İLKYAZ

Von iremmipelin

1.2M 69.7K 30.7K

Geri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm. Mehr

Öndeyiş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bonus 1
Bölüm 7
Bonus 2
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bonus 3
Bölüm 13
Bonus 4
Bölüm 14
Bölüm 15
Bonus 5
Bölüm 16
Bonus 6
Bölüm 17
Bonus 7
Bölüm 18
Bonus 8
Bölüm 19
Bonus 9
Bonus 10
Bölüm 21
Bölüm 22
Bonus 11
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bonus 12
Bonus 13
Bonus 14
Bölüm 26
Bölüm 27
Bonus 15
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bonus 16
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bonus 17
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bonus 18
Bonus 19
Bölüm 44
Güz Geçer
Bonus 20
Bölüm 45 • Final

Bölüm 20

19.6K 1.2K 424
Von iremmipelin



 "We let the waters rise.
We drifted to survive. 
I needed you to stay,
But I let you drift away."

(Bölüm şarkısı: Natalie Taylor, Surrender)


Günleri gecelere, geceleri ise sabahlara sürükleyen sorular vardır. Cevapsız kaldıklarında içini bağırsak kurdu gibi kemirdikleri yetmezmiş gibi bir de dışını tüketirler. Soruları cevaplamaktan, sorgulara hesap vermekten bir de insanları memnun etmekten kaçındığım bunca zaman sonucunda tam şu an yapmak istediğim tek bir şey vardı. Cevap vermek... Ege'yi tüketenin gitmemden çok cevapsız kalmak olduğunu fark etmem ise biraz zaman almıştı. Sabaha karşı, paslı tel örgülerle çevrili, eski bir potanın altında canla başla ter döküyordu. İçindeki ve dışındaki sesleri susturma umuduyla.

Elindeki siyah basket topunu Ekin'e doğru fırlattı. Ekin topu tuttuğunda potaya doğru sürmeye devam etti. O da Ege gibi terden sırılsıklam olmuştu. Topu bir kez yere vurup kendi etrafında döndükten sonra zıplayarak filesiz potadan geçmesini sağladı.

"Sence kartı kim gönderdi?" diye sordu Sıla.

Tel örgülerin hemen ardında durmuş içeride basketbol adı altında terapi yapan Ekin ve Ege'yi izliyorduk.

Elimdeki narlı sodadan bir yudum alırken omuz silktim. "Bilmiyorum."

Bana da kart geldiğini söylemem için doğru zaman mıydı bilmediğimden şimdilik susuyordum. Sıla yavaşça çimlerin üzerine oturup bağdaş kurduğunda ben de yaptığını yapıp yanına oturdum.

"Ege sinirli görünüyor."

Öyleydi. Kart geldiğinde garipleşmişti, yine de barı bırakmadan yarım saat öncesine kadar çalışmıştı. Kapattıklarında ise kendimizi burada bulmuştuk. Sıla, Ege, Ekin ve ben... Diğerleri sabaha karşı basketbol şovu için ya yorgun ya da isteksiz olduklarında burada değillerdi.

Sıla teneke kutusu bacaklarının üzerinde duran, çikolatalı kurabiyelerden birini ısırırken ona döndüm.

"Her şey üst üstte geldi, nefes alacak yeri kalmadı."

Kaşlarını çatarken ağzına bir kurabiye daha attı.

"Nefes alacak yeri kalsın istemiyor Nora." dedi, limonlu sodasından bir yudum alırken. "Cevaplar istiyor."

"Sen?"

Başını yere eğip iki yana sallarken alayla güldü.

"Sana buraya ilk geldiğinde ne söylediğimi hatırlıyor musun?"

"Doğru," dedim üzgün bir sesle. "Ben hiç kimseyim, neden bir yabancının cevaplarını merak edesin ki?"

"Hayır aptal." dedi, kucağındaki kutuyu ikimizin arasındaki boşluğa bırakırken. "Sensiz daha iyiyiz, demiştim."

"Evet," dedim başımla onu onaylarken. "Onu da demiştin."

Suratımdaki acınası ifadeye bakıp güldü.

"Sahiden aptalsın..."

"Güzel oluyor böyle ya, devam et. E başka neyim mesela? İşe yaramaz, sorun çıkartan, yük, şımarık, bencil..."

"Biraz biraz, bak doğru noktalara değindin." dedi, gülüşünü bastırmadan.

Susup önüme döndüğümde Ekin ve Ege son nefeslerini beton zeminli sahada vermek istercesine basketbol oynamaya devam ediyorlardı.

"Arkadaşımızsın, Nora. Ege'nin de, benim de. Ekin'in zaten..." Ona çevirdiğimde bakışlarımı bana gülümsüyordu.

İçten, gerçek bir gülümsemeydi bu. Ölecek miydim?

"Hepimiz bir şeyler kaybettik. Zor bir yıldı ama geçti. Geçmeye devam ediyor."

"Sen kimsin ve Sıla'ya ne yaptın?"

Önüne gelen saçlarını omzundan arkaya atarken bakışlarını sahaya çevirdi.

"Bazen," dedi ciddileşen ifadesi ile. "Hayat da seni itiyor."

"Senin Ekin'e yaptığın gibi mi?"

Başını usulca salladı. "Benim Ekin'e yaptığım gibi..."

"Bu Melissa konusu, seni neden bu kadar sarstı?"

Kaşları çatıldığında omuzları gerildi. Sahayı ve bizi aydınlatan beyaz sokak ışıklarının altında oturmuş cevapsız sorular hakkında konuşuyorduk. Sıla da en az benim kadar sıkışıp kalmıştı.

"Yani demek istediğim," dedim. "Ekin'in yanında onunla flört eden bir kızı ilk kez görmüyorsun."

"Şimdiye alışmış olmam gerekiyordu değil mi?" Burnundan nefes vererek alayla güldü. "Aslında alıştım. Beni sarsan ya da iten, bu değil."

Sessizce devam etmesini bekledim.

"Bana yetmeyeceğini düşünüyor ama nasıl oluyorsa diğer herkes için yeterli. Bir tek benim için..."

Derin bir nefes alıp sustu.

Haklıydı. Diğer taraftan bakıldığında ise Ekin de haklıydı. Yok olup gitmesinden korkuyordu. Şimdi Sıla'yı tutmak için uzanırsa ve tutamazsa diye korkuyordu. O zaman her şey yok olmuş olacaktı, her şey silinmiş.

Yerimden kalktım, çöpleri toplayıp ilerideki çöp tenekesine attım. Kurabiyenin kutusunu kapatıp Sıla'ya uzattığımda siyah sırt çantasının için sıkıştırdı. "Gel hadi," dedim elimi uzatıp. Elimi tutup yerinden kalktı.

Paslı tel kapıyı ayağımla ittiğimde sahanın içine girdim, Sıla hemen arkamdan ilerliyordu.

Ekin ellerini diz kapaklarına yaslamış derin derin nefes alıyordu. Ege ise hala elindeki top ile savaşıyordu. Kafasındaki sesleri susturamamışa benziyordu.

"Ben doğru mu görüyorum, Ege seni pes mi ettirdi?"

Ekin derin derin soluklanırken duruşunu dikleştirdi. "Delirmiş bu," dedi kesik kesik. "Nefesim kalmadı."

Sıla sırt çantasından çıkarttığı suluğu Ekin'e uzattığında önce bir kısmını başına döktü ardından suyu nefessiz kalmayı yeniden göze alarak yarıladıktan sonra şişeyi bana uzattı. "Ver şuna da içsin biraz, çok su kaybetti."

"Savaş bölgesi orası," dedim Ekin'e doğru eğilip sessizce.

"Nora..." dedi aynı şekilde sessizce. "Sen o cephede çok savaş kazandın, bir kurşun ile devrilmezsin."

"Topla tüfekle saldıracak..." dedim, uzanıp elindeki suluğu alırken. "Bari siz kaçın, canınızı kurtarın."

Ege'ye doğru ilerleyip birkaç adım arkasında durduğumda hala potadan basket topunu ardı ardına geçiriyordu. Üzerindeki siyah tişört sırılsıklam olmuştu. Saçları terden parlıyordu, eşofmanı toz içindeydi ve üstünden çıkartıp fırlattığı kapüşonlusu tellerin üstünde sallanıyordu. Öfkesini uzun süre içinde tutmuştu ve artık dayanamıyordu. Artık bir şeyler yıkması gerekiyordu.

Bir şeyleri değil, onu yıkan şeyleri yıkması gerekiyordu.

"Ege," dedim yumuşak bir sesle. "Su iç biraz."

Elindeki topu potanın demirine fırlatıp hızla bana döndü. "Gerek yok."

Siyah ceketimin kenarını tek elimle tutup önümü kapatırken, diğer elimdeki suluğu ona uzatıyordum hala.

"Çok terledin, hasta olacaksın."

"Nora," dedi Ege burnunun altını kaşıyarak bana doğru yürüdüğünde. "İyiyim ben, sorun yok."

Evet sorun yoktu, alt tarafı sabaha karşı bir saatte henüz güneş doğmamışken, kimsenin yolunu bile bilmediği bir sahil sahasında delirmiş gibi basketbol oynuyordu. Bundan daha normal ne olabilirdi ki?

"Konuşmak ister misin?" diye sordum, cevabının ne olduğunu çok iyi bilsem de.

"Sadece," dedi yerden topu alıp tekrar potaya fırlatırken. "Basketbol oynamak istiyorum."

"Su?" dedim, şirin çıkması için kendimi zorladığım sesimle.

Bana doğru döndü, hızlı birkaç adım attı, suluğu elimden aldı ve kafasına dikti.

İşte bu kadar, suyu içmişti. En azından ilk görev başarıyla bitirilmişti.

"Oldu mu?" dedi, suluğu tekrar bana uzatırken.

"Tişörtünü çıkart." dedim.

Arkamda duran Ekin ve Sıla'ya alaylı bir bakış atıp gülümseyerek bana döndü. "Çocukların önünde, ayıp oluyor."

Abartılı bir şekilde yavaşça gözlerimi devirdim.

"Ege, rüzgar vurdukça daha çok etkiliyor üzerinde ıslak tişört olduğu için. Çıkart şunu."

"Ekin..." diye bağırdı, tişörtü çıkartıp bana fırlattığı sırada. Tişörtü yüzüme çarpmadan önce tutmuştum neyse ki. "Arabadaki biralar yeterince soğumuştur."

"Eve dönelim," dedi Sıla. "Evde içersiniz."

"Niye açık havada bira içme yasağı mı var?"

Sıla'nın düz bakışlarına aynı ölçüde bakarak arkasını döndü ve bu kez altında sadece eşofman varken oynamaya devam etti. Buradan acile gideceğiz gibi görünüyordu.

"Ekin," dedim sakince birkaç adım gerileyip yanlarına ulaştığımda. "Buna ne verdiniz, doping falan mı?"

"Öfke otu yedi o, direkt karışmış kana."

Başımı iki yana sallarken Sıla'ya döndüm. "Bırakalım biraz daha ter atsın."

Ekin kenarda duran diğer topu aldığında yere vurarak yanımıza döndü.

"Sıla..." dedi, gülümseyerek. "Lisede iddiaya girerdik hatırlıyor musun?"

Sıla kollarını göğsünde bağlayıp ona döndü. "Evet, hep seni yenerdim."

Ekin minik bir kahkaha attı. "Çünkü izin verirdim."

"Hadi oradan," dedim ben de güldüğümde. "Sıla seni her zaman alt ederdi."

"Her zaman değil..." dedi Ekin topu etrafımızda daire çizerek sürmeye devam ettiğinde. "Basketbolda değil."

"Ekin," dedim ciddi bir tonlamayla. "Profesyonel sayılırsın, eğer Sıla seni basketbolda yeniyor olsaydı bu pek iyi olmazdı değil mi?"

"Yenebilirim." dedi Sıla kaşlarını kaldırırken.

"Yenebilirsin..." Ekin, tam karşısında durmuş işaret parmağında topu döndürüyordu. "Senin için bile fazla iddialı."

"Seni bu sahaya gömerim Göksoy."

Sıla Ekin'in elindeki topa vurup yer düşmesini sağladıktan sonra öne atılıp topu aldı. "Daha kendi bölgeni koruyamıyorsun."

Ekin yüksek sesle kahkaha attığında biraz kenara çekilip onları izlemeye başladım.

"Biliyor musun Göksoy," dedi Sıla topu diğer taraftaki potaya doğru sürerken. "Kibir bir düşmandır."

Potanın altına ulaştığında zıplayıp topu fırlattı. Top potadan geçtiğinde ellerini iki yana açıp bir bacağını diğerinin önüne uzatarak eğilip selam verdi.

"Bu kadar mı? Tek basket ve sen kazandın, öyle mi?"

Sıla başını yavaşça yana eğip sakin adımlarla Ekin'e doğru yürürken dudaklarını alayla büzdü. "Ha anladım, sen cidden sahaya gömülmek istiyorsan."

Ekin başını geriye itip kahkaha attığında Ege'yi kontrol etmek için arkamı döndüm. Garip bir şekilde sakinleşmişe benziyordu, sahiden de ihtiyacı olan tek şey ter atmaktı herhalde.

"Ege..." diye seslendim. "Gel bak Sıla ve Ekin maç yapacakmış."

"Biz şuna düello diyelim." dedi Ekin. "E tabii ortaya bir de iddia koymak gerekir."

Sıla avuç içlerinin belinin arkasına yaslayıp gerindi. "Sen ne diyorsan o Göksoy."

Ekin Sıla'yı baştan sona süzerken kahkaha atmaya devam ediyordu.

Ege tellerden aldığı siyah kapüşonlusunu giyerek yanıma ulaştığında gözlerini kısıp kapışmak üzere olan ikiliye baktı.

"Nesi var bunların?" dedi başıyla işaret ederek.

"Ter atmaları lazım sanırım onların da, senin gibi."

"Bunun altında bir ima mı var?"

Kaşlarımı çatıp onu ayıplar gibi başımı iki yana salladım. "Asla yok, spor işte zihni açan türden olan."

"Doğru," dedi fermuarını çekerken.

Uzanıp şapkasını başına geçirdim. "Hasta olacaksın."

"Bakarsın Nora," dedi biraz alaylı biraz başından atarak. "Gerçi sen çorba yapmasını bilmiyorsun."

"Aman ne büyük kayıp."

"Çok güzel tatlı yapıyorsun yine de, bu seni kurtarır."

Yapmacık bir ifade ile gülüp karşı karşıya duran Sıla ve Ekin'e döndüm.

"Sen söyle," dedi Sıla kendinden emin bir ifade ile. "Yenilecek olan sensin."

"Ben kazanırsam..." dedi Ekin uzatarak. "Bana yaprak sarması yaparsın."

Sıla başını iki yana sallarken güldü. "Onu normal zamanda da yapardım."

Ekin omuz silkti.

"Peki," dedi Sıla. "O zaman ben kazanırsam, 1 haftalığına arabanın anahtarlarını alırım."

Kaşlarımı çattığımda merakla Ekin'in tepkisini bekledim, Sıla'nın bunu neden yaptığını çözecek kadar aklının yerinde olmasını umdum.

Ekin belli belirsiz gülümsediğinde emin oldum, kesinlikle yerindeydi.

"Benim araba mı?" dedi Ekin işaret parmağını göğsüne bastırırken. "Hayatta olmaz."

Sıla gözlerini kıstı. Bu kez anlaması gereken kişi oydu, Ekin bariz bir şekilde onu kızdırmaya çalışıyordu.

"Bir hafta az mı geldi?" diye sordu Sıla gülümseye çalışarak.

"Yoo yok, sadece arabamı bir saatliğine bile vermem."

Sıla gözlerini kıstığında Ekin'e doğru bir adım attı. "Vazgeçtim," dedi başını kaldırıp iyice yaklaşırken. "Araban sende kalsın, yoksa nasıl hayran bırakırsın kendine birilerini."

Ekin işaret parmağını yüzünün çevresinde dolandırdı. "Şu surata bakar mısın, sence arabaya ihtiyacım mı var?"

Sıla birkaç saniyeliğine duraksasa da hemen toparlayıp gülümsedi.

"Haklısın," dedi fısıltıyla. "Hiçbir şeye ihtiyacın yok."

Topu yerden alıp tekrar arkasını döndü. "5 atan kazanır."

Ekin ona doğru ilerlerken omuz silkti. Sıla elindeki topu yere vururken öne doğru eğildi. Ekin ona biraz fırsat verip top ile alışmasını bekliyordu. O da Sıla gibi eğilmişti ama topu almak için hamle yapmıyordu.

"Sıla kazanır," dedi Ege tam yanımdan.

"Kazanır tabii, Ekin onun herhangi bir konuda kaybetmesine izin vermez."

"Bu kadar romantikleştirmesen olmaz değil mi?" diye sordu alayla.

"Sen romantiklikten ne anlarsın, çocuk kül oldu aşkından sen daha diyorsun ki Sıla kazanır."

Güldüğümde o da bana bakıp güldü.

"Bazen Ekin ve senin bana karşı takım olduğunuzu düşünüyorum." dedi.

"Doğru... Hep yeniliyoruz."

Kaşlarını çattığında devam etmemek için yeniden Ekin ve Sıla'ya döndüm.

Sıla topu bacaklarının arasından geçirip Ekin'e minik bir şov yapıyordu, Ekin ise sadece gülüyordu. Fazlasıyla eğlenen havası ise muhtemelen Sıla'nın sinirini bozuyordu çünkü şu an eğlenmek değil kazanmak istiyordu.

Ekin öne doğru atılıp tek hamlede topu kaptığında bunu yapmasını beklemiyordum. Sıla da beklemiyor olacak ki şaşkınlıkla kaşları havalandı. Ekin beton zeminde topu sürerek potanın altına ulaştığında zıplayarak topu demir delikten içeri fırlattı.

"1-0" diye ilan etti Ege bağırarak.

"Senin benim tarafında olman gerekiyor." dedi Sıla, başını çevirip bizden tarafa baktığında.

"Kesinlikle öyleyim." Ege göz kırptığında Sıla da gülümsedi.

Ben ve Ekin, Ege ve Sıla'ya karşıydı... Sahiden de hep yeniliyorduk.

Ekin topu sürerken Sıla arkasından yaklaşıp elini uzatarak topu almaya çalıştı, ilk seferinde başarılı olamasa da ikinci hamlesinde topu almayı başarmıştı. Sıla potaya doğru topu sürerken Ekin hızlanıp önüne geçti. Sıla topu potaya doğru fırlattığında Ekin zıplasa da topu yakalamaya çalışmadı.

"Birileri arabasından kolay vazgeçiyor gibi." dedi Sıla.

"Birileri de," dedi Ekin kaşlarını kaldırarak. "Erken seviniyor."

Ekin yerden topu alıp sektirmeye başladığında Sıla birkaç adım ilerisinde öne doğru eğildi. "Biliyor musun," dedi Sıla ciddiyetle seken topa bakarken. "Sürekli bunu yapıyorsun, var olan bir şeye yokmuş gibi davranıyorsun?"

Ekin kaşlarını çattığında aynısını ben de yaptım. Sıla, patlamaya çok hazırdı. Melissa'nın Ekin ile gerçekten ilgilendiğini düşünmüş olmalıydı. Oysa Melissa kimseyle ciddi olarak ilgilenmezdi. Hayattan zevk almak için günü kurtarırdı o kadar.

"Mesela..." dedi Ekin topu sektirmeye devam ederken.

Sıla öne doğru atılıp topa vurarak Ekin'in dağılan dikkatini fırsat bilerek topu aldı ve doğrudan potaya doğru koştu.

"Ege," diye bağırdı potanın altına gelince. "Say!"

Top potadan geçtiği an "2-1" diye ilan etti Ege.

"Sen bu maçı alırsın sarışın." diye bağırdım ellerimi ağzımın kenarına kapatarak.

Ekin kollarını iki yana açıp omuzlarını kaldırıp indirdi. "Biz bu maçların hepsini baştan kaybettik sarışın."

Olduğum yerde gülerken Ege bakışlarını üzerime çevirdi.

"Ne?" dedim, ben de ona döndüğümde.

"Hiç." dedi tekrar başını çevirdiğinde.

Umursamamaya çalışsam da bakışlarındaki çözemedim soru sinirimi bozmuştu. Sürekli soruları vardı benim ise cevaplarım yoktu. Olsa bile verilmek için hazır değillerdi.

"Biliyor musun Göksoy," dedi Sıla potadan biraz uzakta basket atmak için hazır dururken. "Çok erken pes ediyorsun."

"Ben pes etmem Sıla ama kazanamayacağım savaşa da girmem."

Sıla başını çevirip ona baktı. Sessizce bir süre durdu öylece. Söylediği şeyin ne anlama geldiğini biliyordu. Söylediği şeyin ne anlama geldiğini bu sahadaki herkes biliyordu. Ekin, Sıla'yı kazanamayacağı bir savaş olarak görüyordu.

Sıla bir süre daha Ekin'e doğrudan bakmaya devam ettikten sonra elindeki topu potaya doğru fırlattı. Top potadan sekip diğer tarafa savrulduğunda ise dağılan dikkatini toplamak için bakışlarını yere indirdi.

Ekin topu alıp geri döndüğünde usulca Sıla'ya uzattı. Teslim olmuştu. Hayatta ve savaşta... Kalbindeki galibiyet Sıla'ya aitti, varsın sahada da o kazansındı. Ekin çoktan teslim olmuştu olmasına ama teslim olduğunu söyleyene kadar hayatta kalamayacaktı.

Sıla dağılan dikkatini toplamak umuduyla topu sürdü ama de fırlattığı top potadan sekmişti.

Ekin topu bir kez daha alıp döndüğünde Sıla'yı potanın biraz ilerisinde durdurup arkasına geçti.

"Ellerini kaldır." dedi, kulağının hemen arkasından. Sıla derin bir nefes aldı, sırtı Ekin'in göğsüne değiyordu ve ilk kez böylesine teslim olmuş görünüyordu.

Belki de aşkta galibiyet diye bir şey yoktu. Belki de aşık olan herkesin payına yenilgi düşüyordu.

Topu iki elinin arasında konumlandırdığı Ekin, bir eliyle Sıla'nın omzunu diğeriyle de bileğini tuttu.

"Dizlerini," dedi sakin bir sesle. "Hafifçe kır." Sıla Ekin ne derse anında yapıyordu. Bu beni gülümsetmişti çünkü Sıla'yı böyle görmek bir kez daha aşka inancımı perçinliyordu.

"Yukarı doğru zıplayıp topu potaya fırlatacaksın." dedi Ekin ellerini çekip bir adım uzaklaşmadan önce.

Sıla dediğini yaptı ve top potadan geçti.

"3-1" dedi Ege, sessizliği yüzünden varlığı unutulmak üzereyken.

"Bu sayılmaz." dedi Sıla, bize döndüğünde. Göğsü inip kalkıyordu, bedeni ona ihanet edip Ekin'e çekiliyordu. Sıla da en az benim kadar teslim olanlar takımındaydı aslında, sadece bunu saklamayı çok iyi başarıyordu.

"Sayılır..." dedi Ekin Sıla'ya dönüp gülümserken. "Aslında kazandın da sayılır."

"Gidelim o zaman." dedi Ege huysuzluğunu yeterince belli ederek. Biraz uyusa, kendine gelirdi belki de.

Sıla onu başıyla onayladığında demir kapıya doğru ilerledi. Ben de arkasından ilerleyip Ekin ve Sıla'ya biraz alan vermeye çalıştım.

Adımları hemen arkamdaydı ve seslerini hala duyabilirdim, hızlandığımda Ege kapıdan çıktı ve arabasına doğru ilerledi.

Ayılmıştı ama yine de araba sürmese iyi olurdu. Barda bu gece fazlasıyla içmişti çalışmasına rağmen.

"Ege," dedim kendimden pek emin olmasam da. "İstersen ben kullanayım."

"İyiyim ben."

Kapıyı açıp içeri geçtiğinde, ben de yan koltuğa binmek için kapıyı açtım.

"Hayret, Ekin ile gitmiyor musun?"

"Sıla arabasız geldi," dedim koltuğa oturduğumda. "Onlar birlikte gitsin."

Kapısını sertçe kapatıp anahtarı çevirdi.

"Neyin var senin?" diye sordum, sadece zarf konusu olamazdı.

"Yok bir şey," dedi yola çıkmak için Ekin ve Sıla'nın arabaya binmesini bekliyordu.

Ekin kendi arabasına bindiğinde Sıla da yan koltuğa geçip oturdu. Gece ya burada bitecekti ya da Ekin'in evine gidecektik. Sorma gereği duymadım. Huzursuz bir şekilde kemerimi takıp kollarımı göğsümde bağladım.

Ana yola çıktığımızda hızlandı, sessizliğimiz sinir bozucu havayı daha da gergin hale getiriyordu.

"Bana da haber versen keşke." dedim bakışlarımı ona çevirmeden, dışarıyı izlerken. "Ruh halin iyi mi kötü mü? Benimle normal mi konuşuyorsun yoksa öfkeli misin? Kızgınlığının geçmesini mi istiyorsun yoksa hayatında bana yer yok mu?" Başımı ona çevirdim, doğrudan yola bakıyordu. "Çünkü artık anlamıyorum Ege."

"Nora," dedi sakince. "Seni bir anda affetmemi bekleme, bana cevaplar ve nedenler vermeden kafamın içinde her şeyi yoluna koymamı hiç bekleme."

Bakışları bana döndüğünde arabayı yavaşlattı. "Ve bil diye söylüyorum, seni affetmenin yakınında bile değilim."

"Birkaç saat önce," dedim sesimin hissettiğim kadar kötü çıkmaması için çaba bile harcamadan. "Bana sarılıyordun Ege, beni yakınında tutmaya çalışıyordun. Benimle..." dedim, buna daha fazla dayanamıyordum. "Şarkı söylüyordun."

"İşte sen hep böylesin," dedi iğneleyici bir ifadeyle. "Küçücük bir adımı kocaman anlıyorsun. Seninle savaşmaktan yoruldum, çok mu zor bunu böyle anlamak. Normal davranıyorum işte mutlu olsana."

"Mutlu olayım?" diye sordum sesimi yükselterek. "Neyinden mutlu olayım, bana sıradan davranmandan mı? Aman ne büyük lütuf."

"Bu Nora, bu kadar... Daha fazlasını şu an yapamam."

"Tamam," dedim sinirle. "Tamam o zaman bunu kollarına, dudaklarına, sürekli kalbimin yakınında atmaya çalışan kalbine de anlat. Çünkü madem sıradan davranacaksın onlar da öyle davranmalı."

Güldü. "Çocuk gibisin."

"Öyleyim," dedim kollarımı göğsümde bağlarken. "Çocuğum ben."

Bir süre daha boş yolda sessizce ilerlediğimizde gözlerimi kapattım. Yorulmuştum ve çoktan uyumam gereken saatleri geçmiştik. Biraz dinlenip sesleri susturmam gerekiyordu. Ege ile böyle gergin ve uzak olmaya alışkın değildim. Sabrım o söz konusu olduğunda tükeniyordu işte. 1 yıl boyunca ondan uzak kalmıştım zaten, neden hala beklemem gerekiyordu? Her şey bir günde olsun istemiyordum sadece bana sarılıyorsa sarılmaya devam etsin istiyordum. Sarıldıktan sonra kollarını çektiğinde daha büyük bir boşluğa düşüyordum neden anlamıyordu? Onu özlüyordum. Onunla uzun uzun konuşmayı, konuşmadan sessizce uzanmayı, birlikte uyumayı, film izlemeyi, saçma sapan televizyon programları ile dalga geçmeyi, o basketbol maçı izlerken yanında telefon ile uğraşmayı, canımın istediği her an onu doya doya öpmeyi özlüyordum. Her bir zerresini her bir zerremin yanında istiyordum. Uzaklıklardan, mesafelerden, sorulardan, cevaplardan, savaşlardan ve kaybedişlerden nefret ediyordum. Onu istiyordum, sadece onu. Koskoca evrenden istediğim tek şey Ege Fırtına'ydı, geri kalan her şey başkalarının olabilirdi. Ben payıma sadece Ege'nin düşmesini istiyordum, bu kadar.

Araba durduğunda gözlerimi yavaşça tekrar açtım. Evin önüne gelmiştik. Benim evimin. Bu gecenin bittiği anlamına geliyordu. Ege sessizce inmemi beklediğinde inmeden önce ona sarılamayacak olmama neden olan bütün sorulara lanet ettim.

Kapıyı usulca açtım. Aşağı doğru yavaşça zıpladım ve ona bakmadan kapıyı kapatıp bahçeden içeri girdim.

Anahtarı bulup kapıyı açtığımda arabanın hareket ettiğini duydum. İçeri girip kapıyı kapatırken de dönüp bakmadım.

Ne olurdu benimle gelseydi, ne olurdu benimle uyusaydı? Ne olurdu cevapsız soruları bir geceliğine daha rafa kaldırsaydı?

Arka cebimde titreyen telefona uzandım. Muhtemelen Ekin mesaj atmıştı onlarla gitmediğimiz için.

Ekranı açtığımda gözlerim şaşkınlıkla büyüdü. Mesaj Ege'dendi.

"Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen.
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu.
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen,
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim.
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor,
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte.

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum."

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

SCORPİON Von Elif ⚓

Kurzgeschichten

5.9K 7.2K 40
Scarpoin: Akrep demektir. Ayşenur, Elif, Ümran ve Hatice Akrep'in kollarını temsil ederken, Şeyma zekasını, Zeynep güzel ve asilliğini temsil etme...
9K 499 25
Kendini hayatı boyunca güçlü bir kadın olmaya adamış şirket sahibi Yıldız zenginliğini her zaman saklamış ve normal insanlar gibi yaşamaya çalışmıştı...
1.7M 88.8K 51
Güven ve cesaret üzerine kurulmuş olan bir kurumda hiç beklenmeyen biri hain çıkarsa ne olurdu? YADA Değer verdiğin , uğruna her şeyden vazgeçtiğ...
600K 62.4K 28
Bugün tam bir ay oldu buraya geleli. Dört duvarın arasındayım. Küf kokuyor burası, biraz da is. Derin bir koku çekiyorum içime, işte diyorum kendime;...