Mavi Kelebek

By SiyahinRuhHali

1.8M 78.8K 4.6K

🦋 O, kanatlarında ölümü taşıyan mavi bir kelebekti. Hüznün mavisi, ölümün uykusuyla birleşti. Kadın ve adam... More

Mavi Kelebek
Bölüm 1 ▶ Kurban
Bölüm 2 ▶ Soğuk Pençe
Bölüm 3 ▶ Geçmişin İzleri
Bölüm 4 ▶ Soğuk Ateş
Bölüm 5 ▶ Kuklacı
Bölüm 7 ▶ Karşılık
Bölüm 8 ▶ Başkalaşmış
Bölüm 9 ▶Kül Mavisi
Bölüm 1o ▶ Kendine Kalır İnsan
Bölüm 11 ▶Dokunulmaz
Bölüm 12 ▶ Körebe
Bölüm 13 ▶ Dudaklarımda Ki Zehir
Bölüm 14 ▶Vezire Karşı Duran Piyon
Bölüm 15 ▶Bana Seni Anlat
Bölüm 16 ▶Piyona Adanmış Vezir
Bölüm 17 ▶Oyun Döngüsü
Bölüm 18 ▶ Anlattıkça Zor
Bölüm 19 ▶ Uyu Ve Öl Kelebek
Bölüm 2o ▶ Kanat Çırpmaktan Yorulan Kelebek
Bölüm 21 ▶Kanayan Bir Düş
Bölüm 22 ▶Mavi Kelebeğin İncileri
Bölüm 23 ▶Benden Önce Ölme
Final ▶Bana Bir Düş Ver
Yeni Hikaye Duyurusu
★ Bölüm Duyurusu ★
Bölüm 25 ▶ Ateşten Kelebek Kozası
Bölüm 26 ▶Baharda Ölen Kelebek
Bölüm 27 ▶Kelebeklerin Ölümsüz Olduğu Yer
Bölüm 28 ▶️Kalbinde Kalan Küller
Bölüm 29 ▶ Ölümsüz Mavi Kelebek

Bölüm 6 ▶ Ateş Ve Buz

69.1K 3.1K 70
By SiyahinRuhHali

Multi : Bölüm Müziği


Güneş batıya doğru ağır ağır süzülmeye başlamışken, oturduğum kaldırım taşına döktüm tüm dertlerimi. Yıllar sonra kendimden sakındığım geçmişime bakmak, o tozlu rafları kurcalamak ve duvarların arasında bulduğum acılarla karşılaşmak düşündüğümden daha az acıtmıştı beni. Belki de babam haklıydı. Biz insanlar duygusal acıları fazla abartıyorduk. En bitmez sandığımız acılar, hüzünler bile zamana yeniliyordu. Kayıp gidiyordu bir süre sonra. Unutuluyordu...

Bende unutmuştum. Bir kısmını isteyerek, bir kısmını ise istemeden de olsa unutmuştum. Benim sıradan insanlar gibi geçmişim yoktu. Hatırladığım kısmı acıyla doluydu. Hatırlamadığım kısmı ise cevabını bilmek istemediğim, koca bir soru işaretiydi. İnsan kafasındaki soruların cevaplarından korkabilir miydi? Dahası insan geçmişinden korkar mıydı? Ben korkuyordum. Orada gizlenen sırları, hüzünleri kaldıramamaktan ve yenilmekten korkuyordum. İşte bu yüzden kayıp olan geçmişimi kabullenmiyor, kurcalamıyor, görmezden ve bilmezden geliyordum. Bilmek istemiyordum.

Evet, en büyük acılara böyle katlanılırdı. Unutarak, görmeyerek, dahası hissetmeyerek. Unutmak benim için en iyi çözümdü. Ve ben kendime bulduğum bu geçici çözümü sevmiştim. Ben bir enkazdım ve benim enkazımın altından sadece acılar çıkardı sadece.. Belki çok yaralıydım, belki de çoktan ölmüştüm ama hatırlamıyordum işte. Çokta önemli değildi çünkü hep aynı son değil miydi bizi bekleyen? Acı giyinen de, mutluluk giyinen de sonunda o toprağı giyinmek zorunda kalıyordu. İşte tek gerçek buydu. Ben sadece üzerime dikilmiş hüznü giymeyi şimdilik reddediyordum çünkü zamanı geldiğinde istemesem bile giymek zorunda kalacağımı biliyordum. İstediğim şey, sadece birazcık daha zamandı...

Masal Duman

Korna sesiyle yerimden sıçradım ve sesin geldiği yöne baktım. Sarp, siyah spor arabasının camını indirmiş gülümsüyordu. Ayağa kalkıp üzerimi silkeledim ve arabaya doğru yürüdüm. O pislik beni burada tek başıma bırakınca arayabileceğim kişileri tek tek düşünmüş ve sonunda telefonumu almış olma ihtimalini göz önüne alarak, kendi numaramı tuşlamıştım. Tabii bunu kıyafeti aldığım mağazadaki kızların alaylı bakışları arasında yapmak zorunda kalmıştım. Bunun içinde Ateş'e ayrıca kızgındım.

Koltukta yerimi alıp kapıyı kapattıktan sonra, "Teşekkür ederim" dedim.

"Bir şey  değil. Numaramı kaydettim. Bundan sonra bir şey olursa hemen beni ara" dedi ve telefonumu bana uzattı. 

Başımı onaylarcasına salladım ve telefonumu elime aldım. Gerçekten aklım bazen duruyordu. Neden telefonumun yanında, birkaç parça düzgün eşya ve para istememiştim ki? Gerçi evden öyle çok para çıkacağını sanmıyordum. Büyük umutlarla gittiğim, babamın sürekli başına bir iş gelirse banka hesabına git dediği yerde bile büyük hayal kırıklığına uğramıştım. Tek kuruş para yoktu. Sadece bir adres...Hemde beni yol ortasında bırakacak kadar güvenilir olan bir adamın adresi...

Sarp eğlendiğini gizlemeden, "Demek seni bıraktı ha. Hemde bu hâlde" dedi. Arabayı çalıştırırken ona ters bir bakış attım ama fark etmedi bile. Gerçekten burnumdan soluyordum ama bunun kimsenin umurunda olmadığını da görebiliyordum.

Telefonumu kurcalamaya başladım. "Arkadaşın çok kaba" dedim öfkemi saklamaya çalışarak.

Şuh kahkahası arabaya doldu.

"Biraz mı? Birde bunu yüzüne karşı söylemeyi dene" dedi.

Umursamadım. Her ne kadar alaylı söylemiş olsa da, yüzüne karşıda söyleyebilirdim. Neden mi? Çünkü. O. Gerçekten. Kaba. Söyleyebilirdim elbette ama söylemeyecektim. Çünkü şu noktadan sonra onunla tek kelime konuşmamaya kararlıydım. 

Ateş konusunu kapatmak adına günlerdir benden haber alamayan ve çoktan deliye dönmüş olduğunu tahmin ettiğim adamın numarasını çevirip telefonu kulağıma yasladım. Birkaç çalıştan sonra cevapladı. Yorgun ve gergin sesiyle, "Masal. Masal sen misin?" diye sordu. 
"Benim Doğu" dedim.

Tamda tahmin ettiğim gibi benim için endişelenmişti. İçten içe çocukça buna sevindim. Soru sormasına fırsat vermeyerek, "Polisi aramadın değil mi?" diye sordum çabucak. 

Soruma sorularla karşılık verdi. "Neredesin Masal? Aklımı kaybedeceğim burada, Nil'de saçma sapan şeyler söyleyip duruyor. Beni delirtmek mi amacın?" dedi bitkin sesiyle. Bir an karşısına çıkıp ona sıkıca sarılmak ve iyi olduğumu göstermek istedim ama yapamazdım. 

Onun yerine derin bir nefes aldım. Ağlamamak için dudağımı ısırdım ve beni izleyen bir çift siyah göze bakıp gülümsemeye çalıştım. "Bak, babam gelirse bana mutlaka haber ver tamam mı? Ben bir arkadaşlarımlayım. Merak etme sakın. Güvendeyim. Söz veriyorum yakında döneceğim" dedim.

Güvende miyim gerçekten? Hiç sanmıyordum.

Sanki birden bir şeylerden güç almış gibi"Bana nerede olduğunu söyle, yanına geleceğim" dedi, sesini yükseltip. Sinirlenmişti. Doğu'nun en nefret ettiği şey, bir şeylerin onun kontrolü dışına çıkmasıydı. Önemsediği şeylerin. 

Gözlerimi kapattım ve beni anlaması için içimden dua etmeye başladım. "Üzgünüm Doğu, söylemeyemem. Güvendeyim. Şimdi kapatmak zorundayım. Yine arayacağım" dedim çabucak. "Masal" diye adımı kükrerken telefonu kapatıp sessize aldım.

Doğu'yu biraz tanıyorsam eğer, sinirden eşyaları kırıp dökmeye başlamıştı bile. Evet, yoğun bir öfke kontrolsüzlüğü vardı. Aynı tepkileri daha önce de görmüştüm. Üstelik o zaman durum daha hafifti. Sadece bir gecelik kaçamağın sonunda başımıza gelen ufak bir bela sonrasında, Doğu'yu aramıştım ve öfkesinin boyutunu o zaman görmüştüm.  Şimdi ise görmek bile istemiyordum. Ne derece yoğundu, tahmin bile edemiyordum ve yanında olan insanlara acıyordum.

Sarp, "Neden yerini ona söylemedin?" diye sordu, düşüncelerimden beni çekerek.

Omuz silktim. Ellerimde tuttuğum telefona baktım. Doğu hâlâ arıyordu. "Onun da başı belaya girsin istemiyorum. Onu bu işe bulaştırmak en son istediğim şey bile değil" dedim kısaca.
Başını anlayışla sallayarak, "Anlıyorum" dedi.

"Onu önemsiyorsun" 

Sadece önemsemek değildi bu. Onu hayatımın merkezine yerleştirirken tek bir an bile düşünmemiştim. Önemsemekten, sevmekten öte bir şeydi. Onun ruhuna dokunuyordum. Bir insanın öfkesinin içine sığınabilir miydiniz? Ben onun öfkesinde bile ona dokunabiliyor ve dizlerinde, yüreğinin tam orta yerinde uyuyordum. Çünkü onun kalbinin benimkiyle birlikte attığını biliyordum. 

Sarp Kaya


Kısa bir süre sessizlik oldu. Gözlerim yollarda dolanırken, aniden ona bakıp dakikalar önce sormam gereken soruyu sordum. "Sahi nereye gidiyoruz biz?"

Gülümsedi. Güven veren tatlı bir gülümsemesi vardı. Arabayı durdurup bana baktı ve sinsileşen tebessümünü yüzünden silmeden, "Tabii ki Ateş'in yanına" dedi vurgulayarak.

Donmuş vaziyette ona baktım. Ağzımı açabildiğim de kurduğum ilk cümle, "Ben.. Ben onun yanına gitmek istemiyorum" olmuştu. 

Sarp ise cevap vermek yerine arabadan inmişti. Yanıma gelip, kapımı açmış ve dışarı çıkmamı beklemeye başlamıştı. 

Öfkeyle topuklarımı yere vurup arabadan indim. Sarp üzerime doğru eğilip kapıyı kapatırken, sorunlarımdan bir tanesini üstü kapalı şekilde cevapladı.

"Baban çok doğru bir karar verdi. Seni koruyacak biri varsa, o da Ateş'tir. Bu yüzden suyuna gitmeye çalış. Kaba ya da bazen dengesizin teki olsa da masum birine zarar vermez asla" dedi ciddi bir sesle.

Katı ses tonuna rağmen sıcacık bir tebessümle, "Korkma yanınızda ben de olacağım. Seni onunla yalnız bırakacak değilim"dedi. Nedense buna pek inanasım gelmedi ama sonuçta önümde de başka seçenekler yoktu. 

Göz ucuyla hemen Sarp'ın arkasında duran gösterişli restorana baktım. Daha önce böyle bir yere gelmemenin verdiği korkuyla, "Ne yapacağım?" diye sordum. 

Öyle gergindim ki, bedenimin kaskatı kesildiğini Sarp ellerini omuz başlarıma yerleştirdiğinde anladım. Kürek kemiklerim kasılmaktan feci halde ağrıyordu. Neden bu kadar gerildiğim konusunda o an için hiçbir fikrim yoktu.

"Öncelikle rahatla" dedi, gözlerini gözlerimin içine dikerek.

Küçük bir nefes aldım ve rahatlamaya çalıştım. Neredeyse imkânsızdı. Sanki yeterince gergin değilmişim gibi bir de o soğuk grileri düşündükçe, her bir damarım çekiliyordu. 

Tek elini omzumdan çekti ve çenemin ucunu parmaklarıyla yakalayıp, başımı yukarı kaldırdı.  "Kendine güven"
Gülümsedi ve iki işaret parmağının uçlarını dudaklarımın kenarına değdirip, yukarı doğru eğik bir çizgi oluşturdu. 
"Ve ışılda" diye ekledi.

Gülümsemeye çalıştım. Basit bir şeymiş gibi söylüyordu ama yanına gideceğim adam, tam iki kez bana silah doğrultmuş, bir kez yolda bırakmıştı. Ona zerre kadar güvenmiyordum. Ve beni korkutuyordu.

Sarp'ın belime dokunmasıyla restorana doğru yürürken onun soğuk bakışlarını düşünmemeye çalıştım. Her ne kadar ona güvenmesem ve sevmesem de, ona ihtiyacım vardı. Bu bir gerçekti. O babama giden yolun anahtarıydı.

İçeri girdiğimizde taş merdivenlerden inip, açık bir bahçenin önünden geçtik ve restoranın içine girdik. Deniz kenarındaki masada oturan adamı gördüğüm de, kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi. Arada olan mesafeye rağmen aynı kan donduran bakışları nakış nakış tenime işliyordu. Masaya doğru attığımız her adım da, ensemde öfkenin soğuk nefesini hissediyordum. Her zaman ki ifadesiz grileri, bu defa nefretin izlerini taşıyordu. 

Masaya yaklaşır yaklaşmaz, "Gelmedi mi?" diye sordu Sarp. Ardından bir sandalye çekip oturdu. Ateş sanki karanlıktan soluklanır gibi derin bir nefes aldı ve elinde tuttuğu kadehi tek dikişte bitirip seri bir hareketle ayağa adeta fırladı. 

İfadesi kadar donuk sesiyle, "Bir şeyler içmeye gidelim" dedi ve yanımdan sendelememe neden olacak hızda geçip çıkışa doğru yol aldı.

Arkasından affalamış şekilde bakarken, Sarp açıklamayı yaptı.  "Önemliydi. Anlaşılan işler istediği gibi gitmedi. Takılma senlik bir şey yok" diye açıkladı.

Hiçbir şey söylemedim. Ne olduğunu sorsam da söylemeyeceklerine emindim. Neticede birbirimiz için yabancılardık. Onlar babamı tanıyorlardı, beni değil. Ve babamın Ateş'in üzerinde nasıl bir intiba bıraktığı belliydi. Bana güvenmemelerine hak verebiliyordum.

Dışarı çıktığımızda, Sarp sarhoş olabileceğini ve hız yapmasına engel olmamı söyleyerek, beni Ateş'in arabasına zorla postalamıştı. Kendisi de arkamızdan gelecekti ama Ateş sırtımın koltuğa yapışmasını sağlayacak kadar gaza bastığından bize yetişebileceğini sanmıyordum. Kalbim korkuyla göğüs kafesimi yumruklarken, tek bir kelime bile edememiştim. Aklı yerinde değil gibiydi. Yanındaki koltukta oturduğumun bilincinde bile olmayabilirdi. Başım geriye gitmiş hâlde, tutunacak bir yer aradım ve kapı koluna sıkıca tutundum. Arabaların arasından sağa sola kayarken, son dualarımı etmeye başlamıştım bile. Trafik lambası tam önümüzde kırmızıya döndüğünde, ani bir frenle durdu. Bedenim öne doğru savrulurken ağzımın torpidoya çarpmasıyla beraber gözlerimi yumup acıyı sindirmeye çalıştım. Öfkeliydi ve ne olursa olsun ona bulaşmayacaktım. Ölsem bile ona tek kelime etmemeye kararlıydım. Bu da benim suyuna gitme yöntemimdi.

Elimi alt dudağıma değdirip çektim. Ağzıma yayılan yoğun kan tadı midemi bulandırmıştı. Dudağım daha iyileşmemişken yeni darbe almıştı ve bu bir kaç gün daha patlak dudakla gezeceğim demekti. 


Yaklaşık beş dakika sonra insanların sırada beklediği bir mekanın önünde durduğumuz da, Ateş hızla arabadan inmiş ve beni beklemeden, dahası onca insanın sırada beklemesini umursamadan içeri girmişti. Ben ise lanet torpidoda bir peçete bulma umuduna tutunmuştum. Ve bugün boyunca iyi giden tek şey, peçete bulmuş olmamdı. Dikiz aynasını kendime çevirerek dudağıma baktım. Şişmişti, mordu ve hâlâ kanıyordu. Soluk mavi gözlerimin etrafında, kocaman büyük ve mor halkalar vardı. Bu halimle tam ölmemek için direten bir mezar kaçkınına benziyordum. 

Peçeteyi dudağıma bastırıp arabadan indim. Sarp görünürde yoktu. İçeriye girmeden onu beklemeye karar verdim. Dakikalar geçiyordu ama gelmiyordu. Hava kararmış ve epeyce serinlemişti. En sonunda bay öfkenin aldığı çantadan telefonumu çıkardım ve ekrana baktım. 52 cevapsız çağrı ve 10 mesaj.

En son gelen mesaj dışında aramaların ve mesajların hepsi Doğu'ya aitti. En son mesaj ise Sarp'tandı. Acil bir işinin çıktığını ve gelmeyeceğini bildiriyordu. Öfkeyle ayağımı yere vurdum. Kapattığım araba kapısına bakarak iç çektim. En azından arabada bekleyebilirdim ama şimdi o kulübe girmek zorundaydım. Ya kulübe girip, anahtarı alacak ve arabada bekleyecektim. Ya da burada donacaktım.

Adımlarımı girişe doğru atarken, kapının iki yanında bekleyen iri yarı adamlara baktım. Beni içeriye alacaklarını ümit ederek, yanlarına gittim ve gerçekten açıklama yapmadan içeriye girebildim. İkisinin de hiçbir şey söylemeden geçmeme izin vermesine şaşırarak ilerledim devamlı arkama bakarak ilerledim. Işıklı koridorda yürümeye başladığım da, bir grubun arasından ezile büzüle geçtim. Çok garip dışarıya neredeyse hiç ulaşmayan müzik sesi, içeride kulaklarımı tıkama isteğimi arttıracak kadar fazlaydı. Bildiğim gece kulüplerine benzer hiçbir yanı yoktu ortamın. Tek bakışta bile diğer yerlerden çok daha lüks ve farklı olduğunu anlayabiliyordum. Yine de neticede eğlence aynıydı. 

Etrafa meraklı bakışlar ata ata ilerlerken sonunda bir merdiven başına geldiğim de aşağıdaki kalabalığa korkarak baktım. Pistte belki de iğne atsam, yere düşmezdi. Onca insanın arasında onu nasıl bulacağımı bilmeden, merdivenlerden inip kalabalığın arasına girdim. Yanıp sönen ışıklar, yüksek müzik sesi daha ilk dakikadan rahatsız etmişti. Ateş'in dans eden insanların arasında olmayacağını tahmin etmek zor değildi elbette. Barın bulunduğu yere ulaştığım da, onu gördüm. Birkaç santim ilerimde bir bar taburesinde oturuyordu. Tek elini ensesine kaydırmış, içki dolu bardağıyla oynuyordu. Bu defa öfkeli değil, düşünceli görünüyordu. Onun bu haline alışık değildim.

Yanına gidip, işaret parmağımı omuzuna dokundurdum. Omzunun üzerinden bana bakıp, yeniden kadehini eline aldı ve tek dikişte bitirdi. Çok fazla içiyordu ve bu hoşuma gitmiyordu. Ateş gibi birinin sarhoş halini düşünmek bile beni rahatsız ediyordu.

Sesimi duymayacağını düşünüp bağırarak, "Bana arabanın anahtarlarını verir misin?" diye sordum. Onunla konuşmama kararım böylece suya düşmüş oldu. Zaten evinde barınırken, ondan yardım talep etmişken kendi kendime triplere girmenin bir manası olamazdı.

Barmen kadehini yenilerken, beklemediğim bir an da aniden elini arkaya doğru uzatıp bileğimi yakaladı ve beni yanına doğru çekti. Başka bir sarhoş adam yere kapaklanırken, şaşkınlıkla ona baktım. Eli belimin arkasına doğru kaymıştı. Yüzü yüzümün birkaç santim ilerisinde, her duyguyu gizleyen gri gözleri gözlerimdeydi. Şaşkınlıkla ona bakarken zamanın hala akıyor olduğunu, onun kollarının arasında olduğunu unutmuştum. Sadece tek bir şeyi duyabiliyor, tek bir şeyi görebiliyordum. Kalbimin daha önce hiç duymadığım o kuvvetli sesi ve soğuk ama bir o kadar da tanıdık gelen griler. Benim için garip ve tuhaf bir andı ama çabuk toparlanmayı başarabilmiştim. Fazla yanına sokulmuş olduğumu fark eder etmez bir adım geriledim. Gözlerimi yere düşen adama kaydırıp, beni bırakmasını bekledim. Adam başkalarının yardımıyla ayağa kalkabilecek kadar sarhoştu ve eğer Ateş beni çekmeseydi adam resmen üzerime düşüp pestilimi çıkaracaktı. Sıcacık parmakları bileğimden ayrılırken, duymayacağını düşündüğüm hâlde, "Teşekkür ederim" diye mırıldandım. 

Sanki beni kurtaran o değilmiş gibi umursamazca kadehini yine tek nefeste yuttu. Tek kelime etmiyordu. Anahtarıda vermiyordu. Dakikalar boyunca ayakta dikilip, bekledim. En sonunda topukluların üzerinde duramayacak dereceye geldiğimde, yandaki boş tabureye oturmaktan başka çarem kalmamıştı. Barmen gülümseyerek masanın üzerine eğildi.

"Bir şey ister misin?" diye sordu.

Gülümsemesine karşılık verip, "Su" dedim.

Ateş'in bizimle ilgilendiği yoktu. Bir kadehi bitiyor, yerine anında yenisi geliyordu. Düşünceli görünüyordu.  Ve de korkutucu. Sakinliğinin arkasından, bir canavar fırlayacak gibiydi. Babam hep görülen öfkeden korkma, sinsice sakinliğin arkasında gizlenen öfkeden kork derdi. Ateş'te olan şey buydu. Çünkü içindeki fırtınayı dışarı vurduğu an, etrafındaki her şeyi yerle bir edecekti. Bunu biliyordum. Ve bir şekilde hissediyordum. Nasıl hissediyordum bilmiyorum ama içinde bir canavarı beslediğini biliyordum.

Gece yarılarına doğru kalabalık azalmış, müziğin sesi kısılmıştı. Yorulmuştum, sıkılmıştım ve gözlerimi açık tutmakta zorlanıyordum. Sonunda dayanamayıp kollarımı masanın, yanağımı da kolumun üzerine yerleştirdim. Ateş'i tam olarak görebiliyordum. Yine kadehiyle oynuyordu. Tamamen kendini ortamdan soyutlamış gibiydi. Neydi canını bu kadar sıkan şey? Bu kadar katı ve soğuk olmasının sebeplerini merak ettim. Aklımda olası senaryolar belirirken, gözlerim üzerine kapaklanan ağırlığa yenildi.

Yemek masasında, ölüm sessizliği hâkimdi. Ağabeyimin gözleri sürekli annem ve benim aramda gidip geliyordu. Cesur biriydi ama korkusunu hissettim. Annem tabağındaki makarnayı bitirip, önce bana sonra Murat'a baktı. 

Titrek sesiyle,"Hemen yemeğinizi bitirin!" diye bağırdı. Sanırım bu bize ilk kez öfkeyle bağırışıydı.

İkimizde korkuyla yerimizden sıçradık ve ikimiz de anında tabağımıza gömüldük. Annem masadan kalkıp odasına girdiğinde, benden üç yaş büyük olan ağabeyim sessiz olmaya özen göstererek ayağa kalkıp yanıma geldi. Kocaman yüreğiyle beni rahatlatmak için güçlükle gülümseyerek, "Hadi dışarı çıkalım" diye fısıldadı. Bir gözü annemin odasının kapısındaydı.

Tıpkı onun gibi, "Ama yemezsek annem çok kızar" diye fısıldadım.

Gergin hâliyle, " Hadi Masal, annem şuan iyi değil" dedi. O görmüştü ama ben görememiştim.

"Ama annem hastaysa onu bırakmamalıyız abi"

Elimi tuttu. "Masal lütfen beni dinle" dedi yalvarırcasına.

Sandalyeden inip ağabeyimin peşine takıldım. Bunu bir çeşit oyunmuş gibi kıkırdayarak yapmıştım. Sessiz adımlarla evden çıkmak üzereyken annemin sesini işittik.

Üzgün bir sesle, "Nereye gidiyorsunuz? Siz de mi beni bırakacaksınız?" diye sordu.

Ona doğru dönüp baktığımız da, ağabeyim hemen önüme geçti. Kendisini bir an bile düşünmeden sadece, "Masal kaç?" diye bağırdı. Sanırım annemin elinde tuttuğu buz gibi ölümü benden önce görmüştü.

Çığlıklarım silah sesiyle karışırken, ağabeyimin yere yığılan bedeninin yanına çöktüm. Karnından, sarı eski püskü gömleğine yayılan kırmızı sıvıya ellerimi sürdüm. Sonra da açık kalan gözlerinden yanaklarına süzülen yaşları öptüm. Bu ilk kez ölümle tanışmamdı ama son değildi.

Birinin beni sarsmasıyla gözlerimi araladım. Burnumun dibinde gözlerini görünce, geri çekildim ve şaşkınlıkla ona baktım. 

"Demek sebep bu" dedi. Daha çok kendi kendine konuşur gibiydi. Gözleri derindi ama bu defa içlerinde tanıdık bir duygu yakalamıştım.

Acıma.

O da geçmişimin perdesini aralamıştı. Ne düşünüyordu bilmiyorum ama her şey düşündüğünden çok daha kötüydü. 

Benim her gece donmamı, korkmamı, vicdan azabı çekmemi ve ruhuma katıksız bir acı yaşatmamı sağlayan bir geçmişim vardı. Ve buna rağmen hâlâ yaşıyordum. 

"Ölümle tanışan küçük mavi bir kelebek" diye fısıldadı.  

Continue Reading

You'll Also Like

2.1M 63.4K 51
Zaman... Kimine yara kimine çare olurken, Cemre'ye yalnızca hiçbir şeyin ilaç olmayacağına inandığı yaralar bırakmıştı. Tüm canlılığını yitirmiş, hay...
1M 35.8K 55
"Ben nasıl bir kadınım?" Sigarasını dudaklarının arasına götürüp, içine çekti. "Sen..." Düşünüyormuş gibi bir hali vardı. Heyecanla cevabını beklemey...
812K 34.2K 50
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
121K 10.2K 73
#58 "Kirli ruhun, tutsak bedenleri..." Doğrular ya da yanlışlar. Kurallar ve yasaklar... Hayatın kendisiyle tanışan bir grup gencin çevreleriyle olan...