14.07.2020 tarihinde düzenlendi.
Bir süre gündemden düşmeyen Mehmet Alas haberi insanlar sonunda bunu konuşmaktan sıkıldığında çoktan unutulmaya başlanmıştı. Cumhuriyet başsavcılığınca adam öldürme, rüşvet ve yolsuzluk suçları sebebiyle Mehmet Alas'ın tahliyesiz müebbet hapsine karar verilmişti.
İnsanlar artık gündelik işlerine dönmüş, bir anda çöküşe geçen şirketi unutmuştu; Toprak ve Semih Alas dışında. Birçok ortağın ortaklıktan vazgeçtiği bu şirkette babalarının hisseleri bu iki genç adama aktarılmıştı. Alas soyadının utandırıcı hatıraları ile iş dünyasında belki de artık çöp sayılan bu şirketi kurtarmak için bir yol yok gibi görünüyordu. Onlar da bu şekilde düşünüyordu, en azından ağabeyine göre daha karamsar olan Toprak.
Fakat Semih kolay yolu seçmeyecekti, en azından buna gönlü yoktu. Zor olsa da o, kendilerine kalan bu şirketi kötü adından sıyırıp, dürüst bir yol izleyerek kurtarmak istiyordu.
O, kardeşinin kızgınlığını anlıyordu. Hiçbir zaman ona kızmamıştı, aksine ailedeki ara bulucuydu Semih. Şimdi babası da kardeşi de hapisteydi. Biri gerçek parmaklıkların ardında, diğeri ise kafasında kurduğu zindanda. Toprak acılarının içine hapsediyordu kendini.
O gerçekten de kardeşini anlıyordu. Büyüyüp de bir şeylerin farkına varmaya başladığından beri babasına kızgındı. Her zaman annesinin özlemini çekmişti. Bu yüzden zor bir çocukluk geçirmişti. Belki babası kendisine ilgi gösterse, şimdi çöpe dönmüş bu şirketi biraz daha büyütme çabalarının arasında ona biraz vakit ayırsa, oğlunun başını okşasa her şey daha kolay olabilirdi. O her zaman kızgındı, yine de içten içe her zaman babasına karşı ümidini yitirmemişti. Bunu, sevdiği kızla babası arasında tercih yaparken de göstermişti. Babasının onu haksız çıkarması onu sinirlendiriyordu. Artık çok daha kızgındı. Yüreği alevler içindeydi ve o alevlerin onu ele geçirmesine çok az kalmıştı. Semih kardeşi için hep endişeli olsa da şimdi daha da endişeliydi.
Semih, kendisine itiraf etmek istemese de babasının hapse girmesine sevinmişti. Her ne kadar babası bile olsa cezasını çekmesini, yaptıklarının pişmanlığını yaşamasını istiyordu. O ve Toprak bunların hiçbirini hak etmemişlerdi.
Peki bunca vakitten sonra babasını sonunda kim polise ifşa etmişti? Bunu içten içe biliyordu. Melodi. Belli ki o yapmıştı bunu. Polisler ihbarı kimin yaptığını bulamasa da gerçek onlar için ortadaydı. Bu kadar bilgiye erişimi olabilecek, bunların hepsini saklayabilecek tek kişi oydu. Öldürülen insanları en iyi bilen kişi katildir. Melodi, bu insanları öldürmeye zorlanmıştı. Belki soğukkanlılıkla yapmıştı ama ona uygulanan baskının sonucuydu bu. Semih onun ne kadar direndiğini biliyordu. Semih'in anlamadığı tek şey Melodi'nin neden bu kadar beklediğiydi. Bir planı olduğu ortadaydı ve onu gerçekleştirmek için doğru zamanı beklemişti. Peki onun için o anı doğru zaman yapan neydi, işte onu anlamıyordu. Belki de bazı sorular cevapsız kalmalıdır, diye düşündü.
Kardeşini, babasının odasında gördüğünde ona güven vermek isteyerek gülümsedi. Toprak gerçekten kötü görünüyordu. Aklı başka yerdeydi, gözlerinin altında koyu hareler belirmişti. Şirkete gelip halletmesi gereken işleri yapmak onu daha çok yoruyordu. Toprak bu şirketin bir parçası olmak istemiyordu.
"Nasılsın?" diye sordu Semih.
"Nasıl olabilirsem..." diye cevapladı Toprak yorgun sesiyle. Elinde dumanı tüten bir kahve fincanı vardı. Babasının odasındaki toplantı masasının başındaki koyu kahverengi deri sandalyeye oturmuş, önündeki belgelere boş bir ifadeyle bakıyordu. "Bunu istemiyorum; bu şirketi, hisseleri... Bunun bir parçası olmak istemiyorum. Artık onun herhangi bir şeyini istemiyorum."
Semih, kardeşinin yakınındaki sandalyelerden birini çekip oturdu. Her zaman onu koruyup kollamış, anne ve babasının eksikliğini hissettirmemeye çalışmıştı.
"Konuşmak ister misin?" diye sordu Semih.
"Evet, biriyle konuşmaya ihtiyacım var. Ama o artık gitti."
"Melodi..." dedi Semih. Gözlerini karşıya dikip hüzünle gülümsemişti. "Yine kendi bildiğini okudu."
"Doğru olanı yaptı." dedi Toprak. Canı yanıyordu. Hislerini, hatalarını ortaya dökse belki bir çözüm bulunurdu ama Melodi artık gitmişti. "Ona her zaman kötü davrandım. Her zaman. Annemin ölümünden hep onu sorumlu tuttum. Babamın hatalarını ona yükledim. Önceden, okulda bir arada olduğumuz zamanlarda ona ne kadar kötü davransam da bana hep iyi yaklaşırdı. Onun saklamak istediğim gerçekleri gördüğünü düşünürdüm. Sanki ben ne kadar saklasam da kalbim onun karşısında şeffaf gibiydi. Ben onu babamın ellerine terk ettiğimde bile benimle konuşup, bana sesleniyordu. Ne diyordu biliyor musun? Sana kızgın değilim, ailen her zaman önceliğin olmalı. Böyle düşünen bir kızı annesi bile terk etti abi! Biliyor musun... Babamın hapse girmesi değil beni yıkan. Ne olursa olsun onun babam olacağını, her zaman babam olarak kalacağını biliyorum. Ama seçimlerimi böyle yapmayabilirdim. Onu paramparça ettim ben. Bunun tek sorumlusu benim. Çektiği acıları, ona yapılan işkenceleri nasıl telafi edebilirim ki, edemem. Beni bu hale getiren şey de tam olarak bu. Ben bu hisseleri, bana babamın kötülüklerini hatırlatacak hiçbir şeyi istemiyorum."
"Hata yapmış olabilirsin." dedi Semih. Kardeşinin Melodi'yi aslında ne kadar sevdiğini görebiliyordu. "İnsanoğlu olarak hep bir şeylerin değerini kaybettikten sonra anlarız. Senin artık Melodi'ye yapabileceğin en büyük iyilik onu unutmamak olur. Toprak, o bir yerlerde. Onu bul. Özür dilemek hiçbir şey ifade etmecek gibi görünebilir. Ama bana söylediğin bu şeyler var ya, bunları ona da söylemelisin. Ona hiç bu kadar açık konuşmadın değil mi? Melodi'nin seni ne kadar sevdiğini biliyorum, sen de onu seviyorsun. Belki de Melodi bir yerlerde senin onu bulmanı bekliyordur. Ne dersin?"
"Sanmıyorum." dedi Toprak avuçlarının içindeki kahve fincanına bakarak. "Biri bana bunları yapsaydı, yapacağım son şey o kişinin beni bulmasını istemek olurdu. Açıklamam, bir bahanem bile yok. Babam yüzünden, sırf onun hırsı yüzünden kız hayatını yaşayamadı. Artık ailemizden kurtuldu ve önünde yaşayabileceği bir hayat var. Bunu elinden alamam.
"Şirketteki hisseleri bana bırak." dedi Semih. Bu söz Toprak'ı şaşırtmıştı. "Bu şirketi, kurtarabileceğim kadar kurtaracağım. Eğer daha sonra bu şirketin bir parçası olmak istersen o zaman seve seve kendi hisselerimi bile veririm. Şimdi senin gidip onu bulman ve bir şeyleri düzeltmen gerek."
"Bu şirketi kurtarmamalısın." dedi Toprak. "Adındaki leke asla silinmeyecek."
"Evet, ama burada çalışan insanları sokağa atamayız. Bir şeyler yapmazsak iflasın eşiğine geleceğiz ve o zaman bu insanlar işsiz kalacak."
"Bir planın var mı?" diye sordu Toprak.
Semih göz kırptı. "Evet ama hala tasarım aşamasında. Dürüst yollarla bu şirketi ayakta tutacağım. Ve sen... bence vakit kaybetmemelisin."
Toprak fincanı masaya bıraktı ve ayağa kalktı. Kapıdan çıkmadan önce ağabeyine döndü. "Teşekkür ederim." dedi. Yüzü sonunda canlı bir insanın yüzüne benziyordu. Semih, kardeşinin bir şeyleri düzeltmek için çabalayacağından emindi.
-
Günler sonra, Toprak telefonun karşısındaki adamdan aldığı bilgilerle konuşmayı sonlandırırken arkasına yaslandı. Ankara'ya gelmişti. Melodi her zaman izlerini örterken ve gerçekten bir gölge gibi davranırken bu defa nereye gittiğini saklama gereği duymamıştı.
İçten içe onun karşısına çıktığında Melodi'nin onu öldürmekten beter edeceğini biliyordu. Yine de abisinin söylediği sözler zihnini kurcalıyordu. Ömür boyu pişmanlıkla yaşayacak bile olsa en azından ona gerçekleri söylemeliydi. Gerçekler de affedilir gibi değildi ama en azından Melodi'ye bunu borçluydu.
Mezarlıkta karşısına çıktığında yüreği sıkışmıştı. Sevindiğini hissederken bu histen korkmuş, ona berbat bir insanın davranacağı gibi davranmıştı. Onu tekrar yakınında isterse ona tekrar zarar verebilirdi. Melodi'ye iyi gelmiyordu ve Melodi'nin hayatı onun yüzünden bu haldeydi.
Otel odasının camından dışarıyı, önünde uzanan caddeyi izlerken bir süredir bırakamadığı sigarasından derin bir nefes çekti. Elinde tuttuğu meret de leş gibi hissettiriyordu kendisine ama iyi hissetmeye hakkı yoktu. Onun canının yandığı her gün için, onun canını yaktığı her saniye için kendini cezalandırmak istiyordu Toprak.
Melodi'nin güçlü, kendini savunan hali gözlerinin önüne geldiğinde gülümsedi. "Aptal kız," diye mırıldandı. "Beni öldürmeliydin."