Bölüm 5

98.9K 6.5K 1K
                                    








Bir anda yere düşmemle kendime gelmem bir oldu. Yüzüstü yatıyordum, yanağıma batan çalılar canımı acıtıyordu. Az önce hissettiğim huzur, şimdi göğsümde baskı yapıyordu, titredim. Demek ölümüm burada, böyle olacaktı. 

Birkaç kişi bana doğru koşuyordu. Görüşüm bulanıklaşıp bu sefer kendi karanlığıma hapsolmadan önce, tek gördüğüm şey bu oldu.


Bu sefer gözümü açtığımda odadaydım. Ne olduğunu anlamayarak yan tarafıma döndüm, vücudum ağrılı sinyaller veriyordu.

Elif'i kendi yatağında kitap okurken buldum, hareketlendiğim için kafasını kitabından kaldırıp bana göz gezdirdi. "Uyanmışsın," dedi düz bir sesle.

Sonra kitabın arasına bir kağıt sıkıştırarak esnedi. "Bir insan neredeyse bir gün boyunca nasıl uyuyabilir?" diye sordu anlam vermeye çalışan bakışlarını üstümde gezdirmeye devam ederken.

"Ne oldu?" diye sordum. Yaşananlar beynimin en ücra köşelerinden çıkmaya karar vermiş gibi şimşekler çakarak aklımı doldurdu. Bir anda yattığım yerden doğruldum ve elimi kaldırdım.

"Orada... Orada bir şey vardı," dedim parmağımı arka bahçenin olduğu tarafa tutarak.

"Hey hey, yavaş bakalım," Gelip yanıma oturdu ve havada olan elimi tutup kucağıma koydu. "Öğretmenler onu yakalamak için uğraşıyorlar, merak etme. Koruma kalkanı açıldığı sırada girmiş olmalı."

Vücudum ürperirken rahatlamam için bana sarıldı. "Peki ama," dedi kendini çekip dikkatle yüzüme bakarken, kaşları hafif çatıktı. "Sen neden oradaydın?"

Tuttuğumu yeni fark ettiğim nefesimi serbest bıraktım. "Bilmiyorum," dedim düşünceli bir şekilde. Neden oraya gittiğimi bilmiyordum. "Uykumdan uyandım ve ne olduğunu anlayamadan oraya gitmiştim." dedim.

Elif'in yüzünden bir korku ifadesi geçti ancak saniyeler sonra kendini toparladı. "Duyduğum kadarıyla, oradaki bir ruh kontrolcüsüymüş. O zaman oraya gitmene sebep olan da o olmalı," Elimi sıktı. "Geçti, endişelenme." dedi sonra fazla rahat olmayan, düşünceli bir sesle.

Sonra ikimizin ortasındaki komidinin üstüne uzanıp bir kağıt parçasını eline aldı ve sonra bana uzattı. "Ders programın," dedi sakin bir sesle. Yüzü yine eski haline dönmüştü ve gülümsüyordu. Gergin havanın bir anda dağıldığını hissederek elindeki kağıdı aldım.

"Aslında bugünden itibaren derslerin başlıyordu," dedi ve ellerini açıp salladı. "Ama öğretmenler bütün gün toplantı yaptılar ve dersler iptal oldu."

"Saat kaç?" diye sordum. Yine akşam olmuşa benziyordu. Gerçekten de bir gün geçmiş olmalıydı.

"22.30, yani akşam yemeğini kaçırdın. Muhtemelen açsındır, ben senin kadar duramam açlıktan uyanırdım valla. Mutfağa gidersen belki bir şeyler bulabilirsin."

Güldüm. "Sanırım açım," dedim ayağa kalkarken.

Sonra kapıyı arkamdan kapatıp odadan çıktım. Arkamdan seslenen Elif'in sesini duydum. "Fazla oyalanma!"

Üstümde pijamaların yerine farklı giysilerin olduğunu çıktıktan sonra fark ettim, ben uyurken Elif giydirmiş olmalıydı. Kimsenin görmemesini umarak batı kanadına yürümeye başladım. Odaların kapıları kapalıydı, herkes erkenden odasına çekilmişti anlaşılan.

Yemekhanenin kapısını açtığımda içerinin boş olduğunu gördüm ve buzdolabını açıp kendime bir bardak su doldurdum, odada da su vardı ancak ılıktı. Tezgâha sırtımı dayayıp gözlerimi kapattım. Sağ yanağım yüzümü hareket ettirdiğimde acıyordu, çalıların battığı yerde yara olmuş olmalıydı. Uzun bir süre yatmaktan da vücudum ağrıyordu, gerindim. Kolay kolay geçecek gibi değildi.

Neden ben? Yani zihin kontrolcüsü müdür nedir neden beni uyandırmıştı ki, öğretmenler gelmese ne yapacaktı? Gözlerimi birbirine iyice bastırdım, düşünmek bile başımı ağrıtmaya yetiyordu. En iyisi yarın gidip Çınar hocaya soracaktım.

Gözlerimi açtığımda tezgahın karşısındaki geniş masada kendine yer edinmiş beni izleyen bir çift buz mavisi gözün sahibi, gözlerimi açmama karşılık gülümsedi.

Olduğum yerde sıçradım. "Ne zaman geldin?" dedim sert bir ses tonuyla.

İfadesini bozmadı, yüzünde hala muzip ve bir o kadar gizemli gülümsemesi yerini koruyordu. "Az önce," dedi omuzlarını silkerken. "Beni duymayan sendin." Yine beynimin bütün odalarını işgal ederek, dudaklarını kıpırdatmadan konuşuyordu.

"Toprak," dedim sesimin normal çıkmasını umarak. "Espri anlayışını kaldıracak havamda değilim."

Bu sefer normal bir şekilde konuştu. "Sana espri gibi mi geliyor, gölge?" Gölge kelimesini bastırarak söylemişti.

İmalı sorusunu duymazdan geldim ve buzdolabını açtım, arkam ona dönükken vakit kaybetmeye çalışıyordum, ya da sebebini bilmediğim şekilde vakit kazanmaya. O sırada oturduğu yerden kalkıp olduğum yere geldi ve arkamdan yaklaştı. Kısacık bir an sıcak nefesini boynumda hissedince ürperdim. Bir saniye sonra su şişesini alıp çekildi. Bilerek yaptığına yemin edebilirdim. Beni kızdırmaya çalışıyordu.

Nefesim düzensizleşmişti ve fark etmemesini umdum. Buzdolabında yemek yoktu, meyveli yoğurt çıkarıp masada az önce oturduğu yerden birkaç sandalye ilerisine oturdum. Suyunu içtikten sonra tekrar yerine kuruldu ve muzip gülümsemesi tekrar yüzünü sardı.

"Güçsüzsün," dedi önemsiz bir şeyden bahseder gibi. "Ormanda seni kurtarmasalardı şuan burada oturuyor olmayacaktın."

"Bu ayrıntıyı belirttiğin için sağ ol, bilmiyordum." dedim gözlerimi devirerek. Beni süzdüğünü hissedebiliyordum. Elimdeki kaşığı sıktım. "Bak, sana bir yanlış falan mı yaptım?" dedim gözlerinin içine bakarak. Bir sorun varsa çözmeliydik.

Gülüşü yüzüne daha da yayıldı. "Hayır, yapabilecek pozisyonda değilsin, ufaklık."

Elimdeki kaşık yamulmaya başlamıştı. Masaya bıraktım ve derin nefes aldım. "Belli ki bir derdin var," dedim meydan okurcasına. "Bu kadar uğraştığına göre."

Sonra onun muzip gülümsemesini taklit ettim. "Ah, ama bir yanlışın var." dedim sesimi alçaltarak. Öne doğru eğildim, yüzündeki gülümseme hala yerini koruyordu. "Ben gölge değilim."

Beni taklit ederek o da öne doğru eğildi, hala aramızda fazlasıyla mesafe vardı. Gözlerini kısarak beni inceledi. "Gerçekten güçsüzsün, gölge. Ruh kontrolcüsü hala buralarda bir yerlerde dolaşıyor olmalı. Tek başına odandan ayrılmak senin için tehlikeli değil mi, ufaklık? Hayatta kalmak için çok çalışman gerek." dedi az önce söylediklerimi umursamayan bir ses tonuyla.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun," Durdum. "Güçsüz olduğum konusunda?" dedim tek kaşımı havaya kaldırarak.

Cevap vermedi, yüzünü inceledim. Sağ elinin parmaklarını aralarından geçirdiği dağınık kumral saçları alnına dökülüyordu, açık mavi gözleri bana keskin bir şekilde zafer kazandığını belirterek bakıyordu. Yine de kaşları hafif çatıktı, gülümsemesi yine dudaklarına eşlik ediyordu. Ellerini birleştirdi. Benim yaptığım gibi şimdi de o beni inceliyordu.

Açıkçası o an nasıl göründüğümü merak ettim, bir gündür uyuyordum, kim bilir saçlarım ne haldeydi. Üstümde Elif'in bana büyük gelen kıyafetleri vardı. Daha fazla incelememesi için ayağa kalktım. "İyi geceler," dedim arkama dönüp bakmadan yemekhaneden çıkarken.

Doğu kanadının koridoruna geldiğimde sesini duydum. "Yanağın..." dedikten sonra duraksadı. Arkama dönüp baktım ama orada değildi. Yeteneklerini yine üstümde kullanıyordu. Muzip gülüşünün hala dudaklarında olduğunu hissettim. "Pansuman yapmazsan daha da çirkin görüneceksin, ufaklık."

GÖLGEWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu