Tehlikeli Güzel (TAMAMLANDI)

By Darkparadise168

83.3K 4.9K 1K

Tam bir baş belası olan Şebnem'e rastlayıp, onun etkisine kapılan Selim'in hayatı bir anda sakinlikten, hiç d... More

Kaçak
Kimlik
Yanlışlık
Hırsızlar
Av
Kötü Kız
Acaba
Gergin
Gürsoy
Şeytan'ın Tohumu
Yalanın Yuvası
Kan Gölü
Plan
Çıkmaz Yol
-Duyuru-
Travma
Dejavu
Kabus
Ten Kokusu
Derin Korkular
Masa
Lucifer'in Gölgesi
-Bir Küçük Final Meselesi-
Mesaj Sendromu
-Ruhsuz Tren Makinisti-
Zafer Sarhoşluğu
Tehlikeli Güzel
Aşk Kafası
İstenemeyen Kız
Sonsuzluğa Yolculuk (Final)
"Sonsuzluk ve Ötesi I"

Geçmişin Sancıları

1.2K 135 39
By Darkparadise168

8 Nisan 1995 / Polonya

Küçük kız bu ortama alışmıştı ve mutluydu. Ailesi aklına geldikçe unutmaya çalışıyordu ve hüznü kısa sürüyordu. Onların ölmediğine, sadece yorgunluktan uyuduklarına, yeterince dinlendikten sonra gelip onu alacaklarına inanıyordu ve kadını zor durumda bırakıyordu.

"Sence anne ve babam dinlenmiş midir?"

"Sanmıyorum, tatlım. Gerçekten çok fazla çalıştılar ve gerçekten çok fazla yorulmuş olmalılar."

Kız gülümseyerek, oğlan çocuğunun yanına gitti. Ve oyun oynamaya başladılar. Çocuk kıza karşı büyük bir koruma güdüsü besliyordu. İki dakika yanından ayrıldığı zaman onu bulmak için her yere bakmaya başlıyordu, kız bunu fark ettikten sonra onunla oynamaya başladı. Bir yere saklanıyor ve bulunmayı bekliyordu. Nereye saklandığının ve ne kadar saklandığının bir önemi yoktu. Çocuğun eninde sonunda onu bulacağını biliyordu.

Uzun süredir bu evdeydi ve kendini hiç yalnız hissetmiyordu, ta ki uyumak için yatağa girene kadar. O zaman üstüne bir karanlık çöküyor ve ailesine olanlar kabus olarak ona geri dönüyordu. Her seferinde sıçrayarak uyanıyor ama ağlamamak için pijamasını ısırıyordu çünkü kimseyi rahatsız etmek istemiyordu.

Ama o gün çok korkunçtu. Her zamanki kabuslarından çok daha korkunçtu kabusu. Her zamanki manzaranın ardından bir ses sürekli 'Onlar öldü.' 'Geri gelmeyecekler.' 'Seni bıraktılar.' diye bağırıyordu. Uyanıp kulaklarını kapattı ama ses bir türlü susmak bilmiyordu. Odasından çıkıp, oğlanın kapısını tıklattı. Çocuk uykulu gözlerini ovuşturarak kıza baktı.

"Uyuyamadım."

Kız sadece bunu söyleyebilmişti ama bu oğlana yetmişti. İçeri girmesine izin verdi ve yatağa beraber girdiler.

"Korkuyorum. Sence gerçekten öldüler mi?"

Çocuk gerçeği biliyordu ama kıza bunu söylerse, kabuslardan çok daha kötü şeyler olabileceğini biliyordu. Elindeki ayıcığı kendinden iki yaş küçük kıza uzattı.

"Bence senin ne kadar güçlü bir kız olacağını test etmek için senden uzaklaştılar. Seni izliyor olmalılar."

Kız sevinmişti çünkü ailesinin onu görüyor olması içini ısıtmıştı.

"Teşekkür ederim."

Kız hızla oğlanın yanağına yöneldi ama çocuk kafasını fark etmeden oynatınca dudağına küçük bir öpücük bırakmış oldu.

Bu ikisinin de ilk öpücüğüydü. Ama ikiside bu tür şeyleri düşünecek yaşta değildiler. Masumiyetlerinin en güzel çağlarıydı. Birbirlerine gülümseyerek uykuya daldılar.

27 Aralık 1995 / Polonya

Yaramaz kız babasının parktaki kızla ilgili planlar yaptığını hissediyordu ve bu onu korkutuyordu. Her zamanki gibi küçük kardeşini saklarken, annesinin ölü gibi uyumasını izliyordu. Böylesi daha iyiydi belki de. Çünkü annesi uyulmadığı zaman çok asabi oluyordu. Babasıysa daima telefonda birilerinden emir alıyor ve hemen dışarı fırlıyordu. Kız bundan nefret ediyordu.

Adamda emiri uygulamaya koyuldu. Kızın nerde olduğunu öğrenip onu evlatlık edinecekti çünkü kıza ihtiyaçları vardı. Çocuğun nerde olduğunu bulmaları zor olmadı çünkü çok büyük bir tesadüf Çakıroğlu'yu kıza sürüklemişti. Tek yapılması gereken kızı almaktı. Çakıroğlu kızı çok yakınında tutmak istemiyordu ama kontrol edebileceği bir yerde olsun istiyordu. Bolca para vererek bunu elde etmeyi başardı ve adam kızı evlat edindi. Kızı bırak bundan annenin bile haberi yoktu ama adamlar kapılarına dayandı.

Kız heyecanla çalan kapıyı açmak için çocukla yarışıyordu ama anne daha erken davranıp kapıyı açtı ve ikiside yavaşlarken yere kapaklandılar. Kadın kapıda duran adamla kadına şaşırarak baktı.

"İyi günler, bayan."

"Evet, buyrun."

"Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan geliyoruz, içeri girebilir miyiz?"

"Ben-"

"Teşekkür ederiz."

Kadına fırsat vermeden içeri girdiler, anne korku dolu gözlerle kıza baktı. Kız bu bakışı hiç unutmayacaktı, yani sayılır...

"Çocuklar, siz odaya gidin. Uslu uslu oynayın."

Kadın çocukları yolladıktan sonra salona geçti ve gergin bir halde beklemeye başladı.

"Size ait olmayan bir çocuğa bakıyorsunuz."

"Evet ama-"

"Üstelik anne babası ölmüş bir çocuk. Onu bize getirmeniz gerekirdi, çocuk sistemde kayıp olarak gözüküyor çünkü."

"Üzgünüm. Prosedürler hep gözümü korkutur da. Onu evlat edinmez miyim?"

"Aslında bizde tam bunun için gelmiştik. Çocuğu evlat edinmek isteyen harika bir aile var, ona burdan..."

Normal aile standartlarına göre gayet güzel olan eve küçümseyerek baktı.

"Çok daha iyi şartlar sunabilecek bir aile."

"Nasıl olur? Çocuğu daha görmeden-!"

"Resmini görmeleri o tatlı kıza vurulmalarına yetti, bir de aile geçmişinden etkilendiler. Çocuğu hemen istiyorlar."

"Hayır. Hayatta olmaz!"

"Devlete karşı mı geliyorsunuz?"

"Hayır tabii ki de! Ama kız burda mutlu, buraya alıştı. Nasıl şimdi başka bir yere uyum sağlamaya çalışır?"

"Bu sizin hatanız. Onu burda saklamak yerine bize getirseydiniz, çocukta buraya alışmazdı."

"Olmaz. Onu gönderemem. Ben evlatlık almak istiyorum, o aileyle gereken her türlü savaşa girerim. Ne kadar para gerekiyorsa, veririm, ben-"

"Rüşvet mi?! Daha fazla sizi dinlemenize gerek kalmadı sanırım."

"Ne? Hayır. Ben onu demek istemedim."

"Üzgünüm, Bayan İnan. Ama çocuğu; başka biriyle evli olduğu halde başka bir şehirde gayrimeşru bir çocuk büyüten birine bırakamayız. Eşinizden olan bir çocuğunuz daha var. Nerde şimdi peki? Siz ilk önce kendi çocuklarınıza sahip çıkın. Pek de aile kadını olduğunuz söylenemez, değil mi?"

Kadın duyduklarından sonra donup kaldı. Tüm bedeni hırsla sarsılmıştı.

10 Ocak 1995 / Türkiye

Kadın kocasına baktı. Onu hala ilk günkü gibi seviyordu ama ondan önce bir hata yapmıştı ve o hatanın meyvesini yalnız bırakamazdı.

"Gitmek zorundayım, Harun. Nedenini biliyorsun."

"Onu seviyor musun?"

"Bunun onunla bir ilgisi yok biliyorsun. Senden önce yaptığım bir hataydı, zaten sonra her şey değişti."

"O tehlikeli biri."

"Bunu en iyi ben biliyorum. Onun yüzünden mesleğimden atıldım ben..."

"Biliyorum canın yanıyor ve kalbin kırık ama... Seni seviyorum. Lütfen, gitme."

"Bende seni seviyorum ama... İşimi tekrar kazanmak için bir fırsat var elimde. Eğer onun kim olduğunu kanıtlayabilirsem..."

"Bunun için önce onu bulman gerekecek! Oğlunun nerde olduğunu biliyorsun ama babasının hangi cehennemde olduğuna dair zerre fikrin olmadığı halde onu ifşa etmekten söz ediyorsun! Bu çok tehlikeli, polisliğe bu şekilde geri dönemezsin, sonunda kendini öldürteceksin. Buna izin veremem!"

"Sonsuza kadar bu acıyla, ikilemle ve utançla yaşayamam! Onu tanıyorum. Onu yenebilirim. Çakıroğlu'nu yenebilirim!"

"Son sözün bu mu?"

"Evet, bu!"

"Ne yani bu mu? Çakıroğlu mu? Tüm hayatımız mohvolacak farkında değil misin?"

"Harun, anlamıyorsunun. Hiçbir zamanda anlamadın! Ben bunda kararlıyım."

"O zaman o beynini kullanmayı bilmiyorsun demektir!"

"Bu kadar yeter, ben gidiyorum!"

"Git. Ama eğer şimdi gidersen bir daha geri dönemezsin."

Genç kadın oğluna baktı.

"Sana geri dönücem, sakın endişelenme."

Kadın daha önce yaptığı hatayı biliyordu ve telafi etmek istiyordu. İzlerini gizleyip, köşesine sinen o herifin canına okuyacaktı ve eski hayatını geri alacaktı ya da o öyle olacağını düşünüyordu.

27 Aralık 1995 / Polonya

"Çocuklar! Bir dakika gelir misiniz, lütfen?"

Kurum kadını çocukları çağırınca, küçükler yine yarışarak içeri girdiler. Kadın kıza baktı.

"Hadi, tatlım. Gitme vakti."

"Ne? Neden?"

"Seni çok daha iyi şartlarda yaşamaya götürüyoruz."

"Ben daha iyi şartlarda yaşamak istemiyorum, burda yaşamak istiyorum."

Oğlan kızın önüne geçti ve kızın eline sıkıca yapıştı.

"Onu alamazsınız."

Kurum kadını küçük kızı kolundan tuttu ve oğlandan ayırdı, kız ağlamaya başladı.

"Hayır. Lütfen. Elimi bırakma, korkuyorum. Lütfen!"

Oğlan direndi ama bu kez devreye iri adam girdi.

"Bırak beni, dev yaratık! Bırak, lütfen... İzin ver. Elini tutayım... Lütfen, bırak beni!

Kız çocuğa elini uzatıyor ve ona ulaşmak için debeleniyordu ama kadın onu kolundan tutup sarstı.

"Zorluk çıkarma, tatlım. Gidiyoruz, dedim."

"Hayır! İstemiyorum."

Anne buna dayanamıyordu.

"Lütfen. Çocuk istemiyor, orda mutsuz olacak."

"Siz buna karar verecek, mertebede değilsiniz, hanımefendi."

Kurum kadını kızı sürüklerken, adam ona ulaşmak için tepinen oğlanı tutuyordu. Anne ise bir adım ileri atılmak istedi ama adam oğlanla birlikte kadını da durduracak kadar iri ve güçlüydü.

"Lütfen. Beni almalarına izin verme. Lütfen."

Kadın gerçekten bir şey yapmak istiyordu ama sanki bedeni kilitlenmiş gibiydi, hareket edemiyordu.

"Elimi bırakma! Beni bırakma! Lütfen! Yardım et... Anne!"

Kızın bağırırken söylediği son söz kadının içini yakmıştı. O anda sanki kilit çözülmüş gibi rahatsızca kıpırdadı ve cesur bir sesle bağırdı.

"Vermeyeceğim, kızım!"

Sert bir şekilde ileri atıldı ama adam gerçekten fazla güçlüydü. Polis olmanın getirdiği teknikleri kullanmak için fazla duygusaldı ve adama ne kadar vurursa vursun, işlemiyordu. Sanki demirden bir vücudu vardı. Çakıroğluydu bu, sonuçta kiminle uğradığını biliyor ve adamını da ona göre seçiyordu ama kadın yine de çaresizce adama saldırmaya devam ediyordu.

"Çekil önümden. Bırak beni! Beni bırak dedim sana! Geliyorum, kızım! Geliyorum!

"Hiç sanmıyorum, hanımefendi."

Kapıya kadar adamla sürüklendiler ama çıkış kapısından geçemediler çünkü kapı küçüktü ve adam kapının her bir yanını kaplıyordu. O sırada zaten kadın kızı arabaya bildirmişti. Kız kapıları açmaya çalışıyordu ama kurum kadını küçük kızın ellerini öyle sıkı tuttu ki moraracaktı. Adamda hızla arabaya binince, kadın kapıları kitledi ve arabayı çalıştırdı.

Anne ve oğlan arabanın peşinden var gücüyle koşuyorlardı. Annenin kalbi sıkıştı ve durmak zorunda kaldı. Çocuk hala koşuyor ve bagaj camından ona bakmaya çalışan kıza doğru durmadan ilerliyordu ama araba ana yola girince bir sürü araba kızı bloke etti ve çocuk öylece kalakaldı. İstemiyordu. Kızı kaybetmek istemiyordu. Onu bulacaktı, ne olursa olsun. Onu bulacaktı ve birlikte olacaklardı. Elini tutacaktı ve bırakmayacaktı... Hemde hiçbir zaman..

Hırsla yapılacak başka bir şey ne olabilir umuduyla tekrar annesine koştu ama annesi yerde yatıyordu. Kadın kalp krizi geçirmişti, daha sonra iyileşecekti iyileşmesine ama kızın kalbini yakması bir iz olarak hep onunla kalacaktı.

Kız arabada ne kadar bağırırsa bağırsın bir sonuç elde edemeyeceğini anladı ve susmaya karar verdi. Çünkü yorulmuştu. Şimdi bambaşka bir eve gidiyordu ve onu orda nelerin, kimlerin beklediğini hiç bilmiyordu.

ŞİMDİ

SELİM

Yavaş adımlarla kapıya gidip delikten baktım. Oydu... Ve yalnızdı. Şebnem'i almak için geldiyse yanında bir kaç adam olurdu. Neden tek başına gelmişti? Ve neden, şimdi? Bunca yıl sonra...

Hayır, izin veremem. Şebnem Alevhan'ı hatırlarsa... Ona karşı beslediği tüm düşünceler bir anda değişir çünkü yaptığı her şey bir anlam kazanır. Ve belki de... Babamın ailesine yaptıkları için benden nefret eder. Çakıroğlu'nun ona yaptıkları için... Belki de benden nefret eder...

Ne kadar da bencilim! Tıpkı Alevhan gibi... Şebnem geçmişi hatırlarsa ailesine neler olduğunu da hatırlıyacaktır ve Eylül'ün babasının ona neler yaptığını... O iğrenç herifin! Ona bunca yıl baba demişti ve anne dediği o kadın! Hayır. Buna izin veremem.

Şebnem'in yanına gittim, hala korkmuş görünüyordu. Ellerini tuttum.

"Kapıdaki kimmiş?"

"Bir arkadaşım. Bora ve Mert birazdan gelirler. Benim halletmem gereken bir iş var, biraz arkadaşımla konuşmam gerek. Seni tek bırakmak istemiyorum ama-"

Zil tekrar çaldı.

"İyi olacak mısın?"

"Merak etme. Zaten biraz yalnız kalmak istiyorum. Kafamı toplamak için..."

"Tamam, o zaman."

Yanağına bir öpücük bıraktım. Hafızasını kaybettiğini sürekli unutuyordum ama o da bunu sorun etmiyordu. Sanırım gerçekten ilk defa mantığı yerine duygularını seçip kendini bana bırakmıştı. Gülümsedim ve gitmek için ayağa kalktım.

Ama ne olacağı belli olmazdı. Alevhan'dı bu.. İnsanca konuşamayıp, bir depoda ölümüne kavgaya bile tutuşabilirdik... Bu durumda da asla geri dönemeyebilirdim.

Şebnem uzun süre ayakta dikilmeme şaşkınlıkla bakarken ben onu daha da şaşırtacak bir şey yaptım birden geri dönüp tek elimle boynuyla yanağının orta noktasını tuttum, dudaklarına hüzünlü aynı zamanda sert bir öpücük bıraktım. Dudaklarımız ayrıldığında, gözlerini açıp yüzüme baktı.

"Fazla ileri gitmiş olabilirim, özür dilerim. Ama buna ihtiyacım vardı."

"Bu ne içindi?"

"Ne olur, ne olmaz..."

Derin bir nefes alıp doğrudan gözlerine baktım.

"Seni seviyorum, unutma."

Gülümsedi.

"İroni mi yapıyorsun?"

Bu kez alnına bir öpücük bıraktım.

"Bu ne zor vedalaşma böyle. Savaşa mı gidiyorsun sanki?"

Buruk bir gülümsemeyle susarak cevap verdim. Belki de gidiyordum, evet.

Tekrar zil çaldı. İnatçı pc... Kapıyı açtım ve yüzyüze geldik. Boğazına sarılıp gırtlağını dişlerimle parçalamamak için kendimi zor tutuyordum ama sustum ve ceketimi alıp kapının önüne çıktım.

"Onu bulurum... Nerde olursa olsun, hep..."

Kapıyı meydan okurcasına çektim. Ona ulaşamazsın der gibi... Gözleri kapıdayken konuştu.

"Nerde olsun istersin?"

"Buranın yerlisi sensin... Adil olacaksan seçmene izin verebilirim."

Sonunda gözlerini kapıdan ayırıp bana döndü ve kafasını salladı. Arabasına bindik ve sürmeye başladı. Konuşmuyorduk. Neden konuşalım ki? Tekrar bir kazaya sebebiyet vermek istemiyorsak susmamız daha iyiydi. Acaba direksiyona atılıp kaza mı yaptırsam? Belki bu sefer Alevhan hafızasını kaybeder de ondan kurtulurum. Neler söylüyorum ben? İyice delirdim. Ben böyle bir insan değildim. Aşk gerçekten bir hastalık olmalı.

Bir yarım saat sonra durdu. Gerçekten mi?! Adeta zihnimi okumuştu çünkü burası bir depoydu. Gerçekten bu işin sonunun kanlı biteceğine dair içimde bir his var. Eh, madem öyle... İyi olan kazansın o zaman. Ve iyi olan derken... Kendimi kastediyorum.

ŞEBNEM

Gitmişti... Hemde beni öpücüklere boğup kafamı allak bullak ettikten sonra... Nefes alamıyordum, ciddi anlamda hemde... Dudakları, gözleri, sesi... Başım dönüyor. Midem bulanıyor...

Bu da ne böyle? Sesler... Başım...

"Aaghh!"

Zihimden geçen sesler artık sadece ses değildi peşinde bir sürü anı da vardı ve canımı yakıyordu..

Selim...

"Bir saat boyunca böyle suratıma mı bakacaksın? Kim olduğunu bile söylememişken hemde!"

"Hatırlatırım ilk ben sana değil, sen bana geldin."

Ben...

"Masumları kurtarmak için her yol mübahtır."

Selim..

"Daha önce hiç bi kızı zorla öpmemiştim. Beni o tür bir adama dönüştürecek kimse olmamıştı."

Ben...

"Benden uzak durmalıydın."

"Seni zihniyet fakiri! Neler döndüğüne dair hiçbir fikrin yok senin!"

"Nasıl olsa siz erkekler için bir şey isteyip, istemiyormuş gibi davranmak çok kolay."

"Beni yalnız bırak yeter. "

"Selim... Eğer duracağım yeri bildiğimi sanıyorsan yanılıyorsun."

"Kıskanç bir akıl hastası olman benim sorunum değil!"

Ve Demir... Aman Allahım! Evet, Demir!

"Sen Gürsoy'sun ve Çakıroğlu için çalışıyorsun."

Ben...

"Seni gördüğüme sevindim, Selim."

"Çünkü aptal bir biçimde gururluyum."

"Lütfen benden nefret etme."

Selim...

"Kalbini istiyorum. Senin kalbini istiyorum Şebnem Gürsoy. Her bir parçasının benim için atmasını istiyorum."

Ben... Ablam. Ablam! Eylül...

"Ama yetti biliyor musun? Artık kendi günahlarını kendin öde, senin adına suçluluk duymayı bırakıyorum artık."

Selim...

"Şebnem'den hoşlanıyorum. Belki de onu seviyorumdur?

Ben...

"Her zaman ipleri elimde tutarım. Her zaman en mantıklı karar neyse onu veririm ve hiçbir zaman çocuk gibi davranmam. Ama onun etrafındayken; tahmin edilemez, yaramaz bir kıza dönüşüyorum. Onunla çocuk gibi oynuyorum çünkü hoşuma gidiyor."

"Ben Gürsoy'um."

Ve Alevhan... Alevhan! Alevhan, tabii ya...

"Yalanı severim, Pinokyo. Ama ikna edici olanını. Beceriksiz yalancılara tahammülüm yok."

Ablam...

"Gerçekten cesursun, Alevhan senin kim olduğunu öğrenirse-

Ve... Selim'in annesi... Ve çok tanıdık... Hayır.

"Alevhan, oğlum. Alevhan nerde?"

Ben... O gece, evet, o gece...

"Selim, canımı yakıyorsun."

"Benden uzak dur seni mayak herif? Anladın mı? Uzak dur!"

Alevhan...

"Etrafımda olman hoşuma gidiyor."

Selim...

"Sensin derdim.... Benim tek derdim sensin."

Ben...

"Garip olan, ablamı bu kadar sevdiğimi düşünmezdim.

Selim...

"Ablan seninle gurur duyuyor olmalı."

Selim..

"Her gördüğümde tekrar tekrar aşık olduğum bu bakış, sadece bir bakış olamaz..."

"Seninle bir ömür geçiririm ben."

Alevhan... Elimi bırakma mı? Canım hiç yanmadığı kadar çok yanıyor şimdi...

"Lütfen... Elini bırakmamı isteyen sen değil miydin?"

"Seni bir yere götürmek istiyorum."

Ben... Alevhan... Kimsin sen? Kim?!

"Bunu neden yapıyorsun? Benim bilmediğim ne biliyorsun? Kimsin sen?"

Alevhan... Elini tutmak... Neden?

"Elini bırakmak istemediğimi söylesem bana ne cevap verirsin?"

Kalbim sıkışıyordu. Selim'le ilgili her bir anıda onu ne kadar sevdiğimi fark ediyordum ve ona olan özlemim artıyordu, onun için her şeyi yapardım... Onu o kadar seviyordum ki... Evet! Evet! Seviyorum... Hemde çok...

Ama başım... Bitmiyorlar... Çok fazla anı var, vücudumdaki tüm kanın çekildiğini hissediyorum... Anılar zihnimden durmadan geçerken en çok Alevhan'la olan anılarda canım yanıyordu. Bir şeyler vardı arada... Daha eski bir şeyler... Arada kalmış, unuttuğum bir şeyler... Zihnimde geriye attığım ve hiç ihtiyaç duymayacağımı düşündüğüm anılar... Hatırlamak istiyorum. Evet, istiyorum. beni yitip bitiren aklımdaki tüm boşluklar kapansın istiyorum.

Başımın ağrısı tüm bedenime yansımıştı ve her bir kemiğim sızlıyordu ama hayır, kendimi zorlamam gerekiyordu. Kimsin sen? Kim?! Ne istiyorsun benden? Neden sürekli elimi tutmak istiyorsun? Neden? Sen kimsin böyle ki canımı yaktığın halde sana çekiliyorum? Ne istiyorsun benden Allah'ın belası?! Ne istiyors-?!

Çığlık attım. Doğuran bir kadın gibi çığlık attım ve acıya dayanabilmek için yorganı sıktım. Hiç bu kadar terlememiştim ve hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ağlamayı durduramıyordum ve daha fazla bağırmak istiyordum. Hayır... Suratımı yastığa gömdüm. Tıpkı çocukken yaptığım gibi... Ne? Hayır... Hayır... Daha fazla olmaz, lütfen... Lütfen...

SELİM

Arabadan inince etrafa bakmaya başladım. Adamları nerden fırlayacak diye düşünüyordum, o da bunu anlamıştı.

"Buraya gelmeye yolda karar verdim."

Anlamamazlıktan gelmeye çalıştım.

"Ne olmuş yani?"

"Yani... Merak etme, adamlarımı üstüne salmak gibi bir korkaklık yapacak değilim."

"Aklıma bile gelmemişti."

Bana imanmayarak bakması umrumda bile değildi. Bir an önce bu işi bitirmek istiyordum. O da öyleydi. Sinirli görünüyordu, ne hakla sinirli olabilirdi ki? Bundan nefret ediyordum... Bu adam... Ve Şebnem... Beni delirtiyordu.

Depoya girdiğimizde her şeyi ilk önce adam gibi konuşup sonra birbirimizin ağzını burnunu kırarız mantığıyla konuşmaya başladım.

"Bak-"

Ama ağzımı açmamla suratıma yumruk yemem bir oldu. Şaşkınlıkla sendeledim.

"Bu ne içindi?!"

"İlk önce adam gibi konuşup, en son çare kavga ederiz tipi bir adam olduğunu biliyorum ama kusura bakma. Adam gibi konuşabilen insanların kavga etmesi bana hiç mantıklı gelmiyor. O yüzden... Tüm biriktirdikleri gönder hadi."

Gülümsedi.

"Belki sonra adam gibi konuşuruz. Tabii, enerjimiz kalırsa..."

Hızla bana doğru geliyordu ve bende ona uydum, yumruk atmasına izin vermeden eğildim ve onu boynundan kavrayıp kafasını kolumla sıkıştırdım.

"Ona bir şey yaptıysan- Yemin ediyorum seni öldürürüm."

Bana yüklenip, kendini geriye doğru ittirdi ve duvara serçe çarptım. Bu fırsatla kollarımın altından sıyrıldı ve dirseğimi arkaya doğru büküp diğer kolumu da kendi koluyla geriye doğru sabitledi.

"Ona bir şey yaptıysam mı? Ona ne yapacağımı düşünüyorsun ki?!"

Adi herif... Duvardan destek alarak yukarı tırmandım ve ben ters takla atıp, arkasına geçerken, o yere kapaklanmıştı.

"Dişliymişsin."

"Tahmin bile edemezsin."

Yanına yaklaştım ama hızla kendini toplayıp ayağa fırladı. Hemen önümde dikilmişti.

"Ona dokunmadım eğer merak ettiğin buysa... En azından zorla."

Ne demek en azından zorla?! Bir şey mi yaşamışlardı, Şebnem'in de isteğiyle hemde..? Hayır, buna inanamazdım ve kabul edemezdim. Eğer tek bir saçına bile...

Boynuna sıkıca sarıldım ve boyun alterine baskı uygulamaya başladım. Nefesi kesilmeye başlamıştı ama beni göğsümün tam ortasından sertçe ittirince bırakmak zorunda kaldım, sonra da yan böğrüme yediğim sert tekmeyle eğildim. Saçımdan tutup çekti ve çeneme sert bir diz attı.

"Daha önce söylemediğim için kusura bakma ama... Bende dişliyimdir."

Yere tükürmek zorunda kaldım. Bir iki damla kanı görmezden gelmek zorundaydım. Ayağa kalkıp ona baktım. Boğazı kıpkırmızı olmuştu ve kolları yere kapaklandığı zaman oluşan yaralarla kanıyordu.

"Biliyorum... Yani, Şebnem'le küçükken bir süre birlikte yaşadığınızı..."

Kavgamıza rağmen suratından silinmeyen ukala gülümseme yavaşça solmuştu.

"Sencede bencillik etmiyor musun? Seni hatırlaması, senin için önemli olabilir ama sadece seni değil, geçmişini de hatırlatacak, yaşadığı o şeyleri de..."

Suratında daha önce hiç görmediğim bir öfke görmüştüm. Üzerime yürürken konuşuyor ve konuşurken kendini gösteriyordu.

"Sence gerçekten onun hatırlamasını istememin tek sebebi sadece bu mu? O kadar acımasız olduğumu mu sanıyorsun?! Aptal olma!"

Şaşırmıştım ve bunu gizleyemedim.

"Nasıl yani?"

Açıklamaların art arda geleceğini fark edince sakinleşmiş ve boğazını temizlemek zorunda kalmıştı. Az bile yapmıştım. Hayallerimdeki gibi boğazını dişlerimle parçalamadığıma dua etsin.

"Şebnem hayatı boyunca ailesi bildiği insanların sebepsiz yere ondan neden bu kadar nefret ettiklerini düşünerek yaşadı. Ailesi bildiği insanlar ondan nefret etti diye herkes edecek sandı, Şebnem'in unuttuğu şeyler hafızasını kaybetmesinden sonra yaşadığı şeylerden daha kötü olabilir ama çok da farklı değil. Ama bu şekilde... Kafasında ve içinde büyük bir boşluk var. Neden, bu şekilde yaşamaya devam etsin ki? Bir gün mutlaka hatırlayacak ama ne kadar geç olursa bu canını o kadar acıtacak. Hem sadece bu da değil..."

Haklı olduğu yönleri vardı ama hala benim için yeterli değildi. Boğazını tekrar temizledi ve bir süre yutkundu, nefesi sık sık kesiliyordu. Bunda payım olduğunu bilmek mutluluk vericiydi ama zamansızdı da, tam konuşmasını sağlamaya çalışırken ne diye ilk önce adamın gırtlağına sarılırsın ki?! Kendini toparlamasını bekledim ama sessizliği uzun sürünce sordum.

"Sadece bu değil... De ne?"

"Şebnem'in gerçek ailesi şirketlerinden kaynaklı çok büyük bir servete ve desteğe sahipti ve onlar ölünce hepsi Şebnem'e kalmıştı ama Çakıroğlu'nun planı gereği hepsini Şebnem'in elinden çocukken artırdıkları bir imza sayesinde aldılar, ve yakın bir zamanda o paraları kendi çıkarları için kullanabilecekler."

Konuşurken hareket ediyor ve surat ifadesi ciddiyetine göre değişiyordu. Duraklamadan sonra gezinmeyi bıraktı ve daha fazla ciddileşti.

"Şebnem'in bir an önce o serveti ve ailesinin emeğini geri alıp şirketini kurtarması gerekiyor."

"Peki ya neden şimdi?"

"Şebnem'in sözleşmedeki imzası yaş sınırına göre şimdi kullanılır hale geldi. Ailesi onun iş hayatına atılması için bu yaşı uygun görmüş olmalı. Daha önce  bir şeyler yapmak isterdim ama Şebnem'i yeni buldum..."

Bu yeterliydi işte... Gerçekten böyle bir amacı varsa Alevhan'ı nasıl suçlayabilirdim ki? Ondan nefret ediyordum ama bu durum düşünülürse... Ona hak vermek zorundaydım.

Şebnem'in her ne kadar Alevhan'la bir geçmişi olması beni delirtsede... Sonuçta çok küçüktüler ve korktuğum gibi bir şey olma ihtimali çok düşük...

"Bunu söylemekten nefret ediyorum ama haklı olabilirsin."

Suratında hiç bir şey yoktu. Biraz acı belki ama çoğunlukla ifadesizlik...

"Öyleyim... Şebnem'le uzun zaman sonra ilk karşılaşmamızda, yani boğazını sıktığım o zaman... Onun o olduğunu bilmiyordum ve o ismi duymak içimdeki özlemle birleşince beni daha çok sinirlendirdi. Şebnem'in evlat edinilmesinden sonra ailenin onun soyadını değiştirdiğini düşünüyordum ama tam tersi olmuş. Servete daha kolay konmak için kızın soy ismini almışlar. Öğrendikten sonra neler yaptığına dair ve neler yasağına dair uzun bir araştırmam ve Eylül'le girdiğim uzun bir sohbetim oldu. Onu çok uzun süre aradım ama her seferinde babam önüme bir taş koydu. Siz... Onu bana getirdiniz. Aslında bunun için size teşekkür etmem gerekir."

Kendimle alay edercesine gülümsedim.

"Büyük aptalmışım desene."

"Onun benim Şebnem'im olduğunu öğrendiğimde elini bir daha bırakmamak istedim çünkü onu bizden koparırlarken bana elini bırakmamam için yalvarıyordu."

Benim Şebnem'im... Gerçekten akıllanmayacak! Suratına sert bir yumruk çaktım. Kafasını bir süre yan tarafta beklettikten sonra eliyle çenesini ovuşturarak bana döndü. Bense sinirime hakim olmaya çalışarak konuştum.

"O senin falan değil. Küçükken aranızda bir bağ oluşmuş olabilir ama bu onu sana ait yapmaz. Eğer bir daha bunun benzeri bir şey söylersen... O çeneni kırarım."

Beni yakamdan tutup sertçe sarstı.

"Senin hiçbir halttan haberin yok. Ben onun için yıllarca umarsızca savaştım. Sense hiçbir şey yapmadan... Hop diye birden... Onun için savaşmayan biri olarak için rahat bir halde o benim diyebilir misin? O benim değilse, senin hiç değil..."

Sakin bir ifadeyle elini yakamdan çektim.

"Yine haklısın. Değil... Eğer Şebnem burda olsaydı, 'Ben kendimden başka kimsenin değilim o yüzden o sersem kafalarınızı ben birbirine tokuşturmadan önce çenenizi kapatın.' derdi. Eğer onun için savaşmak istiyorsan... Ben burdayım ama-"

Ses tonum yavaşça yükseliyordu.

"Bunu onu benden kaçırarak bir korkak gibi yapacaksan o zaman gerçekten senin sorunların var demektir."

"Onu senden bu yüzden kaçırmadım. Ona her şeyi hatırlatmak için yaptım."

"Bize anlatabilirdin!"

"Ve sizde dinleyip inanacaktınız, öyle mi? Beni güldürme."

"Bizi öldürmeye çalıştın!"

"Kaza yaptırmaya çalıştım, öldürmeye değil! Eğer öldürmek isteseydim direksiyonu kırmazdım ve şu an hepimiz ölmüş olurduk. Sadece sizi bir süreliğine uzaklaştırmak istedim, Şebnem hatırlayana kadar ama erken davrandınız."

Bu sefer yüksek sesle bağırmıştım.

"Pardon, Lordum, planlarınızı mı bozduk?!"

"Evet, biraz öyle oldu!"

İkimizde yüksek sesle bağırmaktan damarları belirmiş insanlar olarak birbirimize baktık ve Alevhan boşluğu tekmeledi.

"Dün gibi aklımda... Çok küçüktü, beş yaşında... Ailesinin ölümü üzerinden neredeyse iki ay geçmişti ama hala kabuslar görüyordu, korktu ve benimle uyumak istedi."

Alevhan'ı hiç böyle görmemiştim, bir bitkinlikle anlatmaya çalışırken sanki gözleri doluyor gibiydi... Anlattığı şey bana bugün Şebnem'in yanımda yatmasını hatırlattı. Evet... Nasıl bir his olduğunu anlayabiliyordum.

"Hala ailesinin öldüğünü kabullenmemişti ve ben ona umut verdiğimde bana ilk öpücüğümü verdi."

Gözlerimi kıstım. İlk öpücük demek... Aman ne harika! Düşündüğüm gibi olma ihtimali küçükmüşte, öyleymişte... Aptalsın Selim! Ben bir an kendime kızarken o anlatmaya devam ediyordu ve sesini o kadar yükseltmişti ki neredeyse kıpkırmızı olmuştu.

"Yedi yaşındaydım! Ve dudağıma konan ilk öpücük beş yaşındaki dünya güzeli bir kıza aitti ama benim tek düşündüğüm onu, dünya üzerindeki bu kodumun tehlikelerinden nasıl koruyabileceğimdi! Onu kaybetme korkusunu hissetmeye daha o zaman başladım ben ve sen-! Onu kaybetmenin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorsun!"

"Hayır... Biliyorum. Sen onu benden çekip aldığında, öğrendim! Yaşamak istemedim, sadece onu istedim. Tek gayem ve tek beklentim o olmuştu. Oksijenim o olmuştu, ben o olmuştum!"

Karın boşluğuna sert bir darbe indirdim. O eğilirken bende kulağına doğru dağılmış bir biçimde fısıldadım.

"Bunu bana yaşatmaya nasıl cürret edersin..?"

Bitkin bir halde kalkıp ellerini omuzlarıma koydu ve alnıma doğru kafa attı. Sendeledim ama şikayet etmedim. Sanki acı çekmekten zevk almaya başlamıştık... Ya da her bir hatamız için bu dayakları hak ettiğimizi düşünüyorduk, kendi kendimize...

"Sen orda değildin. Elimi zorla bıraktırdılar, tek duyduğum onun yalvaran beni bırakma, elimi bırakma sesleriydi..."

Yeni doğrulmuştum ama bu kez bana sinirinden hiçbir şey kaybetmeden bağırarak yumruk attı.

"Arabanın arkasından onu götürmesinler diye ne kadar koştum haberin var mı?!"

Burnumdan ve ağzımdan akan kanı silerken onunda benden pek farklı olmadığını gördüm. Buna rağmen hala konuşmaya ve meydan okumaya yetecek enerjisi vardı.

"Sen en son ne zaman bir şeyin peşinden o kadar koştun?! Ha! Ha?! Cevap ver, Selim Bey! Siz o küçük teknenizde kızlarla alemden aleme akarken, ben Şebnem'e zararı dokunan her bir insan parçasına hayatı dar ediyordum! Şimdi karşıma geçmiş, bir de utanmadan onun için savaşmak istediğini söylüyorsun! Sen hiçbir şey için savaşamazsın!"

Sinirle yerden kalktım ve onu kollarından tutarak sert bir şekilde duvara yapıştırdım. Kafasını çarpınca sersemledi ama bu sinirimi geçirmeye yetmeyince dizimi kasığına geçirdim.

"Sen. Tam bir. O. Çocuğusun!"

Kendini toparlarken güldü.

"O. Çocuğu az kalır. Babamın Çakıroğlu olduğu düşünülürse."

Bunu söyledikten sonra iğrenmiş gibi yere tükürdü. Ağzından çıkan tek şey kandı ama sonuçta içinden bir şeyleri söküp atmaya çalışıyordu.

Bense kafamdaki karışıklığı belli ederek ona doğru döndüm.

"Babalarımızın farklı olduğunu sanıyordum."

Duvara sırtını sürterek kendini yere oturturken bir yandan da gülümsedi.

"Öyle zaten."

Vücudumdaki her bir hücrenin kendini yenilemeye çalışması yetmiyormuş gibi birde beynim algı problemi yaşıyordu. Gidip karşısında dizlerimin üstüne eğilerek oturdum.

"Ne demek bu?"

Hunharca güldü. Ağzındaki kanla gerçekten korkunç görünüyordu. Gerçi benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu ama... Ben en azından gülmüyordum.

"Ne demek bu dedim?! Cevap ver!"

"Gerçekten senin hiçbir halttan haberin yok! Ahh, Allah'ım.... Çakıroğlu olan benim babam, sersem herif! Senin ki sadece... Ne bileyim, saf bir CEO?"

Acıyla kafasını yana çevirdi.

"Nasıl yani? Bunca zaman... Neden şimdi... Biliyordun ama... Söylemedin."

"Bak. Normalde söyleyecektim. Ama sonra Demir'in videosunu gördüm. Babam zeki adamdır. Demir'i kandırdığını bende sonradan öğrendim. Teknik olarak babanı da kandırmış."

Öksürüp, tekrar kan tükürdükten sonra devam etti.

"İş görüşmesi ayağına babanı Demirle tanıştırıp plan gereği sadece el sıkışıp, aramıza hoşgeldin muhabbeti döndürüyorlar. Ama babandan önce gelip yapılacak şeylerin listesini verip konuşan adam Çakıroğlu görevlerinden bahsettikten sonra seni onunla tanıştıracağım, tek yapman gereken şey elini sıkmak fazladan bir şey asla ama asla söylememek deyince... Hooop! Karıncaya zararı dokunmayan Harun İnan oluyor sana bir anda Çakıroğlu."

Tekrar sesli bir şekilde güldü.

"Bu ne kadar komik, değil mi? Baban... Çakıroğlu... Böyle bir şeye nasıl bu kadar çabuk inandın? Üstelik bırak kötü adam genini, sende kötü adam tipi bile yok. Tanrım! Ah, bu yönünü annemizden almışsın.."

"Bense.. Çok inandırıcıydım ve bu gerçekten iğrenç. Rol yapıp, insanları kandırmak yeteneğimi o geberesice adamdan takmışım. Ondan gelen genlere lanet olsun."

Cevap veremiyordum ki tekrar güldü.

"Şebnem'e bile yalan söyledim. O adamla kan bağı dahil hiçbir ilgim yok dedim. Çünkü Çakıroğlu'nun senin baban olma ihtimali daha çok hoşuma gitmişti. Sonuçta onun hayatını mahveden adamın oğlu olmak insana bir prestij kazandırmıyordu."

Aklıma Çakıroğlu'nun babam olduğunu düşündüğüm zaman aynı endişeleri taşımış olmam geldi ve bu benzerliğe güldüm.

"Asla öğrenmeyeceğini düşünüyordum ama şu halime bak."

Eliyle kendini gösterdi.

"Aptal gibi döküldüm. Çünkü yoruldum. Babamın günahlarının peşinden gitmekten yoruldum. Asla durmayacak! Lanet herifin nerde olduğunu bilsem hiç düşünmeden kafasına sıkarım ama o.çocuğu izlerini öyle bir örtüyor ki... Sonunda insanı delirtiyor."

Suskunluk çökmüştü üstüme. Ayaklarım beni taşımıyordu artık, ölüyor gibiydim ve yorulmuştum. Sert zemine uzandım ve soğuk iyi geldi. Garip bir rahatlama hissiyle pişmanlık bedenimi sardı. Babama çok çabuk kondurmuştum kötü adamlığı... Ama tüm işaretler onu gösteriyordu. Ama neden?"

"Neden?"

Sesim fısıltı gibi çıktığı için bana doğru kafasını çevirdi.

"Efendim?"

"Neden babam? Neden bir başkası değil. Polisin o videoyu izlemesiyle hapse girebilecek kişi babamdı. Hedef olarak neden babam?"

Bana dalga geçer gibi baktı.

"Aptal mısın sen? Annemizden dolayı tabii ki de. Babam ne kadar duygusuz olsa da... Annemizi sevmişti. Ama annemiz onun ne biçim bir insan olduğunu fark edince kaçmış ondan. Babamda ceza olarak beni alıkoymuş. Annemiz o arada babanla tanışıyor, aşık oluyorlar ve benden iki yıl sonra pat sen!"

Bu gülümsememe yol açmıştı. Demek annem babamı gerçekten sevmişti... Peki bizi neden bırakmıştı? Alevhan hepsini biliyor gibiydi.

"Peki... Biliyor musun? Annemin neden bizi bıraktığını?"

"Bizi derken?"

Ondan ve kendimden bahsettiğini sanıp, bu ilişkilendirmeme şaşırmıştı.

"Ben ve babamı yani?"

"Haa. O mu? Annemiz aslında Çakıroğlu'nun peşindeydi, yani polisti. Babama en çok yaklaşan polis oydu ve onu yakalamaya en çok yaklaşan kişi de ama babam rol kesmede o kadar iyidir ki, bana bakıp bunu görebilirsin, onu masum olduğuna inandırdı ve... Hata. Yani ben! Sonra babamın suçlu olduğunu kanıtlayamasalarda, göreve ihanetten annemizi meslekten taak! Kapı dışarı."

"Annem polis miymiş? Vay be..."

"Ben seni kırmamak ve kıskançlık krizine sokmamak için farkındaysan sürekli annemiz diyorum, sen neden benim kadar nazik olamıyorsun? Bir de kendine centilmen dersin."

Bir an özür dilemek istedim ama onunla sıcak üvey kardeş ilişkisi kurmak için yanlış zamandı.

"Ee, sonra?"

"Sonrası net işte. Annemiz iki yıl beni arıyor o arada babanla tanışıyor, sen doğduktan sonrada araştırmalara devam. Bu uğurdaki çabası taktire şayan derken beni buluyor ama yanımda çok kısa kalabiliyor çünkü babamın adamları zar zor görüştürüyor, babamsa hala firar. Bu şekilde bir senim yanın, bir benim yanım derken... Sen beş yaşındayken artık tak ediyor, beni babamın adamlarından kaçırıp üstüne birde babamı hakladıktan sonra benimle birlikte yanınıza gelmek için Polonya'ya uçuyor. Sonrası deliliğin eşiğine giden o yol işte."

Daha fazla öğrenmek istiyordum ama ondan bir şey istemek hoşuma gitmiyordu.

"Beni kaçırıyor... Aslında babam kaçmamıza izin verdi diye düşünüyorum. Heralde artık ona yük olmaya başladım. O da beni anneme postadı falan çünkü öyle bir adamın elinden bir şey kaçırmak annem gibi birine göre bile fazla sıkıntı. Neyse ki kaçtık, zaten bir aya kalmadan Şebnem'le tanıştık."

Derin bir nefes alıp öksürdü.

"Gerisi için enerjim yok. Yine her şeyi kolay yoldan elde ettin. Bense bu bilgileri almak için polis arşivlerini tırtıklayıp, yeni yeni deliren annemi konuşturmaya çalışmıştım, bende onunla birlikte deliriyordum, nerdeyse. Ama sen... Her zamanki gibi dört ayak. Bravo valla."

"Kapa çeneni. Suratıma baksana, pek de kolay yol sayılmaz. Sence?"

"Dayak yemek mi zor? Sen gerçekten zor görmemişsin."

"Beni küçümsemekten vazgeç artık. Senin ki gibi zor bir hayatım olmamış olabilir ama en azından sen cevapları biliyordun benim elimdeyse sadece sorular vardı, tıpkı Şebnem'in ki gi-"

O an aklıma dank etti. Onu çok uzun süredir yalnız bırakmıştım ve çocuklara da haber vermemiştim.

"Tabii ya, Şebnem'i aramadım."

"Geç bile kaldın, onu bir an önce görmem lazım."

Uzandığım yerden kalkarken ona dik dik baktım.

"Onu almana asla izin vermem."

"Bir pazarlık yaparız artık."

"Söz konusu bile değil"

"Ara artık! Güvende mi değil mi, bilmek istiyorum."

"İnan bana benimleyken seninle olduğundan kat kat daha güvenli."

Telefona bakınca duymadığım bir sürü arama vardı, sessize almıştım, tabii ya. Hemen en son aramayı tıkladım, çok fazla çaldı ama sonunda Bora açtı.

"Bora, nerdesiniz?"

"Beyefendinin aklına şimdi mi geliyoruz?"

"Ben... Küçük bir işim vardı, neden bir şey mi oldu?"

Sesindeki ironi her türlü seziliyordu.

"Hayır canım ne olacak, alt tarafı eve geldiğimizde Şebnem'i baygın bulduk, burnundan kan gelmiş vaziyette ölü gibi yatıyordu, şimdi hastanede bir şey demelerini bekliyoruz. Başka ne olacak?!"

Bora bu kez gerçekten sinirliydi, sesimi duymak bile istemiyor gibi... Bense duyduklarım karşısında donup kalmıştım adeta son anda güçlükle sesimi yükselttim.

"Ne demek hastanede?! Nolmuş?"

Alevhan tüm yaralarını unutup ayağa fırlamıştı.

"Biliyor muyuz sanıyorsun?! Selim, tek bir görevin vardı o da Şebnem'i yalnız bırakmamak! Sense... Konum atarım, gelir çok merak ediyorsan kendin öğrenirsin ne olduğunu."

"Bo-"

Cevap vermeme fırsat bile vermeden telefonu suratıma kapatmıştı. Bana Bora'nın sesindeki siniri aynı şekilde yansıtan Alevhan acı acı güldü.

"Benimle olduğundan kat kat daha güvenli demek, hı? Aferin sana kovboy. Yine atını arkana bakmadan sürmüşsün."

Continue Reading

You'll Also Like

301K 11.8K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
1K 141 11
- Yapma... İçimdeki bu yangın seni de beni de yakar. Yapma. - Sen benim yanmak istediğim tek yangınsın Gökçen. Seni sevmeme izin ver.
11.9M 581K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
151K 13.6K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...