12 GECE | OGÜN ENES

By aytenokay

97.7K 6.9K 3.5K

🌙 WATTYS 2018 | KALP KIRANLAR KAZANANI 🌙 12 GECE | OGÜN ENES O, umursamaz adamdı. Korkmazdı. Üzülmezdi. Kı... More

12 GECE | OGÜN ENES
BÖLÜM 1: ÖLEN YILDIZLI GECELER
BÖLÜM 3: SÖYLE MAJESTELERİ...
BÖLÜM 4: GECE GÜNEŞİ
BÖLÜM 5: ZERDALİ
BÖLÜM 6: DURDURUN DÜNYA'YI KAYBEDECEK VAR
BÖLÜM 7: BENİM GÖLGEM BİR CASPER
BÖLÜM 8: KOL SAATİMDE DAMARLARIN SAKLI
BÖLÜM 9: BU KEFENE ANILAR SARILI
BÖLÜM 10: SESSİZ SİNEMA
BÖLÜM 11: BİR ŞARKI MIRILDAN İÇİNDEN
BÖLÜM 12: GECELER BİZE AİT
BÖLÜM 13: EL FENERİ
BÖLÜM 14: KIRIK GÖKKUŞAĞI RÜZGÂRI
BÖLÜM 15: İNCİNMİŞ BİR ŞİİR YAPRAĞI
BÖLÜM 16: GÖĞE BAKMA DURAĞI
BÖLÜM 17: GECELER SİYAH ÇÜNKÜ OKYANUS MAVİYİ YEDİ
BÖLÜM 18: SEVGİ VE NEFRET
BÖLÜM 19: ESKİ GEMİ
BÖLÜM 20: SATIRLARIMDAKİ PARMAK İZLERİ
BÖLÜM 21: BİLMEZSİN BİR YEL SAVURUR SENİN KOKUNU
BÖLÜM 22: GECEYE FISILDADIM SUSKUN AYRILIKLARI
BÖLÜM 23: BİR YALAN KALSIN SENDEN
FİNAL: HÂLÂ KAPANMAMIŞ YARALAR
12 GECE | MISRA KARATAŞ
BÖLÜM 1: ŞEREFE SEVGİLİM
BÖLÜM 2: SOLUK TENLİ YILDIZLAR
BÖLÜM 3: SEN SÜKÛT BEN MENFİ
BÖLÜM 4: KAYBOLAN SOKAK ARALARI
BÖLÜM 5: KÜF TUTMUŞ YEMİNLER
BÖLÜM 6: ŞEHİR BENİ UNUTMUŞ
BÖLÜM 7: SENSİZLİĞİN EN AĞIR TONUYUM BEN
BÖLÜM 8: DÜŞMANI ZAMAN OLAN KAHRAMAN
BÖLÜM 9: GALATA'NIN KIZ KULESİ
BÖLÜM 10: ÖLÜ KALDIRIMLARDA SÖNEN İZMARİTLER
BÖLÜM 11: SEVMEYİ BİLMEYENLERİN MEYHANESİ
BÖLÜM 12: SATIR BAŞINDA KALBİM HEP KIRIKTI
BÖLÜM 13: BİR İNTİHARA SIĞINAN CİNAYET
BÖLÜM 14: BENİ KALBİNE SOR
BÖLÜM 15: DİNGİN YARALARDAN GEÇMİŞTİR HER FIRTINA
BÖLÜM 16: AÇIK KAFESLERDE BİN BİR CESET
BÖLÜM 17: TENİMDE TUTSAK İZLERİN
BÖLÜM 18: ZAMANIN VE İNSANLARIN ÖTESİNDE
BÖLÜM 19: KARA MAHZENİN KAPILARI
BÖLÜM 20: UÇURUMU YAŞAR GÖZLERİN
BÖLÜM 21: BİR ÖLÜNÜN PENÇESİNDE
BÖLÜM 22: İNTİKAM ÇANLARI
BÖLÜM 23: GÖMÜLÜ SIRLAR
FİNAL: SON PERDE OYUNU

BÖLÜM 2: KÜL KOKUSU

4.9K 290 190
By aytenokay

Düşünün, o kadar çok birikmişsiniz ki artık dilinizin gücü bile yetmiyor anlatmaya. Düşünün, konuşamayan bir kızın diksiyonu düzgün adama delicesine tutulduğunu. Düşünün ve hayal edin. Yaşayın. Birebir onlar olun. Sonra da unutun bizi. Sanki çok sevdiğiniz bir kitabı bir daha okuyacağınıza inanarak kaldırdığınız o rafta unuttuğunuz gibi. Zihninizde gezen birkaç cümleye rağmen yeni bir güne dâhil olduğunuz o kitabın eski sayfalarını düşünün. Sonra da yine unutmuş gibi davranın. Sanki onları hiç yaşamamış gibi... Zaten en iyi yaptığımız şey bu değil miydi? Unutmuş gibi davranmakta çok iyiydik. Ne garip, oysa onun tek bir bakışında bile öldüğünü hissedebiliyorken...

Ogün Enes, kusursuzdu benim gözümde. Benim gibi mızmız değildi. Yeri geldiğinde sempatikliğiyle kendisini sevdirmeyi de bilirdi, yüzü gözü şişecek kadar şiddetli kavgalara girmeyi de... Bazen Tekin Amcam sırf Ogün'ü dinlemek için sustururdu bizi. Anlardım böyle durumlarda utandığını. Yine de karşısındakine çok fazla belli etmezdi kendini. Fakat dediğim gibi, bazen de yüzü gözü şişecek kadar ağır kavgalara dalardı. Koruduğu kişiyi ezdirmezdi bir başkasına... Şakaları sınırlı olurdu hep. Bir adım öteye geçene koyardı sert tavrını. Benim çevrem dışında pek olmazdı arkadaşı. O geçmişini çoktan tozlu raflara kaldırmıştı. Ya da unutmuş gibi davranmakta oldukça iyiydi...

Ben ise çocukluğumdan kalan bu kırıntıların ağırlığını bile taşıyamıyordum. Onun gibi değildim. Çok güçlü olamıyordum. Kafaya takıyordum. Saatler, belki günlerce saplanıp kaldığım o eski yaprakların arasındaki incelmiş kader paragraflarını düşünüyordum. Baştan yazmaya kalkışıyordum, kırık birkaç kalemin ucuyla. Sonra da kırık olan tek şeyin, kalem uçları olmadığını anlıyordum...

Ne de olsa, benim kusurum çok daha derindi. Konuşamıyordum. Ne yaparsam yapayım on iki yaşımdan beri konuşma kabiliyetimi daha fazla kaybediyordum. Aslında o kazadan sonra işitme duyumla da bazı sorunlar yaşamıştım. Fakat sonrasında benden kelimeleri söküp alacağını tahmin edememiştim... Bu rahatsızlığımla ilk tanıştığım günleri hatırlıyorum da, bunu pek kabullenememiştim. Konuşmak için çabalamıştım. Gitmediğimiz doktorlar, almadığım ilaçlar kalmamıştı. Olmadı. Hiçbir şey, bir buz kütlesine dönüşen dilimdeki kurak soğukluğu yitirememişti. Ortasında kaldım. Ölüm beni onunla alıp gidene kadar...

"Bu nasıl?"

Kafamı çevirip Yaren'e baktım. O zaman bileğine taktığı bilmem kaçıncı aksesuarını bana gösteriyordu. Gözlerimi devirip derin bir iç çekmeye başladığımda, "Gidelim artık," diye ellerimle ona tepkimi koydum.

"Dur kızım ya... Daha yeni geldik. Ne gitmesi?" Homurtuları eşliğinde beni kollarımdan tutarak başka bir yöne çevirdi. "Hem sen de bak. Belki güzel bir şey bulursun..."

Ona kafamı sağa sola sallarken bıkkın bir şekilde etrafıma bakındım. Yaren, böyleydi. Bazen çok sert olurdu. Ama bazen de hepimizi şoka girdirecek kadar da güzel giyinirdi. Lagosun altına giydiği kıyafetleriyle, okul çıkışında bir yere gideceğimiz zaman lagosunu çıkararak takılırdı bizimle. Sanırım Yaren'den çalmam gereken birkaç taktikten birisiydi bunlar. Yaren benden bir yaş büyüktü. Çünkü liseye başlar başlamaz yoklama yüzünden çift dikiş olmayı başaranlar grubundaydı. İlk tanıştığımızda onunla pek uyum sağlayamasam da, bu yıl mezun olduktan sonra daha şimdiden nasıl buluşacağımı düşündüğüm nadir insanlardandı işte...

Boş boş etrafıma bakınırken gözlerim bir kolyede takılı kaldı. Öyle ki, ilk başta kaşlarım çatıldı. Ardından onun yanına giderken bulmuştum kendimi. Tam karşısında durduğumda elimi kaldırıp, siyah zincirinin ucunda sarkan elmas görünümündeki yarım Ay'ı avcuma dokundurmuştum. Kolyenin naifliğini süzerken belli belirsiz istemsizce gülümsemiştim. Çok güzeldi...

"Nasıl? Hoş mu?"

Birden yanımda biten Yaren'e irkilmiş ve şaşkın gözlerle ona bakmıştım. Göz göze geldiğimizde kaşlarımı çattım ve kafamı sağa sola salladım. "Ben kapıdayım," diye ellerimle karşılık verdim.

"Hadi ama..." dedi ardımdan sitemle. "Bunu almayacak mısın?"

Yürümeye devam ederken ona kafamı sağa sola sallamıştım. Ardından kendimi dışarıya attım. Birkaç adım ilerledikten sonra camın arkasından Yaren'e bakmaya çalıştım. Gözükmüyordu. Omuzlarım çökerken gözlerimi yumarak derin bir soluk alıp verdim. Birilerine yakalanmaktan nefret ediyordum!

Yaren'i bir süre beklemiştim. Yanıma geldiğinde kestirme yolları, yani ara sokakları kullanarak okulumuza geçiş yapmıştık. Öğleden sonraki iki dersimizden birisinin Tarih, diğerinin Dil ve Anlatım olmasından dolayı biz sayısalcılar daha şimdiden mayışmayı başarmıştık. Dersin ortasında bilmem kaçıncı kez esnerken bir yandan da gözümü çıkarmak ister gibi ovuşturuyordum. Bu esnada önüme atılan büyük bir kâğıt parçasına kaşlarımı çatarak baktım. Kâğıdı elime aldığımda üzerinde yazan KROBOOK'u görmemle Yakup'un el emeği göz nuru dersteki online chatimizi açtığını fark edebilmiştim.

Y@kUp: Yeter gözünü oyduğun, silgisini yürüttüğümün kızı...

Silgi?

Hızla kâğıdı çekip masama baktım. Gerçekten de silgim yoktu. Öfkeli gözlerle Yakup'a baksam da, o daha çok Sercan'la bir şeyin dedikodusunu yaptığı için henüz öfkemi fark edememişti. Kalemi elime alıp kâğıda cevap yazdım.

Silgimi geri ver! Bıktım yeni silgi almaktan. Yiyor musun ne yapıyorsun sen ya!?

Kâğıdı Yakup'un önüne attığımda sohbetini kesip attığımı okumaya başlamışlardı. İkisi de kafasını kaldırıp alaylı bir gülümsemeyle bana baktıktan hemen sonra bir şeyler yazmak için yeniden kafalarını eğmişlerdi.

"Yine ne yapıyor bizim yarım akıllılar?" diye sordu, Zehra.

Kafamı çevirip Zehra'ya baktım. "Can sıkıntısından yine silgime sataşıyor."

Zehra el hareketlerimle anlatmaya çalıştığım derdime eşlik etmek yerine gülmüştü. Sanırım o da silgilerimin failini artık umursamıyordu. Önüme yeniden KROBOOK sayfamız gelince yazdıklarını okumaya başladım.

(Yeni bir gruba alındınız. Profil resminiz: K@n@y@n GhüL)

SerCan vs Y@kUp vs Mısro$ vs Halit Hoca'nın arkadan açılan saçı vs Kayıp Silgi vs Müge Anlı

Y@kUp: Vallah billah tillah yalandır! Benim şâhidim var bi' kere .s .s

SerCan: Dün gece saat 9 sularında herhangi bir hareketlilik belirmezken, babam annemden ansızın bir bardak çay getirmesini istemişti. Üstüne üstlük çayı çay bardağında içtiklerini görünce, o an babamın bu arzusu bende bir merak uyandırmıştı. Fakat ilerleyen saatlerde Yakup tarafından WhatsApp'tan atılan GoT capslerinden sonra şuurumu kaybetmiş ve artık babamı takip edemeyecek kadar etkisiz bir hale getirilmiştim.

Mısra: Sercan, senin baban benim silgimi ne yapsın??? Sercan, bak bana geliyorlar soldan soldan!!!

Zehra yazılanları okurken bir yandan da kıkırdıyordu. Tam kâğıdı onlara doğru fırlatacağım sırada beni durdurdu ve eline aldığı kalemle bir şeyler yazmaya başladı.

Zehra: Çaldığın o silgiyi yerine koy lütfen.

Kâğıdı onlara gönderdiğimizde Sercan'la Yakup bunu beklemiyor olmalılar ki kendi aralarında gülmüşlerdi. Fakat Halit Hoca huylanıp bizlere bakınca hızla yüzlerini ciddileştirmiş ve sanki hocanın dedikleri umurlarındaymış gibi büyük bir ilgiyle ona kafa sallamaya başlamışlardı. Ne zaman Halit Hoca arkasını dönüp tahtaya bir şey yazmaya başlamıştı ki, işte o zaman bizimkiler de kâğıda döktürmeye başlamışlardı. Kâğıdı yeniden önüme attıklarında Zehra'yla birlikte okumaya başladık.

Canan Karatay: Eğer yemekte pek emin değilsen...

Müge Anlı: Aradığın silgiyse, en kaybından...

Halit Hoca'nın arkadan açılan saçı: O zaman başka, açarım saçlarımı hazırım dünden!

Mısra: Geri getirsen bari...

Zehra: Getirsen bari o...

Mısra: Geri getirsen bari...

Zehra: Getirsen bari...

Halit Hoca'nın arkadan açılan saçı: Açılırım diyorum dünden!

Müge Anlı: Hiç düşmüyorsun gündemimden...

Canan Karatay: Ekmek yenilmiş zaten!

Mısra: Geri getirsen bari!

(Ve DJ girişini yapar.)

Yazdıklarına gülmeye başladığımızda Zehra da ağzını kapatarak gülüşünü bastırmaya çalışıyordu. Bu çocuklar gerçekten çatlaktı. Böylesine depresif bir ruh halimdeyken bile beni güldürebilen nadir insanlardandı. Fakat hocalar, öğrencilerin ansızın gelişen mutluluklarını hoş karşılamıyorlardı. Ki öyle de oldu. Halit Hoca öfkeyle bize döndüğünde, sabahtan beri huylandığı kişilere gözü kapalı nişan almış ve elindeki tebeşiri fırlatmıştı. Ama Yakup'la Sercan gibi kaypak öğrencilerinin, kendilerine atılan tebeşiri alıp hocaya nazikçe geri vermelerini ve "Hocam, çok karizmatik vuruyorsun ya... Yemin ederim, tam kalbime isabet etti," diye bir tepki alacaklarını beklemiyor olabilirlerdi.

Ders bitince merakla kafamı çevirip arkamda oturan Yaren'e baktım. Ders boyunca tepki vermeme sebebini ancak o zaman anlayabilmiştim. Uyuyordu. Zehra ise her zamanki gibi onun boynunu gıdıklayarak uyandırdığı için hem uyku sersemi bir güzel sövmüş, hem de sıra arkadaşı Eda'nın kalemliğini ona geçirmeyi başarmıştı. Ben onların atışmalarını izlerken, aniden omzuma atılan kolla kafamı çevirip kolun sahibine baktım. Yakup ise sırıtarak Yaren'le Zehra'nın kavgasını izliyordu. Ardından ona dokunan bakışlarımı hissetmiş gibi kafasını çevirip bana bakmıştı. "Hadi parka gidelim, çekirdekler benden."

Kaşlarım çatılırken kafamı sağa sola salladım. Bu hareketim üzerine o da kaşlarını çatmış ve kafasını yana doğru eğmişti. "Sana bir seçenek sunduğumu hatırlamıyorum hanımefendi..."

Omzundaki kolunu itip ellerimle, "Gitmem gerek," dedim. "Anneme hesap vermekten yoruldum."

"Ne dedi?" diye sordu Sercan'a.

"Gideceğim diyor," diye iç çekerek yanıtladı, Sercan.

Yakup'un gözleri tekrardan beni bulduğunda, yine kolunu omzuma atmıştı. "Yav he kanka, anlatırsın yolda derdini."

O yürümeye başlayınca direnmeye çalışsam da onunla sürüklenmek zorunda kalmıştım. Okuldan çıktık. Parkın yolunu tutana kadar Yakup tarafından rehin alınmıştım. Daha sonra Sercan'la birisini selamlamak adına beni bıraktı. Kızların koluma girmesiyle bu sefer kalan yolu onlarla tamamlamıştım. Parka oturmadan önce girdiğimiz süpermarketteki abur cuburların parasını yine Sercan'a kilitleyip kaçmaya çalışan Yakup, ne yazık ki Yaren tarafından yakalanmıştı. Pıstığı köşeden sürüklenerek, alerjisi varmış gibi farklı reaksiyonik tepkiler gösterdiği kasaya getirildi. Poşetleri ceza olarak Yakup'a taşıttırmaya çalışsak da, Yakup yine mahalle karılarının taklidini üstlenerek hepimizi çileden çıkarmayı başarmıştı. Böylelikle, poşetler grubun içerisinde, sanki belediye bağış yapıyormuş gibi dağıtılmıştı.

Parka girdiğimizde bizim gibi öğrenci gruplarının çoktan birkaç yeri kaptığını görmek bir süre etrafımıza bakınmamıza sebep olmuştu. Bir grubun ayaklandığını gördüğümüzde de, Osmanlı ordusu gibi toplu bir ayaklanmayla onların yerine kurulmuştuk. Her zamanki gibi onlar aldığımız abur cuburları açıp masaya koyarken, ben de önüme dizdiğim bardaklara kola dolduruyordum.

"Yalnız, sen ne horladın be Yaren..." diyerek Yaren'e takılmıştı, Sercan. "Bir annemin durdurmayı bilemediğimiz bozuk kurgulu saati, bir de senin horlaman yarışır..."

Yaren, kaşlarını çatarak Sercan'a baktı. "Sana buradan bir koyarım, son duyduğun horultu mezarlıktaki cesetler olur Serco!"

"Hadi!!!" deyip Cem Yılmaz'ın Çinli'ye kafa tuttuğu gibi, elini düz bir çizelgede alnına yaslamış ve Yaren'e doğru eğilmişti. "Mitsubishi, toshiba, kawasakio..."

Yaren de Sercan'ı kafasından geriye iterek gözlerini devirdi. "Çük kadar beynin var. Atomun yanına koysak senin ki zor bulunur. Bir de bana kafa tutarak, ona ezilmekten humusa dönen nohut gibi darp uygulatma mal çocuk!"

Yakup avcuna doldurduğu çekirdeği çenterken, "O değil de ÖSYM," demişti.

Zehra, "Hatırlatmasan olmuyor değil mi?" diye isyan etti.

"Konu dağıtıyorum kanka ya..." deyip göz kırptı. "Bunlar hep taktik."

"Kanka mı? Kuzeninim lan ben senin!"

Onlar kendi aralarında tartışırken, ben çantamdan çıkardığım telefonumu bildirim var mı diye kontrol ediyordum. Yoktu. Mesaj atmamıştı. Omuzlarım çöktüğünde bir elimle de yüzümü sıvazlıyordum. Acaba şu anda ne yapıyordu Ogün Enes?

"Mısra..." Gözlerimi kaldırıp Yaren'e baktım. O zaman uysal bir şekilde bana sokulmuştu. "İyi misin?"

"Neyi var da?" diye sordu, Yakup.

"Ogün babasını kaybetti ya..."

"Siktir!" dedi Sercan'la neredeyse aynı anda. "Ee, konuşuyor musunuz siz?" diye devam etti, Sercan.

Elimi "Gibi gibi," dercesine salladım.

"Nasılmış?"

"Serco!" dedi öfkeli bir sesle, Yaren. "O kadar ayrıntıya inme istersen..."

Yaren'e aldırış etmeden elimi kaldırıp onlara açıklama yapmaya başladım. "Pek iyi değil. Onunla konuşmakta zorluk çekiyorum. En son gördüğümde çok kötü bir haldeydi."

"Size bir şey diyeceğim ama bana saldırmayacaksınız..." Kafamızı çevirip Yakup'a baktık. O ise gözlerinin odaklandığı şeyi izlemeye devam ediyordu.

"Ne oldu?" diye sordu, Zehra.

Yakup elini kaldırıp bize bir noktayı işaret etti. "Sanırım şurada oturan çocuk, Ogün."

Kurduğu cümlenin kelimeleri aniden üzerime yığıldı. Altında kaldım. Bu sebepten kafamı çevirip ona bakmam çok zamanımı almıştı. Bize uzaktı. Gözünde güneş gözlüğü vardı ama kıyafetlerinin düzensiz duruşundan ruhu gibi darmadağınık olduğunu anlayabilmiştim. Kaşlarım çatıldı, fakat bu öfkeden değil. Kalbimdeki bu sızıntıyı ancak bu ifadeyle tanımlayabilmiştim. Ayağa kalktım, ona doğru yürümeye başladım. Ama aramızdaki mesafe azalsa da o tepkisiz bir şekilde beni takip etmeye devam etmişti. Tam karşısında durduğumda diğerlerinin de peşimden geldiğini fark edebilmiştim. Sessizdi. Sanki bir konuşsa mahşer gününü tadacaktı Dünya... Fırtınalar bile anlatamazdı, içinde kopan o şeyleri. Biliyorum. Çünkü o böyleydi. Belki milyonlarca karakter canlandı onun dilinde, ama hiçbiri bir Ogün Enes'i anlatacak kadar da var olmamıştı. Kendine yarattığı bir karanlığa gömerdi içindeki Ogün Enes karakterini. Kimse bilmezdi, onu öldürdüğünü. Ne de olsa, insanlar onu hep umursamaz adam olarak tanımışlardı...

"Ogün..."

Sercan'ın bu seslenmesinden sonra aramızdaki o ince bağ birden yok oldu. Kafasını çevirip ona bakmıştı. Ben ise onu izlemeye devam ediyordum.

Sercan hüzünlü bir tavırla elini uzatıp onun omzunu sıkmıştı. "Başın sağ olsun. Biz yeni duyduk. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa..."

"Teşekkür ederim," diye sözünü kesti. Fakat bu ses özlem duyduğum o adamın sesine ait değildi. Yorgundu. Fısıltılıydı. "Düşünmeniz yeter..."

Yakup ensesini ovmayı bırakıp o da bir adım öne gelmişti. "Abi sen yine de bize söylemekten çekinme. İllaki bir yerde işine yaradığımız olur."

Ogün belli belirsiz kafasını salladığında tüm sesler susmuştu. Onlar da ne yapmaları gerektiğini pek bilmiyorlardı, çünkü Ogün'ün ilk defa böylesine uzak olduğunu görüyorlardı. Sanki ona kimse erişemeyecek gibiydi. Ona dokundukları anda, tamamen silinip yok olacak gibiydi. Bunu hissetmişlerdi. Belki de bu yüzden, hiçbir ses o bakışmalardan öteye geçememişti.

Sesi, konuşması, tepkileri, hâlâ omzundan düşmekte olan ceketinin bir kolu ve pes etmişliği... Hepsi aynı çatı altında bütünleşti. Hissizleşti. Geriye tek bir şeyi armağan etmişti bana. Acı...

Çünkü ona bakarken, çok şey geçmişti içimden. Birden sarılmakta. Öpmekte. Koklamakta...

Çok şey yapmak istedim içimden. Karşısında ağlamakta. Avuçlarımıza tekrardan fısıldamakta... Dudaklarına parmak uçlarımla dokunmakta...

Ama yapamadım. İzin vermeyeceğinden değil, böylesine parçalara ayrılmış Ogün Enes'in yaralarına dokunmaya cesaret edememiştim. Nasıl kanadığını bilmediğim o yaralarına birden parmaklarımı sürümekten korkmuştum. Onu daha fazla dağıtamazdım...

"Her neyse..." diye derin bir iç çekerken, masanın üzerinde bulunan telefonunu eline alıp ayağa kalktı Ogün. "Siz rahatınıza bakın, benim gitmem gerekiyor."

"Biz de gelelim mi?" diye sordu bizimkiler.

Ogün kafasını sağa sola sallarken yürümeye başlamıştı. Fakat bizimkiler yüzünden, karşısında olan benim yanımdan geçmek zorunda kalmıştı. O yanımdan geçerken onu izlemeye devam ediyordum. O da bana bakmaya başlayınca, o birkaç saniyelik süreçte ister istemez kafalarımız birbirine kenetlenmişti. Ayaklarım onun peşine takıldı. Bunu fark etmişti. Belki de bu yüzden, gelmememi ister gibi aniden kafasını önüne çevirdi ve ilerlemeye kaldığı yerden devam etti.

O benden uzaklaştıkça anladım. Düşen yıldızlarda, hangi dileklerin söndüğünü... Karanlıkta kaybolan birkaç ölü yıldızın, şimdi 12 gecemizde yeniden dirileceğini... Ve birden, hiç ummadığımız bir zamanda, mahşer gününü tattıracaktık Dünya'ya. Çünkü ben, iki farklı Ogün Enes'le tanışmıştım. Birisi eski beni görmek istiyordu. Diğeri ise hâlâ yaralarını sarmamı bekleyen o çocuktu...

Dileklerimde bir kül kokusu bulunsa da, bil ki Ogün Enes, ben senin için kendimi feda etmeye çoktan hazırım... 

ayten okay

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 114K 76
Senin kaderin daha annenin karnındayken çizilmişti Karakuş, Seçim senin. Kaderine boyun mu eğeceksin yoksa kendin ve arkadaşların için savaşacak mısı...
115K 7.9K 44
• Wattys2018 Büyük Buluşlar Kazananı "Ben bu gece, şeytanın peşindeki gözlerimi kapatacağım soğuk bir güneşe. İçimde yanan ateşin kül ettiği duygular...
10.6M 47.5K 11
"Eğer olur ya, olması imkansız da; hani olacağı tutar. Gökyüzünden papatyalar yağarsa, bu senin yüzünden olmalı. İşte o an; zamanı durdurarak ölümlüy...
347 87 4
Kitapta kısa hikayelere yer verilmiştir. .