan değil. Birçok suçunuz var Viyan hanım ama bu suçlarınızdan sizi kolayca kurtarabilecek güçte de bir paranız var!"

Söylediğine sinirlenmiştim.  İlk defa adımı anmıştı.

" Suçsuz olduğumu benim kadar sizde çok iyi biliyorsunuz. Şu an yaptığınız şey; kaybetmenin verdiği öfke.  Yoksa ikimiz de çok iyi biliyoruz ki ben suçlu değilim. "

" Suçsuzluğunuzdan dolayı mı iki kere kaçmaya yeltendiniz?"

Ceketimin iliklediğim düğmesini açtım.

" Görüyorsunuz ki serbest bırakıldım, bu kadar zorunuza giden şey ne tam olarak? Suçsuzluğum kanıtlanmışken heleki!"

Umursamadan elimdeki telefondan bir şeyler mırıldandı.

" Siz ne diyorsanız, ne düşünüyorsanız düşünün! Tek bildiğim var burdan, sizden kurtuluyor oluşum. Üzgünüm ama çokta iç açıcı değilsiniz teğmenim!"

Alayla söylediklerime hissiz bir şekilde karşılık verdi.

" Bir Üsteğmenle bu hadsiz konuşmayı yaptığınız için sizi burda bir hafta daha ağırlayabilirim Viyan hanım!"

Güldü.

" Ama senden kurtuluyor oluşum, daha cazip geliyor. Üzgün değilim ama sende çok iç açıcı değilisin.  Son yeri imzalayıp, çık burdan!"

Parmağıyla işaretlediği yeri imzaladım.

" Çıkabilir miyim?"

" Bekle!"

Ayağa kalktı. Kapı tıklamasıyla içeriye bir asker girdi. Elinde kocaman beyaz bir şey...

" Emanetiniz, burda bırakmıştınız..." Yüzündeki alay dolu ifade genişledi. Kimi nasıl vuracağını, canını nasıl yakıcağını çok iyi biliyordu. Hala beni suçluyordu olanlardan ve gitmem belli ki onun fazlaca zoruna gidiyordu. Askerin elindeki gelinliğe baktım. Yüreğime binlerce camlar batıyormuş gibi hissettim. Göğsüm daraldı, bir hıçkırık koptu boğazımdan.

Ağlama!

Sakın ağlama!

Babamlara  teslim etmesi için ayrılan askerin arkasından çıkacakken, tekrar teğmene döndüm.

" Gidiyorum. Bunu kabul etmeniz, suçsuz olduğuma ikna olmanız gerekiyor. Her ikna olmayışınızda benim burda olmayışımı, elimi kolumu sallaya sallaya burdan çıktığımı hatırlayın. Eğer isterseniz gelinliği size armağan da edebilirim. Yokluğumda sinirlenip, çatabilirsiniz!"

Alay ederek gülümsedim.  Ama asla yüzüne bakmadım. Yüzündeki ifadeden korkup mal gibi ortada kalıcağımdan korktum.

" Bir daha görüşmemek üzere Teğmenim!"

Koridorda hızla beni burdan çıkarıcak askeri takip ediyordum. Çıkış kapısındaki babama sarıldım.

" Bitti!" Diye fısıldadım kulağına.

" Bitti!" Diye tekrar etti o da.

Bitmişti artık her şey. Yeni bir gün, yeni bir ben ve yeni bir hayat. İlk adım için sabırsızlanıyordum. Arabaya binmek için yeltendiğimiz anda yanımıza iki asker gelip durdurdu bizi.

Karakolun kapısında,  zafer gülümsemesiyle teğmeni gördüm.

" Üsteğmen Oğuz Gökalp'in şahsına yapılan hakaretten dolayı hakkınızda şikayet var. Sizi gözaltına almamız gerek!"



***

Kocaman bir aradan sonra tekrardan merhabalar. Beklettiğim için çok özür dilerim. 😊✨
  Bölüm hakkında yorumlarınızı belirtirseniz çok ama çok mutlu olurum. Ne zamandır yorum okumuyorum fazlasıyla özledim. 🥲🥲

Oy vermeyi unutmayın. Sizi seviyorum 🫶🤍

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

870 157 13
Bir sahil kasabası, asıl resim öğretmeni olan ama farklı deneyimler yaşamak isteyen, karavanında yaşayan ve kaderine; koştuğunda, peşinden gittiğinde...
842K 27.4K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1.8M 111K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
180K 7.7K 16
NOT: Bu çalışma, sıradan bir mahalle hikayesidir. Camlarda, dedikodu bulmak için çırpınan teyzeler, Kahvehanede, hiç aralıksız mahalle geyiği döndüre...