Kafes

By SnowYuki_

81.1K 4K 1.7K

Gönlü olmadan evcilleştirdikleri şahinin kafesine bir serçe göndermişler. ~~~~~~ *Bu hikâyedeki kişiler, olay... More

1. Serçe
2. Şahin
3. Koku
4. Eşarp
5. Kıvırcık
6. Işık
7. Kısas
8. Misafir
9. Körebe
10. Dilek
11. Rüya
12. Pusula
13. Anahtar
14. Saadet
15. Kader
16. Rica
17. Hazan
18. Hüküm
19. Şehzade
20. Hatun
21. Gönül
23. Sabır
24. Ceylan
25. Yuva
26. Ceza
27. Anlaşma
28. Kuruntu
29. Emanet
30. Teklif
31. Kıymet
32. Sevgi
33. Nişan
34. Vazife
35. Nikâh
36. Veliaht
37. Zehir
38. Feryat
39. Padişah
40. Veda
41. Sultan
42. Vali
43. Evlat
44. Zaman
45. Huzur

22. Kardeş

1.4K 81 10
By SnowYuki_

Kafesin bahçesinde de böyle yan yana yürürlerdi. Ama birkaç adımda biterdi yolları. Hep aynı yerleri adımlarlardı. Şimdi ise yürüdükleri yolun sonu yokmuş gibiydi. Arada birbirlerine bakıp gülümsemeyi ihmal etmiyorlardı.

''Biraz hızlansak iyi olacak. Geç kalacağız.''

Şahin durup yan tarafına döndü. Diğerlerinin yanına gitmekten ziyade başka bir şey düşündüğü gülümsemesinden belli oluyordu. Mehsa ona bakıp sabırla dilinin altındakini çıkarmasını bekledi.

''Kaçalım, Mehsa! Kaçıp gidelim.''

''Latife mi ediyorsun yine?''

''Hayır, çok ciddiyim.'' Bir adım attı, iyice yaklaştı. Sahiden ciddi görünüyordu. ''Buradan limana gidelim. Kalkan ilk gemiye binelim. Neresi olursa... Gidelim. Ne dersin?''

Tam olarak özgür olmak istiyorlarsa, belki de böyle yapmalıydılar. Gitmeliydiler. Yalnız ikisi... Nereye olursa... Mehsa bunun için hiçbir tereddüt göstermezdi. Asla korkmazdı. Bu çılgınca fikir aklına yattı. Bir anlık heyecanlandı.

''O kadar kolay mı? İstesek gidebilir miyiz?''

Şahin, Mehsa'nın bir elini tuttu. ''Biz istersek, kolaylaşır.'' Güldü. Diğer elini havaya sallayıp, boşluğa bakarak, sanki birine kafa tutar gibi konuşmaya başladı. ''Herkesi memnun edecek olan bu. Benim ortadan kaybolmam. Giderim, arkama bile bakmam. Bir tek sen... Sen benimle ol, yeter. Her şeyi geride bırakırım. Ailemi, sarayı, şehzadeliği, veliahtlığı... Her şeyi!''

Mehsa elini çekti, Şahin'in avucundan kurtardı. ''Veliahtlık? Bu ne demek oluyor?''

''Abim, kendisinden sonra benim padişah olmamı istiyor. Ama ben istemiyorum. Bunda zerre gözüm yok.''

''Mümkün mü? Senin padişah olmana müsaade ederler mi?''

''Bilmiyorum... Ancak mümkün. En büyük şehzadeyim.'' Tekrar güldü. Bu kez Mehsa'nın omuzlarını tuttu. ''Ama kaçıp gidersek, bunun hiçbir ehemmiyeti kalmaz. Kayboluruz, bizi asla bulamazlar. Ha, Mehsa? Gidelim mi buradan? Sahiden hür olalım mı?''

Başta nasıl da olur gözükmüştü, gidebilmek. Ama kimse onları rahat bırakmazdı. Bir şehzade, üstelik bir vakitler tehlike görülüp bir kafese kapatılmışken, şimdi gönlünün istediği yere gidemezdi. Elbette bulunurdu. Bir cihan padişahından kaçamazdı. Belki de işte o zaman canından olurdu.

Ve padişah olmak... Mehsa da iyi biliyordu ki, bir şehzade için garanti kurtuluş yolu buydu. Ancak padişah olursa, hiçbir korkusu olmadan yaşayabilirdi Şahin. Kimse ona ne yapacağını söyleyemezdi.

''Mehsa! Neden susuyorsun? Bir şey söylesene?''

''Bu ani verilebilecek bir karar değil. Elinin tersiyle neleri iteceğini iyi düşün. Sonrasında pişman olmanı istemem.''

''Sen yanımda olduktan sonra hiçbir şeyden pişmanlık duymam.''

''Belki ben duyarım, seni durdurmadığım için.'' Bu kez Mehsa yaklaştı, gözlerine bakarak konuştu. ''Şehzade Şahin! Biraz daha... Yaşa, gör. Eğer yine gitmeyi istersen, ben seninle her yere gelirim.'' Sonu ölüm olsa bile.

Şahin derin bir nefes alırken gülümsedi. Geleceği nasıl olacaksa olsun, o geleceği paylaşmak istediği tek kişiydi Mehsa. Ve kendi isteği kadar, onun ne istediği de önemliydi.

''Sarayın bana yeni bir kafes olacağından korkuyorum. Belki de bu sebeple gitmek istiyorum. Ama haklısın, bunun kararını verirken iyi düşünmeliyim.''

Yürümeye devam ettiler. Mehsa ecele etmek istese de, Şahin pek oralı değildi. Yürüyüşlerinin keyfini çıkarmak istiyordu. Mesire alanı bitti, evler görünmeye başladı.

''Benim bir şey sormam gerek.'' dedi Şahin. ''Konaktakilere hakikati ne vakit söyleyeceğiz? Cemşah'tan artık bir şeyler saklamak istemiyorum.''

''Bunu ben yapmak istiyorum Şahin. Sen istersen, Cemşah Efendi'ye söyleyebilirsin. Ama diğerlerine ben söyleyeceğim. Biliyorum, hemen söyleyelim ve yarın saraya seninle döneyim istiyorsun.''

''Kesinlikle!'' dedi Şahin, coşkulu bir sesle. ''Ama tabii sen de öyle istiyorsan.''

Mehsa durup konuştu. ''Biraz daha kalabilir miyim Şahin?''

''Elbette.'' Gülümsedi. ''Sevmişsin onları. Gördüm ki, onlar da seni sevmiş. Gerçi aksi mümkün değil.''

''Teşekkür ederim.'' Tekrar yürümeye başladılar. ''Hepsi o kadar iyi ki... Kendimi, hanenin kızı gibi hissediyorum. Hatice'den, Semiha'dan bir farkım yok. Şahin, bu çok güzel bir hismiş. Annem, babam varmış gibi... Abim, ablam, kardeşlerim... Şimdi de sanki seninle nişanlamışlar beni, düğün gününü bekliyorum. Bu hayali birazcık daha yaşamak istiyorum.''

Şahin onun hislerini ve içindeki burukluğu kalbinde hissetmişti. ''Seni mutlu eden şey, beni de mutlu eder. Seni özlemeye devam edeceğim ama... İstediğin kadar kalabilirsin. Ben de düğün gününün hayaliyle yaşarım, seni beklerim.''

Birbirlerine gülümsediler. Bundan sonrası için Mehsa da aceleci olmadı. Sevdiği adamla yan yana yürüyordu. Böyle bir an doyasıya yaşanmalıydı.

*****

Hatice buluşma yerine vardığında ondan önce gelmiş iki kişi olduğunu gördü. Uzun zamandır görmüyormuş gibi Semiha'ya sarıldı, neler yaptığını sordu. Yadigâr rahatça konuşsunlar diye, onlardan biri iki adım uzaklaştı. Çok geçmeden de dalgın adımlarla yaklaşan Cemşah göründü.

''Bir şey mi oldu?''

Cemşah, Hatice'ye döndü. Biraz duraksadıktan sonra karşılık verdi. ''Hayır. Siz? Rahatsız eden olmadı, değil mi?''

''Olmadı.'' Hatice onda bir şeyler olduğunu anlayacak kadar tanıyordu Cemşah'ı. ''Yüzünüzün rengi kaçmış? Sahiden iyi misiniz?''

''Bir şey yok, Hatice. Niye uzatıyorsun?'' Kızar gibi konuşmuştu. Yadigâr'a baktı. ''Şahin nerede?''

''Şehzade de tek başına dolaşmak istedi. Benden ayrıldı.''

''Neden müsaade ettin?''

''Emretti.''

''Onu dinlememeliydin! Ya başına bir şey gelirse?''

''Gelmemiş.'' dedi Yadigâr, gerilerde bir yere bakarken. Elini uzatıp işaret ettiğinde Cemşah da o tarafa döndü. Mehsa bir adım önden geliyor, Şahin de onu izliyordu.

''Sen de az değilsin, Şehzade Şahin.'' diye söylendi Cemşah. Ya memnun görünen Mehsa Hanım'a ne demeliydi? Hatice, Semiha, hatta Yadigâr bile mutlu görünüyordu. Demek ki, Seyranlık hepsine yaramıştı.

''Çok beklettik mi?'' diye sordu Şahin, yanlarına geldiğinde. Hepsinin yeni geldiğini öğrendi. ''Mehsa Hanım'la mesire yerinde karşılaştık. Birlikte dönmeye karar verdik.'' Cemşah pek inanmış görünmüyordu. Şahin de gözlerini kaçırıp Yadigâr'la konuşmaya başladı.

Yine iki araba bulundu. Eve dönüş yolunda hepsi sessizdi. Oturdukları yerde, arabayla birlikte sallanıyorlardı. Durduk yere gülümsüyor ve bunu birbirlerinden saklamaya çalışıyorlardı.

*****

''Neden fikrinizi değiştirdiniz? Akşamdan da çıkacağınızı sanıyordum.''

''Şehzade Şahin sağ olsun, bir iki kemiği kırdığı için belim ağrıyor. Başka akşam gideriz.''

Ali bileğini masanın kenarına dayayıp kardeşine baktı. Bir yanında karısı, diğer yanında Şahin oturuyordu. Cemşah, Handan'ın öbür tarafındaydı. Çocuklar önden yedirilmiş ve odalarına gönderilmişlerdi.

''Nereye gitmekti niyetiniz?'' diye sordu Ali. ''Beşkapı'yı aklının ucundan bile geçirme.''

Cemşah gözünün ucuyla yengesine baktı, onu ele vermeyeceğini biliyordu. ''Tamam, geçirmem. Zaten şehzademiz de istemez. Zira ikiniz de aynı kafadasınız.''

''Ne varmış kafamızda Cemşah Efendi?''

''Sıkıcılık var.''

''Cemşah!'' diyerek onu uyarmak istedi Handan. Ama Ali elini havaya kaldırdı. ''Bırak hatun, konuşsun. Sanıyor ki, Şahin var diye alttan alacağım.''

''Haksız mıyım? Vazifenden başka bir şeyi gözün görmüyor. Yakında Şahin'e de verirler bir vazife, onu da göremez oluruz.''

''İyi ya, sen de bul kendine bir vazife de, bizi arayacak vaktin olmasın.''

''Ali Paşa, lütfen, yemek yiyoruz. Sonra tartışırsınız.''

Ali kardeşine başka şeyler de söylemek istiyordu ama karısının ricasını geri çevirmedi. Hatta bozulan asabını düzeltmek için tüm dikkatini ona vermek istedi. Çocuklarla alakalı şeyler sordu. Sohbetleri alenen cilveleşmeye dönmüştü.

Cemşah şaşkın bir tebessümle baktı onlara bir süre. Sonra çaprazında olan Şahin'e döndü. Onun gözleri ise kapı tarafındaydı. Bir kitapta okuduğu satırları hatırladı.

''Biri var, yârini göğsüne sarmış. Biri var, acaba yâr gelir mi diye gözlerini kapıya dikmiş.'' Güldü. Bakışları dalgınlaştı. ''Biri de var...'' dedi, kendini kastederek. Devamını getirmedi. Gördüğü melek yüzlü kızı düşündü.

Mehsa kapının önünden geçmişti. Ama o sıra Şahin'in dikkati başka yöndeydi. Kim konuşuyorsa onu dinliyor, kısa kısa cevaplar veriyor, çoğunlukla tebessüm ediyordu. Bazen sanki elini kolunu nereye koyacağını bilemiyordu. Bu halleri Mehsa'nın içine dokundu. Burada, böylesi iyi insanlarla birlikteyken bile böyle tedirginse, sarayda daha çok zorlanıyor olmalıydı. Kim bilir ne kadar yalnız hissediyordu. Onun yanında olmalıydı. Bu konakta kalmak istediği süreyi tekrar gözden geçirmeye karar verdi.

*****

Semiha cezveyi közün içinden aldı, kahveyi fincanlara bölüştürdü. İki tepsi vardı. Biri oturma salonuna, diğeri atölyeye gidecekti. Mehsa, Hatice'den önce davranıp oturduğu yerden kalktı.

''Hatice çok yoruldu. Ben yardım edeyim.''

''Olur.'' dedi Semiha, heyecanına biraz şaşırarak. Tepsileri alıp mutfaktan çıktılar. Mehsa doğruca atölyeye yönelmişti, Semiha da oturma salonuna ilerledi.

Atölyenin kapısı açıktı. Kapının eşiğini geçerken içeri bakındı Mehsa. Umduğundan fazlasını bulmuştu, Şahin yalnızdı. Kaftanını çıkarıp bir köşeye atmıştı. Fırsatını bulunca ilk ondan kurutulmuş olmalıydı. Gömleğinin yakaları da açılmıştı. Elinde tutup zımparaladığı tahta parçasındaydı gözleri. Kafası sallandıkça saçlarının önü de sallanıyordu.

''Erken geldin. Nasıl oldu parmağın?'' Başını kaldırdı. Ağzı hafif açıldı. ''Mehsa?'' Elindekileri bıraktı. Mehsa yanına doğru gelip tepsiyi tezgâhın üzerine bıraktı. ''Burada da mı tepsi taşıyorsun?'' Güldü.

''Arada bir, Şehzade Şahin.''

''Seversin hatun, biliyorum.''

Mehsa kapıya bakarak güldü. ''Cemşah Efendi nerede?''

''Parmağını kesti.''

''Çok mu?''

''Değil.''

''Seslenmedi hiç. Hatice, diye bağırıp ortalığı ayağa kaldırması gerekirdi.''

Şahin düşünceli bir hale büründü. ''Biraz tuhaf görünüyor. Eve döndüğümüzden beri fazla dalgın... Zaten bu dalgınlık yüzünden parmağın kesti.''

''Belki Seyranlık'tayken bir şey olmuştur. Sordun mu ona?''

''Sordum, geçiştirdi.''

''Umarım, kötü bir şey olmamıştır.'' dedi Mehsa, üzgün bir ifadeyle. Şahin'le göz göze geldi. Yüzündeki ifadeyi gördükten sonra ''Ne?'' diye sordu. Temennisi onu memnun etmemiş gibiydi.

''Cemşah için biraz fazla endişelisin.''

Mehsa bir elinin parmaklarını dudaklarının üzerine kapadı, sesini alçaltarak ve şaşkınlıkla konuştu. ''Sen... Sen ne demeye çalışıyorsun? Kuzenini mi kıskanıyorsun?'' Şahin gözlerini kaçırıp etrafa bakındı. ''Şehzade Şahin! Yüzüme bak! Hangimize güvenmiyorsun? Kuzenine mi, yoksa bana mı?''

''Tamam, tamam! Böyle düşünmemem lazım ama... Mani olamıyorum. Üstelik bir şeyler de söyledi. Gerçi eğleniyor gibiydi... Bilmiyorum!''

Mehsa'nın kaşları çatıldı. ''Ne söyledi?''

''Çocukken, manasız bir kavga etmiştik. Aklınca onun intikamını aldı.''

''Yoksa sana gülümseyen şu cariye mevzusu mu?''

''Sen bunu nereden biliyordun?''

''Boş ver. Bir yerden duydum. Şimdi sen bana, Cemşah Efendi'nin ne dediğini söyle.''

Şahin yüzünü asarak konuştu. ''Önce ona gülümsemişsin. Öyle sanıyor ahmak.''

''Ne? Asla!''

''Alelade bir gülümsemeden bahsediyor. Neyse, bu meseleyi açmam saçmaydı.''

Şahin havayı dağıtmak için ve hazır fırsatını da bulmuşken iyice yaklaşıp Mehsa'nın dirseğini tuttu. Mehsa dirseğindeki ele baktı bir süre, sonra başını yavaşça kaldırdı. Burnunun dibine gelmiş Şahin'e gözünün ucuyla baktı.

''Bir alelade gülümsemeyi kıskanıyorsun. Yeri geliyor bir ağacı da... Ancak Şehzade Şahin, başkasıyla evlenmemi isterken kılın kıpırdamıyor.'' Şahin yine karşılık vermeyip gözlerini kaçırmıştı. Mehsa'nın dirseğini sıktı. ''Bir şey söylesene! Bunu isterken için acımadı mı hiç?''

Şahin boşluğa bakarak konuştu. ''Elbette acıdı. Kalbim paramparça oldu.''

''Esas ahmak sensin!''

''Biliyorum.''

Mehsa elini uzatıp Şahin'in çenesini tuttu, yüzünü çevirdi. ''Bazen öyle kızıyorum ki, peşimde sürün istiyorum.'' Gözlerindeki anlık kızgınlık silindi. ''Ama sana kıyamıyorum Şehzade Şahin.'' Ömrüm boyunca affetmeyeceğim. Ama üç gün sürmedi.

''Kalbini kırdığımı biliyorum Mehsa. Sen bana böyle kıyamazken, ben sana kıydım. Süründürsen, hakkındır. Sesim çıkmaz. Ama senin merhametle, şefkatle bakan o masum gözlerin yine elimi tutacağını ve hep beni seveceğini söylüyor. Buna tutunuyorum. Bu sayede, tekrar birlikte olacağımız günü sabırla bekliyorum.''

Mehsa derin bir iç çekti. ''Sözlerin bana dinlediğim bir masalı hatırlattı. Tekrar birlikte olacağımız gün, sana bu masalı anlatacağım.''

''Kimden dinledin o masalı?''

''Birazını Güllü Paşa'dan, birazını da Cemşah Efendi'den.'' Şahin'in kaşlarının çatıldığını gördü, hafifçe çenesine vurup gülümsedi. ''Kuzenin dışarıdaki kadınlara hangi gözle bakıyor, bilemem. Ancak bu haneye sığınmış kadınlara kardeş gözüyle bakıyor. Yani içini ferah tut.''

''Hmm.'' diye mırıldandı Şahin, sahiden ferahlamış gibiydi. Yakınlığı arttırdı. Mehsa'nın dirseğini daha sıkı tuttu.

Mehsa tedirginlikle baktı kapı tarafına. Burada fazla kalmıştı ve Cemşah da her an gelebilirdi. ''Şahin! Yapma!''

''Bu gece geleyim, anlat şu masalı.''

''Sakın!''

''Yarın sabah gidiyorum. Kim bilir bir daha seni ne vakit görürüm.''

''Olmaz! Yakalanırız.''

''Ne güzel olur! Her şeyi anlatırız.''

''Söz vermiştin. Sabırlı olacaksın.''

Konuşurken sesleri azalmıştı. Sessizce gülüşüyorlardı. Mehsa kolunu çekiyor, Şahin onu bırakmıyordu. ''Muskayı takıyorsun.'' Yaklaşıp burnunu çenesinin kenarına sürttü.

''Elbette. Hiç çıkarmadım.''

Elbisenin üzerinden muskaya dokundu Şahin. Parmakları yukarı kaydı, sonra elinin tersiyle Mehsa'nın eşarbını geriye doğru attı. ''Sen mi yaptın kahveyi?''

''Semiha yaptı. Çok güzel yapar.''

''Keşke bir bardak şerbet getirseydin. Senin elinden içerdim, içimin yangını dinerdi.''

Mehsa kıkırdayarak güldü. Şahin tam o anda boynunu öptü. Biraz daha bu halde kalırlarsa, sahiden yakalanacaklardı. Hele Cemşah kedi gibiydi, ayak sesi duyulmazdı. Ansızın bir yerden biterdi. Şahin halinden memnun olunca, kendini geri çeken Mehsa oldu, elinden kurtuldu. Kapıya doğru geri geri gitti. Arkasına döneceği sırada küçük bir ikilem yaşadı, alt dudağını ısırdı. Koşarak gelip Şahin'in yanağını öptü ve aynı çabuklukla kapıya dönüp bir anda gözden kayboldu.

*****

''Gece iyi uyudunuz mu Melek Hanım?''

''Evet. Ya siz Mehsa Hanım?''

Bahçenin bir köşesinde, çiçeklerin bir adım gerisinde duruyorlardı. Sabah yemeği hazır olana kadar, çocukları alıp buraya gelmişti Mehsa. Melek dizinin dibindeydi, Emir etrafta koşturuyordu.

''Ben de çok güzel uyudum.''

''Bir gece seninle uyuyabilir miyim Mehsa?''

''Anne müsaade ederse, elbette olur.''

''Sana masal anlatırım. Bir sürü biliyorum.''

''Öyle mi?'' Burnunun ucuna vurdu. ''Ben masalları çok severim.''

Güçlü ayaklar çimenleri eze eze geliyordu. Emir koşturtmayı bırakmıştı. Mehsa başını konak tarafına çevirdi. Şahin, Yadigâr'ı merdivende bırakmıştı, bir eliyle saçlarını düzelterek yaklaştı. Çocuklara gülümsedi.

''Melek Hanım! Emir Efendi!'' Mehsa'ya baktı. ''Mehsa Hanım! Hayırlı sabahlar.''

''Size de.'' dedi çocuklar. Mehsa sadece gülümsedi.

''Yemekten sonra gidiyorum. Sizinle pek fazla vakit geçiremedim.''

''Sonra yine gelirsiniz.'' dedi Emir. Melek de onu heyecanla destekledi.

''Elbette gelirim. Ve söz, bir sonraki gelişimde sizinle oyun oynayacağım.''

''Mesut'u da getirin lütfen.''

''Olur, güzel fikir.''

Şahin yakınında olan Emir'in saçlarını okşadı, Melek'e göz kırptı. Sonra gözleri Mehsa'ya döndü. Konuşmadan bakıştılar, Mehsa gülümseyerek gözlerini kaçırdı.

Cemşah, Şahin'i her yerde aramıştı. Aklına bahçeye bakmak geldi. Kapının önünde dikilen Yadigâr'ı görünce Şahin'in de uzaklarda olmadığını anladı.

''Yadigâr Ağa! Şehzademiz nerede?''

Sorusunun cevabını beklemeden bahçeye bakındı. Şahin'i görmüştü. Mehsa'yı ve çocukları da. Bir süre onları izledi. Şahin, Melek'i kucağına aldı. Emir etraflarında dolaşmaya başladı. Mehsa'nın gülümsediğini gördü. Abisi ve yengesinden aşina olduğu bir manzara vardı karşısında. Onlar kadar mutlu bir aileye bakar gibiydi. İstemsizce gülümsedi.

''Ağa, baksana şuraya! Ne dersin şimdi buna?''

Yadigâr, Cemşah'ın ne düşündüğünü anlamıştı. ''Sıradan, mutlu bir aile.''

''Nasıl güldüğünü görüyor musun? Ne saray ne de taht... Belki de şehzademize lazım olan budur.''

Dalgınlaşan bakışlarla gülümsedi. İlk kez, kendisi için de böyle bir gelecek hayal etti. Kendini ve ahu gözlü bir kızı koydu Şahin ve Mehsa'nın yerine. Ve yine ilk kez, böyle bir aileye sahip olmayı heves etti.

''Şehzade Şahin! Yemeğe buyurun.''

Şahin sese doğru döndükten sonra Melek'i kucağından indirdi. Mehsa'yla bu kez kaçamak baktılar birbirlerine. Çocuklarla birlikte önden ilerledi Mehsa, Cemşah'la Yadigâr'ın yanından geçip konağa girdi. Cemşah, Şahin'i beklemişti.

''Rahatsız etmedim umarım.''

''Ettin.''

''Ah, öyleyse özür dilerim. Ama artık birinin seni ikaz etmesi gerekiyor. Sarayına döndüğünde cariyelerin arasına karışıp aklının ucuna dahi getirmeyeceğin kadına bu kadar ümit verme.''

''Mehsa'yı bana, değil haremdeki cariyeler, bir cihan dolusu kadın unutturamaz.''

Cemşah'ın kaşları büzüştü. ''Ne demek oluyor bu?''

''Bu kızın gülümsediği de benim, Cemşah Efendi. İlk kez, son kez, hep! Mehsa benim hatunumdur. Bir süredir sizin misafirinizdi. Bir gün buradan ayrılacak ve yanıma gelecek. Ait olduğu yere dönecek. O vakte kadar emanetime böyle iyi bakmaya devam edin.''

''Ne saçmalıyorsun?''

Şahin, Cemşah'ın omzuna vurdu. Yadigâr'a gülümseyip yanından geçti. Cemşah'ın kafası karışmıştı, peşlerinden giderken neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

*****

Vedalaşma faslı için bahçeye çıkılmıştı. Evin hizmetkârları kapının önündeydi, diğerleri bahçe kapısına yakındı. Şahin, çok güzel ağırlandığı için Handan'a teşekkür etti. Emir'in saçını okşadı, Melek'i kucağına alıp yanağını öptü. Cemşah'la birbirlerine sarıldılar. Saraya Güllü Ali Paşa ile dönecekti. Kapı tarafındaki Mehsa'ya bir kere daha baktı, tebessüm ettiğini gördü. Yadigâr'la aynı anda birbirlerine döndüler. Sanki az önce de aynı tarafa bakar gibiydiler. Yadigâr başını eğip önüne baktı. Şahin de bahçe kapısına doğru ilerledi.

Araba ve atlar kapının önünden ayrılınca konak ahalisi içeri girdi. Mehsa her ne kadar burada kalmayı kendisi istese de ve burada mutlu olsa da, Şahin'i yalnız göndermekle biraz üzülmüştü. Ama bu insanlarla biraz daha vakit geçirmek istiyordu. Sonra bütün ömrü Şehzade Şahin'in yanında geçekti. Melek'le birlikte gündüzleri oturdukları odaya gitti. Emir kendi odasına çıktı.

Cemşah da atölyesine gidecekti. Ama yengesi tarafından durduruldu. Konuşacakları olduğunu söylemişti. Oturma salonuna geçtiler.

''Seni dinliyorum yenge. Kötü bir şey yoktur umarım.''

''Yok, bu iyi bir şey.''

''Bir müjden mi var yoksa?'' Gözleriyle karnını işaret etti. ''Bir yeğen daha mı?''

''Edepsize bak! Nasıl konuşuyor! Böyle bir havadis olsa, benden değil, abinden duyarsın.''

''Peki.'' derken gülümsedi Cemşah. ''Tamam, ciddiyetle dinliyorum.''

Handan'ın kaşları çatıktı. ''İsabet olur! Zira seninle alakalı bir mesele... Herkesten önce seninle konuşmak istedim.''

''İyice meraklandırdın.''

''Hemen söylüyorum. Malum, biz senin bir an evvel evlenmeni istiyoruz. Sen de buna rıza göstermiştin.''

Cemşah tedirgin olmaya başlamıştı. 'Ee?''

''Nihayet, münasip bir aday buldum.'' İyi, kötü bir tepki alamamıştı. Bir süre daha bekledi. ''Cemşah? Bir şey söylemeyecek misin?''

''Ne söyleyeyim?''

''Kim olduğunu, hangi aileden olduğunu sorabilirsin.''

''Bilsem ne olacak? Kararı verecek olan siz değil misiniz?''

''Cemşah.'' dedi Handan, yumuşak bir sesle. ''Bir kadın meclisinde gördüm. Çok iyi huylu bir kız, terbiyeli, kültürlü... Hürmetli bir ailesi var. Bak, ben pek çok kız gördüm, senin için en iyi olanı seçmek için gayret ettim. Validem, bütün mesuliyeti bana verdi. Bu sebeple çok titizlendim. Bu kız tam sana, hanemize yakışır bir kız.''

''Daha çok hanemize! Mühim olan da bu!''

''Bana itimat etmiyor musun Cemşah? Seni, belki de annenden daha iyi tanıyorum. Kendi kardeşlerimden asla ayırmadım. En çok düşündüğüm şey, senin mutluluğun. Mühim olan bu!''

Cemşah, yengesini gücendirmek istemezdi. Sakince konuşmaya gayret etti. ''Özür dilerim, yenge. Ben...''

Ben bir kız gördüm, aklımdan hiç çıkmıyor. Bunu bana bir gün önce söylemiş olsan, sen nasıl istiyorsan öyle olsun, derdim. Ancak şimdi, aklımda o kızın gözleri, yüzü, sesi varken, kalbim kabul etmeye yanaşmıyor. Ama bir yandan da biliyorum ki, kimin nesi olduğu belli olmayan, arkasında kuvvetli bir ailesi olmayan kızı bu konağın kapısından içeri sokmazsınız.

''Ben bunu biraz düşünebilir miyim?''

''Elbette, hemen bugün evlen demiyoruz. Hatta validem karşı ama ben kızı görmeni sağlayabilirim.''

''Hayır, istemiyorum.''

''Böyle suratını asma, Cemşah. Üzülüyorum.''

Cemşah yalandan gülümsedi. ''Sen üzülme. Bilirsin, ben her şeye başta böyle surat asarım, sonra da kabullenirim.'' Ayağa kalktı. ''Şimdi müsaadenle, atölyeme geçiyorum.'' Bir kere daha gülümsedi. Salonun kapısına döndü.

*****

Şahin haremin içinde ilerlerken etrafına bakınıyor, Mesut'un ya da Hüma'nın bir yerlerden gelip önüne çıkmasını umuyordu. İki günde özlemişti onları. Biraz daha yürüdükten sonra halasıyla karşılaştı. Ayaküstü konuştular, misafirliğinin nasıl geçtiğini anlattı. Halasından, Cemşah'ı gidip görmesini istedi, çünkü bir sıkıntısı olduğundan emindi. Halası da ondan, hemen üstünü başını değiştirip büyük harem dairesine gelmesini istedi. Belli ki orada toplanılmıştı. Böylelikle yeğenlerini de doya doya görmüş olacaktı.

Hızlıca hazırlandı. Onları bekletmemeliydi. Odasından çıktığında Yadigâr'ı göremedi, sağa sola bakındı ama yoktu. Aramayı bırakıp yürümeye başladı. Dairenin önüne geldiğinde, her zamanki gibi derin nefesler alıp vererek güç toplamaya çalıştı. Açılan kapıdan içeri girdi.

Tahmin ettiği gibi, tüm aile üyeleri oradaydı, Sultan hariç. İçlerinde genç bir kadın daha vardı. İçeri girdiğinde hemen ayağa kalkmıştı, şimdi de yüzüne gülümseyerek bakıyordu. Bu gülümseme, o bakışlar çok tanıdıktı.

''Bülbül?''

''Bir bakışta tanıyacağını söylemiştim.''

Şahin olduğu yerde donup kalmıştı. ''Sahiden sensin!''

Kardeşi hareket etmeyince, Bülbül ona doğru geldi. Yaşaran gözleriyle boynuna sarıldı. ''Küçük abi!'' dedi, titreyen sesiyle. Bazen ona böyle hitap ederdi.

Şahin için de gözyaşlarını tutabilmek mümkün olmadı. Yanaklarının ıslandığını hissediyordu. Sıkı sıkı sarıldı kız kardeşine. Mehsa'dan ayrılışına ancak böyle bir şey teselli olabilirdi. Bir süre sonra geri çekilip yüzüne baktı.

''Ne vakit geldin?''

''Dün akşam. Sana haber verilecekti ama ben istemedim. Bir gece daha kalmak istemişsin. O kadar sene bekledim, bir gece daha beklerim diye düşündüm.''

''Oturun.'' dedi, Dilber Sultan. ''Öyle konuşun.''

Bir koltuğa yan yana oturdular. Bülbül, Şahin'in elini tutup kuvvetle sıktı. ''Artık seni görebileceğimi bildiğimden, gelebileceğim en tez vakitte geldim. Ablalarımızı biliyorsun, payitahttan bir hayli uzaktalar. Çok sevinmişlerdir. Bir gün onları da görürsün, inşallah.''

''Umarım. Belki mektup yazarım.''

''Çok iyi olur.''

''O halde sen yakındasın?''

''Sayılır. İstediğimde gelebilirim. Gerçi evlendiğimden beri ilk kez geliyorum. İkizleri daha evvelden görmemiştim.''

Bülbül ileriye doğru baktı. Çocuklar, annelerinin eteğinin dibine sıralanmışlardı. Zühre'nin biraz gerisinde Melike vardı ve şehzadesi kucağındaydı.

Şahin'in kaşları çatıldı. ''Kocan mı müsaade etmiyor gelmene?''

''Hayır. Hatta bazen kendisi söylerdi, git, aileni ziyaret et, diye. Kısmet bugüneymiş. Ayrıca kocamın, Sarı Sinan Paşa'nın, sana çok selamı var. İki yaşındaki yeğeninin de.''

Bu kez gülümsedi Şahin. ''Kız mı, erkek mi?''

''Erkek. Mehmet. Beraberimde getirmek istedim ama hassas bir bünyesi var, hasta olmasından endişe ettim.''

''Madem sen yakındasın, belki ben gelip yeğenimi görürüm.''

''Ne vakit istersen!''

Şahin ve Bülbül kendi aralarında sohbete dalmıştı. Bülbül hiç çekinmeden soruyor ama Şahin aynı cesaretle cevaplayamıyordu. Bülbül çocukken de cevvaldi ama şimdiki hali bir başkaydı. Oturuşunda, ses tonunda, bakışlarındaki keskinlikte aşırı bir kendine güven vardı.

Çocuklar huysuzlanmaya başladığında anneleriyle birlikte yanlarından ayrıldılar. Dilber Sultan da, baş başa kalsınlar diye onları yalnız bıraktı. Şahin şimdi biraz daha rahat hissetmeye başlamıştı.

Bülbül çatılan kaşlarla ayaklarının ucuna baktı. ''Abimle aranız nasıl?''

''Ona kızıyor musun Bülbül?''

''Bazen... Bu sebeple hiç gelmedim. Sen yoktun, valide sultan yoktu. Gelmek istemedim.''

''Ben ona kızgın değilim.'' dedi Şahin, biraz duraksadıktan sonra, emin bir sesle. ''Kimseye kızgın değilim artık. Kinle, nefretle yaşamak istemiyorum Bülbül. Yeğenlerimin bana hep, gözlerinin içi parlayarak baksın istiyorum. Bunun için yaşadığım her şeyi unuturum, herkesi affederim. Yani, aramız iyi.'' Tebessüm etti. Gözlerini kaçırarak derin bir nefes alıp verdi. ''Validen nasıl?' dedi, konuyu değiştirmek için. ''Eski Saray'a gönderilmişti. Sağ mı?''

Bülbül, kardeşinin kızgınlığının geçeceğini ama içinde hep bir kırgınlık kalacağını biliyordu. Konuyu değiştirmesine ses etmedi. ''Sağ, çok şükür. Sinan Paşa, onu yanımıza aldırdı, bizimle yaşıyor. Zaten Mehmet'i de ona bırakıp geldim.''

''Validemle pek anlaşamazlardı.''

Bülbül neşeyle güldü. ''Benim validem birazcık kıskançtır. Valide sultan, ne kadar suyuna giderse gitsin, bir türlü anlaşmaya yanaşmazdı.''

''Beni severdi ama.''

''Seni herkes severdi, Şehzade Şahin.'' Manidar bir gülüşle konuşmaya devam etti. ''Eminim şimdi de sevenin çoktur.''

''Ne demek istiyorsun?''

''Anlamazlıktan gelme, bal gibi anlıyorsun.''

Şahin dayanamayıp güldü. ''Var. Tek bir kişi. Onun sevgisi çok.''

''Anlaşılan şehzademizin şimdiden bir gözdesi var.''

''Hayli vakittir var. Kafese gönderilmişti.''

''Öyleyse, sen de artık yeğenlerini değil de, kendi evlatlarını sevmeye başlamalısın.''

''İnşallah.'' derken gülümsedi Şahin. Mehsa'nın da en çok isteği şeylerden biriydi bu. Döndüğünde, yoğunlaşacakları ilk iş bu olabilirdi. Bu düşüncesi de onu gülümsetti, kendini topladı.

''Bizim oralarda çok iyi şifacılar vardır. Bünyeni kuvvetlendirsin diye senin için hususi karışımlar hazırlattım.'' Şöyle bir kardeşine baktı. Aslında onu beklediğinden çok daha iyi bulmuştu. O karışımları biraz da, zayıf ya da güçsüz olabileceğini düşünerek hazırlatmıştı. ''Latife diye bir kalfa vardı, seninle o alakadar oluyormuş, hepsini ona teslim ettim. Aksatmadan ye. Kucağına bir şehzade almanı da hızlandırır.''

''Hiç yüzün kızarmıyor Bülbül Sultan! Böyle şeyler, abiyle, bu kadar rahat konuşulur mu?''

''Ne dedim ki? Hem çocuk muyuz artık? Birinin bunu düşünmesi lazım.''

''Lüzum yok ilaca. O hususlarda endişen olmasın.''

''Gözde hatununu göreydim... Bir de ona soraydım.''

''Bülbül!''

''Tamam, tamam!'' dedi Bülbül, kardeşinin kızdığını görünce. ''Ayrıca şimdi senin düşünmen gereken başka bir şey daha var. İlk olarak ata binmeyi öğreneceksin. Burada olduğuma göre, ben öğreteceğim.''

''Sen ata binebiliyor musun?''

''Sarı Sinan Paşa'nın hatunu olmak kolay değil. Ata bineceksin, kılıç kullanacaksan, yay tutmayı bileceksin, ava bile gideceksin. Bu arada mevzusu açılmışken, birkaç gün sonra Sultan ava gidecekmiş. Seni de yanında götürmeyi düşünüyor. Ben de sizinle geleceğim, evime oradan geçeceğim. Bu ava gitme meselesi sebebiyle ata binmeyi hemen öğrenmelisin.''

''Nereden çıktı bu av?''

''Gençliğinden beri çok sever, biliyorsun.''

Bilirdi de, Şahin bu av işlerini pek sevmezdi. Araları bozulmasın diye mecburen gidecekti. İşe iyi tarafından bakmaya çalıştı. Bülbül de onlarla olacaktı. Ve ata binmeyi öğrenecekti.

*****

Melek iğneyi kumaşa büyük bir dikkatle batırıp çıkarıyordu. Küçücük parmakları şekilden şekle giriyordu. Mehsa gülümseyerek saçlarını okşadı, dikkati hiç bozulmamıştı. Emir bir köşede kalınca bir kitabı okuyor, Handan ise dalgın bir tavırla pencereden dışarıyı izliyordu. Bir sıkıntısı olduğunu düşündü Mehsa. Daha önce sohbet ettikleri zamanlar olmuştu. Ama daha çok çocuklarla alakalı olmuştu bu sohbetler. Şimdi sormak istiyor ama her şeye burnunu sokmuş gibi de olmak istemiyordu.

Kızlar mutfaktaki işleri bitince yanlarına geldi. Cemile Hanım da onlarlaydı, biraz soluklanmak istemişlerdi. Handan onları görünce toparlandı, tebessüm etti. Karşılıklı minderlere sıralanmışlardı.

''Hatice, böyle geldik ama boş oturulmaz. Şerbet getir de içelim.''

Hatice ayaklanmak istediği sırada Mehsa onu durdurdu. Yorulmuşlardı, hiç değilse şerbeti o getirebilirdi. Odadan çıktı, mutfağa gitti. Bardakları tepsiye dizdi, şerbetleri doldurmaya başladı. Keşke bir bardak şerbet getirseydin. Senin elinden içerdim, içimin yangını dinerdi. Bunu hatırlayınca alt dudağını ısırarak kıkırdadı.

''Kendi kendinize mi gülüyorsunuz?''

Az daha elindeki sürahiyi düşürüyordu. Bu adam sahiden kedi ayaklıydı. Ne vakit gelmişti? ''Cemşah Efendi! Bir şey mi lazımdı?''

''Korkuttum, özür dilerim.'' Güldü. ''Hatice nerede?''

''Küçük oturma odasında. Bana söyleyin.''

''Ondan istemeyince zevki olmuyor. Boş verin.'' Bir şey hatırlamıştı. Biraz duraksadı. ''Hem sizi yormak olmaz... Mehsa Hatun!''

Mehsa sürahiyi bir köşeye bıraktı. Gözlerini kaçırdı. ''Söyledi mi size?''

''Bir şeyler söyledi, evet. Benim hatunum, burada misafirdir, ona iyi bakın. Bu lafların üzerine biraz düşündüm. Sonra da şu neticeye vardım. Kafesteyken, Şahin'e bir cariye gönderilmişti.''

Mehsa başını sallayarak konuştu. ''Evet. Bendim.''

Şahin başka bir şey anlatmamıştı. Cemşah da olanları hesap sorar gibi bu kadından öğrenmeyecekti. Sadece artık bir şeylerden haberdar olduğunu bilmesini istemişti.

''Bir şeyler olmuş, ayrı kalmak durumunda kalmışsınız. Bu hikâyenin tamamını da gerekirse yine Şahin'den öğrenirim. Ama yengeme ve diğerlerine her şeyi siz anlatın. Sizi bir arkadaş, kardeş olarak sayıyorlar.''

''Söyleyeceğim. Sadece birkaç gün daha burada kalmak istiyorum.''

''Burada istediğiniz kadar kalabilirsiniz. Ama lütfen hakikati daha fazla saklamayın.''

Cemşah yarım bir tebessümle geldiği gibi sessizce çıkıp gitti. Sürahiyi aldı Mehsa, kalan bardakları doldurdu. Bu kez de bahçeye bakan kapı açıldı. Remzi Kâhya kapının eşiğinde biraz duraksayıp içeri yürüdü.

''Kızım, Cemile ablan yok mu?''

''Handan Hanım'ın yanında, küçük oturma odasında.''

''Şimdi rahatsız etmek olmaz. İş başa düştü. Yemeğimizi kendimiz alacağız.''

Adam ocağın kenarına sıralı tencerelere doğru yürüdü. Hepsini açıp yemeklere baktı. Bir tas alacağı sırada Mehsa ona mani oldu. Küçük de olsa, hepsine yalan söylemişti. Oysa buradaki insanlar ona evini, kalbini açmıştı. Bu adama karşı bile suçluluk hissediyordu. Adamın elinden aldığı tasa mis gibi kokan çorbadan doldurdu. Ekmek kesti, bir bardak su getirdi. Remzi Kâhya onu masaya geçip beklemişti.

''Sağ ol, kızım.''

Kızım. Ne güzel bir kelimeydi. Bu adamdan ve karısından bu lafı her duyduğunda içinde bir yerler sıcacık oluyordu.

''Afiyet olsun.''

Daha büyük bir tabağa bulgur pilavı koydu. Yanına da et koyarken elini hiç korkak tutmadı. Adam iştahla yemeye başlamıştı.

''Başka bir şey?''

''Yok, bunlar kâfidir.'' Gülümsedi. ''Sen artık işine bak.''

Mehsa hazırladığı tepsiyi alıp kadınların yanına döndü. Şerbetleri ikram etti. Onlar şerbetlerini içerken, Mehsa da sırayla hepsini süzdü. Elbette her şeyi onlara anlatacaktı. Kendine bir gün daha mühlet veriyordu.

*****

Cemşah kapısı vurulunca o tarafa doğru döndü. Abisi eve dönmüş ve ilk iş olarak onun yanına gelmişti. Birbirlerini selamladılar. Ali tezgâhın diğer tarafında durdu ve kardeşinden işine devam etmesini istedi.

''Yengen seninle konuşmuş.''

''Evet.''

''Biraz düşünmek istemişsin.'' Kardeşinden bir tepki bekledi. Cemşah sadece kafasını salladı. ''Dinle, Cemşah. Ben de onlara uydum, kararlarını destekledim. Ama sonra düşününce... Sana bu kadar baskı yapmanın doğru olmadığına karar verdim.''

''Biraz geç oldu.''

Ali hafif bir kahkaha attı. ''Bana gönül koymuşsun.''

''Fark etmemiş miydin?''

''Özür dilerim. Benim, senin tarafında olmam icap ederdi.''

Cemşah elindeki işi bırakıp abisine baktı. ''Özür dileme. Sen böyle yapınca, esas ben kendimi mahcup hissediyorum. Evet, başta sana biraz kırıldım. Ama sonra ben de düşününce... İyiliğimden başka bir şey istemediğini anladım. Güllü Paşa, üzerimde emeğin çok. Bu kadarcık baskı yapmaya da hakkın var.''

''Sahiden böyle mi düşünüyorsun?''

''Evet.'' derken gülümsedi Cemşah. ''Şahin'in yaşadıklarını düşünüyorum. Küçükken, sen de bilirsin, onu çok kıskanırdım. Sultanzade değil, şehzade olmak isterdim. Keşke benim abim sultan olsaydı, derdim. Ne kadar talihli bir çocuk olduğumun farkında değildim. Sen beni korudun, hep yanımda oldun. Yengem gençliğini harcadı benim peşimde.'' Güldü. ''Ben size karşı asi olursam, büyük nankörlük etmiş olurum.''

''Evlenmek istemediğini söylemekle, asilik etmiş olmayacaksın. Benimle gelmek istemesen de. Daha evvelki konuşmamızda, seni hiç dinlememiştim. Çünkü sana biraz kızmıştım. Ama şöyle bir gerçek var ki, ben sana yeteri kadar itimat etmediğimi düşünüyorum. Seni hâlâ bana emanet edilen o küçük çocuk sanıyorum. Büyüdüğünü, artık koca adam olduğunu kabul etmem lazım.''

''Teşekkür ederim.''

''Rica ederim.'' dedi Ali, başını hafif eğip kaldırarak. Tezgâhın üzerindeki birkaç tahta parçasına uzandı. ''Evlilik kararını sana bırakıyorum. Seni destekleyeceğim.'' Eline aldığı tahtaları inceledi.

''Her kararımı mı?''

''Evet.''

''Kiminle evlenmek istediğime kadar?''

Ali bir cevap vermeden önce kardeşinin yüzüne baktı. ''Böyle biri mi var yoksa? O sebeple mi yengenin, validemin sana bir eş seçmesine karşıydın?''

''Yoktu. Sadece evlenmek istemiyordum. Ama şimdi...''

''Şimdi istiyorsun. Çünkü aklında biri var.''

Cemşah'ın aklında biri vardı. Bir kere görmüştü. Bu görüşle beğenmiş, kalbini titrettiğini hissetmişti. Aşkı kendisine hep uzak sanırdı. Bir yanı bunu ister ama diğer yanı bundan yana bir ümit beslememesini söylerdi ona. Şimdi bu kız mıydı aşk? Görür görmez âşık mı olmuştu?

''Kendim dâhil, kimsenin kalbi kırılsın istemiyorum. Hele yengemin bana gücenmesini hiç istemiyorum. Düşüneceğim, bir karar vereceğim. İkiniz bunu aynı anda öğreneceksiniz.''

''Peki.'' dedi Ali, samimi bir gülümsemeyle. Bir tanecik kardeşi vardı. Hiçbir şeyin aralarını bozmasını istemiyordu. Sessizce, kardeşinin elindeki işi maharetle yapışını izledi.

*****

Geniş bir sofra kurulmuştu. Bütün aile bir aradaydı. Akşam yemeğini yediler, sonrasında sohbet ettiler. Bülbül, abisine karşı daha mesafeliydi, Şahin'le ise hep tebessüm ederek konuşuyordu. Bu vaziyet Sultan'ın gözünden kaçmamıştı.

Gece ilerlediğinde çocuklar ve anneleri odalarına gitti. Sultan ve Dilber Sultan da yanlarından ayrıldığında Şahin ve Bülbül yine baş başa kalmıştı. Gün içindeki sohbetleri uzun sürmüş, ardından bahçede dolaşmışlardı. Sonra da yeğenleriyle vakit geçirmişlerdi. Şahin, gün boyu Yadigâr'ı hiç görmemişti. Artık bu durum onu işkillendirmeye başladı.

Biraz daha sohbet ettikten sonra Bülbül odasına çekilmek istedi. Harem dairesinden beraber çıktılar. Bir cariye Bülbül'e eşlik etti, önden gittiler. Şahin de hareketleneceği sırada genç bir ağanın ona yaklaştığını gördü.

''Şehzadem!''

''Evet?''

''Emrinizdeki yeni ağa benim. Adım...''

''Ne?'' dedi Şahin, sinirle. Ağayı konuşturmamıştı. ''Yadigâr nerede? Bana hemen onu çağır!''

''Yadigâr Ağa'ya başka bir vazife verildi.''

''Emrimi duymadın mı? Hemen, dedim!''

''Özür dilerim, bunu yapamam.''

Ağa başını eğmiş, ellerini önünde birleştirmişti. Şahin bir süre ona baktıktan sonra başını diğer tarafa çevirdi. Sultan'ın odasının olduğu koridora bakıyordu. Bu vazife değişikliğini onun yaptığı ortadaydı. Yürümeye başladı. Her adımda giderek hızlandı. Abisinin odasının kapısına varmıştı. Geldiğinin haber verilmesini istedi. Açılan kapıdan duraksamadan girdi.

İçeri girişi hızlı olmuştu ama odayı görünce aniden durdu. Burası bir zamanlar babasının odasıydı. Abisinin soran bakışlarına aldırmadan baktı etrafa. Bu odada oraya buraya koşturttuğunu, babasıyla balkondan şehri izlediğini, sonra yine onunla bir koltuğa yan yan oturduğunu hatırladı. Tüm gün yaptıklarını birer birer anlatırdı babasına. Hiç sözünü kesmeden dinlerdi onu babası. Bir kolunu ona sarardı. Şahin şimdi de onu görür gibiydi, dalıp gitmişti.

''Şahin?''

''Hm?'' dedi, dikkati dağılınca. ''Ah, ben... Seni görmek istedim. Mühimdi.''

''Hayırdır?''

''Yadigâr'ı başka vazifeye vermişsin.''

''Evet.'' dedi Sultan, düz bir sesle. Yazı masasının yanında duruyordu, Şahin geldiğinde sandalyesinden kalkmıştı. Elindeki kalemi masaya bıraktı.

''Neden? Ona çok alışmıştım.''

''Vazifesini layıkıyla yerine getirmedi.''

''Bilakis... Ben ondan çok memnunum.''

Sultan sakin bir sesle konuştu. ''Güllü Ali Paşa'nın konağına gitmek istedin, müsaade ettim. Yanına bir tek Yadigâr'ı alışına da ses etmedim. Seyranlık'a gitmişsiniz. Muhafızlar gelmemiş, sonra Yadigâr da seni yalnız bırakmış, tek başına dolaşmışsın.''

''Ondan bunu ben istedim. Emrettim.''

''Ne olursa olsun, seni yalnız bırakmamalıydı. Bunu çok iyi biliyordu.''

''Peki, sen bunu nereden biliyorsun? O mu anlattı?'' Aklına bir şey gelmişti. ''Yoksa... Başka casusların da var.''

''Evet. Ama vazifeleri sadece casusluk değil, seni korumak için yakınındaydılar. Yaptığın her şeyden haberim var.''

Şahin bir süre sessiz kalıp düşüncelerini topladı. ''Asla tam manasıyla hür olamayacağım, değil mi? Sen sadece o kafesin duvarlarını genişlettin.''

''Senin için endişe ediyorum. Elbette, hazır olduğunu düşündüğüm an, tamamıyla hür olacaksın.''

''Buna da sen karar vereceksin. Her şey sen nasıl istiyorsan, öyle olacak. Emrimdeki ağayı bile ben seçemiyorum. Sen bir de bana veliahtlıktan bahsediyorsun. Bir kukladan farkım kalmayacak senin elinde. Ve istediğin de bu, değil mi? Sultan merhamet gösterdi, kardeşini affetti. İnsanlar bir kere daha hayran oldu sana.''

''Laflarını dikkatle seç Şahin. Kiminle konuştuğunu unutma.''

''Unutmuyorum.'' dedi Şahin, dalgın bir bakışla. ''Kızmıyorum, kin gütmüyorum ama yaptıklarını da unutmuyorum. Sen, kendini benden uzaklaştıran abimsin, aynı şeyi yapmaya da devam ediyorsun.''

''İstediğini düşünebilirsin. Ben, seni korumaya çalışan abinim, yapmaya devam ettiğim tek şey de bu.'' Biraz duraksadı. Derin bir nefes aldı. ''Peki, madem Yadigâr'ı istiyorsun, yarın sabah vazifesine devam edecek. Ama bir daha böyle bir şey tekrarlanırsa, onu bu kez saraydan kovarım. Şimdi müsaade edersen, dinlenmem lazım.''

Sultan hatalarının farkındaydı, pişmanlıkları çoktu. Ama geri alamadığı zamanı telafi etmek içindi tüm uğraşı. Karşı taraf bunu görmemekte ısrarcı olacaksa, kendi bilirdi. Masasına doğru yürüdü. Uzaklaşan ayak sesleri ve ardından kapanan kapının sesini duydu.

*****

Şahin odasından çıktığında ilk olarak Yadigâr'ın her zaman beklediği köşeye baktı. Oradaydı, başını eğip kaldırmıştı. Hafif bir tebessüm etti ona. Yürümeye başladılar.

''Sağ olun, şehzadem.''

''Ne için?''

''Vazifeme dönmemi sağladığınız için.''

''Yeni birine alışmak zor olacaktı. İyi, kötü seninle devam edelim.''

Yadigâr, Şahin'e belli etmeden gülümsedi. Sessizce peşinden yürüdü. Köşeyi döndüklerinde odalarından yeni çıkmış Hüma ve Mesut'u gördüler. Mesut bir anlık geriye bakmış ve amcasını görünce durup beklemişti.

''Hayırlı sabahlar.''

''Size de, amca.''

Hüma ve Mesut aynı anda amcalarını selamladı. Yanındaki cariyesiyle önden yürüdü Hüma. Mesut bir süre peşlerinden bakmış, amcasının omzunu dokunmasıyla başını çevirmişti.

Şahin dizlerini kırıp eğildi, Mesut'un yüzüne baktı. ''Şehzade Mesut, ne oluyor?''

''Anlayamadım.''

''Gözlerini alamıyorsun.''

''Mihrican'dan mı?''

''Mihrican demek.'' derken gülümsedi Şahin. ''Sana göre, biraz yaşı var, hah, ne dersin?''

''Büyüceğim ben.''

''Ee, o da hep böyle kalmayacak.''

''Biliyorum.'' diyerek dudaklarını büzdü Mesut. ''Ama güzelliği hep böyle kalacak. Büyüdüğümde, Mihrican benim hatunum olacak. Bana söz verdi.''

Şahin dayanamayıp küçük bir kahkaha attı. ''Ancak büyüdüğünde, belki de onu beğenmeyeceksin. Böyle ümit verirsen, sonra kalbi kırılır.''

''Niye beğenmeyeyim? İnsan bir kere sevince, ondan başkasını gözü görmez ki.''

''Ah!'' deyip bir iç çekti Şahin. ''Çok doğru söyledin.'' Çocuk da olsa, kimsenin hislerini küçük görmemek gerekirdi. Ne kadar da haklıydı. Başkasını gözü görmezdi ki insanın. Hoş, bir süredir Şahin'in gözünün, sevdiğini doyasıya görebildiği de yoktu ya. Neyse ki, Mehsa'nın ona kıyamayışı ve bu ayrılığın kısa süreceği sabretmesini kolaylaştırıyordu.

''Biz de gidelim amca, geri kalmayalım.''

''Peki, gidelim.''

Yan yana yürüdüler. ''Neden öyle yürüyorsunuz?'' diye sordu Mesut. Başını kaldırıp Şahin'e bakmıştı.

''Ne varmış yürüyüşümde?''

''Bir şehzade nasıl yürür, ben size göstereyim.''

Mesut adımlarını yavaşlattı, çenesini iyice kaldırdı. Kolları iki yanında ağır bir ritimle sallanıyordu. Gözü çoğunlukla ilerideydi ama harem dairelerinin önünden geçerken gözünün ucuyla bakmayı asla ihmal etmiyordu. Gönlü olsun diye, Şahin onu taklit ederek yürüdü. Ve bu an ona başka bir taklidi hatırlattı.

Hani sizin o dik yürüyüşünüz var ya! Böyle! Harem dairelerinin önünden ağır adımlarla geçecektiniz. Direk bakışlar asla yok, gözünüzün ucuyla bakacaktınız. Cariyeler sizi bir anlık dahi olsa görebilmek için kerevetin üzerinden inerken birbirini ezecekti.

Her şey farklı olsaydı, Şahin o kafese hiç kapatılmasaydı ve burada, annesinin dizinin dibinde büyüseydi, şimdi nasıl bir adam olurdu? Kesinlikle daha kuvvetli, özgüvenli, kültürlü, bilgili... En ufak bir tedirginlik hissetmeden yürürdü bu yolu. Belki annesi hâlâ hayatta olurdu.

Eğer orada yaşıyor olsaydınız, beni görmezdiniz. Keşke siz burada yaşamasaydınız... Ailenizin yanında olsaydınız da, ben... Beni göreceğiniz anı bekleseydim.

Şahin bir harem dairesinin önünden geçerken durdu. İçerideki cariyeler hemen toparlanmış, bir köşeye sıralanmışlardı. Şahin dalgın gözlerle içeri bakarken, tam önünden tıpatıp ona benzeyen ama kesinlikle çok daha kendinden emin yürüyen bir şehzade geçti. Gözlerinde, adına yakışır bir şekilde, şahin gibi keskin bakışlar vardı. Bir köşeye sıralanmış cariyelerin yanına vardı o şehzade, yavaşladı. Her birine birer bakış atarak ilerledi. Sonunda durdu. Gözlerindeki o keskin bakışlar, bir anda sevecen bir ifadeye dönüşmüştü.

''Adın ne senin hatun?''

''Mehsa.''

''Mehsa... Manası nedir?''

''Ay yüzlü, şehzadem.''

''Kaldır başını Mehsa. O ay yüzü daha iyi göreyim.''

Şehzade, o güzelin ay gibi yüzünü, denizleri andıran mavi gözlerini görünce başının döndüğü hissetmişti. Hafif aralık duran pembe dudaklar aklını bulandırmıştı. Bir koku duyuyordu, çok sevdiği yasemin çiçeklerini anımsatıyordu. Tüm kuralları hiçe saydı, geceyi bekleyemezdi. Bembeyaz, narin bileklerinden birini eliyle kavradı ve yükselen bir uğultu eşliğinde onu kendisiyle birlikte yürüttü. Yine Şahin'in önünden geçip gittiler.

''Amca!'' Kaftanından çekti. ''Amca!''

Şahin dalgın gözlerini yeğenine çevirdi. Biraz ona baktıktan sonra kendine gelebildi. Kendini zorlayarak gülümsedi. Yürümeye devam ettiler. Sabah yemeği için herkes büyük harem dairesinde toplanmıştı. İçeri girdiğinde tüm aileyi selamladı. Abisine ifadesiz bir yüzle bakmıştı. Yanındaki yerine geçip oturdu.

*****

Annesine veda ederken -aslında pek veda sayılmazdı- onu bir sonraki görüşünün böyle olacağını hiç getirmemişti aklına. Ayrı düşmüşler ama tekrar kavuşacaklardı. Şahin yine dizlerine yatacak, ondan ninniler dinleyecekti. Annesi saçlarını okşayacaktı. Ölüm haberini alana kadar bundan başkasını düşünmemişti. Sonra ise öldüğünü kabul etmek istememişti. Ama işte buradaydı. Küçük bir türbenin içinde, toprağın altında, doyamadan kaybettiği kızıyla yan yan yatıyordu. Doyamadan kaybettiği oğulları ise şimdi mezarının başucunda yan yanaydı.

Sultan bir adım geri çekildi, anne ile oğlu baş başa bırakmak ister gibi. Bülbül de onun bir adım gerisindeydi. Sabah yemeğinden sonra üçü birlikte kabir ziyaretine gelmişlerdi.

Şahin elini yeşil örtünün üzerine uzattı, orayı biraz okşadı. Gözleri dolmuştu ama kendini bırakıp ağlamamak için dirayetli durmaya çalışıyordu. Ellerini açtı, duasını etti, sonra avuçlarını yüzüne sürdü.

''Beni görmene müsaade etmediler, ziyaretime gelemedin. Kaderde, benim senin ziyaretine gelmem varmış. Bundan böyle hep geleceğim.''

Şahin'in ses tonundaki sitemi seçmişti Sultan. ''Validem günlerce konuşmamıştı benimle.'' derken yüzünde mahzun bir tebessüm belirdi. ''Odasına kapanmış, her şeyden elini ayağını çekmişti. Hüma doğdu, gelip görmedi bile. Küsmüştü bana, haklıydı. Kızımı ona getirdim, kucağına koydum. Görür görmez Hüma demiş, adını koymuştu. Gülümsemişti, iyi hatırlıyorum. Günler süren ıstırabıma biraz olsun şifa olmuştu bu... Seni hiç sormadı. Belki başkalarına soruyordu, bilmiyorum, ama benim yanımda senden hiç bahsetmezdi.'' Derin bir nefes alıp verdi. ''Her şey üst üste geliyordu. İsyanlar çıkmıştı, savaş tehdidi vardı. Validem benimle konuşmuyordu.'' Bir adım gerilerinde duran Bülbül'e bir bakış attı. ''Kız kardeşim bana eskisi gibi gülümsemiyordu. O vakitlerde Hüma'nın validesini kaybettim. Bütün bunlar ağır gelmişti bana, hastalandım. Kıyamamıştı.'' Burukça gülümsedi. ''Başucuma geldiğini, yüzüme dokunduğunu hatırlıyorum. Etrafa emirler yağdırmış, ben iyi olana kadar yanımdan ayrılmamıştı. Oysa diğer oğlu... Senin, hasta olduğun haberi gelince hekimlerin kafese girmesine müsaade etmiştim. Sonra valideme gittim. Şahin'i görmek istiyor musun, diye sordum ona.''

Şahin meraklı bir ifadeyle döndü arkasında duran abisine. Konuşmasını önüne bakarak dinlemişti. Son sözlerinin üzerine daha fazla tepkisiz kalamazdı.

''Ne söylemişti?''

''Susmuştu. Öz evladına öyle çok gücenmişti ki, böyle bir lütfu kabul etmek istemiyordu. Ona kapıyı gösterdim, gidebileceğimizi anlattım. Gurur yapılacak vakit olmadığını anlamıştı. Peşimden geldi. Herkes uykudayken, gece yarısı kafesin önüne geldik. Benim içeri girmeye cesaretim yoktu.''

''Validem?''

''O içeri girdi, Şahin. Odana, yanına geldi. Çok hastaydın, kendinde değildin. Nasıl benim başucumda beklediyse, sen iyi olana kadar senin yanından da ayrılmadı. Sabahın ilk ışıklarına kadar sürmüştü bu, kapının önünde beklemiştim. Sen kendine gelmeye başladığında, onu görme diye, yanından ayrılmıştı.''

Şahin'in gözyaşları artık akmaya başlamıştı. ''Neden?'' diye sordu, titreyen sesiyle.

''Ağlar, demişti. Benden ayrılmak istemez. Daha çok hasta olur. Sonrasında ona, istiyorsa seni yine görebileceğini söyledim. Kararı değişmedi. Orada yaşayacaksan, bir an evvel oraya alışmalıydın. Yalnızlığa da. Çünkü senden tekrar tekrar ayrılmak zorunda kalacaktı. Aynı işkenceyi, ikiniz de defalarca yaşayacaktınız.''

''Demek bu sebeple... Bu sebeple hiç gelmedi. Ben sanmıştım ki...''

''Sen sanmıştın ki, ben müsaade etmiyorum. Evet, başka herkese yasaktı oraya girmek. Ama valideme değildi. Bazen demir kapının ardına kadar gelirdi. Orada durup içeriyi dinlerdi. En çok o vakitlerde istedim seni oradan çıkarabilmeyi.''

''Gelmeliydi. Ağlardım, zor olurdu... Yine de onu görürdüm. Gelişlerini beklerken vakit daha hızlı geçerdi.''

''Yanına gelse, onu bırakmazdın Şahin. Aklı daha çok kalırdı sende. Ağlamaların, bağırıp yalvarmaların azalıyordu. Alışıyordun.''

Şahin dudaklarını titreterek ağlıyordu. Bülbül de onu böyle görmeye dayanamadığından onunla birlikte ağlıyordu. Sultan kardeşlerine baktı sırayla. Şahin'e doğru gidip bir elini ensesine uzattı, çektiği başını omzuna yasladı, hafifçe sırtına vurmaya başladı.

''Ona kızmayı aklından bile geçirme. Bu hikâyenin kötüsü benim.''

Abisine yaklaştı Şahin, ona sarıldı. İlk seferinde sarılamamıştı. Şimdi sıkı sıkı sardı ona kollarını, ağlamasını arttırdı.

Birbirini çok seven iki kardeş vardı bir zamanlar. Kaderleri, bir taht sokmuştu aralarına, ayırmıştı onları. Biri gücü eline alan kötü, diğeri o gücün altında ezilen iyi olmuştu. Acı, yalnızlık, öfke, çaresizlik, pişmanlık... Hisleri pek çok kez değişmişti. Tek bir şey vardı, hiç değişmeyen, aralarındaki sevgi. Ve sevgiyle kurulan bağlar kopsa bile, ilk fırsatta yine aynı yerden, bu kez daha sağlam bağlanırdı birbirine.

Continue Reading

You'll Also Like

24.2K 3.6K 27
Kimseler bilmesin seni sevdiğimi, en sevdiğinden sakla ne olur . Ölümsüz aşklar hep sessiz sessiz büyür. Sus ey yar ,çözülmesin bu aşkın kördüğümü...
438K 48.2K 76
"Çıkardığı fotoğrafın altına, kalemin kapağını ağzında tutarken, kalemle bir not düştü. "Tutku'yla Harmanlanmış Bedenler." " Böyle başlamıştı hikaye...
SENDEN UZAKTA By JUDITH JOYCE

Historical Fiction

562K 35.4K 31
Londra'nın en beğenilen terzisi İsabella Mercier, diğer adıyla, Madam Mercier; Warwall Dükü Sebastian St. James'le karşılaşıncaya kadar hem mükemmel...
911K 5.3K 7
Merhaba benimle aynı kaderi paylaşan kız kurusu kardeşlerim. An itibariyle hepimi aynı dertten müzdarip ve sonunda üzerimizde ki baskılara yenilme...