BÖLÜM 2: KÜL KOKUSU

4.9K 290 190
                                    

Düşünün, o kadar çok birikmişsiniz ki artık dilinizin gücü bile yetmiyor anlatmaya. Düşünün, konuşamayan bir kızın diksiyonu düzgün adama delicesine tutulduğunu. Düşünün ve hayal edin. Yaşayın. Birebir onlar olun. Sonra da unutun bizi. Sanki çok sevdiğiniz bir kitabı bir daha okuyacağınıza inanarak kaldırdığınız o rafta unuttuğunuz gibi. Zihninizde gezen birkaç cümleye rağmen yeni bir güne dâhil olduğunuz o kitabın eski sayfalarını düşünün. Sonra da yine unutmuş gibi davranın. Sanki onları hiç yaşamamış gibi... Zaten en iyi yaptığımız şey bu değil miydi? Unutmuş gibi davranmakta çok iyiydik. Ne garip, oysa onun tek bir bakışında bile öldüğünü hissedebiliyorken...

Ogün Enes, kusursuzdu benim gözümde. Benim gibi mızmız değildi. Yeri geldiğinde sempatikliğiyle kendisini sevdirmeyi de bilirdi, yüzü gözü şişecek kadar şiddetli kavgalara girmeyi de... Bazen Tekin Amcam sırf Ogün'ü dinlemek için sustururdu bizi. Anlardım böyle durumlarda utandığını. Yine de karşısındakine çok fazla belli etmezdi kendini. Fakat dediğim gibi, bazen de yüzü gözü şişecek kadar ağır kavgalara dalardı. Koruduğu kişiyi ezdirmezdi bir başkasına... Şakaları sınırlı olurdu hep. Bir adım öteye geçene koyardı sert tavrını. Benim çevrem dışında pek olmazdı arkadaşı. O geçmişini çoktan tozlu raflara kaldırmıştı. Ya da unutmuş gibi davranmakta oldukça iyiydi...

Ben ise çocukluğumdan kalan bu kırıntıların ağırlığını bile taşıyamıyordum. Onun gibi değildim. Çok güçlü olamıyordum. Kafaya takıyordum. Saatler, belki günlerce saplanıp kaldığım o eski yaprakların arasındaki incelmiş kader paragraflarını düşünüyordum. Baştan yazmaya kalkışıyordum, kırık birkaç kalemin ucuyla. Sonra da kırık olan tek şeyin, kalem uçları olmadığını anlıyordum...

Ne de olsa, benim kusurum çok daha derindi. Konuşamıyordum. Ne yaparsam yapayım on iki yaşımdan beri konuşma kabiliyetimi daha fazla kaybediyordum. Aslında o kazadan sonra işitme duyumla da bazı sorunlar yaşamıştım. Fakat sonrasında benden kelimeleri söküp alacağını tahmin edememiştim... Bu rahatsızlığımla ilk tanıştığım günleri hatırlıyorum da, bunu pek kabullenememiştim. Konuşmak için çabalamıştım. Gitmediğimiz doktorlar, almadığım ilaçlar kalmamıştı. Olmadı. Hiçbir şey, bir buz kütlesine dönüşen dilimdeki kurak soğukluğu yitirememişti. Ortasında kaldım. Ölüm beni onunla alıp gidene kadar...

"Bu nasıl?"

Kafamı çevirip Yaren'e baktım. O zaman bileğine taktığı bilmem kaçıncı aksesuarını bana gösteriyordu. Gözlerimi devirip derin bir iç çekmeye başladığımda, "Gidelim artık," diye ellerimle ona tepkimi koydum.

"Dur kızım ya... Daha yeni geldik. Ne gitmesi?" Homurtuları eşliğinde beni kollarımdan tutarak başka bir yöne çevirdi. "Hem sen de bak. Belki güzel bir şey bulursun..."

Ona kafamı sağa sola sallarken bıkkın bir şekilde etrafıma bakındım. Yaren, böyleydi. Bazen çok sert olurdu. Ama bazen de hepimizi şoka girdirecek kadar da güzel giyinirdi. Lagosun altına giydiği kıyafetleriyle, okul çıkışında bir yere gideceğimiz zaman lagosunu çıkararak takılırdı bizimle. Sanırım Yaren'den çalmam gereken birkaç taktikten birisiydi bunlar. Yaren benden bir yaş büyüktü. Çünkü liseye başlar başlamaz yoklama yüzünden çift dikiş olmayı başaranlar grubundaydı. İlk tanıştığımızda onunla pek uyum sağlayamasam da, bu yıl mezun olduktan sonra daha şimdiden nasıl buluşacağımı düşündüğüm nadir insanlardandı işte...

Boş boş etrafıma bakınırken gözlerim bir kolyede takılı kaldı. Öyle ki, ilk başta kaşlarım çatıldı. Ardından onun yanına giderken bulmuştum kendimi. Tam karşısında durduğumda elimi kaldırıp, siyah zincirinin ucunda sarkan elmas görünümündeki yarım Ay'ı avcuma dokundurmuştum. Kolyenin naifliğini süzerken belli belirsiz istemsizce gülümsemiştim. Çok güzeldi...

12 GECE | OGÜN ENESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin