12 GECE | OGÜN ENES

By aytenokay

97.7K 6.9K 3.5K

🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kı... More

12 GECE | OGÜN ENES
BÖLÜM 1: ÖLEN YILDIZLI GECELER
BÖLÜM 2: KÜL KOKUSU
BÖLÜM 3: SÖYLE MAJESTELERİ...
BÖLÜM 4: GECE GÜNEŞİ
BÖLÜM 5: ZERDALİ
BÖLÜM 6: DURDURUN DÜNYA'YI KAYBEDECEK VAR
BÖLÜM 7: BENİM GÖLGEM BİR CASPER
BÖLÜM 8: KOL SAATİMDE DAMARLARIN SAKLI
BÖLÜM 9: BU KEFENE ANILAR SARILI
BÖLÜM 10: SESSİZ SİNEMA
BÖLÜM 11: BİR ŞARKI MIRILDAN İÇİNDEN
BÖLÜM 12: GECELER BİZE AİT
BÖLÜM 13: EL FENERİ
BÖLÜM 14: KIRIK GÖKKUŞAĞI RÜZGÂRI
BÖLÜM 15: İNCİNMİŞ BİR ŞİİR YAPRAĞI
BÖLÜM 16: GÖĞE BAKMA DURAĞI
BÖLÜM 17: GECELER SİYAH ÇÜNKÜ OKYANUS MAVİYİ YEDİ
BÖLÜM 18: SEVGİ VE NEFRET
BÖLÜM 20: SATIRLARIMDAKİ PARMAK İZLERİ
BÖLÜM 21: BİLMEZSİN BİR YEL SAVURUR SENİN KOKUNU
BÖLÜM 22: GECEYE FISILDADIM SUSKUN AYRILIKLARI
BÖLÜM 23: BİR YALAN KALSIN SENDEN
FİNAL: HÂLÂ KAPANMAMIŞ YARALAR
12 GECE | MISRA KARATAŞ
BÖLÜM 1: ŞEREFE SEVGİLİM
BÖLÜM 2: SOLUK TENLİ YILDIZLAR
BÖLÜM 3: SEN SÜKÛT BEN MENFİ
BÖLÜM 4: KAYBOLAN SOKAK ARALARI
BÖLÜM 5: KÜF TUTMUŞ YEMİNLER
BÖLÜM 6: ŞEHİR BENİ UNUTMUŞ
BÖLÜM 7: SENSİZLİĞİN EN AĞIR TONUYUM BEN
BÖLÜM 8: DÜŞMANI ZAMAN OLAN KAHRAMAN
BÖLÜM 9: GALATA'NIN KIZ KULESİ
BÖLÜM 10: ÖLÜ KALDIRIMLARDA SÖNEN İZMARİTLER
BÖLÜM 11: SEVMEYİ BİLMEYENLERİN MEYHANESİ
BÖLÜM 12: SATIR BAŞINDA KALBİM HEP KIRIKTI
BÖLÜM 13: BİR İNTİHARA SIĞINAN CİNAYET
BÖLÜM 14: BENİ KALBİNE SOR
BÖLÜM 15: DİNGİN YARALARDAN GEÇMİŞTİR HER FIRTINA
BÖLÜM 16: AÇIK KAFESLERDE BİN BİR CESET
BÖLÜM 17: TENİMDE TUTSAK İZLERİN
BÖLÜM 18: ZAMANIN VE İNSANLARIN ÖTESİNDE
BÖLÜM 19: KARA MAHZENİN KAPILARI
BÖLÜM 20: UÇURUMU YAŞAR GÖZLERİN
BÖLÜM 21: BİR ÖLÜNÜN PENÇESİNDE
BÖLÜM 22: İNTİKAM ÇANLARI
BÖLÜM 23: GÖMÜLÜ SIRLAR
FİNAL: SON PERDE OYUNU

BÖLÜM 19: ESKİ GEMİ

2K 163 72
By aytenokay

Bölüm Müziği: Dilâr - Derin

Körfezde bir vapur belirir. Dumanı gökyüzüne dokunur gider. Bulutlar grileşir. Ardında saklı kalan güneş söner. İnsanlar o körfezde son kez el sallar, sevdiğine... Sonra da o vapur gibi çekip giderler. Ne eski geminin içinde ölenler gömülür, ne de evlerine sığınan incinmiş ruhlar... Sadece gece doğar, tıpkı bir sızı gibi. Tüm damarlarının içinde gezen o ufak sızıda kurban edildiğini anlarsın. Gök delinir, o vapurun dumanıyla. Gri bulutlar parçalanır. El sallayanlar, kendi toz bulutuna tamamen karışır. Zaman, güneşin öldüğüyle kalır. Belki de hep geriye kalan tek şey, zamandı...

Bir keresinde Ogün'ün bana aldığı beyaz çiçek desenleri olan kırmızı elbiseyi giyinmiştim. Kısa saçlarımı açık bıraktım. Annemin yardımıyla yüzüme hafif bir makyaj yapmıştım. Bir an önce akşam olmasını istiyordum. Bana bir sürprizi vardı. Bunu söylerken ki gözlerinin içinde tanık olduğum mutluluğuna gülümsemeden edememiştim. Severdim onun sürprizlerini. Hiç ummadığım bir zamanda yanıma gelmesi bile benim için eşsiz bir hediyeydi. Sahi, şu kısacak hayatımızda, var mıydı onun varlığından daha değerli olan bir hediye? Bir Ogün Enes gülümsemesine bakmak mı daha güzeldi, yoksa pahalı bir saati onun ellerinden almak mı? Bir Ogün Enes'in kokusunu hissederken sarılmak mı paha biçilemezdi, yoksa lüks bir restoranda karşılıklı oturup yemek yemek mi?

Hiçbirine ihtiyacım yoktu benim. Kaderime yazdığım satırların hemen ucunda onu hissetmek varken, bir başka hayatların içinde mutlu olmaya ihtiyacım yoktu. Biz böyleydik. Kendi paralarımızı birleştirerek aldığımız abur cuburları yer, oturduğumuz parkta birbirimize sarılırdık. Sanki bir sonraki gün yokmuş gibi... Sanki bir daha birbirimizi hiç göremeyecekmişiz gibi... O üç beş lirayla, herkesin geçip gittiği parkın içinde, sadece birbirimizi görür olurduk. Koca evrende herkes bir anda silinirdi. Tek bir içkiyle dudaklarımızı sürüdüğümüz onca fısıltının arasına gömülüyorduk. Belki o hep içki yüzünden sarhoş olduğumu sanırdı, onun gözlerinin içinde kendimi kaybederken... Onun bana anlatacaklarını kaçırmamak için pek içmezdim içkiyi, içermiş gibi yapardım. Gün doğduğunda, bir gün öncesinde ellerimde hissettiğim ellerinin sıcaklığını hatırlardım. Çıkardım yatağımdan, giderdim okuluma. Tabii hâlâ üzerimde Ogün Enes sarhoşluğu varken...

Evin kapısı çaldığında annem salonda olsa da benim açmamı beklemişti. Odamdan çıkarken annemle göz göze geldik. O gülümsüyordu. Ben ise fazla paniktim. Nasıl gözüküyordum? Saçım? Yoksa saçımı toplamalı mıydım? Peki ya makyajım? Ogün pek alışkın değildi makyaj yapmama... Ya çok abartılı olduysa? Ya beğenmezse! Gerçekten şu anda ne yapmalıydım? İçeriye geri dönüp aynaya son kez bakınmalı mı, yoksa kapıyı çalmaya devam eden Ogün'e artık kapıyı açmalı mıydım!?

"Mısra, çocuğu ağaç edeceksin," diye sitem etti annem.

Yaşadığım onca çelişkinin içinden tam olarak çıkamasam da, yürümeye başladım. O kapıya ulaşana kadar telaşımdan terleyen avuç içlerimi birbirine sürtmüştüm. Kapının önünde durdum. Ogün bu sefer zile bastı. Gözlerimi yumdum ve derin bir soluk alıp verdim. Artık kapıyı açmam gerekiyordu. Onu çok bekletmiştim... Aynaya bakmam veya üzerimi değiştirmem için çok geçti. Neden bana önemli bir şey olduğunu söylemişti ki! Ben böyleydim işte... Çok fazla heyecanlanıyordum. Ya bu sürprizi mahvedersem... Ya onu üzecek saçma bir harekette bulunursam..?

Hafifçe titreyen parmaklarımı umursamadan kapıyı açıp Ogün'e baktım. Fakat onu takım elbiseli görmeyi beklemediğim için öylece kalakalmıştım. Sanırım o da beni böyle görmeyi beklemiyordu, çünkü kaşları havaya kalkarken dudakları hafifçe şaşkınlığını belli eder gibi aralanmıştı. İkimiz de aynı anda birbirimizi süzdük. Siyah bir takım elbise giyinmişti. Sanki bugün kırmızı elbisesini giyeceğimi bilir gibi kravatını da kırmızı seçmişti. Fakat onca değişikliğine rağmen saçları hâlâ dağınıktı. Doğrusu onun saçlarını böyle sevdiğim için onda pek kötü durmamıştı. Tam tersine onu daha da sempatik göstermeyi başarmıştı.

Gözlerimiz yeniden birbirini bulduğunda, "Sanırım şu anda bir şeyler demem gerekiyor," demesiyle gülmeye başlamıştık. İkimiz de şaşkındık. Ne de olsa ben onu takım elbiseli, o da beni süslenmiş bir şekilde görmeyi beklemiyordu. Ogün sağ kolunu bükerek, "Sizi aracıma götürmeme izin verir misiniz, Mısra Hanım?" diye sorarken, zaten diksiyonu düzgün olan Ogün'ün o çıkardığı mükemmel sesindeki tınıya hayranlıkla bakmadan edememiştim. Birkaç saniye sadece gözlerini izledim. Daha sonra da kolumu onun koluna girdirerek ona eşlik etmiştim.

Evin basamaklarını inip avlumuzdan çıktığımızda kapının önünde duran bisiklete gülmeye başlamıştım. Bakışlarımı ona çevirdiğimde dikkatle beni izlediğini görebilmiştim. Elimi, "Harika!" der gibi kaldırdım. Ogün de gülümsedi. "Bir Mercedes olmasa da, zamanında çok can yaktığını söyleyebilirim."

Ogün'ün bunu çapkınlık yapma olarak söylediğini düşünsem de, o dizini gösterince can yakma kavramanın gerçek anlamda olduğunu anlayabilmiştim. Kahkaha atmaya başladım. Ogün ben gülünce uzanıp yanağımdan öpmüştü beni. Fakat tam olarak geriye çekilmedi. Sıcak nefesi tenimde bambaşka bir ruhun hissini resmetti. Ve üzerine ressam bana şunları fısıldadı: "Çok güzelsin."

Kafamı çevirip ona baktım. Dip dibeydik. Böylelikle burnumun ucunu onun burnunun ucuna sürtmem çok zor olmamıştı. Gülümsemesi genişledi. Ne güzel şeydi onunla bu kadar yakın olmak. Ona dokunabilmek... Onun bana sarılan kollarını hissetmek... Ne kadar da güzeldi öyle... Oysa kaç kişiyi tanımıştım şu ömrümde. Kaç kişiyle göz göze gelmiştim. Ama hiçbiri bir Ogün Enes'in gözlerine baktığımda heyecandan sıkışan kalbimin hissini verememişti. Sanki ölü bir bedeni diriltiyordu. Üzerine birkaç anısını serpip, ona aşk adını veriyordu. Aşkı yaşıyorsun, diyordu kalbin. Şimdi onu sev, diye emir veriyordu zihnin. İşte o zaman anlıyorsun, bu sebepten düşüncelerinde hep o var oluyordu...

Ogün bisiklete bindikten sonra, arkasında oturak olmadığı için, gidonla oturduğu koltuk arasındaki demirliğin üzerine oturmamı istemişti. Oturduğumda iki yanımı saran kollarının arasında sıkışıp kalmıştım. Ogün bisikleti sürmeye başladı. Ben yolu izlerken, biraz yükseğimde kalan Ogün her fırsat bulduğunda belli belirsiz bir hisle saçlarımı öpüyordu. Karanlık caddeyi aydınlatan sarı sokak lambalarının gölgelerine dokunarak geçmiştik. Sokakta çok fazla insan yoktu. Herkes kendi evine çekilmişti. Koca sokak araları bizim için terk edilmişti sanki. Biz de geçtiğimiz her caddenin duvarına yansıyan gölgelerimizi armağan etmiştik. Zamanla saçlarımı öpen Ogün'e gülümsediğimi hissettirebilmek için gidonu tutan ellerinin üzerine ellerimi yasladım. Kontrolü kaybetmemesi için ellerine güç uygulamıyordum ama parmaklarım çoktan hafifçe soğumuş olan elinin üzerine çökmüştü. Bir elini kaldırıp üzerine yasladığım elimin parmaklarına dokundu. Sonra da kafasını boynuma doğru eğdi. Bir şey demek için değildi bu hareketi, sadece yarıda olsa sonunda birbirimize sarılmayı başarabilmiştik.

Ogün bisikleti sahil kenarına kadar sürmüştü. Birkaç tekneyi es geçtikten sonra bisikleti durdurup inmemi beklemişti. Ogün bisikleti bir yere sabitleyip yanıma geldi ve bana bir noktayı işaret etti. Bakışlarımı işaret ettiği şeye çevirdiğimde, gece olduğu için ışıklarını açmış olan köprüyü bana gösterdiğini anlayabilmiştim.

"İstanbul Boğazı."

Bakışlarımı ona çevirdim. Gözlerimdeki anlamsızlık ise hızla büyüyordu.

"Bana İstanbul Boğazı'na gitmek istediğini söylemiştin, bacaksız."

Bunu söylemesiyle çatık kaşlarım kendiliğinden çözülmüştü, çünkü beni anlamadığını sanmıştım. O akşamüzeri, bana "Artık nereye gitmek istediğini söyleyebilirsin," dediğinde, "İstanbul Boğazı'na," diye ellerimle cevaplamıştım onu. Beni gerçekten anlamış mıydı, yoksa başka konuşmalarımızda mı bunu keşfetmişti bilmiyorum. Ama şu anda gözlerimdeki o garip duyguyu seçebildiğine emindim. Hem heyecanlanmıştım, hem de fazla duygusal bir ânı yaşıyordum. Bugün ondan beklemediğim ikinci şeyi gerçekleştirmişti. Ogün Enes, insanları nasıl mutlu edebileceğini gerçekten de çok iyi biliyordu.

"Ona daha yakından bakalım mı?"

Kaşlarım yeniden çatılırken, gözlerimle ona "Nasıl?" der gibi bakmıştım. Gülümsedi ve elimi tuttu. Kaldırımın denize dokunan diğer ucuna doğru yürümeye başladığında, "Seni bu sefer koca bir servet yığdırdığım yatımla tanıştıracağım," demişti. Durdu. Ben de ilerleyen adımlarımı durdurduğumda baktığı şeye bakışlarımı çevirmiştim.

Küçük bir sandalı izliyordu gözleri. Gülümsedim. Bakışlarımı yeniden ona çevirdiğimde, göz göze gelmiştik. "Böyle bir çocukla çıktığın için gurur duyduğunun farkındayım, ama övgülerini sonraya sakla. Çünkü daha gece bitmedi."

Sandala atlayıp elimi tutmak için uzanmıştı. Önce ellerimiz buluştu. Ona biraz daha yaklaştığımda beni üzerine doğru çekip belime sarılmıştı. Birkaç saniye onun omuzlarına tutunmuştum. Beni sakince indirse de hâlâ göz gözeydik ve gülümsüyorduk. Ogün oturmam gereken yeri gösterdi. Ben otururken, o sandalın ipini çözmüştü. Eline aldığı kürekle sandalı hareketlendirdi. Ufak sallantılarımız eşliğinde denizin dalgalarına hapsetmiştik kendimizi. Gece gibi simsiyah olan denizin yüzeyine, şehrin ışıkları yansımıştı. En çokta yaklaştığımız İstanbul Boğazı'nın yanan ışıkları dökülmüştü denizin içine. Hafif bir rüzgârla savruldu saçlarımız. Ben ona, o da bana bakıyordu. İkimizin de yüzünde garip bir gülümseme vardı. Belki de gerçek anlamda yapayalnız kaldığımızı hissetmek bizi güçlendirmeyi başarmıştı. Güçlü hissediyordum, çünkü ona güveniyordum. Bu sandal alabora olsa bile, onun gözlerine baka baka ölecektim. Bu yüzden korkmuyordum. Fırtına kopsa dâhi, tek endişem onun canının yanması olurdu. Benim gibi korkak bir kızı böylesine güçlü hissettirmesi çok garipti. Ogün Enes'in hayatımdaki o derin imzasını her gün damarlarımın içinde yaşamayı seviyordum. Kaybolduğumuz denizin ortasında onunla göz göze gelmeyi seviyordum. Beni her şeyiyle mutlu etmesini seviyordum...

"Üşüdün mü?"

Kafamı sağa sola salladım. Yine de üzerindeki ceketi çıkarıp omuzlarımın üzerine atmıştı. Kaşlarımı çatarak ona baksam da, o gülümsemeye devam ediyordu. Ardından uzanıp ellerimi tuttu. "Üşümüşsündür, bacaksız kız."

Bu hareketinden sonra çatık kaşlarım kendiliğinden çözülmüş ve gülümsemeye başlamıştım. Telefonum çantamdaydı. El hareketlerimle anlattığım şeyleri anlamayan Ogün'e sadece not defterime yazdıklarımla iletişim kurabiliyordum. Ve biraz da, avcuma fısıldadığı nefesini taklit ederek... Avcumdaki ılık nefesini tutacakmış gibi hissetmek ne eşsiz bir duyguydu öyle... Sanki parmaklarımı üzerine kapatsam, fısıldadığı kelime ruhuma işleyene kadar cildime nüfus edecekti. Hep orada kalacaktı. Benimle büyüyecekti. Benimle ölecekti ve benimle toprak olacaktı. Sonra bir çiçek olarak Dünya'ya geri gelecekti. Gökyüzü gözyaşlarını tabiata sunduğunda, o fısıltı yağmur taneciklerine dokunacaktı. Ve belki bir kez daha, mezarlığıma kadar süzülüp tekrardan bana fısıldayacaktı o kelimeleri. Belki... O, belki de düşündüğümden çok daha fazlasıydı...

"Sana iğrendiğin şeyi almak istemiştim ama ne yazık ki midyeciye yetişemedim."

Bunu demesiyle gülmeye başladım. Birkaç hafta önce Ogün'ün zoruyla yediğim midyeye kusmamı beklerken, daha sonra anlam veremediğim bir şekilde hoş bulmuştum. Ogün ceza olarak burnumu hafifçe sıksa da, bir tane daha yemem için bana midyesini açmıştı. Şimdi denizin ortasında onu bir kez daha tatmak ilginç olabilirdi, ama yine de ellerime tutunan benliği kadar onu pek umursadığım söylenemezdi. Aslında şu anda hiçbir şeyi umursamıyordum. Ne dalgalar eşliğinde sallanan sandalımızı, ne de yaklaştığımız boğaz köprüsünün ışıklarını... Hiçbiriyle ilgilenmiyordum, Ogün Enes dışında...

"Evet, haklısın bacaksız. Bu devirde romantiklik bile tamamen duygusal..."

Bu sefer gülmeme eşlik etmişti. Benim için para harcamasını sevmiyordum. Babasının borcunu ve kullandığı ilaçları ödeyebilmek için biriktiği paradan geriye pek bir şey kalmıyordu. Her ne kadar bunu benden gizlemeye çalışsa da biliyordum. Bir de benim için bu kadar şey yapması ister istemez durgunlaşmama neden olmuştu. Çünkü Ogün bizim için kendi ihtiyaçlarından vazgeçiyordu. Kendi isteklerini yokmuş gibi sayıyordu.

"Böyle bir anda sana çok afili bir cümle kurmam gerektiğini biliyorum ve hatta bunun için çok şey düşündüm. İnsanlar, sevdiği bir kişiye ne der? Sevgilim? Aşkım? Bir tanem? Hangi kelimeyle hislerini tam olarak özetleyebilir ki..? Biliyorsun, benim çok büyük hayallerim vardı bacaksız. Bir gün kocaman bir evim olacak... Milyon liralar yığdığım bir arabam ve pek kullanmasını beceremesem de son model telefonlarım olacaktı. Evet, telefonlarım... Çünkü bana biri yetmiyor bacaksız, gülme!"

Ben yine de gülmeye devam ediyordum. Tabii her ne kadar beni azarlasa da Ogün'de gülüyordu. Sonra bana doğru eğildi. Hâlâ ellerimiz birbirine kenetlenmişti bir haldeydi. Her konuşmasında nazikçe okşuyordu tenimi. Sanki zamanla kelimelerinin içinde kaybolacağımı bilir gibi...

"Sonra, bir gün tam karşısında oturduğum koltuğa baktım. Babamla yan yanaydın, Mısra. Birbirinize bir şeyler anlatıyordunuz. O kadar koyu bir sohbete dalmıştınız ki, belki de o an sizi izlediğimi hiç fark etmediniz. İşte o zaman dedim ki içimden; Ogün, senin her şeyin tam karşında duruyor. Her şeyim... Belki bu kelimeyle özetlenebilirdim hislerimi. Ama yeterli olmayacağını biliyordum. Bu yüzden biraz daha düşündüm. Birkaç şey okudum. Fakat bilmiyorum bacaksız, ölümün olduğu bu Dünya'da, seni onlardan nasıl koruyabileceğimi özetleyen o cümlenin ne olduğunu hiçbir zaman tam olarak bulamadım. Bir gün kıyamet kopacak. Gökyüzüne yazılan şiirler bir bir dökülecek. Denize adanmış tüm aşklar kuruyup yok olacak. Ne şu altında durduğumuz İstanbul Boğazı'ndan, ne de içine sığındığımız sandaldan geriye hiçbir şey kalmayacak. Her şey kül olup gidecek. Bunu biliyorum, ama sana yemin olsun bacaksız. Yanıp kül olmadan birkaç saniye öncesinde bile senin için orada olacağım. Geleceğinde. Ömrümün yettiği o son dakikaya kadar, her gün içimizde kopan bir kıyameti daha da güzel kılacağım. Çünkü gün bittiğinde, korktuğum o geceyle yüzleşirken seni hatırlatacağım kendime. Evet, doğru... Senden önce gecelerden nefret ederdim, bacaksız. Çünkü benim tüm savaşlarım hep gecelerde olmuştu..."

Bir elini kaldırıp yüzümdeki gözyaşlarımı sildi. Kaşlarını çatıp kızgın bir ifadeyle bana baksa da kendimi durduramadım. Zaten o ne zaman bana içindekileri anlatsa tutamazdım kendimi. Öyle güzel anlatırdı ki içindekileri, zamanla yaşadığım bu mutluluğun içinde boğulurdum. Denize düşsem bile bu kadar çırpınmazdım onun gözlerinde. Böylesine batmazdım en derinlere. Kaybolduğumuz denizin ortasında, böylesine sarılmazdım kıyametime... Ruhu güzel adamın kollarının arasına sığındım. Hatırlıyorum da, tek bir kelime dâhi konuşamadığım için o âna çok isyan etmiştim. Oysa kulağına, "Her şeyimsin," diye fısıldamak vardı. "Sen de benim her şeyimsin, Ogün Enes."

Bir vapur gelir geçer yamacımızdan. Dumanı yapışır kalır bulutlara. Gece olur, savaşları başlar ruhu güzel adamın. Sonra bacaksız kız vapurla gider. Yine gece olur. Bu sefer eski gemiye bakan umursamaz adam, ruhu güzel adamı yakıp kül eder. Herkes giden vapurun dumanı sanır, gökyüzündeki karartıyı. Kimse görmez ölüyle, ölümü. Kimse anlamaz, bir çiçeğin toprağa neler fısıldadığını. Kimse... Ben bile...

ayten okay

Continue Reading

You'll Also Like

6.5M 404K 54
"Acıdan geçemeyen kadının, acısı bitemeyen adamla; kırık dökük sevdası." Kendini bilmez bir gecede, ay tamda göğün bağrında uyuklarken başladı he...
1M 43.7K 42
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
347 87 4
Kitapta kısa hikayelere yer verilmiştir. .
1.6M 114K 76
Senin kaderin daha annenin karnındayken çizilmişti Karakuş, Seçim senin. Kaderine boyun mu eğeceksin yoksa kendin ve arkadaşların için savaşacak mısı...