Mavi Kelebek

By SiyahinRuhHali

1.8M 78.8K 4.6K

🦋 O, kanatlarında ölümü taşıyan mavi bir kelebekti. Hüznün mavisi, ölümün uykusuyla birleşti. Kadın ve adam... More

Mavi Kelebek
Bölüm 1 ▶ Kurban
Bölüm 2 ▶ Soğuk Pençe
Bölüm 3 ▶ Geçmişin İzleri
Bölüm 4 ▶ Soğuk Ateş
Bölüm 5 ▶ Kuklacı
Bölüm 6 ▶ Ateş Ve Buz
Bölüm 8 ▶ Başkalaşmış
Bölüm 9 ▶Kül Mavisi
Bölüm 1o ▶ Kendine Kalır İnsan
Bölüm 11 ▶Dokunulmaz
Bölüm 12 ▶ Körebe
Bölüm 13 ▶ Dudaklarımda Ki Zehir
Bölüm 14 ▶Vezire Karşı Duran Piyon
Bölüm 15 ▶Bana Seni Anlat
Bölüm 16 ▶Piyona Adanmış Vezir
Bölüm 17 ▶Oyun Döngüsü
Bölüm 18 ▶ Anlattıkça Zor
Bölüm 19 ▶ Uyu Ve Öl Kelebek
Bölüm 2o ▶ Kanat Çırpmaktan Yorulan Kelebek
Bölüm 21 ▶Kanayan Bir Düş
Bölüm 22 ▶Mavi Kelebeğin İncileri
Bölüm 23 ▶Benden Önce Ölme
Final ▶Bana Bir Düş Ver
Yeni Hikaye Duyurusu
★ Bölüm Duyurusu ★
Bölüm 25 ▶ Ateşten Kelebek Kozası
Bölüm 26 ▶Baharda Ölen Kelebek
Bölüm 27 ▶Kelebeklerin Ölümsüz Olduğu Yer
Bölüm 28 ▶️Kalbinde Kalan Küller
Bölüm 29 ▶ Ölümsüz Mavi Kelebek

Bölüm 7 ▶ Karşılık

63.4K 2.9K 63
By SiyahinRuhHali


Muti : Bölüm  Müziği



Dönüş yolu düşündüğümden daha rahatsız edici geçiyordu. Ateş'in sessizliğinde saklı şeyleri düşünmek beni hem yoruyor, hem de fazlasıyla geriyordu.  Ne düşündüğünü bilmemek neden bu kadar canımı sıkıyordu bilmiyorum ama bir şeyleri farklı yorumlamasını istemiyordum.

Yarım saat gibi bir zaman diliminin sonunda cadde üzerinde uzun demir kapılı bir evin önünde durduk. Arabasını evin hemen yanındaki boş alana park ederken, etrafı incelemeye başladım. Bir yandan da o kadar içki içmesine rağmen nasıl hala dimdik ayakta kalmayı başarabildiğini düşünüyordum.

"İnmeyi düşünmüyor musun?" diye sordu düşüncelerimden beni kopararak.

Yüzümü camdan çevirip, dakikalar sonra ilk kez ona baktım. Ay ışığının yansıdığı gri gözlerine belki de ilk kez bu kadar dikkatli bakma cesaretini göstererek, "Neredeyiz?" diye sordum. 

Kapının kolundaki elini çekti. Hafifçe bana doğru döndüğü an da, yeniden kalp atışlarım pimi çekilmiş saatli bomba gibi atmaya başladı. Kendimi geri çekerken şeytani bir tebessümle beraber, "Bir anlaşma yapalım" diye bir öneride bulundu. Daha doğrusu öneri değil de, emir gibiydi. Şartları onun belirleyeceği şey, anlaşma nasıl olabilirdi ki? Cevabımı beklemeyerek düşüncem de ne kadar haklı olduğumu onayladı. 

"Sen bana soru sorma, gözümün önünde çok fazla dolanma, ben de sana babanı bulayım" dedi. Öylesine tiksinircesine konuşmuştu ki, kendimi bir pislik gibi hissetmemi sağlamayı başarmıştı. Neden böyle davrandığını anlayamıyordum. Tamam, açıkça bana en başında düşmanı olduğumu söylemişti ama sonrasında bana yardım etmeyi kabullenmiş gibiydi. Hangisini yapıyordu çözemiyordum.

Başımı hafifçe sallayıp onayladım. Zaten başka çarem de yok gibiydi. Dolan gözlerimi kaçırarak arabandan dışarı kendimi attım. Soğuk iliklerime kadar işliyor ama içimdeki yangına çare olamıyordu. Ve ben yine üşüyordum. İçimdeki yangına rağmen, üşüyordum. Onun sözlerinin, davranışlarının, bakışlarının bile beni nasıl bu kadar etkileyebildiğini anlayamıyordum. Birinin benden haksız yere bu denli nefret etmesini kaldıramıyordum. 

Yanımdan geçerken, "Benim evim" diye açıkladı. İşte! Bunu yapıyordu. Sürekli beni şaşırtıyor ve ona nasıl davranmam gerektiği hakkında kafamı karıştırıyordu. Garip bir adamdı. Tuhaf ve anlaşılamaz.

 Hâlâ katı olan sesini göz ardı ederek, akmak üzere olan gözyaşlarımı ittim ve arkasına geçtim. O kapıyı açarken ben, kapının arkasında görünen koca eve baktım.  İki bölüme ayrılıyordu. Sol taraf, diğer tarafta göre iki kat daha alçaktı.

Kendimi tutamayıp, "Güzelmiş" dedim, ağlamaklı çıkan sesimle.

Kendime ağladığım için kızmalıydım belki ama yapamadım. Son birkaç günüm kabus gibi geçmişti. Bir de üstünü örttüğüm anıların uzun zaman sonra sanki dün yaşanmış gibi gün yüzüne çıkması, üzerine sürekli hakarete uğramam tuz biber olmuştu. Ağlamak için kesinlikle geçerli sebeplerim vardı.

Siyah büyük demir kapıyı açıp  içeriye girdi ve kapıyı tutup benim de girmemi bekledi. Kapıdan içeriye adımımı attığım an, denizin simsiyah çarşaf gibi görüntüsünü gördüm. Boğaz köprüsünün renkli ışıklarına gülümseyerek baktım. Denize sıfır yalıda yaşamasına şaşırmamıştım. Bana üzerimdeki kadar pahalı bir elbiseyi düşünmeden alabildiyse, gerçekten zengin olmalıydı. Peki ama bu ev neden bu kadar ihtişamlı olmasına rağmen, karanlık ve sessizdi? Tıpkı Ateş gibi. İhtişamlı ama, karanlık ve sessiz.

Ben manzaranın etkisine dalmışken, o çoktan kapıyı kapatmış ve merdiven basamaklarını inmeye başlamıştı. Silkelendim ve onu takip etmeye başladım. Farkında olmadığım bir anda, aptallık yaparak düşüncemi sesli dile getirdim.

"Yalnız mı yaşıyor ..?" diye sordum,  kendi kendime.

Anında arkasını dönmesiyle beraber, aşağıya doğru attığım adımı durduramamış ve üzerine doğru düşmüştüm. Ellerimi kaslı göğsüne bastırmış hâlde buldum kendimi. Sağ elimin parmaklarının altında, düzenli hâlde atan kalbini hissettim. Tam oradan, parmaklarımdan başlayan bir sıcaklığın varlığının damarlarımda yol alışını fark edip, bakışlarımı göğsünden çekerek yüzüne kaldırdım. İlk gördüğüm kirli sakallarıyla gizlediği çenesi ve biçimli dolgun dudaklarıydı. Sonra yetmezmiş gibi gri gözlerinin içine bakmaya cesaret ettim. Gözlerinde ki saf öfkeyi görür görmez, ellerimi ateşe dokunmuşcasına hızla göğsünden ayırdım. Yüzüne bakmaya çekiniyor, gözlerine bakmaktan korkuyordum. 

Kelimeleri unutmuş gibi kekeleyerek, "Şey.. şey..B-ben özür dilerim" dedim.
"Gerçekten..."

Sözümü yarıda kesti. " Her neyse, içeri girelim" dedi. 

Ses tonunun öfkeli olacağını düşünmüştüm ama umurunda değil gibiydi. 

Yeniden arkasından yürümeye başladığım da, bu defa araya çok daha fazla mesafe koydum. Olası başka kaza sonrasında, bu kadar sakin olmayacağını biliyordum. İkinci hatayı kabul etmeyen tiplerdendi belki de..Belkisi fazla öyleydi.

Evin beyaz kapısını anahtarıyla açarken, arkada bekleyip denizin tuzlu kokusunu ciğerlerime doldurdum. Gözlerimi kapatıp dalgaların huzuru içime taşıyan sesini dinledim. İçeriye girdiğinde, hızlı hareket ederek yanına gittim. Soğuk ve karanlık bir evdi bizi karşılayan. Oysa ormandaki ev, ne kadar da sıcacıktı. Ateş'in düğmeye basmasıyla, bütün evin ışıkları tek tek yanarken aydınlanan yerlere göz gezdirdim. Diğer evin aksine, her şey lüksün sınırlarını zorluyordu. Girişte ki holde tavandan yere sarkan, dev kristal avize dikkatimi çeken ilk şeydi.  Onun altından geçmemeyi not ettim. Düşmesi halinde, derimi yerden kazıyamazlardı. Sonra hemen karşımızdaki geniş ve beyaz mermer merdivene baktım. Yukarıda iki yana ayrılıyordu. 

"Bu taraftan" dedi, sağ tarafa doğru ilerlerken. İki kanatlı kapıyı ittirdi ve başka bir bölüme geçtik. Evin büyüklüğü karşısında, ağzım açık kalmıştı ve korkmuştum. Neden bilmiyorum ama daha az güvende olduğumu hissediyordum. 

Ateş oturma odası olduğunu tahmin ettiğim yerin sol yanında, duvara bitişik olan merdiveni tırmanırken, "Orada öyle dikilecek misin?" diye sordu bakışlarını üzerime sabitleyip. 

Hemen hareket edip, hızlı adımlarla yanına gittim. Arkasından ilerlerken, ilk katın sağ kanadında ki kapıya yöneldi. Evde her şey beyazdı. Öyle beyazdı ki, kirleteceğim korkusuyla insan bir şeye dokunmaya çekinirdi.

Kapıyı aralayıp, "Burada kalabilirsin" dedi. Saniye geçmeden yanımdan geçip yukarı tırmanan basamaklara yöneldi.

Korkumun ağırlığına yenilerek ona döndüm ve ürkekçe, "Sen nerede kalacaksın?" diye sordum. 

Yüzünü yavaş yavaş bana döndü. Bakışlarında hiçbir anlam olmayan ifadeyle, "Korkuyor musun?" diye sordu alayla.

Beni ödlek biri olarak görmesini umursamadan başımı usulca salladım. Evet bu hayatta birçok şeyden korkuyordum ve bunların en başında karanlık ve yalnızlık vardı.

"Güzel" dedi. Duraksadı ve ellerini ceplerine sokup, yanıma yaklaşmaya başladı.

Aramızda birkaç santim kala durdu. Kalbim göğüs kafesimi parçalayıp, dışarı çıkacak kadar hızlı atıyordu. Boyuma eğilip gözlerini tam gözlerimin içine dikti. Bakışlarında, nefretini kamçılayan bir öfke sezinledim. Tane tane, "Sen herkes için bir avsın. Benim içinde.. Yanımda nefes aldığın sürece korkman en iyisi. Çünkü sen benimsin ve istediğimi alana kadar öyle kalacaksın. Sende bir şeyler var..Kesinlikle var" diye ekledi. Her kelimenin üzerini çiğniyor gibiydi. Bu anlamsız nefreti kalbimde artçı sancılara sebep olurken, kendimden beklemediğim bir tavırla başımı dikleştirdim. Ezilip büzülmeye bir son vermenin zamanı çoktan gelmişti. 

Ses tonumun güçlü çıkmasına dikkat ederek, "Ben birinden ya da birilerinden değil, en çok kendimden korkuyorum" dedim. Tereddüt etmeden onu arkamda bırakarak odaya girdim.

Kapının arkasına sırtımı yasladığım anda gözyaşlarım ardı ardına dökülmeye başlamıştı. Elimi ağzıma kapatıp hıçkırıklarımı bastırmaya çalıştım ama ne derece başarılı olduğum tartışılırdı. Neden ağlıyordum? Sadece yaşadıklarımın ağırlığı yüzden mi? Babamı özlemiş olmamdan mı? Beynimi kurcalayan binlerce soru işaretine cevap bulamamaktan mı? Yoksa, o nefretin muhattabı olmamdan mı? Gözyaşlarımın sebebi, haksız bir nefrete maruz kalmam yüzünden miydi? Sebep ne olursa olsun, o gözyaşlarının dökülmesi gerekiyordu.
Bazen sadece ağlamak gerekiyordu. Hiçbir sebebi olmasa bile...

Birkaç dakika sonra ışığı hiç yakmadan yatağa uzandım. Pencereden içeri vuran ay ışığı, odayı çok az da olsa aydınlatıyordu. Gözyaşlarım durmuştu ve göz kapaklarımın üzerinde hatırı sayılır bir ağırlık oluşmuştu. Gözlerimi kapattım ve avcımın ininde, kendimi uykuya teslim ettim.



Gözyaşlarımın arasından, "Anne çok kanıyor" diye bağırdım.

Annem silahın namlusunu tereddüt dahi etmeden bana doğrulttu. Kararlığına rağmen yine de ellerinin titrediğini görebilmiştim.

"Merak etme tatlım, anneciğiniz sizi bu dünyada savunmasız bırakmayacak. Biz bu dünyada mutlu olamayız Masal" dedi, titreyen sesiyle. İkinci el silah sesi, binada yankılanırken göğsüm ve omzumun birleştiği yerdeki sızıyı hissettim. Küçük bedenim kurşunun saplanmasının ardından, ağabeyimin bendeninin yanına yığılmıştı. Gözlerimi araladığım birkaç saniye içinde, annemin silahı kendi kafasına dayadığını ve son kez ateş ettiğini gördüm. Kan saçlarının arasından yüzüne doğru süzülürken, yaşlı gözleriyle bizden özür diler gibi bakıyordu.

Parmaklarımı sardığım ellere baktım. Ağabeyimin ellerinin ilk kez bu kadar soğuk olduğunu hissettim. Soğuk ve kana bulanmış eller, kalbimin ortasına sıkılan ikinci bir kurşun gibiydi. Yaralayıcı değil, öldürücü bir darbeydi.

Nefes nefese uyandığım uykudan sonra başımı kollarımın arasına alıp, nefeslerimin düzene girmesini bekledim. Gün ağarmaya yeni başlamıştı. Ayağa kalktım ve odadan çıktım. Mutfağın nerede olduğuna dair en ufak bir fikrim olmasa da, suya ihtiyacım vardı. Sessizce merdiven basamaklarını inerken, beyaz deri kanepede oturan Ateş'i buldu gözlerim. Oysa ki  yeniden nefret dolu bakışlarının hedefi olmaya hazır değildim.

Kısaca, "Su içecektim" diye açıkladım. Ses tonumun pürüzsüz çıkması beni şaşırtırken, Ateş'in sorduğu soru afallamama neden olmuştu.

"Neden kendinden korkuyorsun?"diye sormuştu. Sesinde merak yoktu. Sadece bilmek istediği basit bir sorunun cevabını arar gibiydi. Ama grilerinde yakaladığım ifade, tamamen merakla bezeliydi. 

Basamakları ağır ağır inerek, ne tepki vereceğini umursamadan hemen çaprazındaki kanepeye oturdum.

Ellerimi kucağıma yerleştirip, "Çünkü bana en çok, yine ben zarar verebilirim" diye açıkladım.

Alayla gülümsedim. "Ben bir enkazım. Ve sen de bunun farkındasın. Biliyorsun" dedim.

Gözlerinin içine bakıp, bir cevap aradım.

"Biliyorsun değil mi?" diye sordum.

Neyi bilip, neyi bilmediğini öğrenmek istiyordum. Annem hakkında olan şeyleri, babam dışında kimse bilmiyordu. Hiç kimseye bu konudan bahsetmemiştik. Babamda, bende böyle bir şeyin yaşanmadığını farz ediyorduk. Sanki ben babamla büyümüş, hiç o korkunç anları yaşamamış gibi davranıyordum. Psikoloğum bu durumu deşmek istese de, ona bile fırsat tanımıyordum. Bazı geceler, onları gördüğümü herkesten saklıyordum. Ben herkese yalan söylüyordum. Kendime bile...Sanırım en çok kendime yalan söylüyordum. 

Sanki biri düğmeye basmış gibi aniden değişti. Yüzündeki merak silinerek yeniden okunamaz bir hal aldı. "Senin ne olduğunla ilgilenmiyorum. Ve doğru, her şeyi Sarp'tan öğrendim" dedi vurgulayarak.

Ayağa kalktı ve merdivenlere doğru yöneldi. Onunla iletişim kurmak neredeyse imkansızdı.

Öfkeyle ayağa kalktım ve başımı dikleştirerek, "Senden korkmuyorum ve çok yakında buradan gideceğim " dedim, önceki konuşmasına cevaben.

Onun olduğumu ima etmişti değil mi? Hangi cürretle?

İki üç basamak çıkmıştı ki, durdu ve bana bakıp gülümsedi. İlk kez, gülümsedi. İnci gibi bembeyaz tek tek özenle dizilmiş dişleri dolgun dudaklarının arasında sergilenirken kısılan grileriyle beraber, "Pekala, benden korkma ama şunu bil. Ben gitmene izin verene kadar benimlesin" dedi.

Ellerini eşofmanın ceplerine sokup, "Üst katta ki odadayım. Bir şey olursa seslenirsin ve mutfak, ileride sağda" dedi..

Üç günden fazladır onunla beraberdim.

Birincisi ; Kurduğu en doğal cümlelerdi.

İkincisi ; Kurduğu en uzun cümlelerdi.

Üçüncüsü ; Bana gülümsemişti.

Ve dördüncüsü : Gülümsemesiyle beraber, midem hareketlenmiş kalbim hız sınırlarını ihlal etmişti.

Bu da neydi böyle?
Neden böylesine tanıdıktı ki bu his? 

Continue Reading

You'll Also Like

444K 3.7K 4
• Tamamlandı • • Aşktan Adamlar - II • Tolga için Meyra mutluluğun tanımıydı. Birbirilerine öylesine bağlıydılar ki hiçbir şey onları ayıramazdı. Ta...
3.6M 132K 73
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
1M 35.8K 55
"Ben nasıl bir kadınım?" Sigarasını dudaklarının arasına götürüp, içine çekti. "Sen..." Düşünüyormuş gibi bir hali vardı. Heyecanla cevabını beklemey...
295K 29.6K 74
Ben Bay R; Kimine göre bir Don Juan vakası kimine göre elleri sihirli bir fotoğrafçı ya da kalbinin peşine düşmüş bir garip kaşif... Ya da sadece Ba...