GÖLGE

By deniizkandemiir

4.1M 268K 61.9K

Reklam yorumları yapmayın. "Bir sabah uyandım ve hayatım hiç olmadığı kadar farklıydı." 18 yaşına geldiğinde... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Önemli ~Patili Bildirim~
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Ben Bölüm Değilim!
Bölüm 26
Bölüm 27
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
51. Bölüm
52. Bölüm
Final - Sonun Başlangıcı
DUYURU

Bölüm 45

51.9K 3.9K 1.1K
By deniizkandemiir

14.07.2020 tarihinde bölüm düzenlendi.

Yağmurdan ıslanmış bedenin üzerine esen kış rüzgârı mı daha çok titretir insanı, uzun zamandır çaresizlik içinde beklediği kişinin aniden karşısına çıkması mı? Belli ki benim bedenimi titreten, soğuk havanın yüzüme çarpmasından sonra bir ateşin içinde kavruluyormuş gibi hissettiren o bakışlardı. O bakışların sahibi olan gözler her zaman bu kadar donuk muydu, her zaman uçsuz bucaksız bir kuyuyu andırıyor muydu?

Özlem. O iki derin kuyunun içinde hapsolma, orada kaybolma isteğim başka nasıl açıklanabilirdi ki...

Her ayrıntısıyla inceliyordum onu. Bunu istemsiz yapıyordum. Uyuşturucu bağımlısının bir sürelik mahrumiyet süreci sonrası bulduğu her bir toz tanesini boşa harcamama, içine çekme çabası gibiydi benimki de.

Toprak, arkasında uzanan onlarca mezar taşının, yaprakları dökülmüş kasvetli ağaçların ortasında ilerliyordu. Saçları yağmurdan ıslanmış, olduğundan daha koyu bir renk almıştı. Hemen aşağısında, çatılmış kaşlarının ortasında duran ince bir çukurluk alnına doğru ilerliyordu. Bu ayrıntı bende oraya dokunma isteği oluşturmuştu. Kısılmış mavi gözlerini bir an olsun bile üstümden çekmiyordu. Ne düşündüğünü anlayamıyordum, birbirine bastırdığı dudakları ince bir çizgiden ibaretti. Siyah, kalın bir deri ceketin içine siyah boğazlı kazak giymişti. Acaba üşüyor muydu? Çamura bulanmış siyah postallarının üstündeki siyah kot pantolonu da yağmurdan nasibini almıştı. Gözleri ise kıyafetleriyle zıt renk oluşturuyordu. O mavi, buz mavisi gözler insanın bakmaktan hiç bıkmayacağı kadar güzeldi.

Peki o, ne zamandır orada dikiliyordu?

Tekrardan mavi gözlerine baktım, sonra tekrardan onu inceledim. Her saniye bu döngü devam ediyordu. Şaşkınlığım yerini sükûnete bırakmıştı. Onu aradığım süre boyunca tek bir haber bile alamamıştım ondan, birçok kez de konuşmayı denemiştim ama nafile. Hiçbir zaman cevap yoktu. Başına bir şey geldiğinden de endişelenmeye başlamıştım bir süre sonra. Ama artık ne önemi vardı? Bütün heybetiyle üstüme yürürken sağlıklı olduğu, yaşadığı için mutlu olduğumu hissettim.

Ağzımı açıp ona "Hoş geldin," demek istedim. Bana attığı adımların arasında dudaklarımdan dökülecek bu sözcükler yerine sadece baktım. Dudaklarımdaki tek hareket yukarı kıvrılmak olmuştu. Beğeni ya da mutlulukla değil, yüzümdeki ifade az önce annesine itiraf ettiğimin tam tersiydi. Dudaklarım alayla kıvrılmıştı.

Az önce ağladığım için dolu olan gözlerimden bir damla yaşın daha akmaması için kendi içimde savaş veriyordum. Yüzümün nasıl hala soğuktan donmadığına hayret ettim. Ellerim hissizleşmişti, bacaklarım soğuktan sızlıyordu. O da benim gibi miydi?

Bunca zaman bir kez olsun benimle konuşmamıştı. Ona ağzımı açarsam, sessizlikle kucaklanmaktan endişeleniyordum. Sızlayan parmaklarımı avuç içime yuvarlayıp tırnaklarımı etime bastırdım. Sakin olmalıydım, içimde saklı olan güçlerin bir anda ona karşı açığa çıkmasından endişeleniyordum.

Aramızda en fazla otuz santim bırakarak karşımda durduğunda bir eli sıkıca bileğimi kavradı. Kaşlarım çatılsa da direnmeyişim onu şaşırtmıştı. "Ne işin var senin burada?" Bağırmaktan çok kükremiş gibiydi, sesi mezarlığın ortasında yankılanmıştı. Fakat ben o anda, bu halinden korkmak yerine dudaklarımı biraz daha yukarı kıvırdım.

"Üzgünüm," dedim alayla. "İçimde senin aksine hala insanlık var." Dudaklarımı oynatmak yerine zihnine konuşmuştum. Bu günün, onun için acı verici bir gün olduğunu biliyordum. Benim doğum günüm, annesinin ölüm yıl dönümüydü. Benim için de acı vericiydi, ömrüm boyunca hiçbir doğum günümü saf bir mutlulukla kutlayamayacak ve içimde hep bir acı barındıracaktım.

Bileğimi neredeyse kıracak kadar sıktığında serbest olan elimi havaya kaldırdım. Güçlerimi kullandığımda aniden geriye doğru savruldu ve arkasındaki ağaca sırtını çarptı.

"Bana dokunma," dedim sinirle. Sıktığı bileğimi ovarken onun yaşadığına bir parçamın sevindiğini hissetmiştim. Kendi içimde acınası, ikiye bölünmüş haldeydim. Yine de, onun bu halimi bilmesine hiç gerek yoktu. Annesine anlattığım her kelimeyi duymuş bile olsa bu onun yüzüne karşı itiraf edeceğim anlamına gelmiyordu.

Yüzümde beliren sırıtma dolu olan gözlerimle birleştiğinde onun bakış açısıyla deli gibi görünüyor olmalıydım.

Bileğime, sonra tekrar yüzüme baktığında anlayamadığım bir ifade gözlerini esir almıştı.

Ona ne diyecektim? Ya da o bana ne diyecekti? Başka bir yerde karşılaşsak içimdeki her duyguyu, siniri, mutsuzluğu ona kusmak isterdim ama bunu annesinin mezarında, böyle bir günde yapamazdım. Burada söylediğim sözlerin ne kadar önemi olurdu ki, sıfır. Burada ikimizden de daha önemli biri vardı, her ikimizin de buraya gelmesine sebep olan biri, annesi.

"Git buradan," dedi buz gibi bir sesle. "Seni burada görmek istemiyorum." Bunları, bomboş bakan gözlerini gözlerime kilitleyerek söylemişti. Az önce esip gürlemesini beklerken, şimdi bir hiçmişim gibi hissettiriyordu. Gözlerime tekrar yaşlar hücum etse de kendime engel olmak zorundaydım.

"Seninle burada karşılaşacağımızı düşünmedim," diye itiraf ettim onunki kadar soğuk bir sesle. "Düşünsem başka bir vakitte gelirdim zaten."

Onun yüzünü görmek için yanıp tutuşurken, pişmanlık belirtisi bulmayı beklerken bir duvarla karşılaşmak, bir duvar olmak çok zordu. O bakışların ardında bir şeyler bulmak isterdim ama ne kadar derin bakarsam bakayım hiçbir şey yoktu.

Elini havada sallayıp beni geçiştirdi. Yüzündeki kaslar kasılmıştı ve bakışları hala bomboştu. Çenesini sıkıyordu, bağırmamak için miydi yoksa ağzına gelenleri dökmemek için mi?

"Git buradan gölge," dedi düz bir sesle. "Annemin mezarına bir daha gelme. Çok uzun zaman önce her şey açıklığa kavuştu. İkimizin arasında geçen her şey bir kurmacadan ibaretti." Bu sözleri üzerine, hazırda bekleyen bir gözyaşı ben engel olamadan yanağımla buluştu. "Sen sadece babamın bir piyonusun."

"Biliyor musun," diye fısıldadım. "Seninle aramızda geçen her şey pişmanlık dolu. Geçmişi değiştirme fırsatım olsaydı, hayatımdan seni çıkarıp atmak isterdim. Bugün burada oluşumun seninle bir alakası yok. Bu benim kendi içimde halletmek istediğim bir mevzu."

Göz ucuyla annesinin mezarına baktım. Demek ki oğlunuz beni gördüğünde böyle yapacakmış, diye düşündüm. Sarılmayacak, nasıl olduğumu sormayacaktı. Sadece bir hiçmişim gibi davranacaktı ve ben gerçekten kendimi bir hiç gibi hissedecektim. Benim duygularım olması bir şey değiştirmezdi. Kanlı canlı olmam, fikirlerim, düşüncelerim, duygularım olması hiçbir şeyi değiştirmezdi. Dediği gibi ben sadece bir piyondum ve Toprak'ın onca zaman bana karşı tutumu bir kurmacaydı.

"Bu arada," diye devam ettim. "Ben kurmaca değildim." Bu çıkışıma şaşırmış olduğu gözlerinden okunsa da bir saniye sonra toparlandı ve sanki sıkılıyormuş gibi etrafa bakmaya başladı. Yine de konuşmamı sürdürdüm. "Benim sana karşı, aileme karşı tavırlarım kurmaca değildi. Her zaman bana kızmana ya da güldüğünde alay için gülmüş olmana rağmen sana değer verdim. O yüzden bugün burada suçlu olan biri varsa, o da sensin."

Az önce güçlerimle onu kendimden uzaklaştırdığım için aramızda oluşan birkaç adımlık mesafeyi bir anda kat edip yanıma geldiğinde yukarıdan bana baktı. "Bana bak gölge," diye çıkıştı. "Güzelce söylüyorken git."

Bu sözünün üzerine güldüm, ama ağzımdan çıkan ses acınası bir hırıltıdan ibaretti.

"Annen senin bu halini görse utanırdı," dedim sinirle. O an, söylememem gereken bir şeyi söylediğimin farkına vardım. Kaşları sinirle çatılırken bana doğru uzandı. Bir adım gerilediğimde aramızdaki mesafeyi kapattı ve sinirle soludu.

"Annemin neyi isteyip istemeyeceğini sen mi bileceksin?"

Neden sabır gösteriyorum ki, diye düşündüm. Başımı sallayıp çekip gidebilir ve bu aşağılanmaya, hiçe sayılmaya maruz kalmazdım. Bunca zaman bir umut onu aradığım için miydi, belki. Artık yeterince güçlüydüm ve bana karşı koysa da hırpalasa da sonunda benim galip çıkacağım belliydi.

Bir anda, ne yaptığımın bile farkına varamadan sinirden sıktığı elinin üzerine koydum elimi. Bunu daha önceden yapmış mıydım? Kaçırdığım şeyler o kadar fazlaydı ki hangisine üzüleceğimi bile bilmiyordum. O anda böyle hissetmem normal miydi? Birbirimize kırıcı laflar ederken, onun yüzünden hayatım boka sarmışken benim böyle hissetmem ne kadar normal olabilirdi? Kendimi acınası hissetmeye başlamıştım. Gerçi zaten uzun zamandır böyle hissediyordum. Bazı akşamlar, evimde yalnız kaldığım zaman bastıran ağlama krizleri olduğum yerde çöküp, cenin pozisyonunda uzun süre yatmadıkça geçmiyordu. Tıpkı o an bedenimin durmak bilmeyen sarsılması gibi. Bu yüzden vazgeçemiyor olmalıydım. Pes edersem hiçbir şey değişmeyecekti. O ağlama krizleri yine beni avucunun içine alacak, ben yine etrafta ruhsuz gibi dolaşıp bana hiçbir zararı dokunmayan insanlara sırf biri bana emretti diye zarar verecektim. Benim sadece bedenim güçlüydü. Ruhumun bir krizin uçurumundaydı ve düşmek üzere sabırsızlanıyordu.

Karşımdaki adam, ruhumdaki yaraların en büyük sebebiydi. Ve bu yaralar yine sahibinin sığınağına kaçmak, orada güvende hissetmek istiyordu.

"Git buradan," dedi acı çeker gibi. Sahi, neden öyle çıkmıştı sesi? Avucumun içindeki elini geri çekmemiş, olduğu yerde tutmaya devam etmişti.

Yakın zamanda kesilmiş sakallarına elimi götürmek, yanağını okşamak istiyordum. Bütün bu güzellikleri kaybettikten sonra anlamam ve hala onları istemem normal değildi.

"Bende bunu yapmak için sabırsızlanıyordum," diye mırıldandım, yakınımda olduğu için kaldırmak zorunda kaldığım başımı başka bir yöne çevirerek. "Yüzünü görmek midemi bulandırıyormuş."

"Neden?" dedi bana yaklaşırken. Evet, neden çekmiyorsun elini? Neden çekmiyorum elimi? Bu mesafeden gözlerine bakmak zordu. Bakışlarımı yine ona çevirip, kaşlarının ortasında oluşan derin çukura son kez baktım.

"Çünkü hayatımı mahvettin," dedim fısıldar gibi bir sesle. "İğrenç bir insansın."

"Biliyorum, bu yüzden gitmelisin." dedi benimle aynı tonda. Yanağımdan bir damla daha yaş süzüldüğünde, kendime küfrettim. Bir adım geri çekilip ondan uzaklaşmaya ve buradan ayrılmaya hazırlanırken biraz daha yaklaştı. Başını öne eğmişti. Eli usulca yanağıma ulaşıp gözyaşımı sildi. O sildikçe yerine yenileri eklenirken kalbimin patlayacağını hissettim.

"Uzak dur benden," dedim elimin tersiyle eline vurarak. "Bu gözyaşları senin için akmıyor. Mahvolan hayatıma üzülüyorum, seni tanıdığıma üzülüyorum. Gözyaşlarımı bunca zaman kendim sildim, bundan sonrasında da sana ihtiyacım yok."

Ona sarılmanın verdiği güveni unutacak ne yapmıştım ben? Onun elini uzaklaştıracak, ona dilimi yılan edecek ne yapmıştım? Suçsuz olduğumu bilmek, yaşadıklarımı daha ağır hale getiriyordu.

"Melodi," dediğinde başımı iki yana salladım. Dudaklarının arasından ismimin dökülmesi bana acı veriyordu.

"Sus," dedim sert bir sesle. "Seni burada, annenin mezarının başında öldürmek istemiyorum. O yüzden sus."

Arkamı dönüp gittiğimde, orada durup bana baktı. Peşimden gelmedi, sözleri için af dilemedi ya da hata ettiğini söylemedi. Daha fazla saldırmadı ruhuma, o yara açık kaldı ve kapanmak istemedi.

"Babanın hayatını kararttığımda," diye mırıldandım beni duyamayacağı kadar uzaklaştığım vakit. "O zaman beni öldürmek isteyeceksin ama geri adım atmayacağım."

Yakında hep karşılaşacağız. Sesi kulaklarımda yankılanırken gülümsedim, zihnime konuşmuştu.

Evet, karşılaşacağız, diye düşündüm. Benden nefret etmen için elimden geleni yapacağım.

^^

Continue Reading

You'll Also Like

12.9K 1.3K 6
BİLDİĞİNİZ TÜM KURT ADAMLAR VE VAMPİR HİKÂYELERİNİ UNUTUN. HİÇ BİLMEDİĞİNİZ YERLERE KEŞFE HAZIR MISINIZ? O ZAMAN SENDE KAHVENİ AL GEL ARAMIZA KATIL. ...
1.4K 343 15
Son dönemlerde sosyal medyaya, alışılmışın dışında bir yaşam koçu damga vurmuştu. Söylenenlere göre görüşmeye giden kişileri mutfağına davet ediyor...
2M 87.5K 35
14 yaşında yazdığım bir hikaye. Birçok eksik var farkındayım. Ancak lütfen, 14. En azından burada dursun, 14 yaşında iyi iş çıkardığımı düşünüyordu...
3K 1K 11
Kendi bulundukları ada da kendilerince sakin bir hayat süren Lucy ve Louis kardeşler, bir gün adayı işgale gelen korsanlar yüzünden arkadaşları ile b...