Aşkın Dayanılmaz Çekiciliği

Από beasloove

25M 563K 64.7K

Bilgisayar mühendisliğinden yeni mezun, 22 yaşında, idealist, keçi gibi inatçı bir genç kız: Eylül Şentürk. T... Περισσότερα

BAŞLAMADAN ÖNCE
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
6.BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM
46. BÖLÜM
47. BÖLÜM
48. BÖLÜM
49. BÖLÜM
50. BÖLÜM - FİNAL
GÖRÜŞMEK ÜZERE
EROS'UN OKLARI 1 GOOGLE KİTAPLAR'DA
EROS'UN OKLARI 2 GOOGLE KİTAPLAR'DA
YENİ BİR HİKAYE - KUSURSUZ
MIA KOBO'DA YAYINDA
ÖNEMLİ DUYURU

38. BÖLÜM

333K 8.6K 993
Από beasloove

Şarkı: Pink Floyd - Comfortably Numb

Eylül, restoranda karşılaştıkları ismi Melisa olan o sarışın kadınla Emre'yi dudak dudağa görünce adeta beyninden vurulmuşa döndü. Kafası uğulduyor, kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Kadının üzerindeki bej rengi palto boydan boya açıktı ve altındaki siyah, jartiyerli iç çamaşırı görünüyordu. Koyu renk makyajı, sapsarı uzun saçları ve oldukça iddialı vücuduyla Emre'ye adeta yapışmıştı. Elindeki paketler yere düşünce çıkan sesle ikisi de aynı anda ona doğru dönmüştü.

Gördüğü bu sahne üzerine Eylül arkasını döndü ve delicesine koşmaya başladı. Emre'nin arkasından haykırdığını duyabiliyordu ama ayağındaki topuklu ayakkabılarla hiç durmadan koşmaya devam etti. Taa ki takılıp yere kapaklanıncaya kadar... Çorabı yırtılmış, dizleri kanamaya başlamıştı ama çektiği acıyı hiç umursamadan ayağa kalktı ve gözlerinden sicim gibi akan yaşlarla koşmaya devam etti.

"Eylül dur! Gitme!"

Eylül her ne kadar Emre'nin sesini duyuyor olsa da duramazdı. Bir an önce gitmeliydi. Arabasının önüne geldiğinde adeta kriz geçiriyor gibiydi. Titreyen elleriyle çantasını açıp anahtarını çıkarmaya çalıştı ama başaramadı. Bir süre uğraştıktan sonra nihayet anahtarı buldu ve hemen arabaya bindi. O an Emre'nin koşarak kendisine yaklaştığını görünce arabayı kilitleyip kontağı çevirdi. Emre henüz hareket etmeden ona yetişmiş ve kapıyı açmaya çalışmıştı.

"Eylül lütfen kapıyı aç! İnan göründüğü gibi değil!"

Eylül kapıyı açmadı. Ağlamaktan önünü göremez bir halde arabayı sürmeye başladı. İkinci defa aynı olayı yaşıyordu ama bu seferki bir öncekinden çok daha sarsıcıydı...

EYLÜL EVE GELMEDEN ÖNCE

Emre arabayı deli gibi sürerken bir yandan da söylenmeyi ihmal etmiyordu. Ne yazık ki işle ilgili çıkan bir pürüz nedeniyle istediği gibi erken çıkamamış ve geç kalmıştı. Her ne kadar Fatma Hanım her şeyin hazır olduğunu söylese de yine de erken gitmesi çok daha iyi olacaktı. Eve vardığında saatin sekizi birkaç dakika geçtiğini gördü. Neyse ki Eylül'ün arabası görünürde yoktu...

Arabadan indikten sonra hızlı adımlarla bahçeden geçerek eve doğru yürümeye başladı. Tam salona giriyordu ki salondaki koltukta gayet rahat bir yüz ifadesiyle oturmakta olan Melisa'yı görünce neye uğradığını şaşırdı. Melisa kendisini görünce gülümsemiş ve ayağa kalkmıştı.

"Hoşgeldin sevgilim..."

Emre duyduğu bu cüretkar söz üzerine öfkeden köpürerek bir hışımla Melisa'nın yanına gitti ve kadının kolunu tuttu.

"Ne işin var senin burada? Nasıl girdin içeri?"

Melisa karşısındaki adamın ifadesinden ürkse de gülümseyen bir yüzle konuşmaya devam etti.

"Beni özlemedin mi sevgilim? Birlikte geçirdiğimiz o tutku dolu geceleri, sana verdiğim zevki... Sakın özlemediğini söyleme, çünkü inanmam. Eminim o küçük kız seni tatmin edemiyordur bile."

"Kes sesini! Sen ne utanmaz bir kadınmışsın! Bu kadar mı gurursuzsun! Seni istemediğimi neden anlamıyorsun? Bizim ilişkimiz biteli uzun zaman oldu. Neyin peşindesin hala?"

Melisa sanki bu sözleri hiç duymuyormuşçasına paltosunun kemerini çözmeye başlamıştı.

"Sana çok hoşuna gideceğini düşündüğüm bir sürprizim var..."

Melisa konuşurken bir yandan da paltosunu çıkarıyordu.

Emre bir an sonra Melisa'nın üzerindeki iç çamaşırını görünce ister istemez endişelenmeye başladı. Eylül her an gelebilirdi. Ne yapıp etmeli Melisa'yı bir an önce evden def etmeliydi.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Hemen üzerini giy ve defol git evimden! Yoksa yemin ediyorum elimden bir kaza çıkacak!"

Melisa her ne kadar Emre'nin öfkesinden çekiniyor olsa da bu saatten sonra geri dönemezdi. İçten içe kızın bir an önce gelmesi için dua ederken salonun bahçeye açılan kapısının önünde bir karaltı gördü. Kız gelmişti...

Emre o kadar sinirliydi ki kendine güçlükle hakim oluyordu. Böylesine özel olmasını istediği bir gecede yaşananlara inanamıyordu. Bir an sonra ise nasıl olduğunu anlayamadan Melisa boynuna sarılmış ve ardından da dudaklarına yapışmıştı. Tam Melisa'nın kollarını çekmeye çalışıyordu ki yere düşen bir şeylerin çıkardığı sesi duydu. O an arkasını döndüğünde Eylül'ün hayal kırıklığı ile dolu gözlerini gördü ve tüm dünyası alt üst oldu. Bir anlığına zaman sanki durmuş gibiydi. Sonrasında canından bile çok sevdiği kadın arkasını dönüp gitmişti...

Emre kıpkırmızı olmuş bir yüzle Melisa'ya dönerek kadını omuzlarından tutup sarsmaya başladı.

"Öldüreceğim seni!"

Melisa, Emre'yi daha önce hiç bu şekilde görmemişti. Adamın gözlerinde gördüğü ifade o kadar korkunçtu ki. Saniyeler sonra Emre kendisini bırakmış ve "Kork benden Melisa! Seni mahvedeceğim!" diye bağırarak kapıya doğru koşmaya başlamıştı...

Emre dışarı çıkıp çaresizce koşmaya başlamıştı ki uzakta dizlerinin üzerine çökmüş olan Eylül'ü gördü. Belli ki yere düşmüştü. O an yaşadığı gerginlikle kalbinin sıkıştığını hissetti. Mutlaka Eylül'e ulaşmalı, gerçekleri ona anlatmalıydı. Delicesine koşarken Eylül'ün arabasına binmekte olduğunu görünce hızını daha da arttırdı. Nihayet kızın yanına vardığında her ne kadar çabalasa da Eylül'ü kapıyı açması için ikna edemedi. Eylül arabayı sürmeye başladığında ise çaresizlikle arabasına doğru koştu. Ne olursa olsun Eylül'le konuşmalı, ona her şeyi anlatmalıydı. Sevdiği kadını kaybetmeye katlanamazdı...

"Sakin ol Eylül! Eve kadar dayanmalısın!"

Eylül yanaklarından süzülen yaşlarla arabayı kullanırken bir yandan da kendi kendine telkinler veriyordu. Yaşlar gözlerinden öyle bir akıyordu ki görüş alanı bulanıklaşıyordu. Hala inanamıyordu... Böyle bir şey nasıl olabilirdi akli hayali almıyordu. Kadının o yarı çıplak hali, kollarını Emre'nin boynuna dolayışı gözünün önünden hiç gitmiyordu. Korktuğu şey başına gelmiş, kalbi kırılmış ve yine paramparça olmuştu. Ama bu seferki parçalanış hiçbir şeye benzemiyordu...

Nihayet zar zor apartmanın önüne park ettiğinde başına bir şey gelmeden eve gelebilmesine şaşırmıştı. Çantasını aldıktan sonra tam arabadan inmişti ki koşarak kendisine gelmekte olan Emre'yi gördü.

"Eylül bekle beni! Dur lütfen!"

Eylül telaşlı bir halde kendisine doğru yaklaşan Emre'yi görünce hiç beklemeden apartmana doğru koştu. Bir süre sonra Emre kendisine yetişmiş ve kolundan tutarak onu durdurmuştu.

"Sana dur diyorum duymuyor musun beni?"

Eylül kıpkırmızı gözlerle öfkeli bir şekilde Emre'nin gözlerinin içine baktı. "Ne yüzle karşıma çıkabiliyorsun? Rahat bırak beni! Bitti her şey, duydun mu beni? Bitti!"

"Hayır, hiçbir şey bitmedi, bitemez. Şimdi birlikte yukarı çıkacağız ve beni dinleyeceksin. İnan bana sandığın gibi değil..."

Eylül kolunu sertçe çekti. "Şu halde bile bana emir vermekten kendini alamıyorsun, değil mi? Hiçbir şey dinlemeyeceğim!" Lafını bitirdikten sonra apartmana girdi. Asansörün içine girdiğinde Emre de hemen yanı başında belirivermişti.

"Dinleyeceksin Eylül."

Eylül öldürücü bakışlarını Emre'nin üzerine dikti ve sadece ona kötü kötü bakmakla yetindi. Apartman sakinlerini rahatsız etmemek için içinde iyice büyümüş olan öfke seline hakim oldu.

Evin kapısını zar zor açtıktan sonra içeri girdiler. Eylül elindeki çantayı yere bıraktıktan sonra hiçbir şey söylemeden doğruca salona yürüdü. Emre de darmadağın olmuş bir halde kendisini takip ediyordu.

"Şimdi şuraya otur ve beni dinle. Sen bizi o halde görmeden önce..."

Eylül, Emre'nin konuşmasına izin vermeyerek deli gibi bağırmaya başladı.

"Kes! Sakın bana hiçbir şey anlatma! O iğrenç yalanlarını duymak istemiyorum! Gözümle gördüm sizi! Dudak dudağaydınız! O kadın yarı çıplak bir halde senin boynuna sarılmıştı! Doğru değil mi bu gördüklerim?"

Eylül o kadar öfkeliydi ki adeta sinir krizinin eşiğindeydi. Gözü hiçbir şey görmüyor, kulakları hiçbir şey duymuyor gibiydi. İçinde bulunduğu sinir harbiyle Emre'nin üzerine atılarak yumruklarını adamın göğsüne indirmeye başladı.

"Senden nefret ediyorum! İğreniyorum! Hepiniz aynısınız! Kandırdın beni!"

Emre şok içerisindeydi. Eylül'ün gözlerinde daha önce hiç böyle bir ifade görmemişti. Kızın bakışları vahşi bir hayvanı andırıyordu. Göğsüne inen yumruklara hiç tepki vermezken sakinleşebilmesi için Eylül'e sarılmaya çalıştı ama o hala kollarında çırpınıyordu.

"Hani bana zarar vermeyecektin? Hani kalbimi kırmayacaktın? Hepsi yalandı değil mi? Hepsi bana sahip olabilmek için söylediğin yalanlardı."

Eylül çaresizlik içerisinde konuşurken her ne kadar yumrukları kesilmiş olsa da hala çırpınıyordu. Bir yandan da gözyaşları yanaklarından süzülüyordu...

Emre duyduğu sözlerle kalbinin paramparça olduğunu hissediyordu. Eylül kendisinden açık açık şüphe duyuyor, bir açıklama yapmasına bile izin vermiyordu. Söylediği ağır sözler her ne kadar içine otursa da Eylül'ü anlamaya çalışıyordu. Sevdiği kadının gördüğü sahne gerçekten de kolay hazmedilebilir tarzda bir şey değildi.

"Bırak beni! Artık bana dokunmanı istemiyorum! Bitti! Her şey bitti!"

Emre bu sözleri duydukça kalp atışlarının hızlandığını, kulaklarının uğuldadığını hissediyordu. İzin veremezdi... Sevdiği kadının göz göre göre elinden kayıp gitmesine izin veremezdi. Eylül'ü omuzlarından tutup hafifçe sarstı.

"Kendine gel artık! Melisa nasıl girmiş bilmiyorum ama eve geldiğimde salonda oturuyordu. Gitmesini istediğimi söyledim hatta tehdit ettim ama bir anda üzerime atıldı. Benim bir suçum yok!"

"İkinizden de iğreniyorum! Söylediklerinin hiçbirini duymak istemiyorum! Çık git evimden ve bir daha da karşıma çıkma!"

Emre git gide öfkelenmeye başladığını hissediyordu. Bir türlü derdini anlatamıyor, söylediklerini Eylül'e kabul ettiremiyordu.

"Yeter artık Eylül! Sana kendine gel diyorum! Yine gözün döndü ve mantıklı düşünemiyorsun. Seni bu kadar severken benden nasıl şüphe edersin? Ben sana her şeyimsin diyorum, seninle ilgili geleceğe dair hayaller kuruyorum ama senin şu haline bak. Bu kadar mı güvenmiyorsun bana?"

Eylül bir hışımla Emre'nin kollarından kurtuldu ve deli gibi bağırmaya başladı. Adeta başka bir insana dönüşmüş gibiydi.

"Hepsi yalanmış! O kadar aptalım ki söylediğin her lafa inandım! Seni gördüğüm güne lanet olsun! Yarın ilk işim istifa etmek olacak! Bir daha beni...

Emre istifa lafını duyunca, hiddetten kararmış gözlerle Eylül'ün kolunu tutup onu kendine doğru çekti.

"Hele öyle bir şey yap! Yemin ediyorum bir daha asla beni göremezsin! İşte o zaman her şey biter!"

Eylül, Emre'nin kollarından kurtulmaya çalışırken hissettiği öfkeyle patlamaya hazır bir volkana dönüşmüştü. Bir an sonra ise kendisine daha fazla hâkim olamadı ve adamın yanağına çok sert bir tokat indirdi. Emre'nin şok olmuş ifadesiyle karşılaştığında kendisi de böyle bir hareketi nasıl yapmış olabildiğine inanamıyordu.

"Bunu yapmayacaktın Eylül..."

Emre lafını bitirdikten sonra arkasını döndü ve kapıya doğru yürümeye başladı. Eylül ise az önce yaptığı harekete inanamaz bir halde öylece duruyordu. Kapının oldukça sert bir şekilde kapandığını duyunca olduğu yere yığılıp kaldı. Bu sefer gerçekten de her şey bitmişti...

Emre arabaya doğru yürürken karmakarışık duygular içerisindeydi. Öfkeliydi, kırgındı ama her şeyden önce çok üzgündü. Bu gece Eylül'e evlenme teklif edecekti ama şimdi geldikleri duruma bakınca üzülmemek mümkün değildi. Evet Eylül'ün karşılaştığı sahne kolay kolay açıklanabilecek gibi değildi ama gerçekleri anlatmasına da izin vermemişti ki. Bir an Eylül'ün gözlerindeki o vahşi ifade, kızın kendinden geçmiş tavırları aklına gelince acıyla yüzünü buruşturdu. Her şey bitmiş olamazdı, bu kadar kolay değildi. Büyük bir aşkla sevdiği, her şeyden üstün tuttuğu kadının, bir yanlış anlaşılma yüzünden çekip gitmesine izin veremezdi. Hele istifa etmesine asla...

Eylül ne kadar süre yerde o şekilde oturdu, ne kadar süre ağladı hiç bilmiyordu. Zaman mekân kavramını tamamen yitirmiş bir haldeydi. Ruhu bedeninden ayrılmış gibi hissediyordu. Sanki o akşamı yaşayan kendisi değil de bir başkasıydı. Keşke tüm bunları yaşamasaydı. Keşke o manzarayı hiç görmeseydi. O mülakata hiç gitmese, Emre'yi hiç görmeseydi. Keşke kalbini ona açmasa, ruhunun derinliklerine sızmasına izin vermeseydi. O zaman şimdi bu kadar acı çekiyor olmayacaktı. Sakin ve bir o kadar tasasız hayatını kendi elleriyle mahvetmişti. Şimdi çektiği acı ise daha öncekilere hiç benzemiyordu...

Bitkin bir şekilde koltuğa tutunarak ayağa kalkmaya çalıştı. Gözleri yanıyordu. Yüzünü yıkamalı, kanayan dizlerini silmeliydi. Zar zor lavaboya doğru yürüdükten sonra içeri girdi ve suyu açtı. Önce yüzünü yıkadı, sonrasında da saçlarını, boynunu ıslattı. Ardından da çekmeceden pamuk alarak dizlerini temizledi. Aynadaki aksine bakmadı, bakmak istemedi. Yıkılmış, perişan olmuş halini görmeye katlanamayacaktı. Yüzünü kuruladıktan sonra yatak odasına doğru yürüdü. Üzerindeki kıyafetleri çıkardıktan sonra sadece sütyeni ve külotuyla kaldı. Bir an sonra uzun süredir yatmadığı yatağına bakmaya başladı. Bu yatakta Emre'nin olmuş, tüm kalbini, ruhunu ona vermişti. Bu yatakta defalarca sevişmişler, birlikte uyumuşlardı. Bunları düşünürken gözyaşları yeniden akmaya başladı. Uzun zamandır kilitli olan kalbinin kapılarını Emre'ye açmıştı ama yine kırılmış, paramparça olmuştu...

Bir müddet sonra yatağın üzerindeki örtüyü kaldırdı ve uzandı. Yastığı kokladı ama alabildiği tek koku lavanta kokusuydu. Emre'nin kokusundan bir parça bile eser yoktu. En son annesi ve babası geldiğinde tüm çarşafları değiştirmişti.

"Keşke değiştirmeseydim..."

Eylül yattığı yerde hıçkıra hıçkıra ağlarken onu yıkıp geçen, darmadağın eden adamın kokusunun özlemiyle yanıp tutuştuğu için kendinden nefret ediyordu. O gece ağlaya ağlaya, kabuslarla dolu bir uykuya yelken açtı...

Eve geldikten sonra Emre'nin ilk işi Melisa'yı içeri alan güvenlik görevlisinin işine son vermek olmuştu. Ardından da sinir harbiyle eve girmiş ve yemek odasına gitmişti. Odaya girdiğinde masanın üzerindeki mumların sönmüş olduğunu gördü. Özenle hazırlanmış yemeklere, çiçeklerle kaplı masaya uzun uzun baktı. Bu geceyi hiç bu şekilde hayal etmemişti. Tüm hayalleri yıkılmış, dünyası bir anda alt üst olmuştu. O an hissettiği yakıcı öfkeyle masanın üzerindeki örtüyü çekti ve her şey yerle bir oldu. Tıpkı hayatının bir anda yerle bir olduğu gibi...

Yemek odasından çıkıp merdivenleri tırmanırken öfkesini dizginlemeye çalışıyordu. Yarın ilk işi Melisa'nın yanına gidip, onu kolundan tuttuğu gibi Eylül'ün karşısına çıkarmak olacaktı...

Yatak odasına girdiğinde içindeki öfkenin yerini yoğun bir hüzün aldı. Odanın her köşesinde Eylül vardı. Kıyafetleri, parfümleri, takıları, kedili terliği...

Bir an gözü az ilerideki sandalyenin üzerinde duran pırıltılı mayoya ilişti. Eylül'ün bir gece önce giyip karşısında dans ettiği mayo... Odaya baktıkça yüreğinin daraldığını hissediyordu. Sevdiği kadın yoktu. Tüm evde adeta bir ölüm sessizliği hâkimdi. Odadan gerisin geri çıktıktan sonra çalışma odasına doğru yürümeye başladı. Eylül olmadan o yatakta yatmak istemiyordu. Onun narin bedenini, saçlarının, teninin kokusunu hissetmeden uyumak istemiyordu...

***

Aynı saatlerde Sıla ve Murat İstanbul'a dönüş için uçaktalardı. Sıla sevdiği adamın boynuna sokulmuş mutlu bir ifadeyle gülümsüyordu.

"Ne oldu deniz gözlüm? Ne geldi yine aklına?"

Sıla kafasını kaldırıp Murat'ın bal rengi gözlerinin içine baktıktan sonra "Hiiiç," dedi. "Sadece balayımızı düşünüyordum."

"Çok güzeldi değil mi?"

Sıla kafasını salladıktan sonra "Evet tek kelimeyle unutulmazdı," dedi. "Böyle güzel bir balayı planladığın için çok teşekkür ederim. Beni gerçekten çok mutlu ettin."

Murat yüzündeki geniş gülümsemesiyle Sıla'yı kendine doğru çekerken, "Rica ederim," dedi. "Yüzündeki şu mutlu gülümsemeyi görebilmek için yapamayacağım şey yok. Tek istediğim bana hep böyle aşk dolu, sevgi dolu gözlerle bakman. Bana hep böyle sıkıca sarıl ve beni hiç bırakma..."

Sıla duyduğu sözlerle mest olurken sevdiği adama daha da sıkı sarıldı ve sonrasında balayılarını düşünmeye başladı...

Floransa maceraları gerçekten de tam anlamıyla unutulmaz olmuştu. Michelangelo tepesini gezdikleri günün ertesi otelde vakit geçirip dinlenmişlerdi. Sonraki günlerde ise sırasıyla Uffizi Galerisi'ni, Pitti Sarayı'nı, Boboli Bahçelerini, Santa Croce Bazilikası'nı gezmişler ve yüzlerce fotoğraf çekmişlerdi. Sıla özellikle Uffizi Galerisi'ndeki Boticelli'nin eserlerini gördüğünde çok heyecanlanmıştı. Boboli Bahçelerini gezerken ise yemyeşil bir cenneti andıran bahçenin içerisinde resmen büyülenmişti. Bunların dışında bol bol alışveriş yapmışlardı. Özellikle Floransa'nın deri eşyalarıyla ünlü sokak pazarı Mercato'dan hem kendileri hem de tanıdıklar için bol bol deri eşyalar almışlardı. Floransa'yı temsil eden bir yığın hediyelik eşyanın yanı sıra ünlü mağazalardan da epey alışveriş yapmışlardı. Murat her ne kadar karşı çıkıp suratını assa da Sıla ne yapıp etmiş hem kendisi hem de Eylül için Davut'un minik kopyalarını almıştı. Floransa'ya 3 valizle gelmişlerdi ama şimdi 6 valizle geri dönüyorlardı...

Gündüzleri bu şekilde yoğun ve hızlı geçerken geceleri ne yazık ki her defasında hüsranla bitmişti. Murat'la her seferinde yakınlaşmışlar ve o son noktaya kadar gelmişlerdi ama her defasında korkarak geri çekilmiş ve daha fazla ileri gidememişti. Hissettiği bu korkuyu nasıl atlatacağını bilmiyordu, belki de profesyonel bir yardım alması gerekecekti. Her ne kadar bu duruma üzülse de sonuçta çok güzel bir balayı geçirmişlerdi. Ve en önemlisi birbirlerini çok seviyorlardı...

***

Eylül ertesi sabah gözlerini açtığında dışarıdan gelen yağmurun sesiyle irkildi. Yattığı yerde doğrulup perdeyi araladığında dışarıda tam anlamıyla kıyamet koptuğunu gördü. Perdeyi kapattıktan sonra tekrar yatağına uzandı. Başında korkunç bir ağrı vardı ve şakakları zonkluyordu. Bunun yanı sıra üzerine hiçbir şey giymeden yattığı ve kombiyi de çalıştırmadığı için vücudu buz tutmuştu. Bir an önce kalkmalı ve sıcak suyun altına girip ısınmalıydı. Berbat bir halde yataktan kalktıktan sonra banyoya giderek titreye titreye suyu açtı ve ısınmasını bekledi. Su ısındıktan sonra üzerindekileri çıkararak sıcacık suyun altında girdi ve düşünmeye başladı...

Ne yapacaktı? Gerçekten yüreğini taşlaştırıp istifa edecek ve her şeyi bitirecek miydi, yoksa yine olanları unutup eskiye mi dönecekti? Bir an sonra aklına önceki geceki o yıkıcı sahne gelince musluğu sertçe kapattı ve bir hışımla küvetten çıktı. Bu sefer hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Bu hatanın telafisi, affı olamazdı. Melisa'nın o eve girebilmesi bile başlı başına bir kavga sebebiyken, bir de yarı çıplak bir halde Emre'yle öpüşmeleri kabul edilemez bir şeydi...

Kurulandıktan sonra tekrar odaya dönerek yatak odasına girdi ve dolabını açtı. Kıyafetlerinin neredeyse yarısından fazlası Emre'nin evindeydi ve dolabı iyice boşalmıştı. Bir süre ne giyebileceğine baktıktan sonra siyah bir pantolon ve yine aynı renkte bir kazak alarak hızlıca üzerini giydi. Dolabın kapağını kapattığında aynadaki aksiyle göz göze geldi. Gözlerinin altı çökmüş, bakışları değişmişti. Gördüğü manzaradan rahatsız bir şekilde arkasını döndü ve eğilerek saçlarını kurutmaya başladı. Düşünmemeye çalışıyordu ama aklına sürekli karşılaştığı o berbat sahne, Emre'yle tartıştıkları o anlar ve attığı tokat geliyordu.

"Yeter! Yeter artık düşünmek istemiyorum!"

Saçlarını fön makinasıyla kuruttuktan sonra buklelerini düzeltecekti ama saç maşası da Emre'nin evindeydi. Aynada gördüğü kabarık saçlarına ters ters baktıktan sonra sıkı bir örgü yaparak saçlarını topladı ve alışık olduğunun aksine koyu renk bir göz makyajı yaptı. Bir süre sonra salona girdiğinde kağıdı kalemi eline aldı ve ağlamamak için dudaklarını ısırarak istifa dilekçesini yazmaya başladı. Kalemi bıraktıktan sonra uzun uzun elindeki kağıda baktı. Bu kağıt her şeyin bitmesi demekti...

Hiçbir şey düşünmemeye çalışarak sokak kapısına doğru yürürken gözü bir an parmağındaki yüzüğe ilişti. Emre'nin doğum gününde aldığı yüzüğe hüzünlü gözlerle bakarken boğazındaki yumruyu hissedebiliyordu. Fakat o an kalbini katılaştırdı ve hızla yatak odasına gidip takı kutusunu açtı. Yüzüğün kutusunu aldıktan sonra parmağındaki yüzüğü çıkarıp kutunun içine koydu. Ardından ufak boyutlarda bir karton çanta alıp yüzük kutusunu içine attı. Sonrasında da CKA'e gitmek üzere evden çıktı...

Emre şirkete vardığında sinirden köpürüyordu. Gece boyunca gözünü kırpmamış, sabaha kadar çalışma odasında oturup beynini kemiren düşüncelerle kafayı yemişti. Nihayet sabah olduğunda ise ilk işi Melisa'nın şirketine gitmek olmuştu. Mesai saatine kadar arabada oturup beklemiş ardından da şirkete girip Melisa'yı sormuştu ama kadının sabah erken bir saatte iş için yurt dışına gittiğini öğrenince hem şok olmuş hem de delicesine bir öfkeye kapılmıştı. Şirketten çıkarken ne yapacağını bilememenin verdiği çaresizlikle perişandı. Yol boyunca içi içini yer bir halde bu berbat durumdan nasıl kurtulacağına dair çözüm yolları aramış ama hiçbir şey bulamamıştı...

Asansörle yukarı kata çıktıktan sonra Eylül'ün ofisine doğru hızlı adımlarla yürüdü ve kapıyı açarak içeriye baktı ama sevdiği kadın henüz gelmemişti. Tekrar dışarı çıktıktan sonra telefonunu cebinden çıkararak yeniden Eylül'ü aradı ama cevap yoktu. Sinirli adımlarla yukarı çıktıktan sonra odasına girdi ve ne yapacağını düşünerek bir ileri bir geri yürümeye başladı. Kendine sinirleniyordu, Melisa'ya, onu içeri alan lanet güvenlik görevlisine, Eylül'e, sırayla herkese sinirleniyordu. Bir an sonra kapı çalınıp içeriye Canan Hanım girince ters ters kadının yüzüne bakmaya başladı.

"Ne var Canan Hanım?"

"Londra'daki yazılım fuarıyla ilgili hazırlamamı istediğiniz.."

Emre kadının lafını bitirmesine izin vermeden hırlarcasına konuşmaya başladı.

"Şimdi hiç sırası değil! Lütfen dışarı çıkın ve beni rahatsız etmeyin!"

Canan Hanım şaşkın bir ifadeyle odadan çıktıktan sonra Emre koltuğuna oturdu ve yumruğunu öfkeyle masaya indirdi. Sevdiği kadını kaybederken hiçbir şey yapamıyor olmak ona çok ağır geliyordu...

Eylül CKA'den içeri girdiğinde her sabah geçtiği yerlere son bir kez daha baktı. Bugün bu şirketten bir daha geri dönmemek üzere ayrılacaktı. Her ne kadar perişan olsa da hiçbir şey hissetmemek için kendini zorlayarak İnsan Kaynakları Müdürü Nurgül Hanım'ın yanına çıktı ve istifa dilekçesini sundu. Kadın adeta şok geçirmiş ve neden istifa etmek istediğine dair onu soru yağmuruna tutmuştu. Eylül tüm soruları makul bir şekilde yanıtladıktan sonra eşyalarını toplamak üzere yukarı çıktı.

Odadaki arkadaşları ve özellikle Aslı da aynen Nurgül Hanım gibi istifa haberini şaşkınlıkla karşıladılar. Eylül ise daha iyi ve dolgun maaşlı bir teklif aldığını söyleyerek olabildiğince mutlu görünmeye çalıştı. Masasındaki birkaç parça kişisel eşyasını aldıktan sonra herkesle tek tek vedalaştı ve ardından da ofisten çıktı. Tam da o esnada Can'la burun buruna geldi.

"Günaydın Eylül. Nasılsın?"

Eylül, Can'ın yüzündeki neşeli ve pozitif ifadeyi görünce adamın henüz hiçbir şeyden haberi olmadığını anladı. Elinden geldiğince sakin olmaya çalışarak birkaç cümle ağzında geveledi.

"Ne oldu Eylül? Bu suratının hali ne böyle?"

"Çok üzgünüm. Gerçekten kendimi çok kötü hissediyorum. Bu şekilde ayrılmak iş prensiplerime asla uygun değil ama başka çarem yok. Beni anlayabileceğini düşünüyorum."

Can inanamaz bir halde "Dur, dur bir dakika" dedi. "Sen ayrılmak mı dedin? Ne ayrılması Allah aşkına? Ne saçmalıyorsun sen?"

Eylül ağlamamak için direnirken, "Evet, az önce istifa dilekçemi verdim," dedi.

Can duyduğu sözler büyük bir şok yaşıyordu. Nutku tutulmuş bir halde Eylül'e bakarken, "İyi de neden?" diye sordu. "Emre'nin haberi var mı bu durumdan? Yoksa... Dur bir dakika siz kavga mı ettiniz yoksa? Bak Eylül, eğer her kavgada istifa etmeye kalkışacaksan işimiz var demektir. Sen mantıklı bir insansın, lütfen sakin olmaya çalış."

Eylül daha fazla bu konuşmayı sürdürürse haykıra haykıra ağlamaya başlayacaktı.

"Her şey bitti Can. Bundan sonra ikimiz için de geri dönüş yok. Lütfen bu ani ayrılışım için beni affet. Ne yazık ki bir dakika daha burada durmaya katlanamayacağım..."

Eylül tam yürümeye başlamıştı ki Can'ın elini kolunda hissetti.

"Odama geçelim. Ne olduğunu anlat bana. Nedir seni bu hale getiren şey?"

Eylül kafasını sağa sola sallarken, "Anlatamam," dedi ve ardından yavaşça kolunu çekip yürümeye başladı.

Yavaş yavaş uzaklaşan kızı izlerken Can hemen telefona sarıldı. Kendi haberi olmadığına göre belki Emre'nin de bu istifadan henüz haberi olmamış olabilirdi...

Eylül, Can'ın yanından ayrıldıktan sonra asansöre bindi. Son bir işi kalmıştı. Onu da tamamladıktan sonra her şey bitecekti...

"Günaydın Eylül Hanım! Nasılsınız?"

Eylül kendisine sıcacık gülümsemesiyle bakan Canan Hanım'a zorlukla gülümserken, "İyiyim, teşekkür ederim," dedi.

"Emre Bey'le mi görüşecektiniz?"

"Hayır Canan Hanım. Sadece sizden bir ricam olacak. Bu paketi Emre Bey'e iletebilir misiniz?"

"Tabii ki iletirim ama Emre Bey zaten içeride."

"Sakıncası yoksa ben sizin iletmenizi istiyorum..."

"Elbette yok..."

Eylül yüzüğün olduğu paketi Canan Hanım'a uzatıyordu ki odanın kapısı aniden açıldı ve yüzündeki ürkütücü ifadeyle Emre belirdi. Karşısında duran Emre'yi görünce ne diyeceğini, ne yapacağını bilemez bir halde olduğu yerde dondu kaldı.

"Eylül Hanım, hemen odama gelin..."

Eylül oldukça sert bir tonda söylenen bu sözleri duyunca ifadesiz olmasına çalıştığı bir yüzle odaya doğru yürümeye başladı. Tedirgin adımlarla içeri girdikten sonra kapıyı kapattı ve içten içe büyük bir patırtı kopmamasını diledi.

"Demek istifa dilekçeni verdin ha? Hem de bunun neye mal olacağını bile bile..."

Eylül her ne kadar perişan bir halde olsa da umursamaz bir ifade takındı ve "Sana istifa edeceğimi söylemiştim," dedi omuzlarını silkerek.

Emre duyduğu sözlerle ve umursamaz tavırla adeta çileden çıkmış bir haldeydi. Öfkesine hâkim olmakta o kadar zorlanıyordu ki... Bir an sonra sinirli adımlarla Eylül'ün yanına yaklaştı ve onu kolundan tuttuğu gibi odada bulunan mutfağa doğru götürmeye başladı.

"Delirdin mi sen? Ne yaptığını sanıyorsun?"

"Evet delirdim! En sonunda beni delirttin! Sen ne laf anlamaz, ne başına buyruk biriymişsin!"

Emre, Eylül'ü mutfağa soktuktan sonra onu kendine doğru çevirdi ve öfkeden çarpılmış bir yüzle konuşmaya başladı.

"Hiçbir yere gidemezsin duydun mu beni? O inatçı kafandan çıkar bunu, yoksa...

Eylül, Emre'yi hışımla iterken, "Yoksa ne?" diye hırladı. "Ne yaparsın ha, ne yaparsın?" Daha devam edecekti ama bir an sonra dudaklarına sertçe kapanan dudaklarla neye uğradığını şaşırdı. Bu hareket başta afallamasına sebep olsa da kendini çabucak toparladı ve Emre'yi ittikten sonra elinin tersiyle dudaklarını silerek, "O kadını öptüğün dudaklarını sakın dudaklarıma değdirme!" diye bağırdı. "İğreniyorum senden, nefret ediyorum!

"Ben öpmedim diyorum sana, neden anlamak istemiyorsun? Onu evden çıkarmaya çalışırken daha ne olduğunu anlayamadan dudaklarıma yapıştı. Benim bir suçum yok!"

"Yeter! Duymak istemiyorum! Kes artık! O kadınla restoranda karşılaştıktan sonra ettiğimiz kavgada bana ne dediğini hatırlıyor musun? Bir daha asla böyle bir şeyin olmasına izin vermeyeceğini söylemiştin. Bir düşün bakalım. Hakan'la beni dudak dudağa görseydin ne yapardın?"

Eylül, Emre'nin hiçbir şey söylemeden kendisine baktığını görünce acı bir şekilde gülümseyerek "Cevap vermene gerek yok," dedi. "İkimiz de ne yapacağını çok iyi biliyoruz. Şimdi çekil önümden de gideyim."

Eylül karşısında dikilen adamı ittikten sonra kapıya doğru yürümeye başladı. Bir an sonra ise arkasından gelen tehditkâr sesi duydu.

"Eğer o kapıdan çıkıp gidersen seni kalbimden söker atarım Eylül. Bir daha asla beni göremezsin. Yemin ediyorum bu dediğimi yaparım..."

Eylül az önce çantasına gelişigüzel attığı paketi çıkardı. Emre'nin masasına yaklaştığında kısa bir an duraksadı. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki o an olduğu yere yığılıp kalmaktan korktu. Yüreği yoğun bir ikilem içerisinde sıkışırken bir an sonra elindeki paketi masanın üzerine bıraktı. Ardından da hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti...

Emre tüm bu olanlara inanamaz bir halde sevdiği kadının arkasından bakakaldı. Eylül gerçekten de gitmişti. Sevdiği kadın artık yoktu. Kendisine inanmamış, güvenmemişti. Bunca zamandır yaşadıklarının hiçbir anlamı yoktu. Bir süre sonra masasına doğru yürüyüp Eylül'ün bıraktığı paketi açtı ve içindekini görünce dizginleyemediği bir öfkeyle ortalığın altını üstüne getirmeye başladı...

Eylül arabasına bindiğinde ağlamamak için kendi kendine telkinler veriyordu.

"Lütfen eve kadar dayan Eylül..."

Emre'nin az önceki sözleri aklına geldikçe boğazı düğümleniyor, gözleri yanıyordu. Daha iki gün önce mutlu mesut yaşarlarken her şeyin bir anda yerle bir olmuş olmasına inanamıyordu. Bir an sonra Emre'yle dudak dudağa gördüğü o kadın aklına gelince gözyaşları istemsizce akmaya başladı. Nasıl olmuştu bu olanlar? Aklı hayali almıyordu. Tek bildiği şey kalbinin bir daha asla tamir olamayacak bir şekilde paramparça olmuş olmasıydı...

Sıla sabah saat 10'u geçe gözlerini araladığında Murat'ın hala uyuyor olduğunu görerek gülümsedi. Sevdiği adam gerçekten de uykusuna çok düşkündü. Bir müddet sonra yatttığı yerde dönerek parmaklarını Murat'ın yüzünde gezdirmeye başladı. Murat ise bu temaslarla hafif hafif kıpırdanarak uykulu bir sesle mırıldandı.

"Hımmm çok tatlı..."

Sıla hafifçe kıkırdayarak "Tatlı olan ne?" diye sordu.

Murat gözleri kapalı bir halde Sıla'yı kollarının arasına alarak, "Tabi ki sensin," dedi. Bir süre sonra da sevdiği kadına yaslanarak boynunu öpmeye başladı.

"Aklından neler geçiyor senin?"

Murat, Sıla'nın geceliğinin askısını aşağı indirirken "Çok güzel şeyler sevgilim," dedi boğuk bir sesle. Fakat büyük bir hevesle başladığı dokunuşları en sonunda Sıla'nın gözyaşlarıyla bitti. Sevdiği kadını kollarında sıkıca sararken, "Özür dilerim," dedi üzgün bir sesle. "Çok özür dilerim. Çok sabırsızım değil mi?"

Sıla o kadar üzgündü ki hiçbir şey söylemeden sadece ağlamakla yetindi. Ne zamana kadar bu şekilde sürecekti hiç bilmiyordu. Murat'ı arzulamasına rağmen o son noktaya geldiklerinde hissettiği panikle çekeceğine inandığı acıdan başka hiçbir şey düşünemez oluyordu.

"Hadi Sıla'm. Sil gözyaşlarını. Hem bak sen böyle ağlayınca eminim bebeğimiz de ağlıyordur. Onu üzmek istemezsin değil mi?"

Sıla bu sözleri duyunca hemen ağlamasını kesmiş ve gözlerini silmeye başlamıştı. Bir süre birbirlerine sarıldıktan sonra yataktan kalkmışlar ve üzerlerini giymeye başlamışlardı...

Gece geç saatte eve geldikleri için Sıla abisini aramak istememişti ama işin kötüsü o da kendilerini hiç aramamıştı. Bu durumu oldukça garip bularak telefonuna uzandı ve herhangi bir mesaj olup olmadığını kontrol etti ama hiçbir şey yoktu.

"Ne oldu Sıla? Niye kaşlarını çattın?"

Sıla telefondan başını kaldırdığında, "Abimi merak ettim," dedi. "Bugün geleceğimizi bilmesine rağmen hiç aramadı."

"Unutmuş olmasın."

Sıla kafasını sağa sola sallarken, "Abimin bu gibi ayrıntıları asla unutmayacağını sen de çok iyi bilirsin," dedi.

"E sen ara o zaman."

"Öyle yapacağım zaten."

Sıla abisinin adına dokunduktan sonra beklemeye başladı. Telefon beş altı kez çaldıktan sonra nihayet açılmıştı.

"Merhaba abi, nasılsın?"

Sıla abisinin oldukça kötü gelen ses tonunu duyunca, "Kötü bir şey mi oldu?" diye sordu endişeyle. "Sesin çok kötü geliyor."

Sıla hattın diğer ucundaki konuşmaları dinledikten sonra "Birazdan oraya geliyorum," demiş ve telefonu kapatmıştı.

"Bir terslik mi var?"

Sıla endişeli gözlerle Murat'a bakarak "Abim resmen burnundan soluyordu, doğru düzgün konuşamadı bile," dedi. "Ama anladığım kadarıyla Eylül'le ilgili bir sıkıntı var. Hemen abimin yanına gitmem lazım..."

"Ben de seninle geleceğim. Hadi hemen çıkalım o zaman..."

Sıla ve Murat aceleyle bir şeyler atıştırdıktan sonra evden çıkarak hızla yola koyuldular. Şirketten içeri girdiklerinde hemen en üst kata çıktılar ve Canan Hanım'la kısa bir konuşmadan sonra odaya girdiler...

Odaya girip sağa sola saçılmış eşyaları ve abisinin vahşi bir hayvanı andıran gözlerini görünce Sıla neye uğradığını şaşırdı. Tüm oda tam anlamıyla tarumar olmuştu. Korku dolu gözlerle abisinin yanına gittikten sonra tedirgin bir tonda konuşmaya başladı.

"Abi ne oldu? Bu odanın hali ne böyle?"

Sıla abisinin cevap vermediğini görünce "Eylül'le kavga mı ettiniz?" diye sordu.

Emre bu soruyu duyunca delirmiş bir halde ayağa fırladı ve bağırmaya başladı.

"Bir daha Eylül'ün adını ağzınıza almayacaksınız, anladınız mı?"

Sıla duyduklarına inanamaz bir halde "Niye ki?" diye sordu

"Abi ne oldu, anlatsana..."

Emre Murat'a ters ters bakarken, "Her şey bitti," dedi. "Eylül diye biri benim için yok artık!"

"Abi saçmalama lütfen. Eylül'ü ne kadar çok sevdiğini hepimiz biliyoruz. Bir anlık sinirle lütfen böyle konuşma..."

"Bir anlık sinir değil bu Sıla. Her şey bitti diyorum anlamıyor musun?"

Sıla abisinin kendinde olmadığını düşünerek daha fazla onun üzerine gitmemeye karar verdi. En iyisi bir süre sakinleşmesini beklemek ve ne olup bittiğini Eylül'den öğrenmekti...

Eylül eve girdikten sonra salona girdi ve haykıra haykıra ağlamaya başladı. Adeta tüm sinirleri boşalmış gibiydi. Emre'yle en baştan beri yaşadığı her şey film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Kendisine söylediği sözler, sevgi dolu halleri, sıcacık bakışları... Ama bir an sonra gözünün önünde dün akşamki sahne beliriyor ve nefes alamamasına sebep oluyordu.

Bir anda her şey bitmişti. Bundan sonra Emre olmadan nasıl yaşayacağını ise hiç bilmiyordu. Ona sarılmadan, kokusunu, tenini hissetmeden, sesini duymadan hayatına nasıl devam edecekti? Kısa zamanda ona o kadar bağlanmıştı ki şimdi yaşadığı hayal kırıklığıyla kolu kanadı kırılmış gibiydi. Ağlaya ağlaya yatak odasına girdikten sonra üzerindekileri çıkardı ve spor bir takım giyerek kendini yatağa bıraktı. Uyumak istiyordu. Sadece uyumak, hiç uyanmamak, hiçbir şey düşünmemek ve her şeyi unutmak istiyordu. Bu acıya katlanabilmesi o kadar zordu ki...

Saatler sonra gözlerini açtığında Eylül bir an nerede olduğunu anlayamayarak panik içerisinde doğruldu. Her yer kapkaranlıktı. Saniyeler sonra evde, yatağında olduğunu hatırlayınca baş ucu lambasını açtı. Saat kaçtı, ne kadar süre uyumuştu hiç bilmiyordu. Mutfağa doğru giderken başının döndüğünü, gözünün karardığını hissetti. En son ne zaman yemek yediğini hatırlamıyordu bile. Duvardaki saatin yedi buçuğu gösterdiğini görünce şaşırmadan edemedi. Neredeyse sekiz saattir uyuyordu.

Bezgin bir şekilde buzdolabını açtıktan sonra bakışları boş rafların üzerinde gezindi. Evde kalmadığı için doğal olarak dolapta doğru düzgün yiyecek bir şey yoktu ki zaten canı hiçbir şey yemek istemiyordu. Mutsuz olduğu zamanlar iştahı kesilir, hiçbir şey yemek istemezdi. Ama en azından yaşamını sürdürebilmek için yemek zorundaydı.

Rafta duran çikolata paketini aldıktan sonra salona doğru yürüdü ve çantasını alarak telefonunu çıkardı. O an bir yığın cevapsız aramayı ve mesajı görünce gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Damla, Sıla, Murat, Can, ailesi aramışlardı. Bunun yanı sıra bir sürü de mesaj vardı. Belli ki herkes onu çok merak etmişti ama işin kötüsü kimseyle görüşmek istemiyordu. Tek istediği yalnız kalmaktı...

Tüm mesajları okuduktan sonra önce ailesini aradı ve gayet neşeli olmasına çalıştığı bir ses tonuyla konuştu. Ardından da Damla ve Sıla'ya mesaj çekerek bir süre yalnız kalmak istediğini, kendisini merak etmemelerini, eve gelirlerse kapıyı açmayacağını yazdı. Telefonu masanın üzerine koyduktan sonra çikolata paketini açtı ve yemeye başladı ama bir süre sonra midesi bulanarak bıraktı.

Bir süre boş boş sağa sola bakındıktan sonra televizyonun altındaki dolabı açarak DVD'lere bakmaya başladı. Daha sonra ise sayısız kez izlediği, Pink Floyd'un The Wall filmini alarak DVD oynatıcısına yerleştirdi. Ardından aynen filmin başrol oyuncusu Pink gibi tekli koltuğu televizyonun karşısına çekti ve trans halinde izlemeye başladı. İzlerken bol bol ağladı, özellikle "The Thin Ice" ve "Comfortably Numb" kısımlarında iyice dibe vurdu. O gece üst üste 3 defa bu filmi izledi. Televizyonu kapattığında saat on bire geliyordu.

Tıpkı bir rüyadaymış gibi bilinçsizce lavaboya girdiğinde aynadaki aksine bakmaya başladı. O an gördüğü kişiyi tanımakta güçlük çekti. Sanki aynada gördüğü kişi bir başkasıydı. Uzun uzun bu hiç tanımadığı kişiye baktıktan sonra çekmeceyi açtı ve makası eline aldı. Çok sevdiği o upuzun simsiyah saçlarından bir tutam aldıktan sonra hiç tereddüt etmeden kesti. Daha sonra bir tutam daha kesti. Hiç durmadan deli gibi kesiyor bir yandan da kendi kendine konuşuyordu.

"Gerizekalı, aptal Eylül! Hepsi senin suçun! Kalbini bu kadar çabuk teslim etmeyecektin! Bile bile kendini ateşe attın! Yan şimdi, yan..."

Kestiği saçlar lavaboya düşerken Eylül'ün gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Bir süre sonra işi bitip aynadaki aksini görünce suratı buruştu ve elindeki makası bir hışımla aynaya fırlattı. Olduğu yere yığılırken tek istediği içindeki bu yakıcı acının bir an önce yok olup gitmesiydi...

***

Emre öğleden sonra eve gelip salona girdiğinde gözü dönmüş bir halde bağırmaya başladı.

"Güneş! Güneş, neredesin?"

Evin düzeninden sorumlu olan Güneş telaşla salona girdikten sonra "Buyurun Emre Bey" dedi şaşkın gözlerle.

"Hemen odama çıkacaksın ve Eylül'e ait ne varsa toplayacaksın! Bir tane bile eşyası kalmayacak, anladın mı beni!"

Güneş karşısındaki adamın gözlerinde görmeye alışık olmadığı hayli korkunç ifadeden ürkerek "Tamam Emre Bey," dedi. Daha sonra ise çekingen bir sesle "Peki eşyaları ne yapayım?" diye sordu.

"At ya da yak, ne yaparsan yap!"

Güneş kafasını salladıktan sonra telaşlı adımlarla merdivene doğru yürümeye başladı. Bir yandan da daha iki güne kadar adeta çifte kumrular gibi olan ikiliye ne olduğunu merak ediyordu...

Güneş salondan çıktıktan sonra Emre kendine bir kadeh viski doldurdu. Öğlene kadar şirkette terör estirmiş ama yine de sakinleşememişti. Her şeyden öte gördüğü kadın kendisine inanmamıştı ve bu durum çok ağırına gidiyordu. Eylül gerçekten de bir başka kadınla öpüşebileceğine inanmıştı. Dün akşamdan beri yaşananları düşündükçe hala olan bitene inanmakta güçlük çekiyordu. Oysa daha iki gün önce bu salonda oturup film izlemişler, gece tutkuyla sevişmişlerdi. Kadehteki viskiyi kafasına diktikten sonra her ne kadar arzu etmese de sevdiği kadının o hayran olduğu yemyeşil gözlerini, sıcacık bakışlarını düşünmeye başladı. Birazdan ondan geriye hiçbir şey kalmayacak, evindeki tüm izleri silinecekti. Peki ya kalbindeki izleri, onlar nasıl silinecekti?

Emre bir an sonra ani bir şekilde yerinden kalktı ve merdivenlere doğru koşmaya başladı. Telaşla odaya girdiğinde Güneş'in eşyaları toplamakta olduğunu gördü.

"Çabuk çık dışarı!"

"Ama daha bitirmedim Emre Bey..."

"Çık diyorum sana! Dokunma onlara!"

Güneş karşısındaki adamın tam anlamıyla delirmeye başladığını düşünüyordu. Elindeki eşyaları yatağın üzerine bıraktıktan sonra hızlı adımlarla odadan çıkarak kapıyı örttü.

Kapı kapandıktan sonra Emre yatağın üzerinde duran elbiselerden birini alarak burnuna götürdü. Buram buram Eylül kokuyordu. Tek tek bütün kıyafetleri koklayarak yerlerine koydu. Ardından Güneş'in poşete doldurduğu makyaj malzemelerini, parfümleri, takıları ve diğer bütün eşyaları tek tek çıkararak yerlerine yerleştirdi.

Eylül hala buradaydı, gitmemişti. Her şeyi tekrar düzenledikten sonra Eylül'ün en son giydiği geceliği aldı. Elinde gecelik olduğu halde yatağa uzandıktan sonra burnunu saten kumaşa gömerek sevdiği kadının tekrar kollarında olduğunu hayal etti...

***

Aslan keyifli bir ifadeyle şöminenin başında oturmuş olan biteni düşünüyordu. Her şey tam da tahmin ettiği gibi olmuştu.

"Sonunda..."

Kalbi kırık bir kadını teselli etmek ona büyük bir keyif verecekti. Eylül'ü yeniden görmek için o kadar sabırsızlanıyordu ki... Aklındaki düşüncelerle iyice keyiflenerek telefonunu eline aldı ve saniyeler sonra konuşmaya başladı...

"İyi akşamlar Savaş. Senden bir isteğim olacak. Sana bahsettiğim CKA'de çalışan çok başarılı bir mühendis vardı hatırlıyor musun? İşte o kız CKA'den ayrıldı. Onu çok iyi bir maaşla işe almanı istiyorum. CKA'de ne alıyorsa iki katını teklif et ve lütfen ısrarcı ol. Sakın başka bir şirkete kaptırayım deme. O kız ne pahasına olursa olsun bizimle çalışacak. Yalnız sakın şirketin ortaklarından biri olduğumdan haberi olmasın..."

Telefonu kapattığında Aslan'ın dudakları keyifli bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Az kaldı," diye mırıldanırken kafasında sinsi düşünceler vardı.

beasloove...

--------oo---------

Kendini eve kapatan Eylül

Yeni bölümde görüşmek üzere :*

Συνέχεια Ανάγνωσης

Θα σας αρέσει επίσης

66.5K 5.2K 6
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.
1.2M 70.7K 48
Hale, sosyal medyada yazdığı bir yorumun hayatını bu denli değiştireceğini nereden bilebilirdi ki.
1M 44.2K 42
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
1.4M 43.5K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...