12 GECE | OGÜN ENES

By aytenokay

97.8K 6.9K 3.5K

🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kı... More

12 GECE | OGÜN ENES
BÖLÜM 1: ÖLEN YILDIZLI GECELER
BÖLÜM 2: KÜL KOKUSU
BÖLÜM 3: SÖYLE MAJESTELERİ...
BÖLÜM 4: GECE GÜNEŞİ
BÖLÜM 5: ZERDALİ
BÖLÜM 6: DURDURUN DÜNYA'YI KAYBEDECEK VAR
BÖLÜM 7: BENİM GÖLGEM BİR CASPER
BÖLÜM 8: KOL SAATİMDE DAMARLARIN SAKLI
BÖLÜM 9: BU KEFENE ANILAR SARILI
BÖLÜM 10: SESSİZ SİNEMA
BÖLÜM 11: BİR ŞARKI MIRILDAN İÇİNDEN
BÖLÜM 12: GECELER BİZE AİT
BÖLÜM 13: EL FENERİ
BÖLÜM 14: KIRIK GÖKKUŞAĞI RÜZGÂRI
BÖLÜM 15: İNCİNMİŞ BİR ŞİİR YAPRAĞI
BÖLÜM 16: GÖĞE BAKMA DURAĞI
BÖLÜM 17: GECELER SİYAH ÇÜNKÜ OKYANUS MAVİYİ YEDİ
BÖLÜM 18: SEVGİ VE NEFRET
BÖLÜM 19: ESKİ GEMİ
BÖLÜM 20: SATIRLARIMDAKİ PARMAK İZLERİ
BÖLÜM 21: BİLMEZSİN BİR YEL SAVURUR SENİN KOKUNU
BÖLÜM 22: GECEYE FISILDADIM SUSKUN AYRILIKLARI
BÖLÜM 23: BİR YALAN KALSIN SENDEN
FİNAL: HÂLÂ KAPANMAMIŞ YARALAR
12 GECE | MISRA KARATAŞ
BÖLÜM 1: ŞEREFE SEVGİLİM
BÖLÜM 2: SOLUK TENLİ YILDIZLAR
BÖLÜM 3: SEN SÜKÛT BEN MENFİ
BÖLÜM 4: KAYBOLAN SOKAK ARALARI
BÖLÜM 5: KÜF TUTMUŞ YEMİNLER
BÖLÜM 6: ŞEHİR BENİ UNUTMUŞ
BÖLÜM 7: SENSİZLİĞİN EN AĞIR TONUYUM BEN
BÖLÜM 8: DÜŞMANI ZAMAN OLAN KAHRAMAN
BÖLÜM 9: GALATA'NIN KIZ KULESİ
BÖLÜM 10: ÖLÜ KALDIRIMLARDA SÖNEN İZMARİTLER
BÖLÜM 11: SEVMEYİ BİLMEYENLERİN MEYHANESİ
BÖLÜM 12: SATIR BAŞINDA KALBİM HEP KIRIKTI
BÖLÜM 13: BİR İNTİHARA SIĞINAN CİNAYET
BÖLÜM 15: DİNGİN YARALARDAN GEÇMİŞTİR HER FIRTINA
BÖLÜM 16: AÇIK KAFESLERDE BİN BİR CESET
BÖLÜM 17: TENİMDE TUTSAK İZLERİN
BÖLÜM 18: ZAMANIN VE İNSANLARIN ÖTESİNDE
BÖLÜM 19: KARA MAHZENİN KAPILARI
BÖLÜM 20: UÇURUMU YAŞAR GÖZLERİN
BÖLÜM 21: BİR ÖLÜNÜN PENÇESİNDE
BÖLÜM 22: İNTİKAM ÇANLARI
BÖLÜM 23: GÖMÜLÜ SIRLAR
FİNAL: SON PERDE OYUNU

BÖLÜM 14: BENİ KALBİNE SOR

766 64 122
By aytenokay

*Manuş Baba - Bırak Seveyim Rahat Edeyim*

"Ogün!"

Başımı çevirip Gülseren Hanım'a baktığımda bana kabinlerin bulunduğu yeri işaret etmişti. "Şimdi Mısra gelir, ona göz kulak ol. Bize içecek alıp geleceğim ben. Birbirinize güneş kremi sürmeyi de unutmayın!"

Ona gülümserken bir yandan da başımı sallıyordum. Gülseren Hanım, daha plajın kapısından yeni girmiş olan Tekin Abi'nin koluna tutunduğu gibi peşi sıra onu da sürüklemeye başlamıştı. Sanırım alacağı şey sadece bir içecek değildi...

Şezlongların üzerine havluları serdikten sonra birine oturmuş ve kabinlerin bulunduğu o alanı izlemeye başlamıştım. Mısra'nın çıkmasını bekliyordum. Burası bir aile plajıydı. Çocuklar önümden koşarak geçiyordu, biraz ileride de kıyaya vuran o dalgaların yarattığı çamura kendilerini gömmeye çalışanlara gözlerim istemsizce takılmıştı. Gülümsedim aklıma gelen o düşünceyle. Mısra'yla bunu denemeliydik...

Mısra kabinden çıkmıştı. Üzerine giyindiği siyah mayo, beyaz teninin daha da ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Güneşin parlaklığına gözlerini kısmak zorunda kalmış, hafif dalgalı olan saçları da lüle şeklinde yüzüne dökülmüştü. Aramızdaki mesafe azalınca göz göze geldik. Yüzüne bir anda yayılan o gülümsemesine karşılık verirken, saçlarını geriye doğru savurup hızlı adımlarla yanıma gelmişti. Ona oturması için yanımdaki şezlongu gösterdim. Yanıma otursa da etrafa bakınan gözleriyle annesini aradığını anlayabilmiştim.

"Gülseren Hanım ve Tekin Abi bize içecek bir şeyler almaya gittiler."

Mısra'nın bakışları tekrardan beni bulmuştu. Ona elimdeki güneş kremini gösterdim. "Ve annen birbirimizi kremlememizi tembihledi."

Omuzlarını kaldırarak kıkırdayınca gözlerimdeki şirinliğine içim gitmişti. Uzanıp yanağını sıktım. Elimi itse de yaptığıma hâlâ gülüyordu. Tabii ben de öyle...

"Sırtını dön, bacaksız."

Mısra şezlongun ucuna doğru kayıp bana sırtını döndüğünde ben de onun şezlonguna geçmiştim. Kremin kapağını açıp parmak uçlarıma sıkarken, Mısra bir eliyle topladığı saçlarını sol omzuna toplamıştı. Önce omuzlarına, sonra da ensesine özenle kremi yedirmeye başladım. Ensesinden boynuna doğru kaykılan parmaklarımdan sonra Mısra bir anda boynunu ve omzunu elimi sıkıştıracak şekilde kapatmıştı. İlk başta şaşkın bir şekilde ne yaptığına baktım. Birkaç saniyenin ardından fark ettiğim o şeyle de gülmeye başlamıştım. "Boynundan tikin mi var senin?"

Mısra başını çevirip omzunun üzerinden bana baktığında kafasını sallamıştı. Gözlerimdeki o sinsi ifadeyi fark edince yüzündeki gülümseme bir anda soldu. Kalkmaya çalıştığında kolundan tutup, onu kendime doğru çektim. Mısra kollarımın arasına yığıldı. O benden kaçmak için çırpınırken, ben daha çok onun boynuna dokunmaya çalışıyordum. Kahkahaları yükseldi. Öyle ki başını omzuma yaslayarak gülüşlerini durdurmaya çalışmıştı. Birbirimizi hırpaladığımız için yüzüne dökülen saçlarını umursamadan bir yanağına bastırdım dudaklarımı. O zaman beni iten elleri durgunlaşmış ve bir yanağımı bulan eliyle yüzümü okşamaya başlamıştı. Hâlâ gülüyordu bacaksız. Onun neşesine hayran olmamak elde değildi...

Gülüşlerimizin sonlanmasına neden olan şeyse yanımızdan geçen çocukların ahrazmış gibi sesler çıkarması olmuştu. Başımızı çevirip şaşkınca onlara baktık. Üç çocuk denize doğru yürüse de bizi izliyorlardı.

Mısra'nın konuşamamasını taklit ediyorlardı.

Kaşlarımın çatıklığı derinleşirken, benim gibi kollarımın arasında donup kalan Mısra'nın varlığını hissedebilmiştim. Kalbim anlam veremediğim bir duyguyla tekledi. Sanki içime bir kıvılcım atılmıştı ve gözlerime kadar yansımıştı o cehennemin ateşi... Dudaklarımı sertçe birbirine bastırdım. Mısra'yı hafifçe kenara itip ayaklanmaya çalıştığımda, panikle bana tutunmuştu bacaksız. "Bırak beni, Mısra!" diye öfkeyle soludum.

Endişeyle gözlerime bakarken başını sağa sola salladı. Ona kızgın bir tavırla denize giren çocukları işaret ettim. "Bırak da ağızlarını burunlarını dağıtayım, bir daha gerçekten de konuşamasınlar!"

O da ellerini kaldırıp kızgın bir tavırla bana bir şeyler anlatmaya çalıştı. Tüm öfkemi saçlarımdan çıkardım. Onları geriye doğru atarken, "Ne diyorsun, anlamıyorum!" dedim hiddetle.

Elinden kaçmamam için bir eliyle koluma tutunmaya devam etmişti. Diğer eliyle de çantaya uzandı ve telefonunu bulmaya çalıştı. Telefonu çıkardığında hızla kilidini açmış ve bana bir şeyler yazmaya başlamıştı. Ardından ekranı bana çevirdi.

Bunlara alıştım ben, kulaksız.

İnan bana, onlar için elini incittiğine değmez!

Gözlerimi kaldırıp onun gözlerine baktım. "Sen ne zamandan beri bunları yaşıyorsun, Mısra?"

Mısra bunu sormamı beklemiyor olmalı ki öylece gözlerime bakmıştı. Dilsizliğiyle bütünleşti. Gözlerindeki ifadelerin dâhi sustuğu o ânı hiç unutamamıştım. Mısra bakışlarını benden kaçırdığında ise sanki mümkünmüş gibi kaşlarımın çatıklığı derinleşti. Bunu benden gizlemişti! Birilerinin onun kusuruyla dalga geçmesine göz yummuştu! Sessizliğinden yararlanmıştı insanoğlu. Onu daha da dibe çekmişlerdi. Dipsiz kuyuların esiri olmuştu ruhu. Kırıldı. Parçaları avuçlarıma dağıldı. Bu hisle kasılan çenemi açmaya çalıştım. Buna daha fazla izin vermeyecektim. Mısra Karataş'ın sessizce yığılan o omuzlarına bir kez daha şâhit olmayacaktım. Birilerinin kusuruyla kendi kusurlarını kapatmaya çalışanlara sessiz kalmayacaktım. Bunun farkındaydı bacaksız, bu yüzden korkuyordu oturduğumuz o şezlongdan kalkmama... Çünkü kaybedecek olsam bile onun için birçok savaşa gireceğimin bilincindeydi.

Mısra eline aldığı güneş kremiyle beni oyalamaya çalışırken ben gözlerimle denizde yüzen o çocukları takip ediyordum. Bu sefer o arkama geçmiş ve omuzlarımı kremlemeye başlamıştı. Dizkapağıma yasladığım dirseklerimle kasılan ellerimi birbirine sürterek açmaya çalışıyordum. Onların eğlendiğini gördükçe içimdeki öfke büyüyordu. Mısra bunun farkına varmış olacak ki şezlongdan inip karşıma geçmişti. Dizlerinin üzerine çöktüğünde anlamayan gözlerle onu izlemeye başlamıştım. Başını sağa sola yatırarak bana şirinlik yapıyordu. Her ne kadar gözüme tatlı gelse de asık suratımla onu izlemeye devam etmiştim. "Boşuna çabalama Mısra, onları döveceğim!"

Elini kaldırıp dudaklarımın üzerine vurduğunda birkaç saniyeliğine de olsa ikimiz öfkeyle birbirimizi izlemiştik. Ardından Mısra öfkeli bakışlarıma dayanamıyormuş gibi dizlerinin üzerinde yükselip koynuma sokuldu. Gözlerimi devirdim. Beni yumuşatmasından nefret ediyordum!

"Hadi gençler, bir şeyler atıştıralım da denize girelim!"

Gülseren Hanım ve Tekin Abi ellerindeki poşetlerle yanımıza oturmuşlardı. Mısra da yanıma oturarak elimi tuttu. Ben de Gülseren Hanım'ı izliyordum, fakat Mısra'nın yaptıklarına istemsizce gülmüştüm. Daha çok sinirlerim bozulmuştu... Sanki bana tutunmayı bıraktığı an o denize koşup üçünü boğacakmışım gibi davranıyordu.

Aslında pek de yanılmış sayılmazdı.

Gülseren Hanım ve Tekin Abi'nin soruları yüzünden konuşmak zorunda kalmıştım. Mısra konunun dağılmasına mutlu olmuştu. Durmadan beni yatıştırmaya çalışıyordu ama o sıfatları çoktan zihnime kazıdığımın farkında değildi. Bir gün okuldan çıktıktan sonra kendi aralarında tartıştıkları o sokak arasında onlara rastlayacağımı ve hepsine yumruğumu geçireceğimi bilir gibi... Zamanın bize sunacağı şeyleri öngöremezdik, sadece hissedebilirdik. Elimi sıkıca tutan Mısra'ya başımı çevirip baktığımda, ısırmakta olduğu gözlemeyle o da başını çevirip bana baktığında; gözüme fazlasıyla masum gelen ifadesine gülümsemem gibi... Onunla bu raddeye gelebileceğime hiç ihtimal vermezdim. Eşsiz güzelliğiyle aklımı başımdan alıp giden kız çocuğunun burada yanıma oturup, sırf beni yatıştırmak için elimi sıkıca tutan benliğine bu kadar yakın olacağımı hiç düşünmemiştim. Sadece hayal kurardım. Onu sonsuz defa zihnimde yaşar ve gün doğduğunda bacaksızı görmek için apar topar çıkardım evden. Tanrı'ya onu bir başkasıyla görmemek için yalvarırdım. Sadece zaman dilerdim ondan. Buna kendimi alıştırmaya çalışırdım. Oysa ona yaklaşan erkeklerden delicesine kıskanacağımı bilmeden...

Biz gözlemeleri yerken çocukların nereye gittiğini bilmiyordum ama gözden kaybolmuşlardı. Sanırım denizin diğer tarafına kadar yüzmüşlerdi. Bu Mısra'nın işine geldi. Onların gittiğini anlamasıyla tutuşan ellerimizden beni çekiştirerek ayağa kaldırdı ve denize doğru ilerlemeye başladı. İlk başta ayaklarımıza çarpan dalga, biz ilerledikçe göğsümüze kadar yükselmişti. Mısra yüzme konusunda benden daha iyi olduğu için ayaklarını boşluğa çekip kendini havada tutmayı başarsa da benim yanımdan ayrılmıyordu. Omuzlarıma tutunduğunda ben de ellerimle onun bileklerine tutunmuştum. "Senin keyfin yerinde gibi bacaksız!?"

Kıkırdarken bir anda yükselen dalgayla ağzına girmişti deniz suyu. Yutkunduğu suya öksürmeye başladı, bense kahkaha atıyordum ona. Elini suya daldırıp bana doğru atmaya başladığında kendimi geriye doğru çektim. "Bak Mısra öfkeliyim, senden çıkarırım acısını!"

Mısra boş tehdidimi sırıtarak dinlemişti. Gözlerim kısıldı bu tavrına. Ardından hiç beklemediği bir anda onun üzerine doğru yüzmeye başladım. Çığlık atıp diğer tarafa yüzmeye başladığında çok geçmeden yakalamıştım onu. Tekrardan omuzlarıma tutundu bacaksız. Artık suyun derinliği yükseldiği için boşlukta süzülen ayaklarını belime sarmıştı. Birkaç saniye kadar onun cildinden denize düşen su taneciklerini izledim. Gözlerimiz tamamen birbirine kenetlendiğinde yüzümüzdeki o gülümseme silinmişti ama sanki ardında kalan iz daha derin bir gülümsemeye sahipti. Öyle ki o boşluğun içinde bacaksız uzanıp dudaklarını benim dudaklarıma bastırdığında, ilk kez birbirini bulan dudaklarımızda onun sıcaklığını tüm hücrelerimde hissedebilmiştim. Yüzümüzdeki izler birbirine karıştı. Bir anda etrafımızdaki her şey silindi. İlerideki kalabalığın çıkardığı sesler uğultuya döndü. Güneşin yeryüzüne dökülen ışığının şiddeti arttı. İçinde mahsur kaldığımız deniz kuraklaştı. Sanki bir kıyamet kopmuştu da ben şimdi Mısra'nın dudaklarında alıyordum son nefesimi... Dudaklarını benden ayırıp alnıma kendi alnını yasladığında ve soluk soluğa kalmış bir şekilde birbirimize baktığımızda, o anki sersem gülüşümüzü hiç unutmamıştım.

Çünkü ben birbirimize karışan o nefeslerin arasında bin kez ölüp, onun öptüğü her anda da bir daha canlanmıştım...

Bir masal yazıldı. Kalem bir okyanustu, sayfalara dökülen harfler ise bir denizkızına aitti. Kelimelerini yazdı tenime. Uzaktan bakılınca sonsuz gibi duran gökyüzü ve yeryüzünün birleştiği o ufuk çizgisinde... Oradaydık. Göz göze geldiğim kıyametimleydim. Oysa küçükken bana anlattıkları o kıyametten hep korkmuştum. Ölülerin dirilip mahşer alanında amansızca kaçacağını söylemişlerdi. Kaçmadım, ona teslim oldum. Kollarımın arasında, denizin gelgitleriyle hafifçe sarsılan bedenine sıkı sıkıya tutunmuş ve benden söküp alacağı onca can için ona gülümsemiştim. Bunun acı vereceğini biliyordum. Hatta dibi görünmeyen o yolun sonunda öleceğimi de... Ama bunun için savaşmak istedim. Mısra bana her dokunduğunda sanki dünyanın en yenilmez insanı gibi hissediyordum kendimi. Herkese karşı gelebilirdim. İstese onun için yeri göğü bile inletirdim.

Ama bacaksız benim için savaşmadı.

Beni harap olmuş cephemde öylece bırakıp gitti...

Yüzmekten yorulmuş olan Tekin Abi ve Gülseren Hanım'ı daha fazla bekletmemek için istemesek de denizden çıkmıştık. Mısra'yla her göz göze geldiğimizde gülüyorduk. Denizde yaptığımız o şeyi aklımızdan çıkaramıyorduk. Ona dokunmaya korkar olduğumu hissetmiş gibi davranıyordu bacaksız. Elimi yeniden tutmuş ve otele gidene kadar da hiç bırakmamıştı. Gülseren Hanım'la Tekin Abi de bize göz ucuyla baktıktan sonra kendi aralarında ufak bir fısıldaşmayla gülmeye başlamışlardı. Aldırmadık onların bizi çekiştirmelerine, üzerimizi değiştirip otelimize geri döndük. Tekin Abi'yle ben, Mısra'yla da Gülseren Hanım aynı odada kalıyordu. Bizim gibi orta hallilerin barındığı bir otel olduğundan akşam yemeğini dışarıda yeme kararı almıştık. Duş alıp hazırlandıktan sonra aşağıdaki lobide geri toplanmıştık. Hep birlikte sahile inip bir restoranın yolunu tuttuk. Mısra'yla onların gerisinde kaldığımızda bir kolumu Mısra'nın omuzuna atıp onu kendime doğru çektim. Omzunun üzerinde olan elime tutundu bacaksız. Gece olduğundan teknelerden ve sokak lambalarından denize yansıyan ışıklar yeryüzünün yıldızı gibi parlıyorlardı. Mısra'yla tekneleri izleyerek yürümeye devam etmiştik. İkimiz de sessizdik fakat benim dâhi sessizliğime bulaşan o izlerin varlığı hâlâ üzerimizdeydi. Bu his her neyse artık kalbim onunla çok başka bir savaşın içindeydi.

Orada hem her şeye sahiptim, hem de kimsesiz...

Sahil yolu üzerinde olan bir restoranda girdik. Cam tarafından bir masaya kurulduk ve siparişlerimizi verdik. Mısra'nın mızmızlanmalarına alışkın olduğumuz için hep birlikte ona yiyecek bir şeyler bulmaya çalışmıştık. Bize karşı çıktığında da çatılan kaşlarımıza omuzlarını çökertip arkasına yaslanmıştı. Böylelikle bacaksızın olmayan iştahını açmayı başarmıştık.

"Ogün..."

Ağzımdaki lokmayı çiğnerken bir elimle ağzımı kapatarak Tekin Abi'ye karşılık vermiştim: "Efendim?"

Bıçağının ucuyla bana sahneyi işaret etti. "Burada canlı müzik de var."

Kaşlarım çatılırken anlamayan gözlerle ona baktım. "Evet, gördüm."

"Bize şu muhteşem sesinden bir şarkı söylemez misin?"

Bir an ne diyeceğimi bilemez bir şekilde ona bakmıştım ki Mısra'nın heyecanla birbirine çarpan ellerine irkildim. Ardından koluma tutundu ve bana sahneyi işaret etti. "Olmaz bacaksız!"

"Ogün lütfen... Az önce birisi çıkıp şarkı söyledi, sen de çık sahneye!"

Şaşkın gözlerle Gülseren Hanım'a baktım. "B-Ben şarkıcı değilim Gülseren Hanım, sadece dublaj yapıyorum."

"Geçen gün seni mahallede babanla şarkı söylerken gördüm, Ogün. Sesin çok güzel ve lütfen bizi kırma..."

Mısra elimi tutarak beni ayağa kaldırmaya çalıştığında kaşlarımı çatarak bakmıştım ona. Öfkeme aldırış etmedi, tek derdi beni oturduğum yerden kaldırmaktı... Onların zorlamasıyla ayağa kalktım ve eğilip Mısra'nın kulağına yerine oturmasını söyledim. Beni sahneye kadar çekiştirmesini istemiyordum. Oraya çıkıp ilgiyi üstüme toplayacağımı bilmek germişti beni. Tekin Abi hızlı adımlarla sahneye gidip oradaki solistle konuştu. Ben onların yanına gidene kadar çoktan kabul edilmişti isteği... Sahneye çıktım. Bana dönen bakışları izlemek yerine mikrofonu ayarlayan soliste bakıyordum. Arkamda kalan gitarist koluma dokundu. Başımı çevirip omzunun üzerinden ona baktım.

"Hangi parçayı söyleyeceksin?"

Bakışlarım ağır bir hisle Mısra'yı buldu. Masaya kollarını yaslamıştı. Gülümseyerek beni izliyordu. Tüm ilgisi bendeydi. Geceleri göğsümün üzerine yattığında ona şarkılar mırıldanmamı sevdiğini söylemişti, fakat şu anki durum diğerlerinden farklıydı. Bu sefer ona herkesin içinde bir şarkıyı söyleyecektim.

"Manuş Baba – Bırak Seveyim Rahat Edeyim."

Baterist ve gitarist birbiriyle bakışırken başlarını bir kez sallamışlardı. Mikrofonun karşısına geçsem de onların çalmasını bekliyordum. Baterist elindeki çubuklara birkaç kez vurduktan sonra şarkının melodisini çalmaya başladı. Oturduğum taburede bir ayağım taburenin ayaklığında olsa da diğeri zemindeydi. Bu yüzden sadece bir ayağımla şarkıya eşlik eden bir şekilde ritim tutuyordum.

"Ben akşamları sevmem, akşamlar sorun yaratır.

Ben konuşmayı da sevmem, gidişler hep o gidiştir.

Senin geçtiğin yollardan yalnızlık çıkar gelir,

Ve böyle akşamlarda içim biraz daha erir.

Ben seni sevmedim, ben seni sevmedim,

Ben yalan söyledim, çok sevdim!

Bırak seveyim, rahat edeyim...

Aya aya aya bırak seveyim, rahat edeyim...

Git de gebereyim, git de gebereyim, rahat edeyim...

Bırak seveyim, rahat edeyim."

Zamanın hızla nüfuz ettiği o restorandın içinde, sonuna kadar gözlerine bakarak söylediğim o şarkıda, başımı kaldırıp karşımdaki eskiden varlığını koruduğu o sandalyesine baktığımda; yıllar sonra bu şarkıyı söylerken sahnede böylesine ağlayacağımı bilmezdim. Öyle ki yemeklerini yiyenler başlarını çevirip bana bakmış, artık şarkıyı çalmayı bırakan gitarist de beni oturduğum yerden kaldırmak için koluma tutunmuştu. Elimdeki içki şişesi düştü. Ayakucuma yığılan sıvıya aldırış etmeden gitaristin bana tutunan kolumu silkelemiştim. Bana dokunmamaları için elimi kaldırdım. Herkes neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ben de dâhil... Neden böyle olduğumuzu anlamaya çalışmaktan artık yorulmuştum. Sendeleyen adımlarla yürüdüm o çıkışa. Eskiden varlığının konduğu o masaya geldiğimde de sanki Mısra hâlâ orada oturup beni izliyormuş gibi elimi masaya yaslayarak ona fısıldamıştım: "Git de gebereyim, bacaksız."

Özür dilerim Mısra Karataş...

O masadan elimi çekip çıkışa yürüdüğüm ve arkamdan bana baktığını bile bile kendimi öldürdüğüm için.

Gittiğin o yollarda senin gibi nefes alamadığım için.

Seni terk edemediğim için.

Zihnime ve en çok da kalbime kazınan sen için.

Özür dilerim bacaksız.

Senin de büyüdüğünü kabullenemediğim için...

ayten okay

Continue Reading

You'll Also Like

5.2K 749 19
Düşmana ihtiyacı yok, içindekinin nefreti ona yetiyor. İçinde kendi katiliyle yaşamak, her gece başını koyduğun yastıkta boğulmak ve boğazına sarınan...
1.5M 65K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
1.4M 114K 71
Pars, Atlas'ın önce ilk aşkı, sonra oyun arkadaşı oldu. Oynadıkları oyunun ipleri ayaklarına dolandı. Biri kaldı diğeri kaçtı. Çok zaman sonra kapı y...
4.2M 265K 45
Aylardır izlediği yayıncıya olan hislerinin arttığını düşünen İzem, artık onun dikkatini çekmek ister. Dağhan'a ilk mesajı değildi ama bu sefer onun...