Barbar

By hera-ashanti

2.1M 95K 5.9K

"Kitap okuyorum sessiz olur musun?" "Benim yüzümde mi yazıyor cümleler?" "Hayır, kitap baştan aşağı sensin... More

-Bölüm 1-
-Bölüm 2-
- Bölüm 3-
Duyuru!
-Bölüm 4-
-Bölüm 5-
-Bölüm 6-
-Bölüm 7-
-Bölüm 8-
-Bölüm 9-
-Bölüm 10-
-Bölüm 11-
-Bölüm 12-
-Bölüm 13-
-Bölüm 14-
-Bölüm 16-
-Bölüm 17-
-Bölüm 18-
Şarkı listesi~
-Bölüm 19-
-Bölüm 20-
-Bölüm 21-
-Bölüm 22-
-Bölüm 23- hakkında
-Bölüm 23-
24. BÖLÜM KESİTİ
-Bölüm 24-
-Bölüm 25-
-Bölüm 26-
-Bölüm 27-
-Bölüm 28-
-Bölüm 29-
-Bölüm 30-
-Bölüm 31-
-Bölüm 32-
-Bölüm 33-
-Bölüm 34-
-Bölüm 35-
°^°
-Bölüm 35-
-Bölüm 36-
-Bölüm 37-
-Bölüm 38-
-Bölüm 39-
Bölüm Sonu
-Bölüm 40-
-Bölüm 41-
-Bölüm 42-
-Bölüm 43-
-Bölüm 44-
-Bölüm 45-
-Bölüm 46-
-Bölüm 47-
-Bölüm 48-
-Bölüm 49-
-Bölüm 50-
-Bölüm 51-
-Bölüm 52-
-Bölüm 53-
-Bölüm 54-
Bölüm Sonu
-Bölüm 55-
-Bölüm 56-
-Bölüm 57-
-Bölüm 58-
-Bölüm 59-
-Bölüm 60-
-Bölüm 61-
-Bölüm 62-
-Bölüm 63-
-Bölüm 64-
:)
Çok Önemli!
Barbar
Kesit
Düzenleme
-Bölüm 65-
-Bölüm 66- Son
:(
Ufak Bir Soru
Kitap
Kitap ismi
kitap kapağı
Duyuru!
Çekiliş
Çekiliş!!
Cevaplar

-Bölüm 15-

40.5K 1.7K 107
By hera-ashanti

-Melike'm-

Gün ağrırken bütün gece boyunca tavana bakıp sürdürdüğüm eylemimi devam ettiriyordum: gece boyunca Barbarın söylediklerini düşünüp durdum. Ne demek istemişti? Amacı neydi? Sadece bir strateji miydi? Diye düşünmekten bir türlü kendimi alamıyordum. Tek gece de üç sınava çalışmışım gibi hissediyordum. Beynim yanmıştı sanki. Hem uykusuzluktan gözlerim ağrıyordu hem de fazla düşünmekten beynim zonkluyordu. Hindi gibi düşünmenin bana bir faydası olmadığına karar verip yataktan kalktım ve banyoya ilerledim. Sıcak bir duş alıp tekrar yatağıma yattım.

Gözlerimi açtığımda gördüklerime inanamadım. Saat iki olmuştu. Bütün gece saçma sapan şeyler düşünüp uyumazsam olacağı buydu tabii. Zaten devamsızlık hakkı on gündü. Bir günüm boşu boşuna ziyan olmuştu. Yapacak bir şeyin olmadığını çaresizce kabullenip karnımı doyurmak için aşağıya indim. Tek başıma kahvaltı yaparken Barlas'ı düşündüm. Neden işe giderken beni uyandırmamıştı merak etmiştim. O kahvaltıya beş dakika gecikse ben iyi olup olmadığını kontrol etmek için odasına çıkardım. Dün geceki onca şeyden sonra en azından onun da bunu yapmasını beklerdim.

Telefonumu elime alıp Barbar'ı aradım. Beni neden uyandırmadığını soracaktım fakat o bana bile fırsat vermeden kendisi başladı hesap sormaya: "Ne var?" diyerek açtı telefonu. Sesi dün gecenin aksine oldukça öfkeliydi. Aslında dün gece dışında o hep böyleydi. Sadece anlayamadığım şey neden böyle yaptığıydı. Bir uzaklaşıp bir yakınlaşarak ne yapmaya çalışıyordu bilmiyordum ama bildiğim ve hissettiğim bir şey varsa o da içimde bana dair bir şeylerin yavaş yavaş can verdiğiydi. Barbar besinini benden alırken beni kurutmaya devam ediyordu. Tıpkı Aşeka gibi.

'Neden uyandırmadın beni. Okula geç kaldım.' demek yerine "Hiç seni sinir etmek için aramıştım. Ettiğime göre kapatabilirim." dedim ve tam da o konuşmaya başlayacakken suratına kapattım.

Bir saat kadar sonra Akın aradı. "Efendim?" diyerek cevapladım aramasını.

"Neden gelmedin okula? İyi misin?" diye endişeyle sorduğunda ister istemez gülümsedim. Birilerinin sizin için endişelendiğini bilmek oldukça iyi ve değerli hissettiriyordu. "İyiyim. Uyuya kalmışım sadece." dedim.

"Sevindim." dedikten sonra kısa bir sessizlik oluştu. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi bir anda konuşmaya başladı. "Ayten hocaya sen mi verdin ses kaydını."

Sesindeki çaresizliği duyunca gülmeye başladım.

"Gülme senin yüzünden saatlerdir gitar çalıyorum."

"Ne güzel işte."

"Ah! Tatlım benim, senin haberin yok tabii. 5 Ocakta okulda yapılacak gösteride piyano çalacaksın."

"Elemelere katılmadım ki."

"Bu da benim şakam."

"Sana inanamıyorum. Nasıl yaparsın bunu."

"Sen nasıl yaptıysan ben de öyle yaptım. Bu gün okula gelmemen de işime yaradı."

"Çok kötüsün. Bunun intikamını alacağım."

"Tabii her zaman beklerim. Bu akşam kara okeye gelecek misin peki?"

"Evet."

"Gelip almamı ister misin?" diye sordu. Bunun iyi bir fikir olacağını düşünsem de daha Barbarın arabasından kurtulmam gerektiği aklıma geldi ve vazgeçtim. "Gerek yok orada görüşürüz." deyip kapadım.

Bir süre kitap okuyup müzik dinledim. Saat yedi olduğunda odama çıkıp tek tek ördüm iki örgümü de. Ardından siyah ojeler sürdüm. Ojelerim kuruduğunda kırmızı kareli gömleğimi, siyah eteğimi, siyah askılarımı takıp göz kalemi ve rimelden oluşan her zamanki sade makyajımı yapıp parfümümü sıktım ve Barbarın arabasına binerek evden ayrıldım. Arabayı yıkamaya vermeden önce arabada değerli bir şey bırakmamak adına içini kontrol etmeye başladım. Şimdi Barbar beyin bir şeyi kaybolur benden bilirdi.

Son olarak torpidoya göz atarken bir kâğıt parçasına çarptı elim ve kâğıt yere düştü. Eğilip onu aldığımda karakalem bir çizim olduğunu gördüm. Saçları rüzgârda savrulan bir kız vardı. Saçlarından dolayı yüzü pek seçilmiyordu. Kâğıdı biraz daha incelediğimde resmin altındaki imza dikkatimi çekti. Barbarın imzasıydı ve resmin diğer köşesinde de 'Melike'm' yazıyordu.

Neydi içimdeki bu his anlayamadım. Üzüntü desem değildi; ben zaten beni sevmediğini biliyordum. Beni seveceğine dair umudum yoktu. Dün gece o kadar yakınlaşmışken şimdi bunu görmek, dün gece fragmanını izlediğim filmin başrolünde bir başka kızın oynadığını bilmek beni çok fazla kıskandırdı. En az Zeus'un yüz verdiği kadınların hepsine tuzak kurup lanetleyen Hera kadar kıskanmıştım. O kadar kıskanmıştım ki elimdeki resmi parçalara ayırmak istiyordum. Fakat Barbar bu kadar emek verdiği, kusursuz, kâğıda dökebilecek kadar yüzünü ezberlediği kızın resmini arayacaktı. Üstelik bu bana bir şey kazandırmazdı. Kâğıdı kırışmamasına özen göstererek çantama koydum ve arabanın anahtarını görevliye bırakıp bir taksi çağırdım.

Acaba benden daha mı güzeldi, daha mı iyi biriydi veya daha mı zeki? Onda olup da bende olmayan ne vardı, diye saçma sapan soruları kendime çaresizce sorup durdum. Defalarca kalbime her şeyin yolunda olduğunu tekrarladım. Her yara aldığında söylediğim bu yalana o da inanmıyordu artık. Hem onu bu duruma sürükleyen bana hem de onu bir türlü sevemeyen Barbara küsmüştü. Her konuya lafı olan yanlarımsa konuşmuyorlardı bu gün. Onlar da bir köşede ağlıyorlardı. Ama ben ağlamadım. Beni toparlayacak olan bendim. Hem bunlar ne ki? Beni kimler sevmedi bir Barbar mı ağlatacaktı beni?

Eve gidip depresyona girebilirdim fakat Akın'larla eğlenmeye gittim. Akın gülümseyip yanağımı öptükten sonra "Hoş geldin." dedi. "Hoş buldum." diyerek karşılık verip içeri yöneldim. O da arkamdan geldi. Diğerleri çoktan başlamıştılar. Kaan ve Gamze birbirlerine şarkı söylerken Mert onları izleyip gülüyordu. Biz de yanına oturup ona selam verdik.

Onları dinlerken hâlâ Barbarı düşünüyordum; acaba şu an onunla mıydı? Onu mu öpüyor? Elini tutuyor mudur? Acaba o kızın saç kırıkları var mıdır? Yoktur neden olsun ki Barbar okşuyordur öpüyordur saçlarını. Neden kırılsın ki onun saçları? Acaba evlilik hayalleri de kuruyorlar mıdır? Evlenme yaşı da geldi. Ya evlenirlerse?

"Hera!" diye seslenince biri irkildim. Düşünmeyi bırakıp bana seslenen Akın'a çevirdim kafamı. "Ne oldu neden konuşmuyorsun. Küstün mü yoksa?" diye sorunca ne kastettiğini anladım. Evet, benden habersiz beni elemelere sokup seçilmeme neden olduğu için ona fazlasıyla kızmıştım ama çocuk gibi de küsecek değildim. Ben de bir eşek şakası yaparım ödeşirdik.

"Hayır. Ama nasıl yaptın anlat."

"Olmaz, meslek sırrı." deyip güldü.

"Arkanı kolla. İntikamım fena olacak." diye şakayla tehdit ettikten sonra ikimiz de kahkaha atmaya başladık. Mert "Kendi aranızda sohbet etmeyi bırakın zaten iki karga sesli şarkı söylüyor." diye lafa katılınca susup Kaan ve Gamzeyi dinlemeye başladık. Mert haklıydı. Sesleri çok kötüydü.

Birinin elini yara izi olan bileğimde hissedince irkilip elime baktım. Bileğimdeki elin Akın'a ait olduğunu görünce elimi çekip Akın'a baktım. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Neden böyle baktığına anlam veremedim. Benim bileğimdeki bir yara izine ne diye sinirleniyordu ki!

"Ne oldu?"

"Bu ne!" diye hesap sordu sanki hakkı varmış gibi.

"Sana ne?"

"Söylemek zorundasın!"

"Değilim!" Hem suçlu hem güçlüydü resmen. Bu hareketi beni o kadar sinirlendirmişti ki eşyalarımı da alıp koşarak çıktım mekândan caddede koşarken son anda biri kolumdan tutup kendine çevirdi. Arkamı dönmemle Akın ile burun buruna geldim. Dişlerini sıkmışken gözleri alev saçıyordu resmen. "Barlas'ın sana bunları yapmasına neden izin veriyorsun. Daha önemlisi sana bunları yapan birine neden daha fazla tahammül ediyorsun!"

"Barlas yapmadı."

"Yalan söyleme!" diye bağırdığında herkes dönüp bize baktı. Akıllarında dönen düşünceler gözlerine yansıyordu. İlk defa gördükleri birinin iki kelimede yalancı olduğu kanısına vardılar bile. İnsanlar böyleydi işte kötüye meyilli, ön yargılı, hastalıklı zihniyetli...

Peki ya Akın'a ne demeliydi. Bana nasıl böyle bağırabilirdi. Bir başkasının bana yaptıkları onu neden bu kadar ilgilendiriyordu ki? Hangi sıfatla beni yargılayabiliyordu. İnsanlar başkalarının hayatına karışmak konusunda kendilerine nasıl bu kadar kolay hak tanıyabiliyorlar anlayamıyordum. Gerçekten bu insanları hiç anlayamayacaktım da.

Kolumu Akının elinden kurtarıp "Seni ilgilendirmeyen konular hakkında fazla konuşma!" diye uyardım ve onu ardımda bırakıp ilerlemeye devam ettim. Bir gün içerisinde hatta bir kaç saat içerisinde bu olanlar çok fazlaydı. Böyle mi olmak zorunda değildi. Kendimi fırtınalı bir denizin ortasında tek başıma hissediyordum. Gidecek sığınacak, dinlenecek, yaralarımı saracak bir limanım yoktu benim. Bir yaramı sararken diğer taraftan yara almaya mecburdum ben.

Boş bulduğum ilk taksiye bindiğimde telefonumun çaldığını duydum. Cevap vermek istemesem de şoförün rahatsız olduğunu anlayıp kapatmak için elime almıştım ki Ayten Hocanın aradığını gördüm. Meşgule atmamın saygısızlık olacağını düşünerek cevapladım. "Efendim."

"Hera, nasılsın canım."

"Teşekkürler, siz nasılsınız hocam m?"

"Okula gelmedin bu gün çalışmamız vardı." dediğinde unuttuğum çalışmayı hatırlamam ve alt dudağımı dişlemem bir oldu. Ne cevap vereceğim diye düşünürken o tekrar konuştu. "5 Ocaktaki gösteri hakkında konuşmak istiyordum seninle."

O böyle konuşunca o kadar mahcup oldum ki "Hocam eğer vaktiniz varsa kahve içebilir miyiz?" diye sordum. Kabul etmesi üzerine bir kafede buluştuk. Konuşmaya "Özür dilerim hocam, biraz hastaydım." diye özür dileyerek başladım. Neyse ki o bunu anlayışla karşılayıp "Sorun değil tatlım. Fakat gösteri için çok az zamanımız var." dedi. Sonrasını dinleyemedim. Aklım yine Barbara gitti. Birinin elini elimde hissedince kafamı kaldırıp hocama baktım. "Ben kime anlatıyorum ki senin aklın başka yerde. Canını sıkan bir şey mi var?" diye şefkatle sordu.

"Çok özür dilerim. Bu gün benim için biraz kötü bir gündü."

"Aşk meseleleri mi?" diye sorduğunda hemencecik anlayabilmesine hayret ettim. Açıkçası öğretmenimle böyle bir konuyu konuşuyor olmakta beni fazlasıyla utandırdı; kafamı önüme eğdim.

"Arkadaşın olmak için fazlasıyla yaşlıyım ama sen öyleymiş gibi gör." dediğinde kafamı kaldırıp gülümsedim. "Sizi de dertlerimle uğraştırmayayım hiç."

"Bak ben hiç evlenmedim. Bir çocuğum yok. Sizleri evladım gibi görüyorum. O yüzden sıkılmam ben anlat hadi."

"Ben.. Şey.." diye eveleyip gevelemeye başlayınca "Aşık oldun." diyerek dilimin ucuna gelen ama bir türlü söyleyemediğim şeyi söyledi.

"Evet, ama..." diye cümlemi yarım bırakıp gözlerine baktım yine. Gözlerimde görsün istedim söyleyemediklerimi. "Karşılıksız mı?" dediğinde kendimi acınası bir durumda hissettim. Hemen "Evet ama unutacağım. Ben yapabilirim-" elimi tutarak susturdu beni. "Bunun ne kadar acı verdiğini bilirim. Seni fark etsin diye kırk takla atarsın ama o yine de burnunun dibindeki şeyi görmez. Ama üzülme. İnsanlar senin tahammül ettiğin kadar iyi, senin sevdiğin kadar güzeller. Güzel olan aşktır insan değil. Hayatları boyunca aşkı tatmamış insanlar var. Bence sen böyle güzel bir şeyi içinde barındırdığın için mutlu olmalısın. Biliyorum bir süre sonra fotoğraflarına bakmak da yetmez ama sen daha çok gençsin. Hemen umudunu yitirme. Bazen aşk sandığımız şeyler heves veya ufak bir hoşlantı da olabilir. Önünde koca bir ömür var. Daha bir sürü aşk yaşayacaksın. Hem de sana âşık olan insanlarla. Hatta belki de şu an sevdiğin o çocuk olur sana âşık olan. Bence bu mümkün."

O kadar umut verici konuşuyordu ki bu gün ilk defa kendimi mutlu hissettim. Gülümseyip "Haklısınız sanırım." dedim.

"Böyle zamanlarda, yani umutsuzluğa düştüğünde seni seven, birlikte vakit geçirmekten mutlu olduğun kişiler çok iyi gelir. İnsanlar tek başına güçlü olamazlar."

"Ah! Lütfen yaramı deşmeyin. Bu günün promosyonu da ilk ve tek arkadaşımla kavga etmekti."

"Her şey üst üste gelmiş anlaşılan."

"Evet, biraz öyle oldu. Neyse ki sizinle konuşmak iyi geldi."

"Ben sadece konuştum. Dayanacak güç yine sende tatlım." dedi. Bir süre daha sohbet ettikten sonra vedalaşıp ayrıldık. Sonunda eve geldiğimde içimden çikolata yiyip yabancı dizi izlemek gelse de bunların depresyon belirtisi olduğunu bildiğim için kesinlikle yapmayacaktım. Bunlar bana koymaz diye diye evin içinde dolanırken kendimi buna inandırmaya çalışıyordum. Sonunda kendime yemek yapmak üzere mutfağa girdim ve çeşit çeşit yemek yapmaya başladım. Normalde yemek yapmazdım fakat şu an bunlarla uğraşırsam kafa dağıtacağıma inanıyordum. Telefonumdan tariflere bakarak yapıyordum. Bunca zaman eziyet olarak görmüştüm fakat şu an yeni tarifler öğrenmek oldukça heyecan verici ve keyifliydi.

Sonunda yemeklerimin hepsi ocakta pişmekteyken ben de kahvemi alıp tezgâhın üzerine oturdum. Yemeklerimin nefis kokusu tertemiz ve düzenli mutfağı doldururken kahvemi yudumlamaya başladım. Ta ki kapı büyük bir gürültüyle kırılana kadar. Barbar kendi evine böyle dalmazdı değil mi? Poyraz zili çalardı. Yiğitse alacaklı gibi kapıyı çalardı fakat kırmazdı. Kim gelmişti ki? Üstelik kapıda iki koruma vardı.

Hemen tezgâhtan atlayıp çekmeceden bıçak almak için ilerleyecektim ki içeri bir adam girdi. Kalbim ağzımda atarken beynim düşünmeyi bırakmıştı sanki. Karşımda dikilmiş beni düşmanlıkla süzen bu adam "Burada." diye seslendi içeri doğru. Bu boşluğundan yararlanıp kahve bardağımı elime aldım. Tam da kafasını bana çevirmek üzere olan adamın suratına boca ettim özenle yaptığım sıcacık kahvemi. Adam suratının yanmasıyla acı dolu bir çığlık atarken elimdeki bardağı da içeri dalan adamın kafasına attım. Bardak kafasında parçalandıktan sonra kanlar akan kafasına koydu elini.

Hemen dolabı açıp içinden bir tava aldım. Fakat arkamı dönmeden ensemde bir nefes hissettim. Saliseler saatlere dönüşmüştü sanki. Kalbim ağzımda atmaya devam ederken beynim bir yandan korku hormonu salgılayıp bir yandan da bana komutlar veriyordu.

Arkamdaki kişi atağını yapamadan ben yaptım: Elimdeki tavayı kafasına geçirdim. O acı içinde inleyip kafasını tutarken ben bir kez daha vurmak için elimi kaldırmıştım fakat biri bileğimden yakaladı. Şimdi ne olacak,


Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 132K 89
Sen... Sen ve sen değil... Hele sen hiç değil... Sen kumral olan, seni de bekliyorum. Biraz sonra bu sayfaya gireceğinizi biliyorum. Orada sizi bekli...
19.8K 3.5K 19
Sâra ile Yarkın'ın sarı gül motifli, tahta kapaklı bir günlükle başlamıştı aşkı. Birbirlerini hiç tanımayan iki kuzenin aşk hikayesi... Yarkın; "Nefr...
148K 9.1K 41
Geçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu...
524K 34.3K 70
Adam, şafak sökerken yığmıştı ölü denizlerini göğsüne. Tebessümüne giydirdiği kefeni ustalıkla yüreğindeki mezarlığa kabul etmişti kadın. Sessizli...