ZİFİRİ

By dilanzclk

17M 282K 43.7K

"Bir cesede baktığının farkındasın değil mi?" Acı sesimden dökülürken elimdeki silah kolumun titremesiyle düş... More

Baş Belası 1: Zifiri
Zifiri 1| Kırık Geçmemiş
Zifiri 2: Zehirli Orman
Zifiri 3: Kırgın Gece
Zifiri 4| Nefes
Zifiri 5 | Polisin Kızı
Zifiri 6 | Kül
Zifiri 7 | Evim
Zifiri | Yeşil Ağ
Zifiri 9 | Ölüm Kadar
Zifiri 10 | Rüzgar Karahanlı
Zifiri 11|İz
Zifiri 12 | Hesaplaşma
Zifiri 13 | Tehdit
Zifiri 14 | Gök
Zifiri 15 | Kurşun
Zifiri 16 | Teslimiyet
Zifiri 17 | Yol
Zifiri 18 | İtiraf
Zifiri 19 | Bertaraf
Zifiri 20 | Karanlık Gece
ZİFİRİ 21 | KATİL
ZİFİRİ 22 | GECE
ZİFİRİ 23 | Hasta
ZİFİRİ 24 | İçindeki Cennet
ZİFİRİ 25 | İki Metre
ZİFİRİ 26 | KAL

ZİFİRİ 27 | Tehlike

205K 8.6K 1.1K
By dilanzclk

"İzin verirsen uyuyacağım." dedi, boş bir sesle. Gözlerimi devirip çenemi kapattım.

Yatağın içinde sürünerek başlığına sırtımı yaslayıp, diğer yastığını kucağıma yerleştirdim ve bomboş önüme bakmaya başladım. Nasıl olsa yapacak başka bir şeyim yoktu. Rüzgar Karahanlı uykusunun derin kollarına sıkı sıkı sarılırken, başımı yana yatırıp bu kez gözlerimi ona diktim. Yüzü kusursuzdu. Burnu benimkinden düzgündü, kirpikleri benimkinden gürdü ve dudakları bile benimkinden dolgundu. Kaşındaki yara haricinde yüzünde sivilce izi bile yoktu.

Yakışıklığının farkındaydı ama bunu kullanan biri değildi. Derdi kızlar değildi bu yüzden tipinin de bir önemi yoktu onun için. Derdi neydi de kendinden bu kadar vazgeçmişti, bilmiyordum. Hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Benimle olan derdini bile bilmiyordum ki.

Beni neden bir anda sürekli yanında tutmaya çalışıyordu? Kibri için miydi, başka bir şey için mi emin değildim artık. Nefes alışverişiyle inip kalkan göğsüne kaydırdım bakışlarımı. O göğsün içindeki kalbin varlığından kendisi bile bir haberdi bence.

Rüzgar babamdan sonra gördüğüm, uykusunda bu kadar rahatsız şekilde uyuyan ikinci kişiydi. Uyurken daha önce birini izlememiştim ama babam ve Rüzgar bunun anormal olduğunu ilk saniyeden belli ediyordu. Sanki uykuyla savaş içindeydiler. Yüzlerindeki her ifade savaş alanını anımsatıyordu. Çatık iki kaşı arasındaki çukura parmağı bastırıp düzeltmemek için kendimi zor tutarken, hüzünle gözlerimi dağınık saçlarına kaldırdım.  İkinci bir savaşta oradaydı. Sertçe yutkundum ve kendimi tutamayarak dağınık saçlarına uzandım. Anlına dökülen ıslak saç ucuna dokunduğum gibi gözlerini araladığında, depreme yakalamış bir ifadeyle havaya kalkarak elimden yakaladı. Ne olduğunu anlamadan beni sertçe kendine çektiğinde kendimi korumak için kaldırdığım elimden de hemen yakalamış, tüm savunmamı bertaraf etmişti.

Saniyeler içinde ellerim elleri tarafından yastığına bastırıldığında, bedenlerimiz yer değiştirmişti. "Benim." Diye bağırdım. Bir bacağını üzerimden geçirmiş beni alaşağı etmişti. "Benim, sakin ol!" Uykulu gözlerindeki alevi korkuyla açtığım gözlerime diktiğinde, hızla alıp verdiği nefesin girdabında kalakaldım. Benim olduğumu gördüğünde gözlerindeki yangın azalmamıştı. "Ne yaptığını sanıyorsun, sen?" diye hırladı, sinirle. Ne yaptığımı ben bile bilmiyordum, ona nasıl anlatırdım. Saçına dokunmak gibi bir hataya nasıl düşerdim?

"Bileğimi bırakır mısın, acıtıyorsun." Dedim, zavallı bir şekildi. Utancımdan gözlerim yanıyordu. Bu kez sesi daha yüksek çıktı. "Sorduğum sorunun cevabını ver polisin kızı."

"Hiçbir şey, hiçbir şey yapmıyordum!" Ellerinin arasında debelendiğimde bileğimi yatağına iyice gömdü. Acıyla yüzümü buruşturup, savunmasız bir sesle "Lütfen..." diye yalvardım. "Lütfen bırak."

Şüpheyle gözlerini kıstı. Bana yıkılmaz bir kale gibi bakarken içime dökülen taşlara, savunmasızlığıma ve güçsüzlüğüme lanet ettim. Benim duvarlarım tek bir rüzgarda yıkılacak kadar mı zayıftı? Titreyen dudaklarımı birbirine bastırdı. "Kötü bir niyetim yoktu. Yemin ederim."

Sana rağmen sana bir şey yapamam Rüzgar Karahanlı.

"Hazırlan, çıkıyoruz." Diyerek bileğimi serbest bıraktı ve tek hareketle üzerimden çekilip yatağından çıktı. Beni bırakmasıyla yatağından fırlarcasına çıktım ve ondan önce çantamı fırlattığı yerden alıp odasından ayrıldım. Merdivenleri neredeyse koşar adımlarla inerken kendime ettiğim küfrün haddi hesabı yoktu.

Tüm eşyalarımı toparladım ve hepsini okul çantamın içine sıkıştırmayı başarıp ceketimi de kollarımdan geçirdim. Onun aşağı inmesi beş altı dakika sürmüştü. Üstünü değiştirmiş fakat saçlarını kurutmamıştı. Merdivenlerde göründüğü an başımı önüme eğip yüzümden geçmeyen kızarıklığı kapatmak için saçlarımı önüme indirdim. Saat baya ilerlemişti, dışarı koyu karanlık görünüyordu. Bir yolunu bulup Emir'e gitmeliydim. Beni evime bırakır bırakmaz babam gelmeden taksiye biner giderdim evine. "Yürü..." sessizce arkasından yürüdüm. Açtığı kapıdan geçerken gözü sürekli üstümdeydi. Gıkımı çıkarmaya cesaret edemiyordum ama beynimin içindeki sesle kapışırdı göğsümü yumruklayan kalbimin sesi. Bahçedeki taşlı yoldan geçerek demir kapıdan da çıktığımızda beynimin içindeki tüm sesleri susturan şey, bulunduğumuz sokağın içine gürültüyle giriş yapan konvoy şeklindeki üç aracın motor sesleriydi. Araçlar teker teker Rüzgar Karahanlı'nın evinin önünü kendine park alanı ilan ederken yan gözle Rüzgar'a baktım. Kaşları anında çatılmıştı. 

Araçların kapısı üst üste açıldı. İçlerinden çıkan takım elbiseli iri yarı adamlar bir ordu gibi karşımıza dikildiğinde, o tepkisizce durmaya devam ederken ben korkuyla onun arkasına doğru sokuldum ve tedirgince verdiğim nefesin sesini ona ulaştığından habersiz bir şekilde adamlara döndüm. İçlerinden biri en arkadaki arabaya doğru koşarak aracın kapısı açıp içindekinin çıkabilmesi için saygıyla geri çekildi.

O sırada dayanamayıp kulağına doğru fısıldadım. "Bunlarda kim, tanıyor musun? "Ne ara ona o kadar yakınına girmiştim, bilmiyordum ama asıl kaçmam gereken kişi oyken ona sığınmam istemsizce kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

"Yok bir şey, sakın sesini çıkarma." İstesem bile sesime çıkarmaya cesaretim yoktu da , o neden bu kadar rahattı?

Takım elbiseli adamın açtığı kapıdan çıkan genç biriydi. Diğerlerinin aksine siyah takım elbiseli değildi. Siyah kumaş pantolonun üzerine beyaz bir gömlek, gömleğinin üzerine de gri bir hırka geçirmişti. Koyu renk saçlarının ardından dikkatimi çeken ilk şey Rüzgar'a çok benzeyen göz rengiydi. Sadece yeşil daha ağırlıktaydı ama gözlerindeki ifade tıpkı arkasına saklandığım adamın kopyasıydı. Soğuk ve acımasız.

Bakışları Rüzgar'ın soğuk bakışlarıyla çatıştığında gözle görülür bir nefretin kıvılcımları yeşil göz bebeklerinde alevlenmişti çocuğun. Birkaç saniye süren bu ifadesini dudaklarına yerleştirdiği tehlikeli gülümsemeyle örtbas etmişti. Kim olduğunu anlamaya çalışırken iki metre uzağımızda durana kadar beni görmemişti. Çünkü tam anlamıyla Rüzgar Karahalı'nın uzun gövdesinin arkasında duruyordum.

Konuşan ilk kişi Rüzgar oldu. Sesi soğuk ve mesafeliydi. "Ne işin var senin burada?"

Adam bu soğukluğa alışkın bir şekilde "Kuzenimi görmeye gelemez miyim?" diye sorduğunda bakışları bana doğru kaydı ve gözlerini kıstı. Kuzeni de tıpkı onun gibi görünüyordu. "Rahatsız etmedik inşallah." Diye devam etti laubali bir ifadeyle. Altında yatan ima yüzümü buruşturmama neden olurken, Rüzgar kuzeninin beni izleyen bakışlarını izleyerek omuzunun üzerinden bana döndü. "Arabaya geç sen." Dedi, gözlerimin içine bakarak. Söylediğini hemen yapmam gereken bir ifadeyle bakıyordu. İlk defa sözünü dinleyecektim. Onu hemen başımla onaylayıp arkasından çıktım.

Hemen yanımızda duran arabasının kilidini açtığında kuzenin bakışlarından çekinerek önlerinden geçtim ve hemen arabasına binip kapıyı ardımdan kapattım. Kuzenin bakışları hala üzerimdeydi. Ne konuştuklarını duyamasam da ikisi arasında geçen konuşma bir anda alevlenmişti. Rüzgar'ın bedeni kaskatı kesilmişti. Sıktığı yumruklarını kuzeninin yüzüne indirmemek için zar zor durduğunu görebiliyordum. "Fırat, karışma benim işime!" Diye bağırdığını duyduğumda adının Fırat olduğunu öğrendiğim kuzenin arkasında duran koruma ordusuna tedirginlikle baktım. Belli etmeden aracın benim tarafımda olan camını, seslerini duyabileceğim kadar aşağı indirdim. "Baban elini çabuk tutman gerektiğini hatırlatmamı istedi kuzen, neden bu kadar sinirleniyorsun?"

"Sen ayağımın altında dolaşmaya kalkmazsan eğer, ben ne yapacağımı gayet iyi biliyorum." Rüzgar gittikçe daha da öfkeleniyordu. Fırat'ın bakışları yeniden beni buldu. "Belli, ne yapacağını gayet iyi biliyorsun. O konuda hiç şüphem yok." Rüzgar hızla başını bana çevirdi. Gözlerimdeki korkuyu gördü ve hemen sonra sinirle Fırat'a döndü. "Siktir git." Diye bağırdı Fırat'a. "Girdiğiniz delikten ben izin vermeden bir daha çıkarsanız, sizin için parmağımı bile kıpırdatmam."

"Bütün mal varlığımız senin üzerineyken mi? Sen istiyorsun diye öylece oturup senin kızla işi pişirtmeni mi bekleyeceğiz?" Neden sürekli beni ortaya atıyordu, anlamış değildim. "Bekleyeceksin lan!"

Fırat bu kez sessiz kaldı. O da en az benim kadar Rüzgar Karahanlı'nın sınırları aşıldığında yapacaklarının da bir sınırı olmadığını biliyordu. Arkasındaki ordu onu Rüzgar'dan koruyamazdı. "İstiyorsan bekleme. Hadi bakalım hodri meydan!"

"Öyle olsun bakalım." Fırat bir adım geri attı. Bu geri adımı, sanki taktiksel savaşın  hücuma geçmeden önceki oyunuydu.  . "Ama süren daralıyor, haberin olsun. Baban geri döndüğünde ipler bir daha senin elinde olmayacak." Rüzgar'ın yüzünde karanlık bir ifade yanıp söndü. "Senin elinde mi olacak? Bütün her şeyiniz bana aitken mi, üzerindeki donun parasını bile benim hesaplarımdan çekerken mi?" Fırat verecek bir cevap bulamamıştı. "İpler çoktan benim elime geçti Fırat ve yemin ederim ki sesini biraz daha çıkartmaya yeltenirsen seni amcam bile kurtaramaz."

Fırat altında yatan imayı asla anlamadığım bir şekilde "Umarım doğru taraftasındır." Dedi, az öncekine nazaran daha kısık bir sesle. Doğru taraf neydi, kaşlarımı çatmadan edemedim. "Sikerim senin doğrunu!" Rüzgar'ın sabrını taştığını anladığımda, olacak herhangi bir arbede de ne yapardım bilmiyordum. Rüzgar'ın kendi öz yeğenine bile acıması yoktu. Fırat Karahanlı kendi adamlarının önünde Rüzgar Karahanlı'ya boyun eğerek sessiz kaldığında derin bir nefes aldım. Rüzgar fırtınalı bir sesle "Yemin ederim ki harcayacağım ilk kişi sen olursun!" diyerek bir kez daha bağırdığında Fırat'ın gözlerindeki ifade üzerime kara bir bulut gibi yer edindi. "Şimdi siktir olup gidin."

Adamlar Fırat'ın tek hareketiyle arabalarına bindiler. Fırat kindar bir ifadeyle uzaklaşırken arabasına binmeden önce son kez başını çevirip bana bakmış ve sadece beni görebileceğim şekilde gözünü kırpmıştı. Telaşla gözlerimi ondan kaçırıp arabaya binen Rüzgar Karahanlı'ya döndüm. Tek kelime etmeden arabasını çalıştırdı ve gaza yüklenip onlardan önce sokağı terk etti. Bir süre konuşmadan sadece onu izledim. Tüm öfkesini yoldan çıkarıyordu ve tek kelime edersem öfkesini benden çıkartacağını bildiğimden hiçbir şey soramıyordum.

Önüne çıkan arabaları hızla geride bırakırken kendi kendine söylendiğini duydum. "Sikerim böyle işi."

Aralarındaki sorun neydi anlamasam da biri ucu bana dokunacak diye ödüm kopuyordu. Evimin bulunduğu mahalleye giriş yaptığımızda öfkesi bir ceket gibi hala üzerindeydi. Dayanamayıp "Sakinleş." Diye fısıldadım ama hemen sonrasında çenemi açtığıma bin pişman oldum. Gözlerimin içine öyle bir baktı ki. Koltuğa gömülmek istedim. "Sakinleşeyim, öyle mi?" Komik bir şey söylüyormuşum gibi güldü. "İnan bana ortalıkta dönen oyundan haberin olsaydı, sakinleşmemi isteyen son insan sen olurdun!"

"Ne demek istiyorsun?"

"Hiçbir şey." Diyerek kestirip attı bir anda. Onun gibi kestirip atamadım. Ne demek istemişti?  "Benim sizin ailevi işlerinizle ne gibi bir ilgim olabilir?"

Bir cevap yoktu.

Kollarımı birbirine dolayıp söylenmeye devam ettim. "Çok güzel ya! Bana gelince otur Ada! konuş Ada! Sus Ada! Kalk Ada! Beyefendiye gelince tık yok."

"Çünkü sen benim emrimdesin, ben senin değil!"

"Eğer bir tehlikenin içindeysem bunu bilmeye hakkım var." Araba bir anda durdu. Evimin önündeydik. Ne ara geldik anlamasam da hemen arabadan inmedim. "Sen benim yanımdayken en büyük tehlikenin içindesin zaten polisin kızı." Öyleydi ama bu, kuzenin bana olan bakışlarını nedenini anlatmaya yetmiyordu. "Yanında olmak istemiyorum." Sesim çatlaklar doluydu.

"Zorundasın." Bana değil, önüne bakıyordu. "Zorunda olmak istemiyorum." Dedim bu kez de.

"Benim istediğim her şeyi yapmak zorundasın. Şimdi çık arabamdan polisin kızı. İn aşağı ve direk evine gir."

"Bana ne yapacağımı söyleme." Çantamı kucağıma çekip kapıya uzandığımda gözleri bana döndü. "Evine gir ve Emir'e gitmek için kurduğun farazi hayallerini at o güzel kafanın içinden." Ağzım açık bir şekilde ona bakakaldım. Düşüncelerimi okuduğundan şüphe etmeye başlamıştım artık. Kendimi toparlayıp "Sen gittikten sonra bana kim engel olacak?" diyerek, içimden geçenleri bildiğine itiraz etmeden, ona meydan okudum. Bakışlarını benden çekerek evimize yöneltti. Bakışlarını takip ettiğimde evimizin ışıklarının yandığını gördüm. Babam gelmişti. "Baban biricik kızının neden hala eve gelmediğini merak ediyordur, değil mi Adacık."

Nefretle gözlerimi kıstım. "İstersen ben inip neden eve bu saatte girdiğini anlatayım. Daha birkaç hafta önce hapse atmak istediği çocuğun yanında ne işin olduğunu kesinlikle çok merak edecektir. Tabi sen ona gerçek nedeni söyleyemeyeceksin. Belki sevgilim falan dersin, ha?" Sonra babamda kalpten giderdi artık. Tıpkı onun sevgilim olduğu düşüncesinin kalbimde yarattığı deprem gibi. Bu babamın hayatında yaşadığı ikinci bir felaket olurdu. 

"Sen hayatımda gördüğüm en..." sinirle kapıyı açtım. "En bela herifsin."

Kapısını çarparak çıktıktan sonra çaresizce evime doğru yürüdüğümde kapıyı çalana kadar beklemişti. Gidemeyeceğimden emin olduktan sonra gaza bastığında evimizin kapısı açılmadan önce sokağı terk etmişti. Babam kapıyı açtığında üzerindeki monttan yeni geldiğini anlasam da zamanında eve gelmediğim için başımın belada olduğunu açık açık belli eden bir ifadeyle kapıdan çekildi ve sorgulayıcı bakışlarıyla içeri girmeme izin verdi.

"Sen önden başla istersen kızım, bu saate kadar nerde olduğunu anlatmaya!"

"Ben mi?" diyerek aptala yattığımda çakır gözlerini kıstı. "Evet sen, başka kızım varsa tabi o çıkıp anlatsın."

"Var mı ki?" Babam elini kapının korkuluğuna yaslayıp "Ada!" diye uyardı beni, hemen. "Tamam tamam, hemen çatma kaşlarını!" Eşyalarımı portmantoya asarak solana geçtiğimde etraftaki kargaşa yüzünden duraksamak zorunda kaldım. Omzumun üzerinden yüzümü babama çevirdim. "Ne oluyor?"

"Önce sen nerede kaldığını anlat daha sonra ben sana olan biteni anlatacağım." Gözlerimi devirip birkaç saniyede aklıma gelen yalanları sıralayıp dilimi günaha sokmaya mecbur kaldım. "Gamze'yle okulda ders çalışıyorduk. Yarına yetişmesi gereken önemli bir ödevimiz vardı. Saatin farkına varamadık. Özür dilerim."

"Bir daha olmasın." Orta sehpanın üzerinde duran bir valiz vardı. Babamın içine yerleştimek için kanara bıraktığı giysileri ve tonlarca evrak toplanmayı bekliyordu. "Bir yere mi gidiyorsun?" Başını aşağı yukarı salladı. "Amerika'ya!"

"Amerika derken..."

"Önemli bir görev için gitmek zorundayım." Onun için önemli olan tek bir görev vardı. "O adamı buldun değil mi?"

"Evet..." derin bir nefes alıp verdi. "Buldum." Kapıdan ayrılarak valizinin başına geçti. "Uzun süredir oğlunu gözlemliyorduk. Bugün babasıyla iletişimini sağlayan aracı kişiyi tespit ettik. Oda bizi direk olarak babasına götürdü. Yaptığı tek konuşma Amerika'daki özel bir mülke ait. Emniyet hemen Amerikan devletiyle iletişime geçti. Oranın yasaları gereği bize hemen teslim edemiyorlar. Suçlu olduğuna dair kanıtları görmek istiyorlar."

"Deliller..." diye sordum şaşırarak.  Babam elinde bir delil varsa neden şimdiye kadar yakalamamıştı o pisliği?

Düşüncelerimi okumuş gibi "Elimize yeni geçen deliller." Diyerek açıklamada bulunduğunda "Kesin olan deliler mi?" diye sordum, kısık bir sesle. "Evet, en yakını tarafından elimize ulaşıldı."

O kadar çok korkuyordum ki. "Hemen mi gideceksin?" istemsizce dudağımı ısırdım. "En yakın uçak gece kalkacak. Emniyet sorunsuz gidebilmem için her şeyi hazırladı neyse ki." Kollarımı birbirine dolayıp yerimde salladım ve öylece babamın valizini toparlamasını, evrakları hızla üst üste dizmesini izledim. Gitmesini asla istemiyordum ama bu saatten sonra onu ben dahil hiç kimse tutamazdı. 

Her şey hazır olduğunda çantasını kapıya koydu ve tekrardan yanıma dönerek sıkıca kollarını etrafıma doladı. "Polisler yedi yirmi dört kapıda nöbet tutacak. En ufak sorunda direk emniyet müdürünü arayacaksın, numarasını yazıp dolaba yapıştırdım." Söyledikleri duyuyordum ama dinlemiyordum. Gözlerimden düşen yaşlar teker teker ceketini ıslatırken sessiz iç çekişlerimi susturmaya çalışıyordum.

"Bodrum katının kilidi yalnızca bende ve müdürümde var. Oradaki malların varlığını bilen sadece üç kişiyiz. O yüzden çok dikkatli olmak zorundasın. Ağzından sakın kaçırayım deme."

Konuşamadığımdan "Kaçırmam." Dedim kısaca. Birbirimize öyle bir sarılıyorduk ki. "Üç gün sonra burada olacağım." Dedi, ağladığımı bildiğinden kendinde yatıştırmaya çalışıyordu. "Üç gün sonra anneni görmeye gideceğiz. Ona bizden alanın elinden her şeyini almış bir şekilde dikileceğiz karşısına." Bunlar umurumda değildi ki, ben annemi benden alan şeyin babamı da almasından korkuyordum.

"Üç gün sonra burada olmazsan..." Devamını söylememeye yüreğim yetmiyordu. "Üç gün sonra kapıyı çaldığımda kahvaltım hazır olsun yoksa bozuşuruz." Saçlarıma uzun bir öpücük bırakıp geri çekildiğinde titreyen dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. Geleceğim dediyse gelecekti. Gelmek zorundaydı.

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 51.7K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
130K 9.1K 18
17 Yıl sonra gerçekleri öğrenen Bade, yıllardır onu arayan abilerine giderse. Azıcık dram. Bolca eğlence. Bolca aksiyon. Bir tutam da kaos. Daha...
1M 60.6K 41
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
106K 8.2K 86
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...