ZİFİRİ

By dilanzclk

17M 282K 43.7K

"Bir cesede baktığının farkındasın değil mi?" Acı sesimden dökülürken elimdeki silah kolumun titremesiyle düş... More

Baş Belası 1: Zifiri
Zifiri 1| Kırık Geçmemiş
Zifiri 3: Kırgın Gece
Zifiri 4| Nefes
Zifiri 5 | Polisin Kızı
Zifiri 6 | Kül
Zifiri 7 | Evim
Zifiri | Yeşil Ağ
Zifiri 9 | Ölüm Kadar
Zifiri 10 | Rüzgar Karahanlı
Zifiri 11|İz
Zifiri 12 | Hesaplaşma
Zifiri 13 | Tehdit
Zifiri 14 | Gök
Zifiri 15 | Kurşun
Zifiri 16 | Teslimiyet
Zifiri 17 | Yol
Zifiri 18 | İtiraf
Zifiri 19 | Bertaraf
Zifiri 20 | Karanlık Gece
ZİFİRİ 21 | KATİL
ZİFİRİ 22 | GECE
ZİFİRİ 23 | Hasta
ZİFİRİ 24 | İçindeki Cennet
ZİFİRİ 25 | İki Metre
ZİFİRİ 26 | KAL
ZİFİRİ 27 | Tehlike

Zifiri 2: Zehirli Orman

416K 13.1K 2.7K
By dilanzclk

BÖLÜM 2: ZEHİRLİ ORMAN

Avuçlarımda sadece kader çizgilerim değil, kadersizliğime feryat ettiğim çığlıklarımın yarıkları da saklıydı. "Biz yanlış bir şey yapmadık." diye fısıldadı içimdeki Ada. Sımsıkı kapattığım avuç içlerime gözyaşlarıyla bakıyordu. "Vicdanının sesini, vicdansız birinin kurbanı olmasına izin vermedin sadece."

Bakışlarımı boşluğa kilitledim. Tırnaklarımı avuç içlerime sapladığımda midemde yakıcı bir his cirit atıyordu. "Sen ne yaptığını sanıyorsun Ada?"

Bu öfkeyi hak edecek bir şey yapmadığıma emindim. Tamam, yapmam gereken en son seçeneği ilk sıraya almıştım ama zamanım yoktu. Göz göre göre birinin bıçaklanmasına nasıl müsaade edebilirdim ki? "Gelmeseydim ne olurdu, farkın da mısın?" Farkındaydım elbette. Bir bıçak darbesini de ben yerdim. "Saçının teline dokunamadığım kızımı, kalan son parçamı yine kurban mı verecektim o Kara-" aniden sustu. Sanki biri yüzüne tokat atmıştı. Boşluktan gözlerimi kaldırarak babama baktım. Onu ilk defa bu kadar sinirli gördüğüme emindim. Bana ilk defa böyle bağırmıştı. Nedenini bilsem de içimdeki kız çocuğunun bu sese tahammülü yoktu. Babası tarafından kırılmaya gücü yoktu. "Bir daha hiçbir şekilde hiçbir olaya müdahale etmeyeceksin. Polisi bile aramayacaksın. Sadece beni arayacaksın, anladın mı?" Sinirle saçlarını karıştırdı. "Anlaşıldı mı Ada?"

Kırgın bir nefes aldım. "Ben kötü bir şey yapmadım." dedim en sonunda. "Sadece yardım etmek istedim."

Öfkeli bakışları kırgın bakışlarımla buluştuğunda derin bir nefes alıp verdi. Yine de sakin olmak için çabalıyordu. "Onlar senin yardım edebileceğin türde insanlar değil." Yanıma oturup, avuç içlerime bastırdığım parmaklarımdan tuttu. Şefkati her daim teninde taşıyan elleri parmaklarımın üzerinde dolaştığında dudağımın aşağı sarkmasına engel olamadım. "O insanlar daha ifadesi alınmadan çıkartılan insanlar. Orada sana bir şey yapsalar kimsenin ruhu duymaz. Vaktinde gelmem küçük bir şanstı. Bir daha bu kadar şanslı olamazsın." Bir kez daha haklıydı. "Yapma, o küçük yüreğin artık sadece kendini düşünsün. Beni öldürmek istemiyorsan kızım, kendine iyi bakmak zorundasın."

Farkında olmadan yanağımdan düşen iki damlayla birlikte burnumu çektim. "Özür dilerim." diye mırıldandığımda omuzlarımı indirip kaldırmıştım. "Bir daha olmayacak. Söz veriyorum."

Babamın bakışları yumuşadı. Göz kenarlarındaki ufak kırışıklar gülümsediğinde hafifçe derinleşmişti. Kırk üç yaşındaki bir adama göre hala çok genç ve yakışıklıydı ama gözlerindeki yorgunluk, yaşadıklarına karşı bir perde gibi inmişti bakışlarına. "Özrün kabul edildi, cadı." Havadaki gerginlik yavaşça gri bulutlarını üzerimizden kaldırdığında "Peki ben gittikten sonra ne oldu?" diye sordum yavaşça, gözlerimi kaçırma gereği duydum. Çünkü ne olduğunu deli gibi merak ediyordum. O çocuğun maviyi yeşile mahkum eden gözlerindeki nefretin sebebi neydi?

"Her zamanki şeyler." Derken bakışlarını başka tarafa çevirmişti o da. "Merak etme bir şey olmadan engel oldum olaya. Sonra bizimkileri çağırıp karakola götürdüm onları. Yaralı olanı hastaneye gönderdik direkt. Bir tanesinin babası zaten savcı olduğu için içeri bile alınmadı. Diğeri de-"

Merakla kaşlarımı havalandırdım. "Diğeri de?" diye üsteledim. "Onun ifadesini alabildim." diye tamamladı sadece. "Ama çok geçmeden serbest bırakıldı. Anlayacağın diri diri adam yaksalar, ödül vereceğiz adamlara." Gözlerimi devirerek yanına yaklaşıp kollarımı boynuna doladım. "Ben adaletin bir gün mutlaka onlara da uğrayacağına eminim. Bu gün olmasa bile yarın ama mutlaka bir gün."

Bakışlarının kendi içindeki dünyaya döndüğünü hissettim. Kendi kendine konuşur gibi fısıldamıştı. "O gün çok uzak değil." Sessizce yutkundum. Adalet kör bir bıçak kesildiğinde, insan kendi adaletini yaratırdı. Olması gereken olmadığında doğru yanlışa dönerdi. Yüzümü huzursuz bir şekilde göğsüne yasladım. Göğsü kulaklarımda atıyordu. Bir süre sessizliğe gömüldük. Yelkovanın on ikinin üzerinde durmasıyla akrep dokuza dokundu. "Uyudun mu?" diye sorduğunu duydum. "Hayır." derken başımı yüzüne kaldırdım. Koyu mavi gözleri fazla durgundu. "Okul işini hallettim bu arada, pazartesi başlıyorsun. Yemek sipariş verelim mi, pizza yer misin?"

Boş boş yüzüne baktım. "Çok insafsızsın." diye söylendim göğsünden kalkarken. Okul konusu açılınca moralim istemeden bozuluyordu. "Ayrıca pizzayı arkasından söyleyip beni yumuşatamazsın da ama şu an çok açım ve makarna yemek istemiyorum." Bakışlarımı kaçırdım. "Hemen arayalım."

Babam gülerek telefona uzandığında ağaya kalkıp hemen sofrayı kurmaya başladım. Kahvaltı dışında mideme su bile girmemişti, önüme koca bir dana bıraksalar onu bile yerdim. Çok yiyen biri değildim, bu yüzden dışarıdan bakıldığında kemikten başka bir şey görünmüyordu. Bacaklarım kollarıma göre biraz daha etliydi ama o bile ince bir et tabakasından oluşuyordu sadece. Boyum da kısa olmayınca elli iki kilo değil de kırk kiloluk kemik torbası gibi görünüyordum. Acilen kilo alıp, yüzüme kan gelmesini sağlamam gerekiyordu. Yüzüm bir ölününki kadar beyaz üstelik gözlerim de babamınkiler kadar koyu bir maviye sahip olmadığı içinde ruhsuzdu. Annemin gözlerine benziyordu, durgun bir deniz gibiydi, içinde asla sır saklayamadığım bir şeffaflık vardı. Babam yüzüme baktığı an ne düşündüğümü anlar, gözlerim asla ondan bir şey saklayamazdı. İçine taş düşse aynı anda dalgalanırdı.

Sarıya dönük kumral saçlarımı kulağımın arkasına iterken iç çekerek iki bardağı masaya bıraktım. Hayattan hiçbir beklentisi olmayan biri gibi hissediyordum. Ölmek ya da yaşamak hiçbir anlam ifade etmeyen iki kelimeden farksızdı benim için. Oysa insanların beklentileri vardı, yaşıtlarımın hayalleri vardı. Babamın intikam arzusu vardı. Dışarıda herhangi biri, bir şeylere sahip olmak için yıllarca çalışıyordu. Ya ben? Öylece okulla ev arasındaki bir hayatın içinde ömür tüketiyordum.

Büyük olasılıkla iyi bir puan alıp, iyi bir üniversitede okumaya hak kazanacaktım. Daha sonra işimi en iyi şekilde yapabilmek için çok daha fazla çabalayacaktım ama ya sonra? Sonrasının hayali yoktu. Sonrası yoktu çünkü. Aşık olmak yoktu, iyi arkadaşlara sahip olmak yoktu. Eğlenmek yoktu, acı çekmek bile yoktu. Beyaz ve siyahın arasında değersizce çırpınan gri gibiydim.

Vardım ama yoktum aslında.

...

Arabanın silecekleri çizilen yağmurun izlerini yok ederken ön camdan, arabalar yolun üzerinden su gibi akıyordu. Saat sabahın sekizi olmalıydı ve günlerden pazartesi. Yeni okulumun ilk günüydü, iki gün bu kadar çabuk geçmemeliydi. Uykulu gözlerimi yoldan ayırmadan "Bugün de gitmesem olmaz mıydı?" diye sordum hissettiklerimin aksine sevimli bir sesle.

"Bir haftadır gitmediğin gibi mi?" bilmiş bakışlarını saniyelik üzerimde hissettim. "Hangi okula gideceğim belli olmadan nasıl gidebilirdim ki?" diyerek mantıklı bir şekilde karşılık verdim. "Belli olsaydı gidecektin sanki?" Cıkladım. "Gitmeyecektim tabii." Siyah kare okul eteğinin üzerine beyaz bir gömlek, onun üzerinde siyah bir hırka giymiştim. Babam okul kıyafetlerimi dün akşam merkezden dönerken almış olmalıydı ki sabah uyandığımda başucumdaydı. Adam eğitim hayatımı benden daha fazla düşünüyordu. Eteğimin altına giyeceğim çoraba kadar.

Neyse ki okulun üniformaları güzeldi. İlk defa üzerime okul kıyafetlerini yakıştırmıştım. Arabamız ana yoldan çıkarak aynı caddeye giren birkaç lüks arabanın arkasında kaldı. "Malımı bilmez miyim?" derken sessinde alaycılık vardı. Onun kanıydım, onun canı. Onun kızı. Sanırım babamın kızı olduğum için çok şanslıydım. Yaklaştığımızı hissederek arka koltuktaki şişme kırmızı montuma uzandım. Girdiğimiz caddenin sonunda öğrenci grupları vardı. Babam ara sokağa girmeden öğrenci gruplarının biraz gerisinde durdu. "Tüm belgelerini göndermiştim müdüre yine de bir sorun çıkarsa ararsın." Montu üzerime geçirirken başımı salladım. Çantamı da kavrayıp kucağıma çektim. "Kaçırdığın konu varsa yardım edeceklerdir." Yüzümü yavaşça ileride duran büyük binaya çevirdim. Oldukça geniş bahçesi olan binanın üzerinde bilmem ne özel okul yazısını görünce kaşlarımı çatarak babama döndüm.

"Özel okula gidecek kadar zengin olduğumuzu bilmiyordum?" Öyle olsa bile, para verip asla özel okula gitmezdim ki ben. "Burslu olarak alındın." Kaşlarım olabildiğince daha da çatıldı. Bu okulun ismini daha önce başka şehirlerde de görmüştüm, neden oralarda gitmemiştim de burada gidiyordum? Fiyatları ve eğitim seviyesi çok üst seviyedeydi ama öğrencilerinin birçoğu zengin kesimden olduğu için, torpili olan konuşuyor diye duymuştum sınıfımdaki dedikoducu kızlardan.

"Beni şaşırtıyorsun Özgür Demir, dönem ortasında nasıl yaptın bunu?"

"Notların sayesinde kızım, notların sayesinde." Bu kadarının yeterli olmayacağını biliyordum ama irdelemek istemedim zaten cevaplarını alamayacağım sorular için. "Neyse, teşekkür ederim bu kadar çabaladığın için. Seni seviyorum."

"Güzelim benim." derken şefkatli ellerini yanaklarımla buluşturdu. Kendine iyi bak, akşam yine buradan alırım seni." İleriye bakıp başımı salladım. Öğrenci grupları içeriye girmeye başlamıştı. "Tamam ama bugünden sonra kendim gidip gelmek istiyorum." İlkokul öğrenci velisi gibi her gün kapımda nöbet tutmasına gerek yoktu. "Bakarız." Tek kaşımı kaldırdım. İç çekerek başını arkaya yasladı. "Bakarız dedim ya Ada." Kaşım hala havadaydı. "Tamam cadı, tamam." Zaferimin verdiği hisle gülümsedim. "Akşam görüşürüz babacığım."

Arabanın kapısını itekleyerek açtıktan sonra dışarı atladım. Babam önce geriye daha sonra ileri atıldı. Bir u dönüşü yaparak yola girdiğinde, gözden kaybolana kadar bekledim. Araba saniyeler içinde görüş alanımdan çıkarken önüme dönüp kaldırımdan yürümeye devam ettim. Yağmur çok az da olsa şiddetini arttırmaya başlamıştı. Gökyüzündeki gri bulutlara karamsar bir ifadeyle bakarak ellerimi montumun cebine sakladım. Kansız parmak uçlarım şimdiden buz kesmişti. Kulağı ağrıtmayan hoş bir ses okulun sokağına kadar duyulduğunda, benim aksime kalan öğrenciler de koşarak içeri girdiler. Okulun demir kapısına beş adımım kala ayaklarımı daha da yavaşlattım. İçimden okula girmek bile gelmiyordu. Dışarıdan ne kadar güzel görünürse görünsün, sevmiyordum işte. Niye zorluyordu ki babam bu kadar?

"Çekil şuradan." Biri kollarımdan tutup aniden çektiğinde, gözlerim irice açıldı. Okula dönük bedenim geriye doğru savrulurken aynı el beni önünden çekmek için sertçe itekledi. Gözlerimi korkuyla açıp kapattığım saniye içerisinde daha kalıplı bir şeye toslamıştım. Bedenim sert bir gövdenin göğüs duvarına çarptığında, dünya hızla dönmeye başladı. Yer sanki altımızdan kaydı ve ben dünyaya aşağıdan bakmaya başladım. Korkudan dolayı gözlerimi açamıyordum ama ağza alınmayacak bir küfür kulaklarıma dolduğunda, yağmurun ıslattığı kirpiklerimi yukarı doğru kardırdım. İki avucumun içi de yanıyordu. Birini yere demir gibi sapladığım için, diğeri üzerine düştüğüm bedenin sol göğsüne dokunduğu için. Avuç içlerimde bir kalp, göğsünün duvarlarını parçalıyordu. Yutkunarak gözlerimi araladım ve kirpiğimin kirpiklerine bulaştığı bir çift fırtınalı gözle karşılaştım.

Mavi ve yeşilin savaştığı gözler.

Dünya küçüktü, dünya çok küçüktü ve dünya çok kötüydü. Karanlığın gölgesinin içine düşmüştüm. O gözlerin sahibi yeniden beni bulmuştu.

"Sen-" dedim titrekçe ama ne diyeceğimi bilemiyordum. Burnundan verdiği sert nefesi acımasızca yüzüme vurduğunda kalbim nefes almayı bıraktı. Bir küfür daha etti, yüzünde nefretten başka bir şey yoktu. Sanki bir buz dağına çarpmışım gibi hissettiğimde "Kalk." diye kükrediğini zor da olsa fark ettim, yüzüne dökülen saçlarımı omuzlarımdan iterek kurtulmuştu. Saçlarımdan hoşlanmamış mıydı bilmiyordum ama ona dokunmasından rahatsız olduğunu şaşkınlığıma rağmen fark etmiştim. "Siktiğimin çocuğu." Kirpikleri kirpiklerimden uzaklaşarak ileri baktığında, çenesi kaskatı kesilmiş bir şekilde kafasını geriye atıp yine küfür etti. Yakalamaya çalıştığı çocuk onu bekleyen arabaya atlayıp gözden kaybolmuştu. Yine nasıl bir kaosun içine düşmüştüm? "Sikerim böyle işi." dediğinde, şaşkınlığımı bir kanara atarak "Küfür etme artık." diye fısıldadım. Gözleri yüzüme öldürücü bir darbeyle dokundu.

"Sen artık kalkacak mısın üzerimden?"

"Ben-" Yüzlerimiz arasında bir nefeslik fark vardı, o kadar yakındı ki düşüncelerimi toparlamakta zorluk çektim. Alaşağı olmuştum. "Sabrım yeterince taşmadan kalk üzerimden yoksa sonuçlarına karışmam."

Yutkunarak kıpkırmızı olan yanaklarımı saçlarımın arkasında sakladım. "Sik-" Aceleyle sözünü kestim. "Yeter, sakın tamamlama o sözünü." Yüzündeki öfke dans ederek dudaklarının ucuna kaydı. "Eğer beş saniye içinde üzerimden kalkmazsan, o sözümü fiilen tamamlarım." Aynı anda saymaya başlamıştı. "Bir, iki, üç..." Aynı öfke bulaşıcı bir hastalık gibi kanıma bulaştı ama sakince doğruldum. Zemine bastırdığım ellerimi göğsüne saplayıp, gövdesinden destek alarak doğrulduğumda o benden önce kalkmıştı. Aramızda yarım metre vardı şimdi ve kendi ayaklarımın üzerindeydim. Etrafını öfkeyle taradıktan sonra gözleri yeniden yüzümü buldu ve beni baştan aşağı süzdü. Aynı şeyi kendim de yaparken, nefesim daralmıştı. Üzerindeki tek renk siyahtı. Pantolonu yine siyahtı fakat bu sefer kısa kol bir tişörtünün üzerine deri ceket giymişti. "Umarım o ite yardım etmeye cesaret edecek kadar aptal değilsindir." Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Ne?"

Bir adım attı, yere düşen sanki kalbimdi ve altında ezilmişti. İyice ıslanan saçlarımı kulağımın arkasına atarak derin bir nefes aldım. "Diyorum ki, eğer o Furkan itinin sürtüklerinden biriysen seni kimse elimden alamaz."

"Benimle doğru konuş." diye aniden sertçe çıkıştığımda kalan son adımı da atarak dibimde bitti. "Konuşmazsam ne olur?" diye meydan okudu. "Ne yaparsın?" Hiçbir şey yapamazdım. Onun yapabileceklerine az da olsa şahit olmuştum bir kez, bunu benim üzerimde denemeye kalksa kimse yardımıma bile yetişemezdi. Çenemi dikleştirirken "Ben kimsenin, hiçbir şeyi değilim." dedim güçsüz çıkmasın diye yüksek çıkardığım sesimle. "Benimle o şekilde konuşamazsın."

Boyu niye bu kadar uzundu? Gözlerinin içindeki güçsüz yansımamı gördüğümde ondan koşarak uzaklaşmam gerektiğini söyleyen içimdeki küçük Ada'nın sesini işittim. Yağmur şiddetini arttırdıkça, kumral saçları alnına düşüyordu. Yüzüne düşen bir damla yağmuru takip ettim. Kaşının kenarından yanağına, oradan da dudağının üzerindeki sus çizgisine yuvarlanmıştı. "İstediğimle istediğim gibi konuşurum." dedi demir kadar keskin bir sesle.

Yeşillerindeki zehirli yapraklar savrularak mavi denizlerine sürüklendi.

"O it, ikinci kez elimden kaçtı." İkisi de benim sayemde olmuştu. O bilmese de ikinci kez katil olmasına engel olmuştum. "Bunun benimle ne ilgisi var?" diye sordum korkakça. O gün orada beni görmediğine emin olsam da içim hiç rahat değildi. Yüzümü o kadar dikkatli inceliyordu ki, içimdeki küçük Ada'nın sesini dinleme çok az kalmıştı. "Umarım bir ilgin yoktur."

Gözlerinin ortasındaki bozguna uğramış yansımamı gözlerinden silmek istedim. "Ne seni ne de Furkan dediğin çocuğu tanıyorum." dedim sakince ama yemin ederim ki biri açsa göğüs kafesimi, kalbim kanatlanıp uçacaktı. "Göreceğiz." diye kesti sözümü. İçimdeki Ada "Git artık, salak." diye bağırdığında onun sözünü dinlemeye karar verip geriye doğru bir adım attım. "Göreceğin hiçbir şey olmayacak, çünkü bir daha ne ben seni ne de sen beni göreceksin." Yere düşen çantamı eğilip aldım ve tam gitmek için hazırlanırken bileklerimi kavrayan ateş kadar yakıcı parmakları bileklerime dolanıp beni kendisine çekti. Göğsüm göğsüne çarparak durduğunda "Buradaki bütün sokaklar yalnızca bana çıkar." diyerek kulağıma doğru eğilerek fısıldadı. Göğsümdeki tüm duvarlar yıkılarak içime yıkılmıştı. "Çıkmaz sokağın olurum, senin." Boynumu kaplayan nefesi yeniden yüzüme dokundu. Kirpikleri benimkinden güzeldi ve rengini çözemediğim mavi yeşillerinin etrafını birer ok gibi koruyordu. "Eğer, senden şüphe duyarsam girdiğin her sokağın sonunda beni bulursun." Kirpik uçlarındaki ateşi gözlerime bırakarak yüzünü yüzüme sabitledi. Onu iteklemedim, ondan kurtulmaya çalışmadım ama bedenim bir uçurumun ucunda durduğunun da asla farkında değildim. Karanlık nasıl bu kadar güzel olabilirdi?

Korku, hissettiğim tek şey olmasa da şu an yüreğimi çiğneyen tek şey parmak uçlarıma kadar inen korkuydu. "Bırak." diye tısladım, bileklerimi çekmeye çalışırken. "Bırak beni." Yüzünde tek bir duygu yoktu, artık bir duvarla konuşuyormuşum gibi hissediyordum. "Sana beni bırak dedim!"

Bileğim güçlü tutuşunun altında kıvranıyordu. Biraz daha zorlarsa çığlık atacağımdan şüphem yoktu. Acıdan dişlerimi sıktığım sırada bir araba süratle yola girip tam önümüzde durdu. Arabanın siyah şeritli camı aşağı indiğinde o gün yanında gördüğüm piercingli çocuk kafasını dışarı uzatmıştı. Yedi yirmi dört beraber olan tiplerdendi belli ki. Her belaya girmekten çekinmeyen, hatta belanın kendisiydi.

"Rüzgar." Diye seslendi.

"Adı Rüzgar'mış." diye tekrar etti içimdeki kız çocuğu piercingliyi. "Adının hakkını veriyor."

"Bırak beni ve köpeklerinin yanına git." diye fısıldadım, güçlü görünmek için tüm soğukkanlılığımı yüzüme sırtlarken. Kirpiklerini kırpıştırdığında yutkunma isteğime karşı koyamadım. Çok kısa bir an zehirli ormanları kapandı ve yeniden açıldı. "Rüzgar, hadisene lan, bırak kızla fingirdemeyi. Furkan itinin nerede olduğunu buldum." Başını çevirmeden çocuğa dikti gözlerini ve sadece başını salladı. Dışarıdan fingirdiyor gibi mi görünüyorduk? Sersemleşmiş bir şekilde yutkundum. "Ne kadar daha tutacaksın beni böyle?"

"Bilmem, keyfimin kahyası ne kadar isterse." Ne düşünüyordu, beni yanında falan mı taşımayı? "Derse geç kalıyorum." dedim, az öncesine kadar okuldan nefret eden ben dersi mi önemsiyordum? Beni bırakması için okulda bile yatabilirdim şu an. Okula baktığında tehlikeli bir gülümseme dudaklarına dokundu. Aferin Ada, açık adreste ver istersen! "Bu iş burada bitmedi." Derken bileğimi bıraktı. Bileğimi bıraktığında parmak izlerinin sızladığını hissettim. "Seninle sonra görüşeceğiz kız çocuğu."

"Mümkünse görüşmeyelim." Niye susup gitmesine izin vermiyordum ki? "Bana da bir daha da kız çocuğu deme."

Harflerin üzerine basa basa dudaklarını araladı. "Bu iş burada bitmedi kız çocuğu."

Geriye doğru bir adım atarak bana sırtını döndüğünde kaşlarım tek bir çizgi halini almıştı. Onu bekleyen piercingliyi şoför koltuğundan kaldırıp yerine kendisi geçtiğinde hala orada bıraktığı yerdeydim. Ayaklarımın altından yere çivi çakılmıştı sanki. Rüzgar arabaya bindiğinde gözlerini üzerimden ayırmadan gaza yüklendi. Araba tek hareketle yola fırladığında bir adım arkaya zıplamak zorunda kaldım yoksa arabasıyla yine ayaklarımın üzerinden geçecekti. Dengemi bulamayıp geriye doğru sendelediğimde dayanamayıp küfür savurdum. Siyah BMW gözden kaybolduğunda derin bir nefes alıp, o nefesi uzun süre içimde tuttum.

Neden başım belada gibi hissediyordum. İçimdeki Ada hemen atıldı. "Çünkü başın bela da aptal."

Continue Reading

You'll Also Like

1.4M 81.2K 52
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
334K 8.7K 49
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
992K 57.8K 39
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
975K 13.1K 34
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...