Bölüm 17

74K 5.4K 2.3K
                                    

Hırıltılı şekilde aldığım nefeslerimin arasında, yerden doğrulmaya çalıştım. Elim yerdeki taşlar yüzünden soyulmuş ve zonkluyordu. Soyulan yerler de dahil kapkara olmuştu. Elimin tek temiz kısmıyla, tersiyle yanağımı ıslatan gözyaşlarımı sildim. Toprak'ın söyledikleri milyonuncu kez beynimde yankılanırken, beni burada bırakıp gidişi gerçek değilmiş gibi geliyordu.

Bilmediğim bir yerde, bir mezarlıktaydım. Tek başıma ve yapayalnız... Boğazımdaki acı dinmek bilmiyordu. Yere düştüğümde, o düşürdüğünde, sağ bacağım incinmişti sanırım. Sendeleyerek annesinin mezarının yanına ilerledim. Müzik kutusu orada duruyordu. "Ben sana ne yaptım?" diye fısıldadım. Boğazımda oluşan yumru gitgide büyüyordu.

"Ben... Size ne yaptım?" Mezarın yanında dizlerimin üstüne çöktüm. Sanki Toprak'ın geri dönmesini ve şaka yaptığını söylemesini bekliyordum. Ama bu olmayacaktı.

Nasıl geri dönecektim ki? Yolu bile bilmiyordum... İçimde yükselen kin beni korkutuyordu. Onunla karşılaşmam hiç iyi olmayacaktı. Gözlerimi tekrardan mezara yönelttim. "Özür dilerim." dedim. "Size ne yaptığımı bilmiyorum. İki yaşındayken size ne yapmış olabilirim ki?"

Güç dersinde gördüklerimle bir alakası olabilir miydi? Belki de gerçekten onunla alakalıydı. "Orada olanlar..." Mermere tutunup ayağa kalktım. "Orada olanlar yüzündense eğer, benim yapabileceğim bir şey yoktu. Benim kontrolüm dışında gelişen şeylerdi. Orada ne oldu bilmiyorum. Yine de üzgünüm. Bu durumda olmayı ben de istemezdim. Ben de... Ben de normal biri olmayı isterdim."

Gözyaşlarımın tekrar gözlerime hücum etmesine engel olarak mezara arkamı dönüp sendeleyerek yürümeye başladım. Ellerim kapkaraydı, boğazım hala sıkılıyormuş gibiydi ve  sağ bacağım her adımda sızlıyordu. Ağzımdan istemsizce bir küfür savruldu.

Sırtımdaki çantamdan telefonumu çıkardım. Mezarlığın giriş kapısına doğru ilerlerken kenarda bir çeşme gördüm ve oraya doğru ilerledim. Telefonu şortumun cebine sokup musluğu çevirdim ve akan suyun altına kirli ellerimi tuttum. Su soğuktu ve sızlayan yerlere iyi gelmişti. Musluğu kapatıp ellerimi üstümdeki tişörtte kurutmaya çalıştım.

Navigasyondan bir yere kadar yolu bulabilirdim.  Ama o kadar yolu nasıl yürüyecektim ki? Toprak şimdiden çok uzaklaşmış olmalıydı. Benden nefret etmek için fazlasıyla büyük sebepleri olduğunun farkına varmıştım ama yine de bu benim seçtiğim bir yol değildi. Bu benim isteğim doğrultusunda gerçekleşen bir şey değildi. Lanet olsun.

Ayrıca, beni burada bırakmıştı! Okuldan kim bilir kaç kilometre uzaklıktaydım. Ben de senden nefret ediyorum, diye geçirdim içimden. Bundan sonra ben de senden nefret ediyorum!

Ellerim kuruduğunda cebime soktuğum telefonu çıkardım. Şarjım vardı ve saat öğlen 1'e gelmek üzereydi. Okula kadar yetmesini umdum. Aslında, eve gidebilirdim ama bunu yapmaya korkuyordum. Bunun için hala zamanım vardı. Annemin karşısına geçip onu yargılamadan önce her şeyi bilmem gerekiyordu. En azından kendim için yapmalıydım bunu.

Motorla geldiğimiz yola doğru yürüdüm. Kendimi hem çaresiz hem üzgün hem de nefret dolu  hissediyordum. Nefretim herkeseydi, bütün bu zorluklaraydı. Nefretim en çok kendime, güçsüzlüğümeydi. Bacağımın acısı zavallı gibi hissettiriyordu. Topallamadan yürümeye çalışsam da, bu benim için sadece daha fazla acıya sebebiyet veriyordu.

Yumruklarımı güç almak ister gibi sıkarak yürüdüm. Şehir merkezine ulaşabilirsem, belli bir mesafeyi otobüsle gidebilirdim. Ne kadar güçsüz olsam da Toprak'ın bıraktığı yerde onu bekleyecek değildim.

Kırılmıştım. Sanki olan şeylerden bir tek benim haberim yoktu. Hiçbir şeyi ben istemediğim ben yapmadığım halde her şeyin cezasını ben çekiyordum. Bilmediğim bir şey için biri benden nefret ediyordu. Annem ise yine bilmediğim bir sebepten beni gölge yapmıştı. Sonuncusunun üstünden pek uzun süre geçmemiş olan gözyaşlarım yine gözlerime doluştu.

GÖLGEDär berättelser lever. Upptäck nu