Yasak Aşk

By npysncnms

463K 11.5K 1.8K

"Seversin, kavuşamazsın aşk olur" demiş Aşık Veysel. More

Yasak Aşk
Erotik kitap mı? -
Kırmızı Şarap.. -
''Çok güzelsin Zeynep..''
Kerem Sayer'in dünyası...
Frezya...
Yeşil kazak...
Matiz
''Kendini affetirdin."
''Sen, benim, öğrencim DEĞİLSİN.''
''Susarak, konuşarak; seni sevmek.''
Aşk Tesadüfleri Sever...
''Seni sevmek...''
"erguvan saçlı, yayla gülü, 'fidan' kız..."
"ne günah işlediysek yarı yarıya..."
"Bizi bizden başka kimse..."
Son..
''Şimdi, burada, benimle!"
''Misk-i amber rahiyası''
''Sadece benimsin Zeynep..''
''Keremle ben..''
"Sevdik, sevdalandık, seviştik."
''şimdi ve burada! korkusuzca''
"bizim için savaşacağım...
..
KOKU -FİNALE 2 KALA!
Benim yüzümden! -FİNALE 1 KALA..
''benim kadınım..'' FİNAL
ŞAH & MAT
ŞAH VE MAT - TANITIM
Yeniden...
Benim tek işim seni sevmek Zeynep!

''Seni düşünmek...''

16.1K 438 68
By npysncnms

Selamlar hanımlar beyler. Yine arayı uzattım ama bilmiyorum neden böyle oluyor. Motivasyonum düştü sanırsam. İçimde yazma isteği olmasına rağmen bunu toparlayıp sayfalar haline getiremiyorum. Bunun en büyük etkisi de okunma sayısı benim için voov diyebileceğim bir sayıda olmasına rağmen oy sayısının o sayıya nazaran düşük olması sanırım. Okunma sayısına bakıyorum her bölüm yükselişe geçmiş, ama oy sayısına baktığımda arasında büyük bir fark var. Bu bölümlerin beğenilmemesinden mi kaynaklı? Rica ediyorum yorumlarınızı eksik etmeyin. Kafa karışıklığımın üst seviyede olduğu bu dönemde gerçekten eleştiriye, yoruma, aklınıza gelebilecek bir sürü öneriye ihtiyacım var.

Multimedyada çok sevdiğim bir müzik var. Ben bazı kısımları yazarken onu dinledim. Hangi kısımlar olduğunu okurken anlarsınız büyük ihtimalle.

Keyifli okumalar..

Öpüşmemize nefes almadan devam ederken kendimi onda kaybettiğimi hissediyorum. Her hareketinde, her sözünde, her bakışında kendimi onda daha çok kaybediyorum. Bir sözüyle ona inanacak kadar hangi ara güvendim bilmiyorum ama, koşulsuz söylediğine inanmak istiyorum. Bağırmak geliyor içimden, ''Evet, ben senin öğrencin DEĞİLİM.'' diye ama sonra yine içimde bir yerlerde adını tarif edemediğim dürtüm kuşkuyu tam da yüreğimin üzerine koyuyor. ''Öğrencisi değilsen, neyisin?''

Cevabını bilmediğim soruları kendime sormak uzun süredir yapmış olduğum şeyler arasına giriyor yavaş yavaş. Cevabı bulabilecek miyim, kendim mi cevaplayacağım veya karşımdaki gözlerine baktığımda bile başka alemlere daldığım adam mı? Bilmiyorum. Bilinmezliğe doğru sürüklenirken ve bedenimi iyice Keremin bedenine karışmış bir şekilde bulurken çevremizdeki insanların bize baktığını fark ediyorum. Her öpüşüyle daha da derinlere inmeme rağmen bir an kendime gelip çekiyorum dudaklarımı dudaklarından.

''Kerem'' diyorum nefes nefese. O ise gözleri kapalı bir şekilde sanki başım hala ellerinin arasındaymış gibi, dudakları önde ve aralanmış bir şekilde durmaya devam ederken aynı benim gibi nefes nefese ismimi sesleniyor.

''Zeynep''

''İnsanlar bize bakıyor.'' diyorum bu durumdan rahatsız olarak.

Tek gözünü açıp çevremizde yanımızdan yürüyüp gitmelerine rağmen hala bize bakan insanlara bakıyor. Sonra da gözlerini tamamen aralayıp o mükemmel gülüşünü gösteriyor.

''Ee bu çok normal güzelim, öpüşen insanlara bakan bir toplumumuz var.'' diyor rahat bir tavırla.

Bu kadar rahat olmasına anlam veremeyerek sinirleniyorum ve elimin tersiyle göğsüne vuruyorum.

''Yaa, ne kadar rahatsın! Ya okuldan birileri gördüyse? ''

Bir süre bir anlam veremediğim ama yine de fazlasıyla etkileyici olan bakışlarla bana bakıyor. Sonra yine başımı ellerinin arasına alıyor.

''Sence umurumda mı?''

Ve dudağıma biraz öncekine nazaran masum bir öpücük kondurup geri çekiliyor.

Ben kendimi yine sorularla baş başa bir halde bulurken kendime soruyorum. Umurunda mı? Değil gibi davranıyor ama olmalı. Eğer gerçekten okuldan biri görür, bu diğer hocaların kulağına giderse hiçte hoş olmayan şeylerle karşılaşırız. Hem o, hem ben.

Kısa bir sessizlikten sonra arabayı çalıştırıyor ve inme faslını es geçerek arabayı okula sürüyor. Okula girip her zaman park ettiği yere park ediyor arabasını ve gözleriyle beni cesaretlendirip iniyor arabadan. Bende cesaretimi toplayıp iniyorum peşinden. Bir kaç göz dışında bizi pekte umursamıyor diğer insanlar. Yan yana okula giriyoruz ve yine çokta fazla olmayan klasik işsiz insanların bakışlarıyla sınıfın önüne geliyoruz. Sonra fazlasıyla ciddi bir ses tonuyla konuşuyor.

''Sen gir sınıfa ben Ayaz'ın yanına uğrayıp bir kaç derse girdikten sonra geleceğim tamam mı?'' diyor ses tonunu normal tutmaya devam ederken.

''Tamam'' diyorum dudaklarımı istemeden de olsa büzerek.

''Güzelim, büzme o dudaklarını.'' diyor sessiz bir şekilde.

Gülümsememi tüm yüzüme yayıp kendi yerimde sallanıyorum yine liseli bir kız edasıyla.

''Tamam, görüşürüz.'' deyip dönüyorum arkamı sınıfa girmek için. Sonra tam da kapıyı kapayacağım sıra arkamı dönüp Kereme bakıyorum. Onun da bana baktığını görüp yine gülümsüyorum en sıcak şekilde. Bana göz kırpıp uzaklaşıyor sınıfın önünden ve bende sınıfa giriyorum.

Sınıfa girene kadar sınıftakileri fark etmiyorum. Sonunda kafamı kaldırıp baktığımda hocanın çoktan sınıfta olduğunu görüyorum. Geç kalmışım, Kerem yüzünden!

Hemen suratımdaki aptal gülümsemeyi silip sıralardan birine geçip oturuyorum sessizce. Hoca bir süre daha dersini böldüğüm ve geç kaldığım için bana öldürücü bakışlar atıyor. Sonradan vazgeçip derse geri dönüyor. Herkes bir süre sonra derse tekrar odaklandığında bende kendimi hocanın anlattıklarına odaklamaya çalışıyorum.

İki saatlik bir ders marotunundan sonra kendimizi Efeyle cafe de pestilimiz çıkmış bir şekilde buluyoruz. Efe tepsideki kahvelerle yanıma gelirken suratında hayattan bezmiş bir ifade ile sandalyesine çöküyor.

''Yemin ediyorum yıldım Zeyno! '' diyor yine sitemli sesiyle.

''Sanki ben ders işlenirken başka bir yerdeydim Efe. Aynı eziyete maruz kaldık.''

''Ben daha çok yoruldum.'' diyor yine fazlasıyla memnuniyetsiz bir sesle.

''O niyeymiş?''

''Çünkü ben senden iki sıra öndeydim. O leş sese daha bir yakındım.'' diyor ciddi ciddi. Ve ben kocaman bir kahkaha patlatıyorum. Bana neye gülüyorsun bakışları atmaya devam ederken ben kahkahalarla gülmeye devam ediyorum ve kendimi durduramıyorum. Leş ses dedi ya, leş ses hahahaa.

Gülmeye devam ederken elimdeki karton kahve bardağı hafif yamuluyor ve bacaklarıma dökülüyor. Canımı acıtacak sıcaklıkta olduğundan refleks olarak beni oturduğum yerden sıçratıyor .Ayağımdaki topuklu ayakkabılarla geriye doğru giderken birine çarptığımı fark edip arkamı dönüyorum ve yine o yakıcı gözlerle karşılaşıyorum.

Ulaş!

Bir süre etkileyici olduğunu sandığı gözleriyle bana bakıyor ama ben etkilenmek yerine fazlasıyla rahatsız oluyorum. Sonra aklıma dizlerimden pantolonun ucuna kadar ince bir çizgi halinde dökmüş olduğum kahve geliyor ve Ulaş'a bakmamaya çalışarak sandalyeye geri oturuyorum. Efe bir şey var mı diye soruyor ama sıcaklığın canımı yakmasından çok pantolonuma yeni bir şekil katmış olan lekeyi düşünüyorum. Benim kahvelerle ve onun lekeleriyle derdim ne?

Ulaş yan masadan bir sandalye çekip hiç sormadan yanımıza oturuyor ve cebinden ıslak mendil çıkarıyor.

''Bak bende ıslak mendil var. Uzat ayağını halledelim.''

''Ne münasebet. Gerek yok ben hallederim.'' diyorum huzursuz bir ses tonuyla.

''Ya Zeynep uzatır mısın ayağını.'' derken ayak bileğimden tutuyor ve biraz yana kayarak kendi sandalyesinin kenarına yerleştiriyor ayağımı.

''Önce şunları bir çıkaralım'' diyor ayakkabılarıma uzanıp. Sonra aklıma Keremin ayaklarıma yapmış olduğumu muamele geliyor.

''Önce şunları bir çıkaralım.''

''Senin ayağında daha bir güzel sanki bu şarap''

Kafamdaki Kerem replikleri neon ışık şeklinde yanarken Ulaş'ın vücudumla fazlasıyla yakın temasta olduğunu unutuyorum. Aklımdaki şeylerle kafamı kaldırırken saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıyorum ve gülümsüyorum.

Kafamı kaldırdığım an biraz öncekinden daha fazla yakıcı ve kesinlikle etkileyici gözlerle karşılaşıyorum.

Kerem!

Uzun süredir, özellikle Ulaş'ın burada olduğu süredir bizi izlediğini belli eden aksi hareketlerle bizi izlemeye devam ediyor.Ben ise ne yapacağımı şaşırıyorum. Ulaş'a baktığımda ıslak mendille kahve lekesini silmeye çalıştığını görüyorum ve ayağımı hızla çekip yere indiriyorum.

''Ya Zeynep tam çıkmıştı''

''Ya Ulaş sanane? Ha sanane? Bırak istemiyorum.'' diyorum ayakkabımı alıp ayağıma giyerken.

Ulaş da Efe de fazlasıyla şaşırmış bir şekilde bana bakarken sinirimi atamıyorum ve hızlıca kalkıp masadan uzaklaşıyorum. Bir bu eksikti ya, bir Keremin korkunç sinirli bakışları eksikti!

Birde birazdan dersimiz var değil mi bizim bununla? Allah kolaylık versin Zeynep Yılmaz.

Sinirli bir şekilde koridorda yürüyüp sınıfa doğru ilerlerken bir kol beni tuvalet kabinine çekiyor. Şoktan olsa gerek sesimi bile çıkaramıyorum. Sırtım duvara sabitlendiğinde korkudan kapatmış olduğum gözlerimi aralıyorum ve yine Keremle karşılaşıyorum.

''Ke-kerem napıyorsun?'' diyorum amacını öğrenmeye çalışarak.

''Bir daha'' diyor tane tane konuşarak sanki algılamam için böyle yaparmış gibi.

''O çocukla, aynı ortamda olursan, çok kötü olur!''

''Hangi çocukla?''

''Zeynep, beni zorlama!''

''Ulaş'tan mı bahsediyorsun?''

''Adı her ne haltsa!''

''Adı Ulaş. Öyleymiş yani. Benim de öyle bir samimiyetim yok zaten.'' diyorum açıklama yapmaya devam ederken.

''Yani bende çok tanımı...'' cümlemi yarıda keserken birden aklıma neden açıklama yaptığım sorusu geliyor.

''Bir dakika bir dakika'' diyorum cümlemi tamamlamaya karar vererek.

''Ben sana neden açıklama yapıyorum?''

''Na-nasıl neden açıklama yapıyorum Zeynep?''

''Sen benimsin, ve benim olana başkası dokunamaz.'' diyor ilk başlarda geveleme olarak başlayan cümlesini yine sahiplenme ekiyle tamamlarken.

''Nasıl seninim ya? Ha nasıl seninim? Bu mu senin sahiplenme hareketlerin? Hangi sıfatla sen benim yanıma gelip gelmeyecek adamlara karar veriyorsun. Yanıma geldi diyelim, bende engelleyemedim, senin engellemen gerekti ve sen kendine hangi tabiri yakıştırarak engelleyeceksin onları?''

Afallamış bir şekilde bana bakan Keremi aldırmadan devam ediyorum konuşmama.

''Ne diyeceksin? Ben ilk gördüğü gün seviştiği ama sonradan hocası olduğu için uzaklaşmak zorunda kaldığı.Ancak dayanamayıp yine soluğu onun yanında aldığı bir kaç kez beraber uyuyup yalnız kaldıkları her kuytu köşede öpüştüğü adamım. Ona göre davran mı? Sana dönüp deli gözüyle bakmaz mı adam?''

''Zeynep, bak ben...''

''Sen ne Kerem! Sen ne?''

''Bak ben seninle...''

''Biliyorum sen benimle vakit geçirmekten, benimle uyumaktan, benimle oynaşmaktan zevk alıyorsun, hoşuna gidiyor bunlar ama sen benim hocamsın Kerem, bende senin öğrencinim. Bunu değiştirmek senin elinde. Daha fazla konuşmaya gerek yok, bırak beni gideyim.'' diyorum ellerimi kolunun arasından ayırmaya çalışarak. Fazlasıyla sıkmakta olduğu bileğimi bırakıyor ve sanırım kırmızı olmasına dayanamayıp baş parmağıyla okşamaya devam ederken gözlerini yine gözlerime odaklıyor.

''Özür dilerim...'' diyor sadece sanki cümlesinin devamını getirecek gibi ama tıkanıp kalıyor bir yerden sonra. Bende daha fazla beklemek istemediğimden birbirine yakın temasta olan bedenlerimizi ayırıyorum ve arkama bile bakmadan oradan ayrılıyorum.

Biliyorum resmen öpüştükten sonra ''biz şimdi neyiz?'' diye soran kızla gibi davrandım ama bizim durumumuz çok farklı ve ben bundan fazlasıyla rahatsız olmaya başladım. Hocasıyla takılan bir kız modundayım resmen ve bu durum beni oldukça rahatsız ederken hiçbir şey yokmuş gibi davranamazdım. Belki aramızdaki ilişkinin en azından kendi aramızda bir adı olsa böyle hissetmem. Aramızdaki şeyin adını koymak istesek adı ne olacak onu da bilmiyorum aslında ama bildiğim tek bir şey varsa o da böyle devam edemeyeceğim...

Sakin bir şekilde düşünerek ve yavaş adımlarla sınıfa girdiğimde gözüm tereddütlü bir şekilde Efeyi arıyor. Çocuk az önce yaptığım dengesizlikten sonra yüzüme bakar mı bilinmez. Ama koskoca okuldaki tek arkadaşım o olduğundan beni o anlamazsa kim anlasın diye düşünüyorum. Sonra aklımda kendi söylediğim cümle yankılanıyor "koskoca okulda tek arkadaşım"

Sen bu hallere düşecek kız mıydın Zeynep?

Bundan çok değil bir sene önce ki görüntüm, çevrem, sevgilim aklıma gelince duraklıyorum sıraların yanında. Bir insan en fazla ne kadar değişebilir sorusunun yürüyen cevabıyım şuan adeta. Ama bu değişim olumlu mu olumsuz mu bilmiyorum. Çok darbe yemiş ve yıkılmış halimle eski Zeynep olamam biliyorum ancak şimdi ki Zeynep'te fazla mı sakin sanki? Düşüncelerimi silip atmak istercesine kafamı iki yana sallıyorum ve gözlerimle Efeyi bulduğumda gülümsüyorum. İşte ihtiyacım olan kişi!

Hızlı adımlarla yanına gidip boynuna sarılıyorum ve yanağına hatırı sayılır bir öpücük bırakıyorum. Bu da benden sana kıyak Efecim unutma. Ellerim hala boynuna dolanmış bir şekilde omzunun üstünden göz göze gelmemizi sağlayacak şekilde kafamı uzatıyorum Efeye. Efe dengesiz ruh halime anlam veremezken hem gülümseyip hem de şaşkın gözlerle bakmaya devam ediyor.

''Merhaba yakışıklı, yanınız boş mu acaba?'' diyorum şebek bir şekilde.

''Böyle bir güzellik soruyorsa dolu olsa bile boşaltırız efendim.'' diyor o da biraz önce yaptığım gibi yanağıma öpücük kondururken.

Diğerlerinin kapıya doğru baktığını görünce bizde refleks olarak kapıya bakıyoruz ve karşımda Keremi görünce birden elim ayağım dolaşıyor. İçeri rahat hareketlerle girerken birden Efeyle beni görüyor ve duraklıyor. Çene kasları gerilirken gözlerini üzerimizden çekmeye çalışsa da çok başarılı olamıyor. Biz Efeyle hala sarmaş dolaş dururken bir an geri çekilmeyi düşünüyorum. Ama sonra vazgeçiyorum. Ona ne? 

Çok fazla bozuntuya vermeden Efenin yanına oturuyorum. Sanki hiç Kerem gelmemiş -pardon Kerem mi dedim Kerem hoca gelmemiş gibi demem lazım sanırım- gibi davranmaya devam ediyorum. Kerem boğazında kuru bir öksürükle kendine gelmiş bir şekilde seri adımlarla masasına geçiyor. Bize bakmamaya çalışarak önündeki dosyalara dönüyor. Bende sanki o burada yokmuş gibi davranmaya devam ediyorum.

Herkesin arasındaki fısıldaşmayı bölüp bizi susturduğunda hepimiz Kereme dönüyoruz. Onu bir hocaymış gibi mi, bir arkadaşmış gibi mi, ya da bir sevgiliymiş gibi mi dinlesem bilemiyorum. Bu gereksiz soruları beynimde döndürürken Keremin sesi düşüncelerimi yarıda bırakıyor.

''Şiir okuyacaktık değil mi biz bugün. Ne okuyalım sizce? Var mı aklınızda bir şey.'' diyor yine fazlasıyla öğretim görevlisi ses tonunu takınıp. Ben her ihtimale karşı bana yönelir de hiçbir şey söyleyemem diye aklımdan bir kaç şiir geçirmeye başlıyorum bile.

Sınıfın ineklerinden diye nitelendirebileceğimiz bir kız kalkıp şiir okumak istiyor. Kerem de bu olaya gönüllü pek fazla insanı göremeyince kızın şiir okuma isteğini kabul ediyor. Masasına geri dönüp sözü kıza bırakıyor. Kız şiir okumaya başladığında yine o düşünceler kafamı fazlasıyla rahatsız etmeye başlıyor. Bana her şey seni hatırlatmak zorunda mı diye isyan etmek istiyorum dersin ortasında Keremin yanına gidip yakasına yapışarak.

'' Seni düşünmek güzel şey, seni düşünmek ümitli şey.

Dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey.

Fakat artık ümit yetmiyor bana.

Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum. ''

Adının Sibel olduğunu öğrendiğim kız beni fazlasıyla hülyalara daldıran, mükemmel dizelere sahip olan Nazım Hikmetin şiirini okuduktan sonra yerine oturuyor. Aramızdaki Sibel engeli kalktığında Keremle göz göze geliyoruz. Biliyorum, biliyorum o da benim gibi şiiri dinlerken aklından aynı şeyleri geçirdi. Gözlerinden anlıyorum. Çok kısa bir süredir yan yanayız ama biliyorum bakışından, hareketlerinden ne hissettiğini biliyorum. Dayanamayıp içimin sımsıcak olmasına izin veriyorum. Bu sefer arzudan değil, istekten değil çok farklı şeylerden sımsıcak ve kıpır kıpır oluyor içim. Özlemişim bu hissi diye düşünüyorum, ya da Kereme karşı bu şeyleri hissetmek hoşuma gidiyor, bilmiyorum...

Keremden veya diğer hiçbir öğrenciden ses çıkmayınca bizim bakışmalarımız dakikaları buluyor ve ne o ne ben çekmiyoruz gözlerimizi birbirimizden. Bakışlarımla bir şeyler anlatmaya çalışıyorum ona. Şiirdeki gibi söylemek istiyorum bağıra bağıra. Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum demek istiyorum. Ben artık seni istiyorum demek istiyorum...

Sessizlikle uzayıp gidince sınıfta bir uğultu oluşmaya başlıyor ve Kerem olaya el atıp herkesi susturuyor hemen.

''Ee başka şiir okumak isteyen yok mu?'' diye soruyor. Kimseden ses çıkmıyor her zaman ki gibi. Siz nasıl edebiyat öğrencisisiniz be demek geliyor içimden. Özgüven eksikliğimidir, edebiyat sorunsalı mıdır bilinmez şu sınıfta Keremden ve bir iki insan dışında kimseden o edebi hissi alamıyorum. Ama bana Kerem yeter biliyorum. Mesela şuan tek bir mısra okusa, tek bir şiir cümlesi dökülse dudaklarından kalbimi önüne sunarım biliyorum. Biçimli dudaklarından, yakıcı ses tonundan bir şeyler dinlemek, dinlerken aynı zamanda görsel şölen gibi o mısraları okuduğunu izlemek nasıl olurdu düşünmek bile istemiyorum. Düşünmek bile aklımın başımdan gitmesine sebep olur çünkü...

''Bunların notlarınıza yansıyacağınızı bilip öyle gelin bir daha ki derse. Madem kimse okumuyor bir tane de ben okuyayım.'' diyor yine düşüncelerimi bölüp.

Tamam diyorum o sıra, hadi dünyayı kapatıp gidelim. Yoksa bu yürek buna dayanmaz. Kerem şiir okuyacak. Birazdan belki gözlerimin içine baka baka, belki bir şeyler anlatmaya çalışarak Kerem şiir okuyacak. Bu gerçekle yüzleşmem yakın olduğundan aptal sırıtışımı suratımdan silip Kereme dönüyorum. Deri çantasının içinden küçük, eskimiş, kokusunu içine çeksen mis gibi kitap kokusunu alacağın bir şiir kitabı çıkarıyor ince parmaklarıyla sayfalarını çevirmeye başlarken. Bir sayfada durduğunda uzun uzun küçük yaprakla bakışıp gülümsüyor. İstediğini bulduğunu hissediyorum o an. Kafasını kaldırıp bakışları beni bulduğunda gülümsemeye devam ediyor ve bende dayanmadan sunuveriyorum ona en güzel gülümsememi.

''Sibel Nazım Hikmetten giriş yaptı bizde Can Yücelden devam edelim o zaman '' diyor Sibel'e bana gönderdiği gülümsemenin çeyreğini bile göndermezken. Bende tatmin olmuş bir şekilde gülümsemeye devam ediyorum. O gülümseme sadece bana diye düşünüyorum.

Hafif bir öksürükle sesini temizledikten sonra acaba hangi şiir merakımı gideriyor. Sanırım en sevdiğim şiirlerin başında gelecek olan şiiri o kendine has ses tonuyla okumaya başlıyor.

'' Seneler geçsin sen beni bil ben seni bileyim istiyorum.

Benim olduğun kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum.

Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım yaşayalım ki öğrenelim hayatı, destek çıkmayı.

Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız.

Sen çok çok dertlenip içip arkadaşlarınla eve gelmelisin.

Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyle ki yalnız sıkılmak, sıkmalı bizi.

Yaşayalım ki paramız olunca sevinelim.

Güzel günlerimizi evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız .Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek.

Böylece yaşamalıyız işte... ''

Şiir bitip kafasını bir küçük kitabına bir bana çevirmek zorunda kalmadan bana bakmayı sürdüğünde dünya durmuş gibi hissediyorum. Ya da bizim için durdur diye düşünüyorum. Çünkü sadece o ve ben varmışım gibi hissediyorum. Kerem Sayer'in ve Zeynep Yılmaz'ın dünyası diye geçiriyorum aklımdan.

Ne de güzel olurdu seninle yaşlanmak... 

Continue Reading

You'll Also Like

91.3K 7.7K 27
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
143K 12.9K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
304K 28.5K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
116K 4.8K 32
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!