Bölüm 44

52.3K 3.7K 730
                                    

Yağmurlu bir gündü. Cama çarpan yağmur damlalarının insanı usulca yatağında dönerken uyandıracağı kadar şiddetli, tekrar eden bu sesin insanı uyumaya devam ettireceği kadar mahmur bir gündü. Her anından bahsedilemeyecek, verdiği hislerin her biri açıklanamayacak olsa da insanı bir yandan üzen, bir yandan huzur veren bir gündü.

Oldum olası yağmuru sevmişimdir. Islanmayı, altında durup düşen damlaları hissetmeyi, koşuşan insanların arasında yavaşça yürümeyi ve yanımdan geçip giderlerken ne kadar çok hayat, ne kadar çok insan ve ne kadar çok benlik olduğunu düşünmeyi sevmişimdir.

Dikkat çekmenin bana göre olmadığını düşündüm hep. Herkesin arasında, bir yandan da hiçliğin ortasında olmayı sevdim.

Peki ama tek bir kişinin yokluğu, sevdiğim bütün bu yalnızlık hislerinden keyif almamı engelleyip, derin bir karamsarlık hissine çakılıp kalmamı nasıl sağlayabiliyordu? Tek bir kişinin yokluğunun verdiği yalnızlık hissi nasıl olur da beni her şeyden daha çok yıpratabiliyordu?

Ve tek bir kişinin yokluğu, insanın çevrensindeki tüm çokluğu nasıl hiç yapabiliyordu?

O sabah ben, yağmur damlalarının aceleci sesiyle uyanmış, aynı sesle tekrar uykuya dalmıştım. O gün, yalnızlığı önceki günleri aratmayacak şekilde hissetmiş, buna rağmen ilerleyen her günde olduğu gibi buna biraz daha alışmıştım.

Ben o sabah küvette belki de iki saatten fazla durmuş, düşüncelerimin beynimi işgal etmesini önlemeye, onları dizginlemeye çalışmıştım. Su soğudukça sıcak su ilave etmiş, ara ara da kitap okumuştum. O sabah büsbütün diğer günlerle aynıydı dersem kendimi kandırmış olurum. O sabahın bir öncekilerden farkı, doğum günüm olmasıydı.

Bir insan doğum gününün gelmesini hiç istemez mi? Ben istemiyordum. Doğumum, birinin yaşamını, birinin yüzündeki gülümsemeyi, birinin de annesini elinden almıştı. Eğer ben bugün mutlulukla doğum günümü kutlarsam, Toprak'ın annesinin ölüm günü olduğunu hatırlamayacak mıydım? Ben mutlulukla pastamın üstündeki mumları üflerken, onun belki de annesinin mezarı başında olduğunu aklımdan çıkarabilecek miydim? Bu günün, kutlanmak için hiçbir sebebi yoktu. Başkalarının yıkılan hayallerinin, hayatlarının üstüne, gülümseyerek nasıl bir hayat kurabilirsiniz ki? Ben yapamazdım.

Bazen, normal bir hayatım olduğunu, herkes gibi üniversiteye gittiğimi, belki bir yurtta kaldığımı ve ailemle eve çıkmak için giriştiğim tartışma sayılabilecek konuşmaları, arkadaşlarımla geçirdiğim günleri, izlediğimiz filmleri, hoşlandığım insanın benim için uygun olmadığını fark edip üzülmeyi, sonrasında hayatımın aşkını tanımayı ve tek derdimizin onun korku benim ise romantik film izlemek isteyişimiz olmasını, vize ve final haftası sabahlamayı, sıradan dertlerimin olduğunu ve en çok da sıradan biri olduğumu hayal ediyordum.

Sahip olduğum güçlere sahip olmak isteyecek, yapabildiklerimi yapmak isteyecek ne kadar çok insan olduğunu ise düşünemiyordum. Ama her şeyin bir bedeli vardır. Ben bu güçler yüzünden esir olmuş, annemden uzaklaşmış ve her an mutsuz olmuştum. Ne değeri kalmıştı bunlara sahip olmanın? Dostlarımla görüşemiyordum bile. Adımın hakkını veriyor, bir gölge oluyordum. Saklanarak yaşıyordum. Bütün bunlar benim için ağırdı, eğer birine anlatabilseydim o kişiye de ağır geleceğini biliyordum.

Duştan çıkıp da üstümü giydikten sonra, bugün için telefonumu evde bırakacağımı biliyordum. İçimde bunu yapacağımı hissettiren bir duygu bulutu vardı. Bugün pis işler yapmayacak, sayılı kişiden gelebilecek aramaları açmayacaktım. O aramaları görmeyecektim bile. Bu düşünce beni rahatlatıyordu. Bir günlüğüne de olsa bütün bunlardan uzaklaşmış olacaktım. Telefonumu kapatıp yatağın üstüne fırlattıktan sonra yanıma sadece cüzdanımı alıp dışarı çıktım.

GÖLGEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin