KÜRT KIZI ~ İki Dil Bir Sevda

By yamuk_prenses07

41.2K 5.9K 9.6K

Hayatı boyunca hiç sevilmeyen birine 'seni seviyorum' demişti biri. Çok masum gibi görünen bu cümle ancak bu... More

Tanıtım
De here looo
Anne kokusu
Evleniyorum ( dur yavaş )
Canım ben Viyan Sönmez!!
Yolculuk başlasın!!!
GeBEriYOruM!!
Mem u Zin
Pirensimi buldum😎😎
Karakter tanıtımı
😍1K😍
By meteor
Bilinmezlik
Kör şehirler...
Ben ANNEMİ özledim
İLK KAVGA
Tu Evîn
1 NUMARADAYIZ 🙈
Gerçeğim
Yıkılımlar
Beklenmedik Misafir
Ben Katil Değilim!
Ay ve Güneş
Senden Nefret Ediyorum!
Prangalar
Zaten kırılmış bir kızsın
Ateş Böceği
Gitme Kadın!
Masal prensesi
Kaçarsan öldürürüm demiştim!
Özgür Yaşamlar Dilerim!

Kanadım Ol!

458 50 637
By yamuk_prenses07



LÜTFEN  OKUYUN !
Bu Vatan için, bizlerin huzuru için  can veren şehitlerimiz var. Kiminin oğlu, kiminin babası, kiminin hayat eşi...   Onlar bizim görünmez kanatlarımız. Sırf bizler için can veren, yeryüzündeki melekler onlar. Ailelerine; Allahtan sabır ve kendileri için; Peygamber efendimize (S.A.V) komşu olma dileğiyle. Başımız sağ olsun Türkiyem!  🥀


     28.02.2020 Yastayız 🎗





                            🖤
























Sen belkide kanadım olsaydın, asla diz çöktürmeyecekti hayat bana!








Ah küçük yüreğim hayıflanmadın mı bu acılara, yenik mi düştün yine yüreğine batan nağmelerden...

                               İki Dil Bir sevda



22.35🌬



Ah gözlerinden öptüğüm, havası kokusu memleket kokan... Varsın hayat bizim olmasın, varsın umutlarım senssiz olsun. Ah miniğim, yüreğine nağmeler batan küçük serçem, gülüşüne gazeller yazılan vefasız aşkım. kırık kanatlarından öptüğüm, ah memleketim, ah güzel yüzlü, narin çiçeğim. Kanatlarımı uğruna heba ettiğim, hayatımı uğruna hissizleştirdiğim. Kanadım olsana bu gün bana!





Kanadım ol seni sarmalayayım, yalnızlığım ol, sana koşayım. Yalandan ve ölümden çok uzaklara... Ah güzel yüzlüm, kuş olsam uçsam sana, omzuna konsam hesap sorsam, yanında olsam, hep sussam...




                          ***





Kollarım artık ölüme kucak açmak istiyor. Oksijen artık ciğerlerim için fazla ağır geliyor. Birer birer batıyor yüreğime bütün nağmeler. Ah sevgi nedir bilmeyen küçük kalbim, hayata fazla gelen küçük dokularım. Ah yaşamaya ramak kalmayan kalbim...





Yüzüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına attım. Bu gün diğer günlere nazaran daha da halsizdim. Başım dönüyor ve tabi miğdem bulanıyordu.





Ayaklarımı uzandığım sedyeden, yere doğru sarkıttım. Çıplak ayaklarımın verdiği acıyla, yavaşta olsa; kapıya doğru yürümeye başladım. Havaların soğmasıyla, daha da kötü oluyordum. Eksilmeyen öksürük krizleri ve tabi istemsiz kusma seansları(!)






Başımın dönmesiyle ilk bulduğum sandalyeye tutundum. Daha çok sandalyeye tutunayım derken sandalyenin üstüne bodozlama düşmüştüm. Çarptığım kafam ve tabi dikişli kolum yüzünden küçük bir hıçkırık koptu boğazımdan. Ardından gelen gözyaşı seli ve evet, çaresizlik rüzgarı! Ağladığım kolum veya başka yerimin ağrısından değildi bunu çok iyi biliyordum. Bu çaresizliğimin sesiydi. Evet tamda buydu!






Kapının açılmasıyla toparlanmaya çalıştım ama hıçkırıklarım ve ağlamam daha da şiddetlenmeye başlamıştı bile. Ah hayıfsız gönlüm, dayanamadın bir türlü şu ağır yüke. Ah batsız kız, yine tutamadın kendini!



" Viyan"

Yanıma gelip diz çöktü. Kolları omuzlarıma çok fazla ağır geliyordu! Çok fazla...





Islak gözlerime öpücükler kondurdu. Çok donuktum... Hiçbir şey hissetmeyecek kadar donuktum. Acım mutluluğumun önüne geçiyordu. Nefretim mutlu olmayı yasaklamıştı! Kalbim sevgiye olan kör dalışları yasaklamıştı...






Elleri yüzümde geziniyor, yüzüme gelen saçları arkaya itiyordu. Zor bir gülümseme sundum ona. Kimdi o, ya da ben kimdim? Bir kez daha kızdım kendime. O benim kardeşimdi. Varımdı. Belkide bana inanacak tek insandı. Kendimi toplayıp, sıkıca sarıldım boynuna.






" Geldin." Dedim. Boğazıma gelen hıçkırığı durdurmaya çalışarak.




" Burdayım." Dedi. Ağlayacak gibiydi. Sesi kanserli bir bölgenin, umut vaadeden sağlıklı hücresi gibiydi.


Yüzümü avucunun içine aldı.

" Sen yaşıyorsun?" Gözleri doldu.



" Allah belanı versin öldün sandım, gerizekalı!"




Hıçkırarak ağlamaya başladığında bende onunla ağlamaya başladım.




" Ağlama seansınız bittiyse..." Diyen, Teğmen 'e baktım. Kapı eşiğinde, iki kolunu birleştirmiş bize bakıyordu.



" Sana söz verdiğim gibi Sönmez. Ağbini getirdim. 5 dakikanız var, ardından sorgu!" Sesi her zamanki gibi emir niteliğinde olduğu için umursamamaya çalıştım. Kapının kapanmasıyla Jiyan'a doğru döndüm. Yanağına bir öpücük kondurup, gülümsedim.





" Tanrım, sen askerlerden korkmuyorsun Viyan!" Yüzüme baktı ve ayağa kalktı.





" Bu inanılmaz!" Heycan içerisinde dediklerine, göz devirdim. Benim burda Oğuz beyden ne çektiğimi bilmiyordu tabi(!) Asker korkum gitmiş, Oğuzofobim başlamıştı! Ah lanet olası, yine Viyanlar olarak keşif peşindeyim.







Zorla kaldırdığım kolumla, kafasına şaplak indirdim.




" Tanrı değil o, Allah diceksin. Salak!"



Bana bakıp güldü.




" Formundan hiç ödün vermiyorsun bakıyorum!"




Göz kırptı. Bize verilen süre boyunca bütün mimiklerini hafızama kazıdım. Hiçbir şeyden konuşmadık. Sadece ikimiz vardık. O vardı ben vardım. Başka kimsenin ismini koymamıştık o odanın içine!







                            ***



"Adın ne?"


Titreyen ellerimi bacaklarıma götürdüm.


" Viyan. Viyan Dilek Sönmez!"


Başını kaldırıp, gözlerini üstüme dikti. Fazla tedirgindim.




" Neden burdasın sence?" Bakışlarımı yere indirdim.


" Tam olarak bilmiyorum efendim."


Derin bir nefes aldı.


" Evren Koçyiğitle nerde tanıştınız?"


Parmaklarımı avuçlarıma bastırdım.


" Burda!"

Dedim sesim biraz ürkek çıkmıştı.



" Emniyet sizi Diyarbakır da bir otelde bulmuş, hemde polislerden kaçarken? Güvenlik kameralarını izledik. Sanırım vahşi kocan sildirmeyi akıl edememiş!"




Yüzüne döndüm. Hafızamda şimşekler volta atıyordu resmen. Bir buçuk ay önceye döndüm hemen.




" Ben orda onunla tesadüfen karşılaştım. Tanımıyordum bile. " lanet olsun yine boğuk çıkmıştı sesim. Bakışlarım, oynadığım parmaklarıma dönmüştü yine.





" Tesadüfen karşılaştın?" Boğazını temizleyip, arkasına döndü. Birden masaya doğru gelip bileklerimi avuçladı. Fazla genç değildi. 45 yaşlarını arındırıyordu. İki kaşının ortasında oluşan; ikisi uzun biri ortada ve kısa çizgiden oluşuyordu. Sol gözünün hemen aşağısında yaradan kalan iz onu fazla korkunç yapıyordu. Yüzü yeni traş olmuşçasına temizdi. Ellerimi hızlıca avuçlarından kurtardım. Kolum yaralı olduğu için, sanırım bileklerimi sıkarak tehtit ediyordu beni! Arkasına yaslandı.






" Hiç tanımadığın bir adamla polislerden kaçıp, çöpe atlıyorsun değil mi?" Önündeki bilgisayarın ekranını bana doğru çevirdi. Ekranda çöpe doğru itildiğim yeri izledim. Bir çöp poşeti gibi bodozlama, atılmıştım. Benden beş saniye gibi bir farkla da Evren atmıştı kendini. Bilgisayarı adama doğru çevirdim.






" Birlikte atlamadık. O beni aşağıya itti ve gördüğünüz gibi bir beş saniye farkla o da atlıyor. O gün polislerden kaçtığımızı bile bilmiyordum. Onu takip ettiğimi zannedip, bana polis olup olmadığımı sordu."






Masadaki sudan bir yudum aldım. İçtiğim su, boş miğdemi yakarken devam ettim.






" Adamların bizi öldüreceğini ve kaçmamız gerektiğini söyledi. "





Elleri çenesinde bana güldü .



" Sende inandın mı? "



Boğazımı temizledim. Ah bilmiyorki sevilmek zorunda kaldığımı...



" Adamların ellerinde silah vardı ve bize doğru geliyorlardı. Ayrıca beni zorla odaya koyup, pencereden atması... Pekte seçenek sunuyor gibi değildi. "






Kaşları istemsizce havaya kalktı. Hak veriyor gibiydi.





" Sonra?" Hafızamda sonrasını canlandırdım. Sanırım her şeyi olduğu gibi anlatırsam bir nebze kurtulurdum.





" Bir yerde durduk. Küçük bir kulübeden oluşan, ev yemekleri falan yapılıyordu orda kısa bir süre oturduk sonra ben kalkıp, gittim zaten. "






Bana derin bir şekilde baktı.



" Ne konuştunuz?"



Hatırlarım umuduyla hafızamı zorladım. Ama diyaloglar fazlasıyla silinmişti.



" Hatırlamıyorum. Allah aşkına bu kadar soru neyi ifade edecek, anlatıklarım beni burda tutacak kadar güçlü deliller mi böyle? "


O da sıkılmış gibi bana baktı. Kaşlarını çattı.



" Bende bayılmıyorum nazınızı çekmeye küçük hanım, her ne yaptıysanız kendiniz yaptınız ve eğer temize çıkmak istiyorsanız, bir zahmet bunu konuşarak da yapıverin!"






Yanağımı hafifçe ısırdım. Sanki bayılıyorum burda hergün hor görülmeye!








" Sonra? " Diyip tekrar etti.



" Sonra onu birdaha hiç görmedim. Ben Diyarbakırdan gitmiştim zaten. Onu sonra Batmanda gördüm. "


Güldü.



" O görme nasılsa bir buçuk ay sonra evlenme kararı aldınız?"



Yutkundum. Ah çok aptaldım.




" Anneannemlere çok yakın oturuyorlardı. Ailelerimiz Konuşmaya başlayınca bizde konuşmaya başladık."




Kaşlarını çattı.


" Hiç şüphelenmedin mi, Yani bir davranış falan ?"


Başımı olumsuz anlamda salladım.






" Bana karşı fazla iyiydi ve ilgileniyordu. Sanırım bundan etkilenerek kanmıştım. Davranış... Sadece telefonla çok konuşurdu ve konuştuktan sonra biraz agresif olurdu ve tabi babası yanında fazla değişirdi. Yüzü asılır hiç tanımadığım bir adama dönüşürdü."




Bana acıyarak baktı. Önüme bir dosya uzattı.



" Bu sevgili müstakbel eşinin kız arkadaşları! Hepsi Evrenle görüştükten sonra ortadan yok oluyor ve sevgili eşin, hep yetimhanede büyümüş kızlarla çıktığı için kimse pek arayıp sormuyor. Ayrıca sen bir istisnasın. Gerçek ismini sadece sana söylemiş ve ailesi olan tek kızsın. "




Sayfaları çeviriyor, fotorafları özenle gösteriyordu.





" Onun adamlarından birinin söylediğine göre kızlar yurtdışına götürülüyor. Orda ya satılıyor ya da organları satılıyordu. Sanırım sende öyle olucaktın değil mi?"





Dolan gözlerimden dolayı adamı boğulu görüyordum. Sustum.



" Bu Selda Keskin."


Önüme bir fotoraf koydu.




" 19 yaşında. Kız arkadaşlarıyla küçük bir mahallede, rezil bir evde yaşıyordu taki Koçyiğitle karşılaşana denk. Kısa bir süre sonra evlendiler ve o gün bu gündür haber alınmıyordu. Haberlerde Koçyiğitin öldüğünü öğrenip, direk arkadaşlarını aramış. Bulaştığı şey fazlaca kötüydü. Almanyada bir kumarbaza satılmış."







Sinirden elleri titriyordu. Bense ne tepki vericeğimi bilmeden öylece oturuyordum.





" Onları yakaladık ama kız hayatına son vermişti. Arkasında ondan başka kızların olduğunu bildiren bir mektup ve bir kaç adres yazmıştı ve arkadaşlarının onu affetmesini..."





Titreyen elimle önümdeki dosyayı kapattım. Zoraki bir şekilde gülümsedi.





" Burdan çıkmak için ne yapmalıyım?"





İfadesizce bana baktı.


" Suçunu itiraf edicek bir delile ulaşmışlar."


Hemen araya girdim.



" Ses kaydından bahsediyorsanız, onu ben belki bir şey söylerler diye yaptım. Bakın o Cellat Teğmen beni bir türlü anlamıyor. Ayrıca bunu yapıcağımı Gökhan Asteğmen'e de söyledim ama o burda yok. O cellata söyleyin ben suçsuzum, kuytu bir yer görse başıma sıkıp, atar beni ya! Bakın ben..."







Derince nefes alıp araya girdi. Gülmemek için zorlukla dudaklarını birbirine bastırdı.




" Tamam be kızım anladık. Ayrıca burdan suçsuz ayrılsan bile, Oğuz'a yaptığın isim şeysinden..."



Öksürür gibi bir hareket yaptı ve
bakışlarını benden alıp, karanlık cama çevirdi. Umarım o Teğmen bozuntusu orda değildir(!)



" Ayıp, ayıp! Bir komutana, Cellat denilemez!"  


                     ***


" Aç ağzını!"




Ağzımı kocaman açtım. Ağzıma aldığım pilavı zoraki bir şekilde yuttum. Ağzımda acımsı bir tat vardı ve bu tat yüzünden hiçbir şey yiyemiyordum. Halbuki ben Viyan Dilek Sönmez; Dünyayı önüme verseler, bitmesin diye ekmek banarak yiyecek bir insandım! Bilmem anlatabildim mi?






" Ağzını açar mısın artık?" Teğmen'in yükselen sesiyle, ağzımı açabildiğim kadar açtım. Bir insan neden yemek yemesi için sözel şiddet uygularki?




" Kürt kızı!"



Zor olsada gözlerimi ona dikmiştim. Tabi bu çok da uzun sürmemişti. Ah evet çok korkutucuydu. Elindeki kaşığı yavaşça aldım.




" Ben yiğebilirim! "



Sakın bakma bakarsan korkarsın. Sakın gözlerine bakma, bakarsan yenilirsin!

  Bakma dedim ya aptal!





" Yemeğini yemen için üç gündür peşinden koşuyorum! Dün seni yemekhaneye çıkıp da tur atman için çağrıtmadım. "





Elimdeki kaşığı hızlıca aldı. Sandalyemin iki kolundan tutup, kendine doğru çekti.





" Askerlerimden uzak dur Kürt Kızı!"


Anlamsızca yüzüne baktım. Yemiyordum herhalde askerlerini, ne bu trip acaba?




" Geçen gece yaptığınız eğlence... "


Sustu ve yüzüme baktı.



" Silah arkadaşlarının senin yüzünden öldükleri bilseler..."




Gözlerime öyle bir baktı ki... Çok farklıydı. Bu bakış çok farklıydı. Yüzümde bir sıcaklık hissetim. Çenem yukarı doğru istemsizce seyridi. Hayır olmaz şimdi ağlayamazsın!





" Emin ol, seni öldürürler ve bundan da emin ol, bu sefer seni korumak için kılımı bile kıpırdatmam!"






Gözümden istemsiz akan yaşlara sinir oluyordum. Duygularıma hakim olamadığım için bir kez daha kızdım kendime. Ah aptal kızım ne vardı ki ağlamakta...






Önüme ittiği bardağı elime aldım. Titreyen elimle zorda olsa bir yudum almıştım. Bardağı indireceğim sırada, elimde bir sıcaklık hissettim. Titreyen elime destek vererek su içiriyordu bana. Nedensizce utanmıştım. Gözlerine baktım ama çok ifadesizdi. Hiçbir hisse uğramamıştım, hep olduğu gibi donuktu. Bardağı masaya bırakıp, kaşığı eline aldı.






" Ben bir daha gitmem, yani onlarla konuşmam."





İfadesizce bakışları yüzümde gezindi.





" Sende bana katil deme artık. Lütfen!"



Boğuk çıkmıştı sesim. Gözlerim tekrar dolmuştu. Bunun kötü tarafı ise onu sinirlendirmiştim. Derin bir nefes alıp, kaşlarını tekrar çattı.






" Benimle anlaşma yapma Sönmez . Şimdi aç ağzını ve sus! "



Şaşırmış bir ifadeyle ona döndüm.



" O iğrenç sesini ve timsah göz yaşlarını görmek istemiyorum, Kürt Kızı!"




Korkak bakışlarımı nefretle ona diktim.





" Başka tarafa bak o zaman!"



Kaşlarını çattı. Aldırış etmeden devam ettim.



" O zaman görmezsin, Üsteğmen Oğuz Gökalp!"




Başımı dikleştirip, kendimden emin bakışlarla ona baktım. Kaşları istemsizce havaya kalktı. Verdiği tepkiyi hala anlayamamıştım. Mimikleri bana bir şey anlatmıyordu artık(!)





" Bir Üsteğmene nereye bakması konusunda emir mi veriyorsun sen, üstelik burda bir mahkumken? "





Güldü.




Bu fazlaca küstahçaydı ama!


" Ah zavallı şey!"



Gülen yüzü solmuştu. Bam başka bir ifade almıştı yüzünü. Bu, bu çok korkunçtu!




Bakışları ve yüz ifadesine aldırış etmeden, gözlerinin içine bakmaya devam ettim.




" Bu sadece bir öneriydi. Emirler sizin gibi, poh pohlanarak belli bir rütbeye taşınmış, insan adıyla geçen varlıklara denir. Ayrıca siz görmek istemediğiniz şey dışında her şeyi görebilecek bir düzeydesiniz, görmek için çok uzaklara dalmasanızda olur bayım!"




                         ***






"Kar tanesi yavaşça gökyüzünden usulca süzülüp, yerle buluştu. Onu takip eden arkadaşları da, o yalnız kalmasın diye hep beraber onu takip ettiler. Hepsi sırayla yere düşerek el ele tutuştular. Sonra yeryüzüne; kocaman ve bem beyaz bir örtü serdiler. Bunu gören diğer arkadaşlarıda onların yanına usulca geldiler. Diğerleri, diğerleri ve hepsi! Yeryüzünde durarak birbirlerini korumaya ve insanları eğlendirmeye geldiler!"





" İnsanları bir de üşütüyordu değil mi anne?"



Gülerek yanağımı öptü.



" Evet birde biraz soğuk oluyor. Senin gibi kar canavarı küçük çocukları hasta da etmeye geldiler!"





Yanağımdan akan yaşı silip, yerde beyaz örtü gibi serilmiş kara baktım. Burdan gitmek istiyordum. Buralardan çekip gitmek istiyordum. Hiçkimsenin olmayacağı bir yerde yaşamak istiyordum. Denizin tuzlu suyunu koklamak istiyorum, dalgaların sesini; aklıma kazımak istiyorum. Bir kar tanesinin peşine düşebilmek, ellerimi gökyüzüne açıp deli gibi dönmek istiyorum. Ben artık burdan çok uzaklara gitmek istiyorum. Yalnızlığı, sessizliği ve evet kalabalık bir şehirde kendimi bulmak, farkında olmak  istiyorum mutluluğun, sevincin ve acının!





Elimi saçıma daldırıp, bir süre öyle düşündüm. Hayatımın nerde bittiğini, burda ne yaptığım, nasıl bu hale geldiğim! Neden bu kadar aptal olduğumu merak ediyordum. Hepsi cevapsız sorulardı. Hiçbirine mantıklı bir cevap bile veremiyordum.








Kapının açılmasıyla düşüncelerimden arınıp, kapıya odaklandım. Kapıda endişeli bir asker, ikide bir arkasına bakıp duruyordu. Sanırım teğmenden korkmak işinde yalnız değildim.






Yavaşça yanıma geldi. Askıdaki ceketimi ve orda duran silahımı aldı.




" Hadi Viyan, gitmeliyiz!"




Burdaki hiçbir asker adımı bilmiyordu. Ya bu asker değildi ya da Oğuz'un bir oyununun  parçasıydım.





" Kimsin sen!"





Camdan dışarı baktı, kontrol bahanesiyle.





" Kayınpederinden beklediğin yardım geldi, ayağa kalkta giyin. Çok az vaktimiz var. "






Elini bana doğru uzattı.




Ne yapıcağımı bilmeden, sadece yüzüne baktım. Pardon da Ali Kemal gibi birisi beni kurtarması için adam mi yollamıştı buraya? Eminim bana inanacak kadar aptal değildi. Beni burdan çıkardıktan sonra ' infaz' emrimin vereceğinden adım kadar emindim ama gitmesem oğuz beni öldürecekti. Her gün ölmektense bir gün ölmem gibi bir mantığa sürüklenip, ellerini tuttum. Şu an ölmekten sonra istediğim ikinci şey de; Oğuz'un beni burda görmedikten sonraki yüz ifadesi... Ah o ifadeyi görmek için neleri feda etmezdim!









Titreyen ellerimi yavaşça avucuna bıraktım.




" Oğuz nerde?"




Tuttuğum elime şaşırmış bir şekilde cevap verdi.



" Savcıyla beraber buraya gelicekler 20 dakikamız var. Yapabiliriz değil mi?"



Anlamsızca gözlerimi ona diktim. Pardon da beni burdan çıkaracak olan sensin! Lanet olasıca burdan kaçırılıyorum, bırakta kaçırma planın senin olsun adamım!







" Hadi giy bunları!"  Bana uzattığı gömleğe bakıp iç geçirdim.





" Burdan kaçmıyor muyuz, gerek var mı?"





Gömleği bana doğru tekrar uzatınca bir şey demeden giydim.






" Sen burdan Oğuz'un verdiği sıfatla çıkacaksın. "






Güldü. Güldüm.




" Umarım bu fikir sana muazzam bir şekilde mantıklı gelmiyordur, öyleyse ben burda gayet mutluyum. "








Kollarımı göğsümde birleştirdim.


" Senin bir planın var mı peki? "


Olumsuzca başımı salladım.



" Beni kaçıracak olan sensin, bunuda mı ben düşüneyim!"




Yaptığım küçük sıteme, sinirlensede  belli etmedi. Derin bir nefes alıp, tekrar bana döndü.




" Bak bir belge hazırladım. O belgeyle kolaylıkla burdan çıkabiliriz. Burda senin komutan olmadığını kimler biliyor?"






  Ceketin düğmelerini kapatırken cevap verdim.




" Sadece üst rütbeliler. "


Güldü.


" O zaman şanslı günümüzdeyiz. "

Göz devirdim.

" Ya, ne demelisin!"

Çıktığı kapıdan bende ilerledim.




Yarı örgülü olan saçıma şapkamı taktım ve yüzümün yarısını kapatacak bir biçimde kapattım. O da yanımda yürüyerek bana eşlik ediyordu. Bilemiyorum. Yaptıklarımın nelerle sonuçlanacağını. Bilemezdim eğer bunu yapmasaydım ve ben asla bilemezdim ölüme kendimi teslim ettiğimi! Bu güne kadar yaptığım bütün hatalarım; salaklığımdandı. Çocukken; bir yanım boş, büyüdüğümdendi. Her şeye kanıp, inanmamdı. Ufacık sevgi kırıntısını başka yerlerde aramamdı ama bu salaklığımdan değildi, bu hep çocukluğumdandı.





  🥀



Merhabalar herkese. Öncelikle bölümü bir kaç gün önce yazmıştım. Bir türlü final kısmını yapamamış ve yayınlamamıştım.



   Bu olaylar olduğu için kalbim hep buruk. Bilemiyorum yediğim yemek, içtiğim su artık fazla geliyor. Uyku bile fazla uzak. Hepimizin başı sağ olsun.  Vatanımız hep sağ olsun! 🇹🇷


 

    Sizi çok seviyorum 💕 Bol bol dua edelim lütfen ❤



🖤

Continue Reading

You'll Also Like

3.6K 1.2K 29
Bu hikaye Merve'nin hikayesi... Merve, anne ve babasını -onu en iyi anlayan kişileri- kaybetti. Anne ve babasının vefatından sonra konuşmamaya başlad...
2.5M 79.4K 59
İtalyan bir mafya... Başka açıklamaya gerek var mı? Ters köşelere doyamayacağınız. Her an şaşırarak sürükleneceğiniz bir kitap hayal edin.. Sonra oku...
12.9K 1.1K 93
Dünyaya gelişiyle tüm cadılar tarafından katledilen perilerin intikamını almak isteyen White Lady'e ışık armağan edilmişken gelişi karanlıktır. Bu on...
5.6K 2.7K 35
Karşılaşmaların tesadüf olup olmadığını asla bilemeyiz. Amerika'nın modern yaşam tarzıyla şekillenen dünyaca ünlü oyuncunun kızı olan Ekim ve ve NB...