Tehlikeli Güzel (TAMAMLANDI)

By Darkparadise168

83.3K 4.9K 1K

Tam bir baş belası olan Şebnem'e rastlayıp, onun etkisine kapılan Selim'in hayatı bir anda sakinlikten, hiç d... More

Kaçak
Kimlik
Yanlışlık
Hırsızlar
Av
Kötü Kız
Acaba
Gergin
Gürsoy
Şeytan'ın Tohumu
Yalanın Yuvası
Kan Gölü
Plan
Çıkmaz Yol
-Duyuru-
Travma
Dejavu
Kabus
Geçmişin Sancıları
Ten Kokusu
Derin Korkular
Masa
Lucifer'in Gölgesi
-Bir Küçük Final Meselesi-
Mesaj Sendromu
-Ruhsuz Tren Makinisti-
Zafer Sarhoşluğu
Tehlikeli Güzel
Aşk Kafası
Sonsuzluğa Yolculuk (Final)
"Sonsuzluk ve Ötesi I"

İstenemeyen Kız

1K 93 82
By Darkparadise168

Uzun bir ara oldu ama olsundu. Şimdiden hepinize teşekkürler. Umarım beklediğinize değer. Finale çok az kaldı. :))

ŞEBNEM

"Selim... Kafa bu! Bildiğin kafa! Kafa yani, kesik, hani yarım! Kaşı gözü de duruyor, vallaha kafa!"

"Offff, Şebnem. Amma kafa açtın, sende ya."

"Selim, ağzından çıkanla kulağının duyduğunu aklın alıyor mu, senin, İsmail Abi'ye bağlattın beni burda! Sen açtın kafayı, ben mi açtım? Kutuyu bir açtın, hop kafa! Ben nasıl kafa açabilirim, durup dururken-"

"Şebnem."

"Ne, Şebnem? Ne? Kafa mı bıraktılar insanda, bana bak, Selim! Benim lafımı böyle bölüp bölüp durma yoksa kafanı koparırım senin! Sanki yeterince kopuk kafa yokmuş gibi..."

"Şebnem. Tamam mı? Sakinleştin mi? Kafan yerine geldi mi?"

"Ne çok kafa muhabbeti yaptık, bu durumda."

Selim burukça gülümsedikten sonra tekrar benimle birlikte kutuya baktı.

Bu... Tekrar düşününce ne diyeceğimi bilemedim ve sadece yutkunmakla yetindim. Bu kafayı neden bize göndermişlerdi, hiçbir fikrim yoktu çünkü bu bizden çok Alevhan'ı ilgilendirirdi. O, onun adamıydı. Sanırım adı Burak'tı. Bize yardım etmişti ve şimdi burda... İyi niyetinin karşılığı bu mu olacaktı?

Sakin bir halde Selim'in koluna dokundum ve sesim çok kısık çıktı.

"Selim..."

"Biliyorum, güzelim."

Beni kendine çekti ve saçlarıma bir öpücük bırakırken aynı sakin tonda fısıldadı.

"Biliyorum."

"Onu aramalı mıyız?"

"Alevhan'ı mı?"

Bakışlarında bir şey yakaladım. Bir bıkkınlık ama aynı zamanda korku... Her zamanki kıskançlığın yanına eklenmiş bu bakışlar bana çok şey anlatıyordu. Alevhan'ı orda bıraktıktan sonra onu hayatımızdan büyük ölçüde çıkardığını düşünüyordu ve şu an tekrar bir şeylerin ucunun ona dokunuyor olması, canını sıkıyordu. Hakkı vardı... Ama tek derdi Alevhan da değildi. Bitsin istiyordu, her şey bitsin. Artık içinde sade ikimizin olduğu bir dünya istiyordu. Aynı şeyi bende istiyordum ama şartlar buna bir türlü el vermiyordu.

"Evet. Sonuçta... Onun adamıydı. Gerçi bu onu üzmekten başka bir şey yapmaz, istersen söylemeyedebiliriz."

Derin bir nefes verdi ve gülümsemeye çalışarak kutuyu kapattı.

"Çocuklara soralım da önce. Gerisini sonra düşünürüz."

Telefonunu çıkardı, Bora'yı aramak üzereydi ama son anda durdu.

"Ne oldu?"

"Onları buraya çağırmak istedim ama hem bu durumu, yani bizi henüz açıklamadım, hemde onlar bizden daha fazla kişiler, biz gidelim."

Gülünecek bir durum yoktu ama ortamdaki gerginliği bir nebze olsun hafifletmek istedim.

"Bora'ya açıklamaktan korkuyorsun, değil mi?"

"Ne münasebet!"

"Hadi, itiraf et. Korkuyorsun."

Kutuyu alıp, arabaya doğru yürümek için kapıya ilerlemeye başladı.

"Selimmm."

"Hayır."

"Selim. Hadi ama."

"Bora... Bora'dır işte."

"Yani Bora'dan korktuğunu itiraf ediyorsun."

"Şebnem."

"Efendim, aşkım."

"Uzatma."

"Peki, aşkım."

Bir asker edasıyla onu onaylamama önce okey verdi ama sonra şok olmuş bir ifadeyle kutuyu bagaja bırakıp bana döndü.

"'Efendim, aşkım.', 'Peki, aşkım.' Şebnem... Kafana bir şey mi düştü?"

Bunu söyledikten sonra bagajdaki kutuya baktı.

"Kopuk kafa, sende kafa mı yaptı? Ne oldu da 'Beyim ne derse kabulümdür', durumuna atladın?"

"Aşkım-"

"Aşkım?? Şebnem... Sen iyi misin, yoksa benimle kafa mı buluyorsun?"

"Kafa muhabbetini daha ne kadar uzatabilirsin, diye ibretle izliyorum şu an. Kutudakine saygın olsun az, terbiyesiz."

"Hah! İşte bu benim aşık olduğum kadın, ne oldu sana da kitlendin bir an."

"Ben Bora'ya bizi açıklarken, sana soru yönelttiğim zaman vereceğin cevapların örneklerini vermeye çalışıyordum, sadece."

"Ha, ataerkil bir evlilik durumuna geçtiğimiz falan yok yani, beyim ne derse kabulümdür de yok."

"Üstüme iyilik sağlık! Tabii ki de yok. Kılıbık koca istiyorum ben."

"Kılıbık koca?? Ben kılıbık mıyım, Şebnem?!"

"Değil misin?"

Sinirli bir halde üstüme yürüyünce ciddi anlamda korktum.

"Ne yapıyorsun, be?"

"Kafanı kopartıp, kutudakine arkadaş yaparım senin."

Yüzüme değen sıcak nefesi kafamı karıştırınca cevap vermekte zorlandım ve onu kendimden uzaklaştırdım.

"Aman, Selim ya. Sende amma kafa açtın yani. Çekil şurdan."

Gülümsedi ve yanağımdan makas alıp arabaya binmem için kapımı açtı.

"Buna kibarlık denir, tatlım. Senin kılıbıklıkla karıştırdığın şey yani."

"İkisinin ayrımını gayet iyi biliyorum, hayatım. Sen kendini avutmaya devam et."

O gıcık bir şekilde gülüp kapıyı kapatınca bende daha fazla uzatmadım. Ama kafaydı, yani. Kafa. Bize kafa göndermişlerdi...

SELİM

Bora bize kapıyı her zamankinden daha geç açtı.

"Nerde kaldınız, siz? Eylül saçma sapan, ıgk mıgk bir şeyler geveledi ama hiçbir şey anlamadım."

Hala durumu çakmamış bir halde elimde tuttuğum kutuya uzandı.

"Yoksa, bize de mi yemek getirdiniz?"

"Bora-"

Şebnem'in uyarmasına kalmadan kutuyu aldığı gibi içeri fırlamıştı bile. Bizde tabii ki peşinden... Gerçekten üzerimizdeki kıyafetlerden hiç mi bir şey çakmamıştı yada sadece kutuya mı odaklanmıştı yoksa Eylül bizim sıradan bir yemeğe çıktığımızı falan mı söylemişti, kafamda deli sorular... Şu kafa konusunu bir an önce kapatabilsek keşke.

Bora'nın peşinden içeri girince artık çok geç olduğunu sanmıştık ama kutu açılmamıştı, sadece açılmak üzere öylece duruyordu. Bora tam kutuyu açmak üzereyken son anda bize döndü ve Şebnem'e uzun uzun baktı.

"Bora? Boraaa?"

Şebnem eliyle onun donup donmadığını kontrol eden hareketler yaparken, Bora ciddileşti.

"O yüzük ne lan?"

Anlamadım ve şaşkın cevabıma bir de bakışlarımı ekledim.

"Efendim?"

"Sana demedim, hıyar ağası. Şebnem. O yüzük ne?"

Şebnem'de bu tepkiyi beklemiyor olmalı ki, anlamakta zorluk çekti ve elini kaldırıp sanki yüzüğü ilk defa görüyormuş gibi baktı.

"Hı? Bu mu? Bu şey..."

Önce mırın kırın etmeye çalıştıysa da beceremedi ve gülümsemeye çalıştı.

"Az önce Selim bana evlenme teklifi etti de."

"Evlenme mı teklif etti? Haspama bak sen, ee sonra?"

Şebnem bir süre düşündü ama bundan kurtulamayacağını anladıktan sonra hafif bir korkuyla omuz silkti

"Şey... Sanırım, bende kabul ettim."

Bense tek bir kelimeye takılıp daha yeni yüzüğümü takan, korkak tavşana döndüm.

"Sanırım mı?? Ne demek, sanırım?"

Dirseğiyle beni dürtüp sessizce konuşmaya çalıştı.

"Sussana sen bir ya, görmüyor musun nasıl bakıyor?"

Önce bir Bora'ya baktım, sonra tekrar Şebnem'e baktım, sonra tekrar Bora'ya baktım ve sonra tekrardan son kes Şebnem'e bakıp yutkundum.

"Şebnem..."

"Ne var?"

"Bora neden bana, sanki elinden tek kız evladını almış damatmışım gibi bakıyor."

"Biraz öyle sayılırsın, aslında. Sayılmaz mısın?"

Düşününce bu duruma hak verdim ve Bora'ya gülümsemeye çalışarak baktım ama umduğum yumuşak tavrın aksine onun elini bana doğru açmasıyla, sert bir ses tonuyla karşılaşmam bir oldu.

"Ne sırıtıyorsun, lan sen öyle ayran budalası gibi?"

Herkes şaşkınlıkla Bora ve bizi izliyordu, kutu tamamen unutulmuştu. Kübra kocasını desteklemek ister gibi öne çıkmıştı. Mert ve Sevil koltukta adeta büyükbaba ve büyükanne oturuşu sergiliyordu, Eylül ve Şafak ise Kül Kedisi'nin üvey kardeşleri gibi bu durumla bir köşede eğleniyorlardı. Kübra ve Bora'ya gelinceyse... Evet, kesinlikle Şebnem'in anne ve babasıymış gibi bakıyorlardı.

Saçma sapan bir cosplay durumu içine düşmüştükte, kıyafet kuralına uymadığımız için adamdan mı sayılmıyorduk, anlamamıştım ama bu gariplik biraz daha devam ederse Şebnem'i daha evlenmeden boşayacaktım, tarihin nişandan sonra en hızlı ayrılan çifti biz olabilirdik tabii ben Şebnem'i sevmiyor olsaydım.

Başa gelen çekilir edasıyla son bir denemeyle Bora'ya tekrar gülümsedim.

"Sizden sakladığımız bir durum falan yok aslında, daha yeni oldu. Bizde hala şaşkınız."

Ben, onun da artık gülümseyip bunun bir şaka olduğunu söylemesini beklerken, o ses tonunu daha da yükseltti.

"Sen, sus! Benim sinirimi bozma!"

"Ne bu tavır şimdi?"

"Ne demek, ne bu tavır, saygısız!"

"Ne saçmalıyorsun, sen ya? Saygısız falan, hı? Deminden beri ses yükselten sensin, hala ne tavrından ne saygısızlığından bahsediyorsun? Kafayı mı yedin sen?"

"Sen kiminle konuştuğunu sanıyorsun? Böyle konuşmaya devam edersen, Şebnem'in yüzünü görebileceğine inanıyor musun, bir de utanmadan?!"

Ne olursa olsun, benimde sabrımın bir sınırı vardı. Bora'nın varlığını her ne kadar kabullensem de bu kadarı gerçekten fazlaydı.

"Haddini aşıyorsun, Bora! Yeter-"

Daha sert çıkışmak üzereydim ama Bora bir anda önümde bitti.

"Ne bu hal? Çiçek çikolata olmadan, kız mı istenir?"

Sonra Şebnem'e döndü ve parmağından yüzüğü çıkardı. Benim taktığım yüzüğü çıkardı. Benim kendi ellerimle taktığım yüzüğü bir anda öylece çıkardı.

"Hadi, bu hayta neyse. Peki ya, sen? Kız istemede, gelin ve damat adayının eve en son geldiği nerede görülmüş. Çocuğun ailesi burda kahve bekliyor, sen nerdesin peki, hı? Kim takabilirsiniz dedi size bu yüzüğü? Siz bizi yok mu sayıyorsunuz yoksa?!"

Hassktr ya, şimdi çaktım. Allah kahretmesin, sizi. Bir de üşenmemiş prodüksiyon yapmışlar. Şaşkınlığım geçince ilk defa evdekilere dikkatle baktım, herkes ciddi anlamda kız istemedeki gibi giyinmişti. Bu gerçekten bir cosplaydi.

Sanırım Sevil ve Mert aile büyükleri değil, benim anne ve babam oluyordu. Bora ve Kübra'ysa kasım kasım kasılmışlardı. Gülmemek için kendimi zor tutup durumu anladığıma dair Şebnem'e bir bakış attım, tabii ki de o da bana aynı bakıyordu. Hatta benden daha önce fark edip çoktan suratına bir tebessüm yerleştirmişti bile. Durum özeti. BEN ŞOK!

Şimdi iki seçeneğimiz vardı, kutu hiç yokmuş gibi davranıp en azından bir süre onların bu küçük eğlencelerinin hakkını verebilirdik yada buraya asıl geliş sebebimizi açıklayarak tüm bu uğraşı yerle bir ederek hüsran yaratabilirdik... Bana kalmadan, bu seçimi Şebnem çoktan yapmıştı bile.

"Kusura bakmayın, aksilikler işte. Bir türlü kafamızı uzaklaştıramadık."

Şebnem'in bu imalı cümlesine gülsem mi yoksa ağlasam mı bilemedim ve durumu toparlayıp, kutuyu uzaklaştırmaya çalıştım.

"Evet, gerçekten. Neyse, ben şunu bir ortadan kaldırayım da önce malum acelesi yok."

Şebnem onları oyaladığı için çok sorgulanmadan kutuyu saklamayı başardım. Bir tek Eylül'ün delici bakışlarından kaçamamıştım ki bu beni çokta şaşırtmamıştı, sonuçta kardeşinin ablası... Ona hüzünlü bir bakış atıp sus işareti yaptım ve kafamı olumsuz bir şeyler olduğunu belirten anlamada iki yana salladım. Anlamıştı ama bozuntuya vermeden, gülmeye devam etmişti. Bizim de öyle yapmamız gerekiyordu. En azından kısa bir süre daha...

Şebnem, Eylül ve Şafak kahve yapmaya mutfağa gidince ben Mert ve Sevil'in yanında harbi harbi çocuklarıymış gibi oturup bana hala rolü gereği -aslında yüzde doksan gerçek yüzde on rol gereği böyle baktığını düşünsemde, kendimi avutmam gerekiyordu- sert sert bakan Bora'dan gozlerimi kaçırmaya çalışıyordum.

"Ee, daha daha nasılsınız efendim?"

Mert'e doğru eğilerek, 'Bunu gerçekten sormuş olamazsın' bakışları attım ama beni pekte taktığı söylenemezdi.

"Hamdolsun, efendim. Sizi sormalı. Sizler nasılsınız?"

Bu kez aynı bakışı Bora'ya atmak üzereydim ama benim şaşkın auram onun öfke dolu aurasına çarparak hızlı bir şekilde geri dönmüştü bile.

"Ne olsun, işte. İş güç."

Biri beni öldürsün. Lütfen. Hemen.

"Tabii, efendim. Bu devirde iş güç de zor. Lafı açılmışken, oğlunuz ne işle meşguldürler acaba?"

Gülmemek için dişlerimi o kadar sıkmıştım ki bir an kırılacaklarını düşünmeye başlamıştım. Mert bana bir süre baktı ve sonra gayet ciddi bir tavırla Bora'ya döndü. Bu ortam gerçekten yaşanabilir bir durumun önizlemesi gibiydi. Bu nasıl bir fragmandır bilemem ama gerilim filmi olsa IMBD'sinin 10 üzerinden 10 olacağı garantisini verebilirim.

"Selim, normalde kendi aile şirketimizin CEO'su."

Kendimle övünebileceğim bir işim vardı, bu yüzden şaka maka dinlemeden, Bora'ya yaranabilmek için ona dönüp uslu uslu gülümsüyordum ki Mert resmen ağzıma sçtı.

"Ama ne yalan söyleyeyim, ben kendisini bir kere bile şirkette görmedim. Hayır, yani oğlum diye demiyorum ama tam anlamıyla baba parası yiyor kendisi."

"Ne diyorsun lan se- herkesin bana dik dik bakması üzerine gülümsemeye çalıştım- Ne diyorsunuz, peder bey. Ibtidâen ziyadesiyle münhasır şahsınıza muavenet eyle-"

Ne diyorum lan ben böyle? İyice kaptırdım kendimi, hatta kaptırmakla kalmadım, resmen yüz yıl yaşlandım yemin ediyorum bu ne ya?

"Şey... Yani zamanında size fazlasıyla yardım ettiğime eminim, babacığım. Sadece şu sıralar biraz yoğunum o kadar."

"Neyse canım, şimdiki gençlerin hepsi böyle. Bizim kızda çok iyi bir fotoğrafçıdır normalde. Ama işe o kadar uzun süre gitmedi ki kendi işinden kovulacak diye korkar olduk. Ne bu sorumsuzluk anlamadım gitti."

Bunun bizim mürvetimiz için mi yoksa bizi gömmek için mi düzenlendiğinden gerçekten emin olamadığım dakikalar yaşıyordum. Ne bitmez derdim varmış, benim. Gitti hatır hatır çıkardı yüzüğü kızın parmağından. Ben onu takana kadar neler çektim haberin var mı, Bora Bey! Kolay mı onu geri takmadan öylece olayın kapanmasına izin vermek.

Savaşsa savaş lan. Gelin anasını satayım. Tek seferde gelin hemde. Ah, Şebnem, ah. Yanlış seçim yaptık biz. Koyacaktık kafayı önlerine, sabaha kadar düşünsün dursunlar. Birazda onlar kafa yorsun, bize ne? En azından kafamız rahat olurdu. Hay, kafama ya. Kafa kelimesiyle kurulabilen bu kadar fazla cümle olduğunu daha önce hiç fark etmemiştim, gerçekten...

ŞEBNEM

Mutfağa girmemle ablamın beni sorguya alması bir oldu.

"Nasıldı? Ev güzel mıydı? Yemekler nasıldı? Sana neler söyledi? Romantik miydi yoksa odunumsu bir romantizm mı vardı? Yüzüğü nasıl teklif etti? Ederken ne dedi? Diz çöktü mü? Sen nasıl kabul ettin? Kabul ettikten sonra ne yaptınız? Geçte geldiniz, bana bak, yoksa-"

"Abla! Valla benim konuşma rekorumu ikiye katlama potansiyeli gördüm sende ve bu hiç de hoşuma gitmedi. Kendi sınırlarının dışından benimkilere geçme, lütfen."

Şafak'ın bakışlarının anlamı gayet netti. Ablasının kardeşi... Kahve fincanlarını çıkarırken bir yandan da ablama döndüm.

"Şimdi.. Hangi sorudan başlayacağımı şaşırdım yemin ediyorum ya."

Biraz durup düşündükten sonra o kadar şeyi ifade edemeyeceğimi fark edip, kolaya kaçtım.

"Güzeldi işte, her şey."

Ablam bana wtf bakışları atarak, gözleriyle beni kardeşlikten reddetti.

"Bu kadar mı? Güzeldi. Bu mudur?"

"Yani, ne diyebilirim ki? Hayatımda aldığım en güzel evlilik teklifiydi."

Ablam sinsi bir gülüşle beni dürttükten sonra kulağıma doğru fısıldadı.

"Peki... Nasıl desem? Hayatında aldığın bu ikinci evlilik teklifini mi yoksa ilkini mi tercih edersin?"

Yutkundum ve bir süre durduktan sonra ilk teklifi aklımdan çıkarmaya çalıştım.

"Off, ne saçmalıyorsun abla? Sus yoksa valla cezveyi kafanda kırarım senin."

Cezveye bir baktım da...

"Abla, neden bu cezve aile boyu, orduya mı kahve yapcam sanki?"

"İçerde kaç kişi var haberin var mı senin? Çok konuşmada kahve koy şuna."

Şafak fincanları ayarlayarak, işimi kolaylaştırıyordu ama ben kişi sayısına göre kahve ayarlamaya çalışırken ablamın kulağımın dibinde ötmesi pekte yardımcım olmuyordu.

"Selim nasıldı? Heyecanlı mıydı? Onun o ağır adam hallerine bakınca, onu diz çökerken hayal etmek biraz zor."

"İlk önce unuttu zaten, manyak! Bildiğin kutuyu uzattı öylece."

"Odun ya! Ama sonra çökmeyi akıl etmiştir, inşallah."

Elimle saçlarım topuz olduğu halde onları arkaya atıyormuş gibi yaptım.

"Lütfen yani, bir adama diz bile çöktüremeyeceksem kendime nasıl Şebnem Gürsoy diyebilirim?"

"Bazen kendi egonda boğulman gerektiğini düşünüyorum, sevgili kardeşim?"

"Bende bazen senin bu dünyaya benim tarafımdan öldürülmek için gönderildiğini düşünüyorum, sevgili ablacım."

Gülümsedi ve gözleriyle fincanı işaret etti.

"Taşıyor."

Telaşla kahveyi alıp fincanlara köpüğünü böldüm, bir yandan da söyleniyordum. Şafak, içerideki durumu kontrol etmeye gidince ablam tekrar yanıma sokuldu.

"Selim, biliyor mu?"

"Neyi?"

"Bunun aldığın ikinci evlilik teklifi olduğunu."

"Abla. Gerçekten hiç sırası değil. Şu anı mahvetmek zorunda mısın?"

"Bilmiyor demek... Merak etme... Söylemem. Ama anı mahveden ben değilim, bu an çoktan mahvoldu, değil mi?"

Neyden bahsettiğini bilmediğimi belli eden bir bakışla kafamı kaldırdım.

"Selim'in sakladığı kutuda ne vardı, Şebnem?"

Burukça gülümsedim.

"Bunu sonraya bırakamaz mıyız? Pek iç açıcı bir şey değil çünkü."

"İç açıcı olmadığına eminim... Madem öyle, o zaman artık kahveleri götürsen iyi olur. "

Bir fincanı tepsiden ayırdı

"Bu Selim için."

Aklıma babasının yanında bana içirdiği tuzlu kahve geldi ve sinsice gülümsedim.

"Ona o kadar güzel bir karışım hazırlayacağım ki, siyanür içmeyi tercih edecek."

"Yanlışlıkla öldürmeyesin adamı?"

"O kadar şanslı olduğumu düşünmüyorum, malesef"

Saçma sapan bir sürü şeyi kahveye kattıktan sonra onu mutfakta bırakıp, diğer tepsileri aldım. Ablam köpüklü olanı en öne koydu.

"Unutma, önce Mert'ten başlayacaksın. Selim'in babası rolünde de kendisi."

Yutkundu.

"Kahvesini köpüklü sever."

Acı bir şekilde gülümsedim.

"Unutmamışsın."

"Nasıl unutabilirim ki?"

"Nasıl dayanıyorsun? Gözünün önünde bir başkasıyla-"

"Dayanabildiğimi hiçbir zaman söylemedim..."

Doğru... Onun bu konudaki hislerini hiç dikkate almamıştım. Belki de Mert'i benim tahmin ettiğimden çok daha fazla sevmişti gerçekten.

"Neyse! Hadi kahveler soğumadan götür yoksa tekrar yapmak zorunda kalacaksın, içerdekilerde vicdan namına bir şey yok cidden."

Derin bir nefes alıp içerideki çakma familyaya kahve götürmek için ilerdim. Sakarlığımdan dolayı her an birinin üzerine dökebilirmişim gibi hissediyordum. Şeytan bilerek hepsini sıcak sularda yüzdür diyordu ama ben iyi bir kızım kesinlikle şeytana uymam. Yani... Sayılır. Uyar mıyım yoksa?

"Kahvelerimiz de geldi."

Tıpkı ablamın dediği gibi önce Mert'e kahvesini verdim ve diğer herkese dağıttıktan sonra Selim'im zehrini almak için mutfağa gittim.

"Elinden zehir olsa içerim tabirini, canlı canlı kanıtlanmış olacak beyimiz."

"Bir zahmet, sonuçta Şebnem Gürsoy'la evleniyor."

"First Lady gibi davranmayı bırakta içeri gir artık."

"Eğer bu durumda Selim bir Trump'a dönüşecekse, o zaman First Lady'lik de kusur kalsın."

Göz kırparak ilerledim ve kahveyi Selim'e uzattığımda bakışlarındaki o korkuyu gülerek karşıladım.

"Afiyet olsun."

Selim başını sallarken, başına gelecekleri az çok sezmişti. Peki umrum muydu? Tabii ki, hayır.

Büyük bir zevkle Selim'in kahveyi içip, bozuntuya vermemesini izledim. Suratındaki değişimleri izlemek, kaliteli bir komedi filmi izlemek gibiydi. Resmen kendi içime içime gülüyordum, şu an.

Selim gözlerini bana dikmiş, sanki beni öldürecekmiş gibi bakıyordu. Hakkı vardı ama olsundu, zaten gurur duymuştum onunla, şaka maka çocuk sesini bile çıkarmadı ya. Ne kadar da tatliş bir nişanlım var benim be, vay anasını ya. Yine dart tahtasını tam kırmızı noktadan vurdum, süperim.

Sevgili, egom. Lütfen artık içimde fısır fısır konuşup beni gaza getirmeyi bırak, hayır zaten zirve olan özgüvenimi daha ne kadar yüceltebilirsin, özgüven tamam ama kibir tövbe haşa.

Egomun kısaca kulağını çektikten sonra, söze girmek üzere olan Mert'e baktım. Gerçekten çok ciddi bir duruş sergiliyordu, evet her zamankinden daha ciddi.

"Evet, kahvelerimizi de içtiğimize göre... Efendim, sebebi ziyaretimiz belli. Çocuklar birbirlerini görmüş, sevmişler ki bunları bu egoyla zaten birbirlerinden başla kimse almazdı, başımıza kalacaklardı mazallah, o yüzden iyi de etmişler. E, bize de saygı duyup bu ömür törpülerini evimizden şutlamak- öhm, pardon yani, kendi yuvalarını kurmaları için onlara izin vermek düşer. Allah'ın emri peygamberin kavliyle, kızınız Şebnem'i hayta oğlumuz -Sinirden gülen Selim'in sırtına sertçe vurdu- Selim'e istiyoruz, efendim."

Selim'in şu an sinirden dişlerini sıktığını görüp ona hak veriyordum elbette. Bu nasıl bir gömme dolaptır, arkadaşım! Göm hep göm. Kayınpeder mayınpeder dinlemeden, tırnaklarımla suratına egomu kazıycam o olacak yani.

"Ne desem bilemedim, şimdi."

Bora kendini role fazla kaptırıp beni vermemek gibi bir saçmalık yapmaz heralde diye ben kendi kendime kafamda kurarken, o bana hiçbir renk vermemeye devam ediyordu.

"Valla, beyefendi. Devir çok değişti, e haliyle evlilikler de değişti. Millet bir gün eevlenip, ertesi güne boşanıyor."

Bora'nın ciddi ciddi eski kafalı adam muhabbeti yapması bende şok etkisi yaratmıştı, hatta ve hatta söylediklerinin çocuğunu anlamadığım gibi kurduğu her cümle bana aynı gelmişti. Bakınız.

"Bla, bla, bla ve bla zaten bla hep bla, ille de bla, vallahi bla. Bla azizim bla, bu anam için bla, bu babam için bla, bu da kendim için bla. Bla da bla. Hep bla, çok bla. Bla anam, bla, bla babam bla, bla gardaşım bla, topraktaki taş sana da bla, gökteki kuş sana da bla, bla-"

"Aa, yeter! Yani, şey... Babacım, yeter ama dimi artık? Sencede yaptığın bu tek taraflı muhabbet fazla uzamadı mı? Artık asıl olaya dönsek?"

Bana garip bir şekilde, sen kaşındın bakışları arttıktan sonra, boğazını temizledi ve sadece benim görebildiğimden emin olduğum saniyelik bir pc gülüşüyle önüne döndü.

"Doğru. Şimdi, öncelikle oğlunuza sormak gerekir, hani Şebnem bu yani, evlenmek istediği kişi. Şebnem... Neden bu yaşta, intihar girişimde bulunmak istediğini sorarlar adama. Hemde böyle bir yolla."

Tam ağzımı açıp Bora'ya saydıracaktım ki motorlu tüfek gibi makineye bağladı, ne diyorum ben ya, benimde kafamı karıştırdı, dana. Makineli tüfek gibi motora bağladı işte, aman.

"Laf dinlemez, söz dinlemez, hastayken ayrı huysuz, yorgunken ayrı huysuz, pasaklı, ukala dümbeleğinin biri. Senin ak dediğine o sırf zevkine kara der, sen kara dersin kabul edersin, yalancısın o aslında ak der sonuç itibariyle hep haklıdır. Gece yatmaz, sabah kalkmaz, kalkarsa da insanın burnundan getirir, kafein bağımlısıdır, saçma sapan zamanlarda kendi kendini hastanelik eder, seni çok umursamaz genelde hep kafasına göre takılır, her gün on ayrı erkeğin ilgisine maruz kalır -Selim kravatını gevşetti- ki onu da abaza statüsünün köşesinden geçmeyen mankenler olur genelde -Sinirli bir yüz hattıyla yakasını çekiştirdi.- Mesaiye kalır geç gelir, iş yemeğine olur olmadık yerlere, olur olmadık insanlarla gider, sık sık ülke gezer, bir gider üç ay dönmez."

İçimden oha oha diye bağırıp kendimi paralıyordum ama her araya girmek istediğimde Bora daha da üste çıkıyordu.

"Sabır namına bir şey yok, işine geleni anlar, işine gelen bir kulağından girer öbüründen çıkar. Çirkeflikte ondan sorulur, kıskançlıkta, hayır yani evladım diye demiyorum, doğduğunda anlamıştık biz bunun böyle olduğunu. İnsanlığa faydam olsun diye çöle gidip bırakacaktım ama anası yalvardı, ayaklarıma kapandı güç bela ikna oldum. Yoksa, alın götürün yani kızı, bana da iyilik yapmış olursunuz."

Bora sustuğunda ben söyleyecek bir şeyim olmadığını fark ettim. Ne diyebilirdim ki? Haklı sayılırdı ama alacağı olsun, hakkımda bunları düşündüğünü bilmezdim, doğrusu. Şaka da olsa... Dokunmuştu işte.

Neyse, geçti. Zaman alınma zamanı değil, zaman intikam zamanı. Kork benden, Bora. Korkun benden!

SELİM

Bora güzel giydirdi, yalnız. Ben bile ecel terleri döktüysem burda, Şebnem kim bilir nasıl hissediyordur. Şaka yapıyor da olsa, Bora şimdiden korkmaya başlasa iyi olur bence çünkü Şebnem'i şu an hiçte pozitif görmüyorum. Eminim şu an kafasında on farklı işkence yöntemi belirlemiş, onları uygulayacağı zamanın hayalini kuruyordur.

Ben tabii ki de sevdiceğimin tarafını tutup Bora'ya ters ters bakarken, bu sefer benim babam olacak sevimsiz konuşmaya başladı.

"Sizde haklısınız, efendim de. Sonuçta bu işler hep tencere kapak. Yani bizim oğlanda pek aklı başında sayılmaz. Eli işte gözü-"

"Öhö!"

Yüksek sesli öksürüğüm onu sadece kısa bir süre engelleyebildi.

"Kim bilir nerde? Şımarık veledin teki bizim ki de. Ne bir çalışma var ne bir bir şey. Ek iş yapıyorum, kendi işimi yapıyorum ayağına bütün gün tekneye kız atmalar falan anca, -Şebnem elindeki tepsiyi daha sıkı sıkmıştı.- gece klüplerinden çıkmaz efendim bu. Sürekli kafasının dikine gider bir de. Kızdığı zaman da gözü kimseyi görmez bu haytanın, etrafta kırılmadık eşya bırakmaz, komple evi yenilemek zorunda bırakır, yani masraf üstüne masraf."

"Ne diyorsun-"

"Sen sus, babaya cevap verilmez. Bir de böyle saygısız işte. Büyüklerinin sözünü bitirmesini falan hiç beklemez, kendi kardeşine saygısı yok bunun ya, çocuk etrafında olmasın diye onu göndermek için elinden geleni yaptı, nankördür bir de kedilerden bile beterdir bu. Her türlü kötü alışkanlık bunda. İnanmazsınız, yürümeyi öğrendiğinde ilk gitmek istediği yer kerahaneydi, ilk konuşması küfürdü, hatta içkiye beş yaşında başladı, sekiz yaşında kumarbaz oldu, on yaşında Las Vegas'ta doktora yaptı, baktığında başarılı çocuk aslında ne de olsa hayata çok erken atıldı bu zihni bozuk."

"Kansız mısın oğlum, sussana!"

"Bak, işte. Saygısız efendim, bu yeni nesil. Saygısız."

Sinirle yumruklarımı sıkıp Şebnem'e baktım, ikimizde savaş boyalarımızı sürmüştük.

"Neyse, bir de gençlere sormak lazım. Kızım sen ne düşünüyorsun?"

Şebnem yarı sinirli yarı bıkmış bir halde başından savdı.

"Ver gitsin artık madem ya. Gönderiyor musun, satıyor musun, naparsan yap, sende kurtul bende kurtulayım."

Bora derin bir nefes aldı.

"Bu evet, demek sanırım. Sizin oğlan ne der?"

"Valla hala istekliyse bu dallama, bizde kızı alırız ne yapalım. Sen ne dersin, evlat?"

Bir anda artık yeter diyecek duruma geldiğimi fark ettim ve Mert'e ters ters bakmaya başladım.

"Ulan, velet-i zina! Al şu kızı artık, yeter lan! Maymuna çevirdiniz, ikimizide burda! Sabahtan beri oyuncak olduk elinizde, siz buna kız isteme demişsiniz ama bu bildiğin adam gömme. Ne hasta bekler sabahı, ne taze ölüyü mezar, hadi abi hadi, öldürseydiniz bari."

Bora durumun sınıra dayandığının farkına varmıştı ve oyunu hızlandırılmış moda almaya karar vermiş gibi görünüyordu.

"Tamam, verdik gitti. Eylül! Eylül kızım, nerdesin? Hep böyle zamanlarda ortadan kayboluyorsun, ayıp ama! Aa."

Boş fincanları götürmek için giden Eylül sesi duyunca hemen gelmişti.

"Geldim, geldim. Ne oldu?"

"Kurdeleyle tepsiyi getir."

Artık bekleyecek sabrım olduğunu sanmıyordum.

"Yav gerek yok, gerek yok. Çıkar yüzüğü abi. Alyans için kurdele kesilir, yakutun ne kurdelesi kesilcek."

"Eylül, bakma sen eniştenin sözüne, getir tepsiyi hadi."

Şebnem artık yılmış bir halde yerinde sayıyordu, benim de ondan pek bir farkım yoktu. Bu işin sonu nereye varacaktı gerçekten çok merak ediyorum. Zaten nerden baksan gece olmuştu.

Aynı gün içinde hem ülke değiştirip, hemde evlilik teklifi etmiştim, haa birde yeni evime kopuk bir kafa gönderildiğini de atlamayalım, bir türlü söyleyememiştik ve hala burda evcilik oyunu oynuyorduk.

Eylül elinde tepsiyle gelince, Bora cebinden bir kutu çıkardı. Bu benim yüzüğümün kutusu değildi. Bora kutudan kurdeleyle bağlı iki alyansı çıkarıp tepsiye koydu.

"Usulünce olsun, dimi?"

Bugün ona bıçak bilemiş olsakta bu jesti hem beni hem de Şebnem'i şaşırtmıştı. Tüm söyledikleri tuzla buz olmuştu. Özellikle Mert Şebnem'le yüzüklerimizi takarken sanki gerçekten bir ailenin içinde, gerçek bir kız istememin içindeymişiz gibi gelmişti.

Böyle bir şeyi yaşamak normalde bizim için çok zor... Babamın Şebnem'i Bora'dan istemesi çok garip olurdu... Büyük ihtimalle böyle bir şey yaşanmaz zaten. Bora kurdeleyi kesinceyse nefesim kesilmişti. Bu gerçek miydi?

Bora kurdeleyi keser kesmez kendini koltuğa attı.

"Oh, be. Ne zormuş lan ebeveyn olmak. Hele Şebnem'in babası olmak, Allah korusun."

"Ben sanki çok meraklıydım, senin kızın olmaya. Gömdün de gömdün valla, fırsattan istifade. Tak, tak, tak, durmadan."

"Mübalağa, güzelim onlar mübalağa. Sen beni bilmiyor musun?

Ayağa kalkıp duygulu bir ses tonuyla Şebnem'i başından öpünce, Şebnem hemen bayrakları suya indirmişti.

"Ben senin hakkında kötü düşünür müyüm, aklına mantığına sığıyor mı bu?"

Bora kolunu Şebnem'in omzuna atınca, dalga geçerek olaya atladım.

"Hop, hop, ayrıl bakalım."

Parmağımdaki yüzüğü gösterdim.

"Bunu görüyor musun, sen bunu? Geri bas bakalım."

Uydurma kıskançlığıma, aynı tonda bir sinirle karşılık verdi ve yüzük kutusunu bana fırlattı.

"Kes lan! Nişanlısı mişanlısı dinlemem, anestezisiz lobotomi yaparım fasulye tanesi kadar olan beynine!"

"Tamam, abi, başlamayın hemen."

Mert araya girmek istemişti istemesine ama benim ona olan sinirimle karşılaşması şarttı.

"Sen hiç konuşma, çakma babalık. Ne biçim tavırlar lan onlar öyle, ruhsuz pzvnk!"

"Yalan mı lan, yalansa yalan de! Haa, bu çocukluk hikayeleri Dedekorkut Hikâyeleri'ne taş çıkartan cinsten olabilir tabii, evet ama diğer kısımlara ben fazlasıyla inanıyorum, kendi çapımda."

"Sana burdan bir çarparım şimdi, öğrenirsin taş kürenin çapını."

Eylül kocaman bir kahkaha atınca ortamdaki gerilim son bulmuştu. Kahkahalarda bir süre sonra son bulunca, işi ciddileştirmeye karar verdim.

"İyi, güzel. Güldük, eğlendik ama artık yeter. Bora."

Elimi açıp ona doğru uzattım ve bana ciddiyetle bakmasını izledim.

"Bora."

"Ne var?"

"Ver yüzüğümü."

"Hangi yüzüğü?"

"Şebnem'in parmağından çıkardığın, yakut yüzüğü diyorum, ver hadi."

"Ne yüzüğü, canım. Ben yüzük falan hatırlamıyorum."

"Komik misin, oğlum sen? Çıkar şu yüzüğü, yoksa seni Şebnem'e havale ederim, bütün gece kabusun olur."

"Olurum, valla."

Şebnem'in beni desteklemesiyle Bora iç cebinden yüzüğü çıkardı ve elinde evirip çevirdi.

"Aa bu şeyi mi diyorsun? Oha, harbi harbi yakut bu. Kaç para verdin lan buna?"

Şebnem'e omuz attı.

"Çocuğun kıymetini bil, kızım. Yakutlar falan, hı? Gerçi biz daha öncede görmüştük, böyle pahalı yüzükler her büyük hediye verenin kalbi de büyük olsaydı-"

Şebnem, Bora'ya dirseğiyle vurup onu susturmuştu. Bahsettiği şey genel bir konuşma mıydı yoksa benim bilmediğim bir olaya mı gönderme yaptı tam olarak anlayamadım ama anı bozmamak için çokta üstünde durmadım.

Bora bir iki yüzük kaçırma macerası yaşattıysa da bize, sonuç itibariyle onu yakalayıp, yüzüğü aldım ve Şebnem'in karşısına dikilip gözlerine baktım.

"Yüzüğün senin için çok bir önemi olmadığını biliyorum hatta bazen çok gösterişli diye takmak istemeyeceksin, farkındayım zaten bu taş parçası-"

Bora araya çok güzel bağırarak girmişti.

"Taş parçası mı? Taş parçası mı?! Yakut lan o? Ne taş parçası, hayvan herif?! Haddini bil, kaç para o taş biliyon mu sen? Başka dünyaya ait meteor parçası alsan o kadar etmez, taş parçasıymış! Bir de utanmadan konuşuyor, hıyar herif"

"Atmosfere sç abi, aferin. Gel sç atmosfere. Çok beğendiysen sana vereyim yüzüğü, Şebnem'in yerine vekilen takarsın."

"Saçma salak konuşma, ne takcam ben senin yüzüğünü? Bana kadın mı yok senden başka? Hayret bir şey ya."

Kübra'nın onu dürtmesiyle ona bir öpücük verdi ve bende onun susmasından faydalanıp tekrar Şebnem'e döndüm.

"Bu taş parçası -üstüne basa basa söyledim- sana olan sevgimi göstermeye katiyen yetmez ama prosedür işte... Demek istediğim.... "

Doğru cümleyi bir türlü bulamadığım için aklıma gelen ilk şeyi söyleyiverdim.

"Lütfen, benimle yaşlan."

Bir şey demesine gerek yoktu. Bakışları yeterince şey anlatıyordu. Gülümseyerek yüzüğü alyansın önüne taktım ve onu öpmek için eğildim ama Bora'nın şiddetli öksürük sesleri, aile var mesajı emelimi yarıda kesti. O yapınca oluyordu, resmen haksızlıktı bu.

Yav abi bugün resmen en güzel gecem olmuştu ama hala her şeyi mahvedecek bir gerçek vardı. O da kesik bir kafa... Şimdi mi yoksa sabah mı söylesem bilemedim, zaten yatma vakti gibi bir şeydi. Onları uykularından etmeye lüzum var mıydı? Şebnem'e kafamla mutfak işareti yaptım ve gitmek için diğerlerinin dikkatinin dağılmasını bekledik.

"Şebnem."

"Yarın sabah. Lütfen. En azından bugün huzurlu uyuyalım, böyle bir günün üstüne bu olay... Çok tatsız olur, her şeyi silip atar."

Bende aynısını düşündüğüm için kafa sallamakla yetindim ve ayak seslerini duyunca Şebnem'e yanaştım. Mutfağa kaçmamızdaki sebebin üstünü yalnız kalmak istememizle örtmeye çalışmıştım ama gelen Eylül olunca bu durum yemedi tabii.

"Kes palavrayı, numaracılar sizi. Diğerleri unutmuş olabilir ama ben unutmam, ne vardı o kutuda?"

Şebnem tüm cesaretiyle ablasına döndü.

"Kesik bir kafa var."

Eylül bir süre donup kaldı ama sonra kahkaha atmaya başladı.

"Off, bende bir an söyleyeceksin sandım. Güzel şakaydı, neyse sizden laf almak kadar zor şey yok. Nasıl olsa yarın ortaya çıkacak niye sizinle uğraşıyorsam? Kafa varmış, bak sen şunun hayal gücüne ya."

Eylül gülerek içeri girince Şebnem'le bir süre birbirimize baktık.

"Doğruyu söyledim ama inanmadı. Görüyor musun, bak. Hani yalan söylesem, ikna ederdim yüzde yüz ama doğruyu söyledim diye mi inanmadı acaba?"

Ona kocaman sarıldıktan sonra tekrar içeri geçtik. Biraz daha koltukta oturduktan sonra herkes yatmaya odalara dağılmaya başladı. Bende Şebnem'in peşinden bir odaya giriyordum ki Bora ensemden tutup durdurdu.

"Hayrola?"

"Ne, hayrola? Uyuycam işte."

"Ee, başka oda mı kalmadı, her fırsatta giriyorsun kızın kçının dibine."

"Bora. İyi misin, abi sen? Gircem tabii, işim mi var benim Şebnem'den başka?"

Şebnem esnedi ve odaya girerken söylendi.

"Mesane yarıştırmanız bitince gelirsin."

"Tamam, aşkım."

Ney? Ney? Ney? Ağzımdan çıkan itaatkar cümleye ben bile inanamamıştım ki Bora dalga geçmek için tetikteydi bile.

"Kılıbıksın sen, hı, valla bak. Sende o potansiyel var, görüyorum."

"Aşkım dedik diye kılıbık mı olduk, zevzek zevzek konuşma."

"Senin bir dilin uzamış sanki, hı? Önceden bana geri cevap verirken daha fazla dikkat ederdin... Kızı aldım diye rahata mı düştün lan yoksa, sığırcık yavrusu?"

"Ne alakası var be? Hiçte öyle kızı vermiş gibi davranmıyorsun, zaten sende."

"Sen anlamazsın."

"Bora..."

"Ne var?"

"Ben... Yani biz... Şebnem'le ayrı eve çıkmayı düşünüyoruz. Zaten evi çoktan aldım... Düğünden sonra yada şimdi fark etmez, oraya yerleşicez, buraya yakın aslında... Sık sık görüşelim diye."

Uzun bir sessizlik olmuştu. Bora bir şey demeden ciddi bir şekilde bakıyordu ve bu beni ürkütüyordu. En sonunda elini her zamanki gibi omzuma koydu.

"Ne diyim ki? Allah mesut etsin. Bir gün mutlaka olacaktı ama olması başka hissettiriyormuş. İyi, madem öyle istiyorsunuz, öyle olsun."

Gülümsemeye çalıştı.

"Bu ev zaten sizin gibi iki dingili aynı anda kaldırmaz, bir de Eylül var zaten. Sahi, o niye var lan? Bildiğin kız bize yerleşti oğlum iyice, bir kaç güne kalmaz Sevil parçalar onu. Ya da... Sizin eve çıkmanızı bekliyor da olabilir, akraba statüsünden belki size çöreklenir, belli mi olur?"

"Aman diyim, ağzını hayra aç."

Bir süre güldükten sonra tekrar ciddileşti.

"Selim... Yüzük takıldı falan ayağına sakın saçma sapan şeyler yapma."

"Nasıl yani?"

"Şebnem'i artık cepte zannetmek gibi."

"Abi delirdin mi sen? Ben bu kızı elimde tutayım diye evlilik fikrini oluşturdum, başka türlü her an gidebilecekmiş gibi. Zor bir kız ama seversen kolaylaşıyor. Bende seviyorum tabii, seviyorum be, gerçekten çok hemde. Böyle içimden bir şeyler kopararak seviyorum. Kalbimi söküp önüne atacak kadar çok seviyorum, şerefsizim."

"Evet."

"Ne, evet?"

"Evet, şerefsizsin. Sana hak veriyorum."

"Buna mı takıldın, yani? O kadar duygusal, romantik laf ettim, sen gittin ona takıldın?"

"Bana ne romantizm yapıyon lan soytarı, git Şebnem'e yap, resmen bir de sevgili tribi yedim durduk yere."

"Tamam abi, yat zıbar. Hadi."

Tekrar Şebnem'in odasına yönelmiştim ki yineledi.

"Laan."

"Ama, şimdi sende yani."

"Şaka lan şaka, gir hadi."

Tam kapıyı açıyordum ki tekrar...

"Ama bana bak-"

"Lan yorgunluktan ölüyorum, bırakta iki dakika kafamı koyayım şu uyuduğumun yastığına. Amma dırdır ettin, kadın gibi."

"Sus, büyüğe cevap verilmez. Yat zıbar, hadi. Yürü."

"Allah razı olsun ya, valla."

Bora'dan zor da olsa kurtulmayı başardıktan sonra odaya girdim ve Şebnem'in çoktan uyuduğunu gördüm. Üstüme odaya bıraktıkları pijamayı geçirdikten sonra Şebnem'in yanına uzanıp saçını okşamaya başladım. Benim geldiğimi fark edince kedi gibi göğsüme kuruldu ve bende saçını uzun uzun öpüp tüm bir ömrün böyle geçtiğini hayal ettim. Güzeldi. Sevmeye doyamayacağım bir kadını seviyordum.

"İyi misin?"

Kulağıma ninni gibi gelen sesini duyunca gülümsedim.

"Evet, hadi uyuyalım artık. Yarın zor bir gün olacak."

"Hangi günümüz kolay ki?"

Uyumadan önce son kez kurduğu bu cümleye hak verdim ve bende zor da olsa gözlerimi kapatmayı başardım.

Sabah uyandığımdaysa Şebnem yanımda tüm güzelliğiyle öylece uyuyordu. Bu kadın benim miydi şimdi? Düşüncesi bile beni delirtmeye yetiyordu. Diğer konularda olmasa da, eş konusunda resmen şansla donatılmış bir erkektim.

Muhtemelen burda daha önce kaldığımız zamanlardan kalma olan kıyafetlerimi hızlıca üstüme geçirip aşağı indim. Diğer herkesin uyuduğunu fark edince şaşırmıştım, normalde bu kadar erken uyanmazdım...

Çalan zile karşı kapıyı açtım ve daha fazla şaşırdım.

"Selim'di dimi? Sen kaçınca doğru düzgün tanışma fırsatı bulamamıştık. Ben Kerim. Hani şu-"

"Biliyorum... Size nasıl yardımcı olabilirim, komiser bey?"

"Aslında bu sefer birbirimize yardımcı olalım isterim... İçeri girebilir miyim?"

"Tabii."

Onu içeri aldıktan sonra gergin olduğunu fark ettim. Muhtemelen çok az uyumuştu.

"Çakıroğlu..."

"Yine mi o şerefsiz?"

"Kendisi hapiste olmasına rağmen, adamları faaliyetlerine devam ediyor. Resmen insan avına çıkmışlar. Önce içlerindeki hainleri temizleyerek başlamışlar işe."

Aklıma bize gönderilen kafa geldi. İçlerindeki hain... Burak onlardan biriydi...

"Hepsi bu kadar mı bilmiyoruz ama her ihtimale karşı eğer intikam yemini falan ettilerse o zaman sizin başınız büyük ağrıyacak demektir bu."

"Çakıroğlu'nu içeri alırken, onların da kökünü kazımadınız mı? Ne oldu şimdi birden bire?"

"Ordaki kolunu kazıdık ama unuttuğumuz şey adamın ne kadar geniş bir kitleye hitap ettiğiydi. Gece kulübü sahipleri, kumarhane sahipleri, uyuşturucu çeteleri... Onun gücüyle hayatta kalan ve onun dışarı çıkmasını isteyen bir sürü insan var. Hepsiyle nasıl baş ederiz, bilmiyorum."

"Ne öneriyorsunuz?"

"Çakıroğlu'nu siz yakaladınız, bu sizin başarınız, bunu asla inkar edemem. Ama bu iş bittiğinde hepiniz bir boşluğa düşmediniz mi?"

"Bunun konumuzla ne alakası-"

"Bir yandan bunun bitmesine sevinirken, bir yandan da her şey sıradanlaştığı için üzüldüğünüzü kabul etmek zorundasın."

"Evet ama ne demek istiyorsunuz?"

"Size bizimle Birlikte çalışmayı teklif ediyorum... Hepinize. Çakıroğlu'nu en iyi siz tanıyorsunuz, onu alt ettiniz. Bence onun küçük farelerini de kapana kıstırmakta zorlanmazsınız. Çakıroğlu davasının alt ekibi olun."

"Yani.."

"Evet, yeni bir örgütün temellerini sizinle atıyoruz. Bu kadar emeğe karşılık bir polis gibi değer görmemeniz haksızlık olurdu. Her birimizi ayrı ayrı araştırdık ve her birinizin yeteneklerine hayran kaldık. Sizi bizim tarafımızda görmek isteriz. Emniyetin görüp görebileceği en iyi ekip olacağınızı düşünüyorum."

"Pysco-Pass'varimsi bir örgütlenmeden mi bahsediyoruz?"

"Kendinizi suç potansiyeli yüksek psikopatlar olarak mı görüyorsunuz?"

"Aslına bakarsan... Evet."

"O zaman... Evet, o tür bir örgütlenmeden bahsediyorum."

"İddialı bir teklif."

"Bize de daha azı yakışmazdı, zaten... Ne diyorsun peki? Sahalara dönmeye hazır mısınız?"

Continue Reading

You'll Also Like

810K 66K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
1K 224 21
Milena Ravin, Lorisan isimli gezegende yaşayan bir öğretmen-askerdir. Bir gün ülkesinde çıkan beklenmeyen savaşın sonucunda vurulur ve savaş meydanın...
UFUK ÜLKESİ By nfesss

Science Fiction

6.7K 1.3K 61
Aleda; adamın başının arkasına geçti. Ellerinden çıkan ışınlar bu kez tamamen ateş renginde ve çok daha yoğundu. Beş saniye sonra zavallı inlemeye ba...
3.2K 134 38
Hayal Alanya'da yaşayan ve çeşitli psikolojik sorunları olan bir avukattır.Hayatı aslında bir yalan üzerine kuruludur.Fakat o bu yalandan kaçmaktansa...