BÖLÜM 12: SATIR BAŞINDA KALBİM HEP KIRIKTI

684 62 49
                                    

*Ayça Özefe - Kolay Gelir*

Sıcağında kavrulacağım, yokluğunda üşüyeceğim bir mevsim gibisin sen. Hiç arafında kalmadım. Nasıl bir duygudur gitmişliğin, bilemem. Ben yaşayamam sensizliği. Kendimi alıştırmadım buna, Dünya. Hemen yanımda duran yokluğuna kendimi hiç alıştırmamıştım. Omzuma yasladığın başındaki o ağırlığı, avuçlarıma aniden sızan küçük parmaklarının varlığı, rüzgârın etkisiyle çeneme kadar uzanan o saç tellerinin hissi çıkmıyor zihnimden. Satır satır işlenmişsin ruhuma. Kaç hançeri geçirirsen geçir şu yüreğe, çıkmaz onun canı. Biliyorum, Dünya. Sen döndüğün sürece senin gölgene muhtaç kalacağımı biliyorum. Artık yakınmıyorum buna. Son kez sığınıyorum sana. Bir kez daha vur beni. Göm cesedimi. İçine. Kimsenin bana dokunamayacağı o suskun gecelerine...

Mısra'yı beklerken dikildiğim o okul duvarından içeriye baktığımda, hep içimde garip bir acı oluşurdu. Okul formalarıyla yanımdan geçip gidenlere bakardım. Hocalarıyla konuşanlara, arkadaşlarıyla çardakta oturanlara, bazen de kapı ağzına çıkıp gizlice sigara içenlere... Gülümserdim buruk bir hisle. Okulu bırakmak zorunda olduğumu anladığım günden kalma bir izdi bu bende. Son kez içeriye adım attığımı fark ettiğimde uzun uzun bakmıştım okulun duvarlarına. Yıpranmış duvarlarını bile özler olmuştum. Oysa okuyup çok büyük bir adam olacaktım ben. Saygınlığımı kazanacak, babamı artık girmek istemediğimiz o evden kurtaracaktım. Olmadı. Üç beş liraya dâhi muhtaç kalmışlığımıza boyun eğdim. Önce okulu, sonra da hayallerimi bıraktım ardımda. Son kez çıkıp gittim o kapıdan. Bir daha da dönmedim. Ta ki Mısra Karataş hayatıma bulanana kadar...

Mısra'nın kapıdan çıkmak yerine bana 'Gel' işareti yaptığını görünce yaslandığım duvardan ayrılmış ve kaşlarımı çatarak anlamayan gözlerle ona bakmıştım. O zaman diğer elinde tuttuğu dosyayı kaldırıp bana göstermişti. Elimdeki daha yarısına geldiğim sigarayı yere fırlatıp ayakkabımın ucuyla izmaritini ezdikten sonra Mısra'ya doğru yürümüştüm. Kapıda nöbet tutan çocuklar beni tanıdığı için okula girerken beni durdurmaya çalışmamışlardı. Tam tersine başlarını bir kez sallayarak bana selam vermişlerdi. Aynı şekilde ben de öyle...

Mısra'nın karşısında durduğumda ondan uzun olduğum için yine başını kaldırarak bakmıştı gözlerime. "Sorun ne, işin mi uzadı?"

Mısra başını salladı. İç çekerek kısa bir süreliğine etrafa bakındım. "Ne kadar sürer, bacaksız?"

Bilmiyorum dercesine omuzlarını kaldırıp indirdiğinde o masum bakışlarına gülümsemeden edememiştim. Öyle ki bir elimle yanağını sıkarken, boşta kalan yanağını da eğilip öpmüştüm. Onu aniden sıkıştırdığım için benden kaçmaya çalışsa da pek başarılı olamamıştı. Hatta benimle birlikte gülmeye başlamıştı bacaksız.

Yanağını sıkan elime tutundu, Mısra. Beni çekiştirmeye başladığında ona direnmemiştim. Okul binasına doğru ilerliyordu. Gözlerimi kaldırıp binanın duvarlarına ve pencerelerine bakınmaya başladım. Rengini değiştirmişlerdi. Benim okuduğum zamanlarda koyu kırmızı ve beyazdı. Şimdi ise koyu maviye dönmüştü o kızıllığı. Sanki okulun kuruyan son damlasıydım ben. Duvarların arasından sıyrılıp gittiğim gibi ölmüş ve bambaşka bir lügatte tekrardan dirilmişti. Okulun basamaklarını tırmandık. Mısra hâlâ benim bir adım önümdeydi. Onun zoruyla girdim içeriye. Öğretmenler odasına kadar çıktık o basamakları. İkinci kata geldiğimizde ince uzun hole bağlanan o dönemecin eşiğinde durmuştum. Mısra kaşlarını çatarak bana baktığında sorgulayıcı bakışlarını yüzümde hissedebilmiştim. Ben de ona çevirdim bakışlarımı, bir yandan da ona gülümsüyordum. "Ben buradayım, sen işini hallet gel."

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin