Cesaret Madalyonu: KOVAN

Bởi zhr_wtpd

8.9K 890 416

İki paralel evreni birbirine bağlayan tek varlık benim. Varoluşumun sebep olduğu kıyamet, yıllar sonra müsebb... Xem Thêm

-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-27-
-28-
-29-
-30-
-31-
-32-
-33-
-34-
-35-
-36-
-37-
-38-
-39-
-40-
-41-
-42-
-43-
-44-
-45-
-46-
-47-
-48- (Alternatif Evren)

-26-

170 14 7
Bởi zhr_wtpd

Göğsümde kocaman bir ağırlık vardı, uçuşan ruhumun üzerine koyup kalbimde sabitlediğim. Sarsılmaz, sağlam ve benliğimin en kuvvetli ağırlığıydı o. Kendi ellerimle koymamıştım oraya, bir anda orada olduğunu hissetmiştim. Kendi ellerimle oradan koparmam da mümkün değildi, benim gücüm ona yetmezdi.

Hiçbir gücün ona yetmeyeceğini sanırdım aslında, bugüne dek. Meğer o ağırlık, kendisinden çıkıp bana ulaştığı kaynak tarafından paramparça edilebilirmiş.

Karşımdaki toprak rengi bakışlara çiğ taneleri düşmüştü. Dondurucuydu. İçimde katlettiklerinden habersiz -belki de haberli- işlediği cinayete bakıyordu.

Benim göğsümdeki o ağırlık, hoyratça örselendi bugün. Çatırdadı önce, sonra kırılıp parçaları döküldü kalbime. Her biri derinlere saplandı, binlerce kanayan yara açtı. Yıllardır o ağırlığın altında kalmış ruhum, kurtulup koptu kalbimden. İçimdeki en kuytu boşluklara kaçtı.

Boşluk... Devasa bir boşluk hissediyorum tüm hücrelerimle. Kalbimdeki yarıklar sızlıyor, taze yaralarım acıyor. Ancak yıllardır taşıdığım o ağırlığın bıraktığı boşluk hepsinden daha büyük.

İçimde bir şeyler yıkıldı. Özenle inşaa ettiğim bir şehir talan oldu sanki. Pencerelerine çiçekler koyduğum binalar çöktü gürültüyle. Toza dumana bulandım. Bana nefes olan ağaçlarım kesildi, salıncaklarına çocukluğumu koyduğum parkı ateş sardı. Yağmur düşen topraklarım çöle döndü.

Karanlık bir el girdi göğsüme, özenerek büyüttüğüm, bakmaya kıyamadığım her şeyi yerle bir etti.

Ancak soğudum şimdi, içimi yakıp kavuran ateşlerin ardında dumanları kaldı yalnız. Boğuyor beni, nefeslerimi zorlaştırıyor fakat yanmıyorum. İyileştim mi? Hayır, aksine iyileşecek bir tarafım kaldığından bile emin değilim. Garibim, bilmiyorum. Gözyaşlarım durdu mesela. Dış dünyayla bağlantımı kesmiş gibi birçok şeyi algılamakta güçlük çekiyorum. Sebebi içimin böylesine sarsıntılı olmasıydı belki. Saniyeler veya dakikalar önce girdim bu odaya, henüz çok kısa bir süre geçti. Fakat bu kısacık sürede benim önceki hayatım mazi oldu, biliyorum.

Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Ben de değilim.

Yüksek sesle çalan telefon boş odanın duvarlarında yankı yaptı. Ses kısa sürdü, o, telefonu hiç bekletmeden açtı ve kulağına götürerek benden uzaklaştı. Odanın karanlığında bedeninin silüeti kaybolurken, bir daha onu görmek istemediğimi hissettim.

Ne konuştuğunu duymadım, saniyeler içinde geri döndü. Gözleri... Gözleri başka mı bakıyordu sanki? Şaşırmış gibi... Duygu mu vardı orada?

Masanın karşı tarafında duraksadı, buğulanmış gözleri yüzümde gezdi. Ağır adımlarla bana yöneldiğinde sırtımı sandalyeye iyice yasladım. Çekiniyordum ondan, gelmesin istiyordum. Ondan kaçmak istiyordum.

Bağlı ellerim ve ayaklarımla, o yaklaştıkça ben kaçmak için çırpındım. Bu lanet olası sandalyeden ayrılamıyordum! Gözlerim yaşarmıştı, korkudan.

Masayla benim aramda kalan boşluğa geçti. Yüzüme doğru eğilirken ben artık çırpınmayı bırakmıştım, tüm uzuvlarımla titriyordum. Gözlerini gözlerimin hizasına getirdi. O parlayan şeyler, gözyaşları mıydı?

Usulca kaldırdı sağ elini, yüzüme uzatırken başımı geri çekmeye çalıştım. Nafileydi. Ağzımı kapatan bandın ucunu tuttu, o kadar yavaş kaldırdı ki bandı çektiğini hissetmedim bile. Kurumuş dudaklarım aralanırken titriyordu, kirpiğimden düşen yaşları hissediyordum yanaklarımda.

Sonra, onun gözünden de bir damla yaş düştüğünü gördüm. Toprak rengi bakışlarından kopup, elmacık kemiğinden çenesine doğru yol çizdi.

Fısıltıyla çıkan sesini duyduğumda, bir damla daha yaş akıttığına şahit oldum.
"Özür dilerim."

Bir eli başımın arkasına gitti, beni göğsüne bastırırken hiçbir tepki vermiyordum. Saçlarımın arasına dudaklarını bastırıp derin bir nefes alarak öptü. Tekrar kulağıma aynı şeyi fısıldadı.
"Özür dilerim."

Bir saniye bile beklemeden eğilip ellerimi çözmeye başladı. Kısık sesle bir şeyler anlatıyordu.
"Asran buraya geliyor, hatta belki de gelmiştir. Onunla birlikte gideceksiniz, ben her şeyi halledeceğim."

Ellerimi çözdükten sonra ayaklarımı bağlayan ipin düğümlerini de çarçabuk çözdü. Sonra ayağa kalktı, ben hala öylece oturuyordum. Kollarımdan tutup beni yukarı doğru çekince dikilmiştim, o an irkilip kollarımı hızlıca geri çektim. Elleri boşlukta kaldı.

Bu tepkime şaşırdığını gördüm yüzünde fakat bu ifade uzun sürmedi, acelesi vardı. Bu durumun üzerinde fazla durmadı ancak tekrar bana dokunmadı da.
"Gel Vera. Takip et."

Arkasını dönüp birkaç adım attı, peşinden gitmediğimi anlayınca duraksayıp bana baktı, kuşkuyla baştan aşağı süzdü.
"İyi değilsin."
Başını iki yana sallayıp dediği şeyi onayladı, sonra bana doğru bir adım atmaya yeltendi.

"Yaklaşma!"

Ellerimi, onu durduracakmış gibi kaldırmıştım. Olduğu yerde durdu.

"Vera..."
Yeniden adımını kaldırdığında bu kez hızlıca geri doğru gitmiştim.

"Uzak dur benden!"

Omuzları iki yanına çökerken, yüzündeki ifade kırıklık mıydı? Bilmiyordum, onu tanıyamıyordum.

"Buradan hemen çıkman lazım." dedi titrediğini farkettiğim sesiyle.

Başımı hızlıca iki yana salladım.
"Asran'ı istiyorum. Bana doğruyu ancak o söyler."

Bir an, göz göze geldik. Bundan o kadar rahatsız olmuştum ki irkilerek başımı çevirdim. Ona bakmazken, telefonunu çıkardığını farkedebiliyordum. Yaptıklarımı veya söylediklerimi sorgulamıyordu, darılmış gibi bir hali vardı. Telefonu kulağına götürdü.

"Sorgu odasına gel."

Telefonu tuttuğu eli yanına düşerken, onunla aynı odada durmaya bile tahammülüm olmadığını hissediyordum. Sonsuza kadar uzaklaşmak istiyordum ondan, sonsuza kadar.

Bakışlarını yüzümde hissettim, gözlerimi yere dikmiştim ve asla ona bakmayacaktım.

"Özür dilerim."
Sesi taşıdığı kırıklığa rağmen güçlü çıkmıştı, isyan eder gibi.
"Vera, sen olduğunu bilmeme imkan yoktu. Seni deli gibi özlemişken-"

"Dinlemek istemiyorum!"
Haykırırcasına söylediğim cümle odada birkaç kez yankılandı. Onu görmek, duymak istemiyordum.

Cevap vermesine vakit kalmadan kapının gürültülü açılma sesiyle ürperdim. Dışarıdan içeri giren beyaz ışık, kapıyı açan adamın yosun yeşili gözlerini görünür kılıyordu.

Hemen beni buldu bakışları. Onu gördüğümde, yabancı bir ülkede tanıdık birini görmüş gibi hissettim. Sıcak yaşlar hızla yüzümü ıslatmaya başladı, içimde hüngür hüngür ağlama isteği yükselmişti.

Bana doğru ilerlemeye başladı, ben de hızlıca ona giderek aradaki mesafeyi çabucak kapatmak istedim. Saniyeler içinde karşı karşıyaydık.

O, bir şey yapmak istiyor fakat kendini tutuyor gibiydi. Bense hiçbir şey düşünmeden ellerimi ceketinin üzerinden güçsüzce beline sardım, yüzümü göğsüne kapattım.
"Kurtar beni." dedim boğukça.
"Beni yalnızca sen kurtarırsın."

Kendini geri çekip sol elimi sıkıca kavradı. Asran'ın aceleci adımlarına sonsuz bir güvenle uyum sağladığımda bilmediğim bir yöne birlikte ilerlemeye başladık. O ise bize öylece uzaktan, hiçbir şey söylemeden baktı. Bir kez olsun gözlerimi çevirip yüzüne bakmadım.

Asran beni yine kurtarmıştı. Yine... Daha kaç kez beni karanlıktan alacaktı böyle? Elle tutulur yanım kalmayacak kadar paramparçayken, gelip böyle kaç kez nefes olacaktı bana? Hep gelsin, hep benimle olsun istedim. O olmazsa, günyüzü göremeyeceğime inandım.

☣☣☣

İnsan ne zaman değişir? Bütün duygularıyla, davranışlarıyla ve tepkileriyle değişmesi, ne kadar vakit alır? Büyüyünce mi değişiriz? Takvimden yapraklar kopar, yaşadığımız yılı yazarken kullandığımız rakamlar büyür, böylece değişir miyiz? Yoksa yalnızca birkaç saniye içinde, kaderimizde yazılı o büyük değişimler keskin bir şekilde gerçekleşir mi?

Eminim insanların büyük çoğunluğu akan zamana bağlar değişimi. Ne yaşarsak yaşayalım, bir anda keskin bir değişim gerçekleşmeyeceğine inanılır. 'Zaman, yumuşatarak, içimize işleyerek yavaş yavaş değiştirir bizi,' derler.

Sorulsaydı ben de böyle derdim, bugüne dek. Ancak insan denilen çokça zıtlıklar ve karmaşadan oluşan varlık, ruhunda hissettiği büyük acılarla bir anda değişebilirmiş. Belki de içimizde her şey zıttıyla birlikte mevcuttu. Hissettiğimiz duyguların zıttını bastırıp yok sayıyorduk, bir olay bu dengenin tam tersine dönmesine sebep olabiliyordu.

Bir olay, bizi olduğumuz şeyin tam tersi yapıyordu.

Olay mı, olaylar zinciri mi bilmediğim bir sebepten ötürü, değiştiğimi hissediyorum ben bugün. İflah olmaz bir kayıtsızlık var şu anda üzerimde. Başım Asran'ın arabasının titreyen camına yaslı, kapkara göğün altında sallanarak geçtiğimiz yolları izliyorum. Lotanas şehir merkezinin son derece düzgün yolları, gösterişli yapıları, caddelerine sinmiş elit havası... İnsanları görgülü ve zengin. Çünkü kendileri gibi olmayanları aralarında barındırmıyorlar, aynı ülkenin vatandaşı olup yalnızca parası olmayanların burada yaşamaya hakkı yok.

Gözlerim acıyor, yorgunluktan sanırım. Buna karşın hiç uykum da yok. Dakikalardır şoförün yan koltuğunda hareketsizce duruyorum. Asran, halimden ne anladıysa konuşmadan sessizce araba kullanıyor. O binadan beni gizlice çıkarmayı başarmıştı, sonra arabasına binmiştik ve yoldaydık işte.

Sonunda bu sessizliğe dayanamamış gibi, göz ucuyla bana baktı.
"Yaşadıklarının suçlularından biriyim."

Bunu suçluluk hissederek değil, mantıksal bir gerçeği açıklar gibi söylemişti. Her zamanki kendine has tavırla, 'neden hesap sormuyorsun,' der gibi.

"Sen..." dedim bitkince.
"Beni kurtardın."

Başını iki yana salladı.
"Seni en başından olayların içine bu denli karıştırmamalıydım. Başına gelebilecek tehlikeleri biliyordum. Tahmin edemediklerim de oldu elbet, Kataren'in yapacaklarını bilemezdim. Ancak öğrendikten sonra seni Pars'la bile olsa Kovan'a yollamamalıydım."

Derin bir nefes alıp yavaşça bıraktım.
"Ne oldu, ne bitti, umrumda değil. Hiç."

"Psikolojin hiç iyi durumda değil. Kovan'da kaldığın on üç gün ne yaşadın tam olarak bilmiyorum, ama iyi değilsin. Şu anda içinde bulunduğun durum bir hastalık bile olabilir. Ruhsal durumlardan fazla anlamam ama, senin iyi olmadığını anlayabiliyorum."

"Bilmiyorum... Ben, ne durumda olduğumu bilmiyorum."

Şehir merkezi arkamızda kalırken, evlerin seyrekleştiği sokaklara girmiştik. Sanırım Asran'ın evine gidiyorduk.

Bir süre sessiz kaldıktan sonra yüzüme baktı.
"Baybars'a olan tepkini gördüm. Onun suçu yok, biz bir plan-"

"Duymak istemiyorum." dedim sertçe çıkışarak.
"Ben yaşananlarla ilgili hiçbir şey duymak istemiyorum."

"Gerçeklerden mi kaçacaksın?"

"Kafa dinleyeceğim. Gerçekler umrumda değil. Dinlenmek istiyorum."

Başını aşağı yukarı sallayıp suskunlaştı. Ne hissettiğimi çözemiyordu, ben de çözemiyordum. Ancak yine de anlamaya çalışıyordu. Anlayıp yanımda olmaya, iyi hissetmemi sağlamaya.

Yolun geri kalanını sessiz geçirdik. Nihayet Asran'ın evine varmıştık. Bir şeyleri benimsemeye, bir yere ait olmaya ihtiyaç duyuyordum sanki. İçimde çarçabuk doldurmak istediğim, beni her şeye yabancı hissettiren bir boşluk vardı. O anda bu evi bile o boşluğa koymaya çalıştım, kendi evime varmış gibi.

Araçtan inip kapısına vardık, Asran anahtarla açtığında içeri girdim. Evin eşiğinden geçtiğimde kıyafetlerimin farkına varmıştım, harap durumdaydım. Toz, toprak, kir... Saçlarım da sertleşmiş, yağlanmış olmalıydı. Günlerdir yıkanmıyordum. Ayağımdaki pis ayakkabılarla içeri girmeye çekinerek kapı ağzında duraksadım.

Asran çelik kapıyı kapatıp karşıma geçmiş, bana bakıyordu.
"Ne?" dedi dalga geçer gibi.

Utançla kazağımın eteklerini kavradım.
"Beni bu halde evine sokmak istemezsin herhalde."

"Temizlik masraflarını karşılayacaksan, girebilirsin."

Bakışlarımı yere diktiğimde güldüğünü duydum, onun için kahkaha sayılabilecek bir gülme sesiydi. Sebepsizce o kadar utanmıştım ki, yerin dibine girecektim.

"Pasaklı." dedi eğlenerek. Sonra bir dizinin üzerinde yere çöktü, ne yaptığını anlayamadan ayakkabılarımın bağını çözmeye başladı.

"Ne yapıyorsun?" dedim şaşkınca.

Ayakkabının tekini çıkarıp kenara koyarken diğerini çözmeye koyulmuştu.
"Tamamen evimin temiz kalması için."

Ayakkabılarımın ikisini de çıkardıktan sonra doğruldu, kapının yanındaki dolabı açtı. Bir süre içini göremediğim dolaba öylece baktıktan sonra, uzanıp bir çift ayakkabı çıkardı.

Kırmızı, topuklu bir çift ayakkabı.

"Kimin unuttuğunu hatırlamıyorum, sanırım evden yalın ayak çıkmış. Bir gün işe yarar diye atmamıştım, o gün bugünmüş."

Ayaklarımın önüne bıraktığı ayakkabılara baktım, sonra bir de onun yüzüne. Gözlerinde alaylı bir ifade vardı, tepkimi merak edercesine bakışları yüzüme dikilmişti.

Eğilip ayakkabıları parmak uçlarımla iğrenç bir şeymiş gibi tuttum ve ona uzattım.
"Saklamaya devam et. Evine giren kadınlardan birine illa ki lazım olur bir gün."

Dudaklarını birbirine bastırıp kaşlarını kaldırdı ve elini uzattı.

Resmen elini uzattı!

O ayakkabıları benden aldı, bir gün başka bir kadına lazım olur diye.

"Duş almak istiyorum." dedim sertçe.

Bunu söyledim fakat o kadar halsizdim ki, kolumu kaldırmaya mecalim yoktu. Temizlenmezsem rahat edemeyeceğimin de farkındaydım.

"Kesinlikle almalısın, ama güçsüz görünüyorsun."

Omuzlarımı silktim. Eliyle içeriyi göstererek kendisi önden ilerledi, onun yatak odası olduğunu bildiğim odanın kapısını açtı.

"Senin banyonda mı yıkanacağım?"

"Diğeri genel banyo, ayakkabıları kullanmadığın için oraya da girmek istemezsin diye düşündüm."

"İğrenç."

Yavaş adımlarla açtığı kapıdan içeri girdim. Odası derli topluydu, yatak şu anda o kadar çekici görünüyordu ki utanmasam bu pis halimle girip yatardım.

İç çekip parmak uçlarımla kazağımın eteklerini kavradım, bir an önce bunlardan kurtulmak istiyordum.

"Kıyafetlerini kirli sepetine koyabilirsin."
Arkamdan sesini duyduğumda o yöne baktım, kapının eşiğinde duruyordu.

"Çöpe atacağım."

"Az kalsın unutuyordum, sana giyecek bir şeyler ayarlamak lazım."

Odada kapının bulunduğu uzun duvarı, boylu boyunca gardrop kaplamıştı. Kayarak açılan mat, lacivert kapakları vardı. Asran odaya girip gardrobun en soldaki kapağını açtı. İçi bir sürü kare bölmeye ayrılmış, kıyafetler muhteşem bir düzenle yerleştirilmişti.

Biraz göz gezdirdikten sonra üst raflardan birine uzandı.
"Bu yıkandıktan sonra biraz küçülmüştü." dedi siyah sweati yatağının üzerine atarken. Sonra biraz daha bakındı.
"Sana olabilecek tek alt giysim bu, spor şortum."
Dizlerine gelecek uzunlukta olduğunu tahmin ettiğim siyah şortu da yatağa attı. Ardından yatağının kenarındaki komodinin çekmecesini açtı ve kalın, havlulu bir çift çorap çıkardı.
"Üşüme ki burnun akmasın."

Sessizce bakıyordum çıkardığı kıyafetlere, son olarak dolaptan büyük, beyaz bir havlu çıkardı.
"Elimde kullanılmamışı yok. Yedek havlum, yeni yıkandı ama kullanmak istemezsen almayabilirsin."

"Sorun değil." dedim.

Bu işi de bitirdikten sonra duraksamıştı. Burnundan bir nefes bırakarak bana doğru iki adım attı. O soğuk lider, bana yardımcı olmak için çırpınıyordu, farkındaydım.

"Yardıma ihtiyacın var mı?" dedi, biraz çekinir gibi.

"Nasıl?"

"Çok... Güçsüz görünüyorsun."

Yardıma ihtiyacım vardı. Çünkü kollarımda can kalmadığını hissediyordum fakat bunu ona söyleyemezdim. Bakışlarımı yere indirip kafamı iki yana salladım.

Birkaç saniye öylece durdu. Belki de hayatında daha önce kimseye böyle yakın davranmamıştı, duruma olan yabancılığını görebiliyordum. Gelip geçici insanların dışında, kendisinden başka kimseyle ilgilenmemişti şimdiye dek. Gitmek, kalmak ve bir şeyler söylemek arasında tereddüt ediyordu.

"En azından, saçını yıkayabilirim."

Asran Sugay ve saçımı yıkamak.

Değil bu Buzdan Lider, çocukluğum haricinde hiç kimse kişisel bakımımla ilgilenmemişti. Annem bile bir kez olsun taramamıştı saçımı.

Usulca gözlerine kaldırdım bakışlarımı. Soğuk bir camın ardında, iç ısıtan şefkatini gördüm. Küçük bir çocuğa duyulan şefkate benziyordu bu. Yardıma muhtaç bir kız çocuğuna.

O benim ihtiyaç duyduğum şeyleri anlıyordu, yapamayacaklarımın da farkındaydı. Direnmek anlamsızdı çünkü gerçekten bu işi tek yapamayacak kadar yorgundum. Dediği gibi, en azından saçımı yıkayabilirdi.

Yavaşça bir nefes bırakıp başımla onu onayladığımda, yüzünde küçük bir tebessüm oluşmuştu.

☣☣☣

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

78.3K 5.7K 38
Altı elementin bulunduğu bir okul. Bu okula her şeyden habersiz, bir gece yarısı zorla kaçırılıp getirilen bir baş rol. Annesiyle aynı gece kaçırılıp...
842K 19.5K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
218K 19.4K 57
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...
122K 14.8K 33
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...