GİZEMLİ (TAMAMLANDI)

By kbrssm

162K 11.6K 680

"Nasıl yapacağız" dedi kadın ağlamaktan çatallaşmış sesiyle. "Nasıl kazanacağız onu geri?" "Merak etme" ded... More

Tanıtım
Bölüm 1 ∞ Başlangıç
Bölüm 2 ∞ Parçalar
Bölüm 3∞ Merak
Bölüm 4 ∞ Etki
Bölüm 5∞Rüya
Bölüm 6∞Küpe
Bölüm 7∞Kavşaklar
Bölüm 8∞Şans
Bölüm 9∞ Kavga
Bölüm 10∞Garip
Bölüm 11∞ Ceza
Bölüm 12∞ Düşman
Bölüm 13∞Kahve
Bölüm 14∞Teklif
Bölüm 15∞Süpriz
Bölüm 16∞Korumacı
Bölüm 17∞ İkna
Bölüm 18∞ Tesadüf
Bölüm 19∞ Tanışma
Bölüm 20∞ Özel
Bölüm 21∞ Saçmalık
Bölüm 22∞ Aile
Bölüm 23 ∞ Gizemli
Bölüm 24 ∞ Kırgınlık
Bölüm 25∞ Benzerlik
Bölüm 26 ∞ Öpücük
Bölüm 27 ∞ Beklenilmeyen
Bölüm 28 ∞ Konuşma
Bölüm 30∞Ölüm
Bölüm 31∞Kesit
Bölüm 31∞ Yaşam
Bölüm 32∞ Final
Özel Bölüm ∞ 1
Özel Bölüm ∞ 2
Özel Bölüm ∞ 3
Özel Bölüm ∞ 4

Bölüm 29 ∞ İmkansız

3.4K 214 21
By kbrssm

Yorum ve votelemeyi lütfen unutmayın.

Upuzun bir bölümle karşınızdayım.

Yeni kapağımız nasıl?

Finale çok az kaldı. Düşünceleriniz neler?

-----

"Ya bizi kabul etmezse?" dedi Destiny ağlamaktan dolayı kısık çıkan sesiyle. "Ya beni sevmezse?"

"Sevecek" dedi Jonathan ısrarla. "Seni tanıyınca sevecek"

Kimden bahsediyorlardı ki? Kim onları kabul etmezdi? Onlar mükemmel insanlardı. Yani göründüğü kadarı ile. Destiny'in üzgün çıkan sesinin kalbimi sızlatmasına anlam veremedim. Kafamı sallayarak dinlememin doğru olmadığını kendime hatırlattım. Bu onların meselesiydi. Benimle alakalı değildi.

Ta ki hemen arkasından Destiny' nin sesi çıkana kadar.

"Adını Katie koymuşlar" dedi Destiny acıyla. "Ben daha farklı hayal etmiştim"

Birçok insanın, hatta çocuğun pembe hayalleri olurdu. Kurdukları bazı hayaller onların hayatta yaşamak istedikleri ama olmayacağını bildikleri kurgulardan ibarettir hep. Bazen bu hayallerimizde kötü bir çocuk bazen de güçlük bir benlik oluştururduk kendimize. Pembelikten sıyrılmış somut dünyada yaşayamayacaklarımızı yaşatırdık. Canlandırırdık. Hayalperest derlerdi bize. Peki, hayal kurmayan var mıydı bu Dünyada? Eğer kusursuzluk olsaydı, belki. Ya da hayal kuramayacak kadar büyüdüğünü hisseden varsa... Büyümek, gerçeklerle yüzleşmek, hayallerinin yıkılması mıydı?

Benim de kendi çapımda hayallerim vardı? Ta ki kabul etmek istemeyeceğim gerçeklere çarpıncaya kadar. Destiny ne demek istiyordu? Kimdi bahsettikleri kişi? Ben olamazdım değil mi? Sadece benim adım Katie değildi? Bu ben olamazdım. Sadece tesadüftü bu. Bunun benimle alakası yoktu.

Peki, o zaman neden her cümlenin başında 'değil mi?' sorusu var?

İç sesimin alayına karşı hızlı bir şekilde kafamı sallamaya başladım. İnanmak istemiyordum. Bu olamazdı. Sadece bir oyunun içindeydim. Belki de bir kabus.

Bu olabilir miydi?

Hayır

Hayır...

Kafamı sallayarak düşüncelerimden sıyrılmaya çalıştım. Burada durmamam gerekiyordu. Yavaş adımlarla uzaklaşırken yerde duran cips paketine basmamla çıkan ses ile birlikte gözlerimi yumdum.

Kahretsin!

"Kim var orada?" dedi Jonathan sert çıkan sesiyle.

Çıkan seslere bakılırsa Jonathan birazdan buraya doğru gelecekti. Ses çıkarmamaya çalışarak hızlı bir şekilde kafeye doğru ilerlemeye başladım. Kendimi kafeye attığımda tuttuğum nefesimi vererek rahatlamaya çalıştım.

"Neden geri geldin canım?"

Duyduğum ses ile birlikte irkildim. Kafamı çevirdiğimde kapının arkasından kafasını uzatan Candice'i gördüm.

"Ah! Şey, ben..." Ne diyecektim şimdi? Neden geri gelmiştim ben? "Cüzdanımı unutmuşum" dedim aniden aklıma gelen fikirle.

"Ya, öyle mi?" dedi Candice kaşlarını çatarak. "İyi misin sen? Solgun görünüyorsun."

"Ben iyiyim" dedim gülümsemeye çalışarak. "Sorun yok. Siz hala James ile çıkmadınız mı?"

"Ah! Hayır. Biz de şimdi çıkacaktık aslında" dedi Candice gülümseyerek. Bir süre yüzüme baktıktan sonra kaşlarını çattı. "Almayacak mısın?"

"Neyi?" dedim anlamayarak.

"Cüzdanını?"

"Ha! Evet" dedim toparlamaya çalışarak. "Ben bir gidip bakıyım"

Kafe'nin arka bölümüne doğru gitmeye başladım. Candice görüş alanımdan çıktığında durup biraz zaman geçmesini bekledikte sonra ön tarafa doğru yürümeye başladım.

"İçeride unutmuşum" dedim Candice'i gördüğümde.

"Tamam, o halde" dedi Candice gülümseyerek. "Sana iyi akşamlar"

"Sanada" dedim tebessüm ederek.

Hızla dışarı çıkıp etrafıma baktığımda kimseyi göremedim. Rahat bir nefes alarak arabama doğru ilerlemeye başladım.

****

"Merhaba Lisa" dedim salonda oturan Lisayı gördüğümde.

"Sen mi geldin?" dedi dalgın bir şekilde. Sesindeki çatlak tını ve gözlerinin şişik olması ağladığının kanıtıydı. Yavaşça yanına oturup ona doğru döndüm.

"İyi misin?" dedim samimiyetle.

Kafasını iki yana sallarken dişleriyle dudaklarını dişliyordu.

"Anlatmak ister misin?"

Sessiz kaldığında derin bir nefes aldım. Belli ki anlatmayacaktı. Yine susmayı tercih edecekti. Yavaşça yerimden doğrulup gitmek için hamle yapınca Lisa'nın sesini duydum.

"Bazı şeyler bilmem ve bu şeyleri söyleyememem beni suçlu mu yapar?"

"Yani" dedim tekrar otururken. "Bu bildiğin halde susmaktır. Ve bu çok kötü bir şey"

Lisa gözlerini sımsıkı kapatıp başını salladı. Gözünden bir damla daha yaş döküldüğünde birşey bildiğini anlamıştım. Herkes benim hakkımda birşeyler biliyordu. Ben hariç... Benden birşey saklamaları sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Steven, Chris, annem, babam, Ethan, Lisa, Kevin hatta Jonathan ve Destiny bile...

"Adını Katie koymuşlar" dedi Destiny acıyla. "Ben daha farklı hayal etmiştim"

"Ya bizi kabul etmezse?" dedi Destiny ağlamaktan dolayı kısık çıkan sesiyle. "Ya beni sevmezse?"

Gözlerimi sımsıkı kapatarak unutmaya çalıştım. En azından şimdilik. Ne demek istediğini sonra düşünecektim. Aklıma bile getirmek istemediğim düşünceler kafama doldukça deli oluyordum. Kabullenemiyordum.

"Yapamam" dedi Lisa fısıltıyla. "Korkuyorum"

"Neyden korkuyorsun Lisa?" dedim ısrarla. Artık anlatmasını istiyordum. Oyunun bitmesini istiyordum. Her şeyin açığa çıkmasını istiyordum.

"Kırılmandan" dedi Lisa yaşlı gözlerini gözlerime odaklayarak. "Üzülmende, yıkılmandan. Ve en önemlisi affetmemenden..."

"Neden kırılayım ki?" dedim merakla. "Neden böyle düşünüyorsun?"

"Çok az kaldı. Herşeyi öğrenmene, çok az kaldı" dedi Lisa kararlılıkla.

Sormama gerek yoktu. Neyi öğrenmeme az kaldı? diye sorsam da cevap alamayacağımı bildiğim için sormadım. Yalnızca sustum. Sustum ve gerçeği öğreneceğim zamanı beklemeyi tercih ettim. Kimse bana gerçekleri anlatma taraftarı değildi.

"Naber Katie!"

Neşeli gelen sesle birlikte kafamı kaldırıp salonun kapısında duran Kevin'e baktım. Yavaşça ayağa kalkıp kapıya doğru ilerlemeye başladım.

"Kötü abi" dedim söylenerek. "Kötü"

Kevin'in garip bakışlarını sırtımda hissederken hızla dışarı çıktım. Belki yürürsem iyi gelecekti. Dalgın bir şekilde cadde de ilerlemeye başladım. Ne olmuştu bize öyle? Neden normal bir aile değildik? Bütün gerçekler sanki gözümün önünde gibiydi. Fakat onlara ulaşamıyordum.

"Nasıl yapmam Jon" dedi Destiny ağlamaktan dolayı çatlak çıkan sesiyle. "O gözümün önünde ve ben ona ulaşamıyorum "

Hayır!

"Böyle düşünme" dedi Jonathan keskin çıkan sesiyle. "En azından artık onunla konuşabiliyorsun"

"Ama bu yetmiyor" dedi Destiny burnunu çekerken. "Onu böyle gördükçe dayanamıyorum"

"Bende hayatım" dedi Jonathan içini çekerek. "Fakat sabretmek zorundayız"

"Daha ne kadar sabredebilirim" dedi Destiny hıçkırarak. "Daha kaç yıl daha umutlarla yaşayabilirim"

"Çok az kaldı" dedi Jonathan fısıltıyla. Sanırım Destiny' e sarılmıştı. "Ona kavuşmamıza çok az kaldı"

Hayır. Hayır. Hayır!

Düşünmek istemiyordum. Artık yorulmuştum. Düşünmekten, anlam vermeye çalışmaktan...

Korkuyordum. Bildiğim, gerçek sandığım şeylerin aslında yalan olmasından korkuyordum. Kalbim bazı şeyleri kabul etmese de aklım birçok şeyin farkına varmaya başlamıştı. Yüzleşmem gerekiyordu.

Sıkıntıyla oflayarak kafamı kaldırdığımda yolun ortasında duran küçük bir kız gördüm. Kafamı biraz sağa doğru çevirdiğim de ise üstüne doğru gelen kamyonu görmemle birlikte gözlerim faltaşı gibi açılmıştı. Kız kamyoncunun göremeyeceği kadar küçüktü. Ve muhtemelen saniyeler sonra ortada bir kız kalmayacaktı. Kız ile kendi aramdaki mesafeyi kafamda hesaplamaya çalıştım. Muhtemelen onu kurtarmaya çalışsam bile yetişemeyecektim. Çaresizlik içindeydim. Kafayı yiyecektim neredeyse. Kamyon kıza değmesine ramak kala ani bir hareketle elimi kaldırıp bir şeyi savururmuş gibi yaptım. Kamyonun bir anda yoldan çıkması ve kızdan uzaklaşması ile ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi verdim. Kamyon son anda toparlayarak tekrar yoluna devam ettiğinde küçük kız da kamyonun çıkardığı ses ile korkup kaçmıştı.

Karın içinde çırılçıplak kalmış gibi titriyordu bedenim. Gözlerimi aşağı indirerek ellerime odakladım. Ben yapmıştım. Ben kamyonu kontrol etmiştim. Küçük kızı ben kurtarmıştım. Zangır zangır titreyen dizlerime daha fazla dayanamayarak yere çöktüm. Araba sesleri, kornalar... Herşey susmuştu sanki.

"Seni sürtük" dedim sinirle Emma ya bakarak.

Yavaşça ayağa kalktım. Emma elini kaldırdığında kendimi korumak için kolumu kaldırdım. Emma inleyerek yere düştüğünde ne olduğuna bakmak için gözlerimi açtım. Emma yerde kanayan kafasını tutuyordu. Yanında da nasıl geldiğini bilmediğim bir sabunluk vardı. Şaşkınlıkla elime baktım. Ne yapmıştım ben? Nasıl yapmıştım? Sabunluk nasıl Emma nın kafasına gelebilmişti?

Emma 'ya da aynı şey olmuştu. Onu da ben yapmıştım.

Ama...Nasıl?

Kafam allak bullaktı. Ellerimden başka hiçbir şey görmüyordum sanki. Bir çift el.

"Katie!" dedi bir ses. "Katie. Sen iyi misin?" Birinin ellerini çenemde hissettiğimde bile tepki veremedim. "Bak bana." Yüzümü yavaşça kaldırdığında dolan gözlerimden dolayı benimle konuşan kişinin yüzünü görememiştim. Gözlerimi kırptığımda gözümden akan yaşla birlikte karşımda gördüğüm kişiyle şok olmuştum. Endişeyle bakan gözleri, düz bir çizgi halini almış ağzı ve kasılmış yüzü ile onu gördüğüm de şaşırmıştım.

"Steven" dedim titreyen sesimle. Gözlerim kısa bir anlığına yola kaysada oraya Steven'ın gözlerine odaklanmaya çalıştım. Bal rengi gözleri bile bana unutturamıyordu hiçbir şeyi. "Ben yaptım"

Steven anlamamış olacak ki kısa bir anlığına gözleri yola kaydığında tekrar bana bakıp gözlerini kıstı. Kafama doğru odaklanmış olan gözlerinde parlayan hafif ışık onu hayranlıkla izlememe sebep olmuştu. Kısa bir süre sonra Steven kafasını sallayarak gözlerini kaçırdığında kafasını sallayarak kendine gelmeye çalıştı.

Az önce o ne yapmıştı böyle?

"Kahretsin" diye mırıldandı yavaşça. "Gel hadi. Bir yerlerde oturup konuşalım"

Halsizce kafamı sallayarak kalkmaya çalıştığımda Steven ellerini belime sararak beni büyük bir yükten kurtarmış oldu. Keza oradan tek başıma kalkabileceğimi sanmıyordum.

Steven beni kaldırdığında yolun kenarında duran arabasına doğru yönlendirdi. Arabanın kapısını açıp nazik bir şekilde binmeme yardım ettikten sonra arabaya binip bana kısa bir bakış attıktan sonra sürmeye başladı. Kafamı çevirerek camdan dışarıya bakmaya başladım. Gökyüzünde yıldızlar görünmüyordu. Fakat yinede güzeldi. Kafamın içindeki karışıklığın tam tersiydi. Gözlerimi kapatıp kafamdaki sesleri susturmaya çalıştım. Fakat susmuyordu.

"Bir çok sorumun cevabı sende" dedim gözlerimi açmadan sessizce. "Değil mi?"

Kısa süreli bir duraksamadan sonra Steven'ın sıkıntılı bir nefes aldığını duydum.

"Sanırım evet"

"Artık bir cevap bulmam gerekiyor Steven" dedim yalvarırcasına. "Çıldırmak üzereyim" Derin bir nefes aldıktan sonra devam ettim. "Çoğu şeye hatta artık hiçbir şeye anlam veremiyorum"

"Bazı şeylere anlam vermene yardımcı olabilirim."

"Teşekkür ederim" dedim kafamı çevirip ona bakarak. "Nereye gidiyoruz?"

"Evime"

"Fazla hızlı ilerlemedik mi sence de?" dedim alayla. Kafamı dağıtmam gerekiyordu.

"Bence arkadaşlarımıza göre oldukça gerideyiz"

"Nasıl yani?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Brandon dün beni aradı" dedi Steven gülümseyerek. "Alex'e çıkma teklifi etmeyi düşünüyor. Alex onun ilgisini çekmişe benziyor."

"Alex adına sevindim" dedim ufak bir tebessümle. "Birbirlerine çok yakışacaklar"

"Ben de Brandon kadar şanslı olmayı dilerdim" dedi Steven gülerek. "Bu devirde futboldan anlayan kız bulmak zor" Kaşlarını kaldırarak bana yandan bir bakış attı. "Neyse ki ben elimdekilerle yetinmeyi bilen bir insanım"

İmanın bana geldiğini anladığımda kaşlarımı çattım.

"Ne bulunmaz bir nimet" dedim alayla.

"Kesinlikle"

Derin bir nefes aldım.

"Teşekkür ederim"

"Ne için?"

"Beni orada bırakmadığın için"

"Kim olsa..."

"Yapmazdı" dedim sözünü keserek.

Etrafı sessizlik kapladı. Ve bu sessizlik Steven'ın evine gidene kadar sürdü.

****

"Sen mi başlarsın yoksa ben mi?" dedi Steven karşımda ki koltuğa oturarak.

"Bu gün bir kızı kamyonun altına girmekten kurtardım" Ellerimi kaldırarak çevirdim. "Ellerimle. Ve bu Emma ile kavga ederken de olmuştu" Derin bir nefes alarak alayla güldüm. "Biliyorum. Deli olduğumu düşünüyorsun. Bu saçma bir şey fakat..."

"Değil!"

"Efendim?" dedim anlamayarak.

"Dediğin ve yaptığını iddia ettiğin şeyler saçmalık değil. Gücün kendini sana farkettirmeye çalışıyor"

"Gücüm? Ne demek istiyorsun Steven?"

"Biliyorsun ki her maddenin bir enerjisi vardır. Ve enerji ne yaratılabilir ne de yok edilebilir" dedi Steven ciddiyeyle. Ne yani fizik mi işleyecektik. Ya da kimya... Her neyse işte. "Fakat enerji dönüştürülebilir. O yüzden bir şeyleri hareket ettirebiliyoruz. Bu telekinezi"

"Fakat telekinezi kanıtlanmış bir şey değil. Soyut bir kavram. Ayrıcalıkla 'ettirebiliyoruz' derken. Bu işin içinde kaç kişi var?"

"Atalarımız kendilerini çok iyi kamufle etmişler. Eğer insanların bizden haberleri olsaydı deney malzemesi olurduk. Ki bu hiç hoş değil. Ve biz bir soyuz Katie. Aramızda düşmanlar ve dostlar var. Aynı bir devlet gibi. Bazılarımızın kendine has güçleri var. Bu onları özel yapıyor"

"Soy mu?" dedim kaşlarımı çatarak. "Peki bu özel insanların arasında sen de var mısın?"

Steven muzipçe güldü.

"Evet. Ve sen de varsın"

"Bir dakika. Senin gücün ne?" dedim alayla.

"Ben insanların akıllarını okuyabiliyorum" dedi sakince.

"Anlamadım?" dedim şaşkınlıkla. "Be-benim de mi?"

Demek adı Steven'dı. Sesinin tınısı huzur verici ve bir o kadarda ürkütücüydü. Tam anlamıyla mest olmuştum.

Sonra gülüşü takıldı gözlerime. Sanki ne düşündüğümü biliyormuş gibi yüzünde oluşan gülümseme bile tanıdık geldi bana...

"Senin beynine her zaman ulaşamıyordum. Sadece kafan karışıkken" dedi kaşlarını çatarak. "Zaten özel olarak beynine girme gibi bir niyetim yok"

"O zaman neden girdin?"

"Çünkü beni bir şekilde çekiyorsun. Düşüncelerin, bedenin"

Konuşamadım. Hiç bir şey söyleyemedim bile.

"Herneyse" dedi Steven konuyu değiştirerek. "Başka öğrenmek istediğin bir şey var mı?"

"E-evet var" dedim heyecanla. "Ethan ile nereden tanışıyorsun?"

"Biraz önce ne demiştim sana?"

"Başka öğrenmek istediğin bir şey var mı? demiştin"

"Hayır devlet ile ilgili olan Katie!"

"Atalarımız kendilerini çok iyi kamufle etmişler. Eğer insanların bizden haberleri olsaydı deney malzemesi olurduk. Ki bu hiç hoş değil. Ve biz bir soyuz Katie. Aramızda düşmanlar ve dostlar var. Aynı bir devlet gibi."

"Ne yani Ethan da mı sizin gibi?"

"Alınıyorum ama Katie. Neden kendini dışlıyorsun? Sende bize dahilsin hatırlatırım. Ayrıcalıkla o düşman grubuna dahil"

"Neden ki?"

"Çünkü Ethan soyumuza karşı isyan içinde. Bizlere verilen güçleri kötüye kullanmayı daha akıllıca buluyor"

Aklıma gelen anı ile birlikte şaşkınlıkla Steven'a bakmaya başladım.

"Gördüğüm rüyalar peki?"

"Ah! Ben de ne zaman konu oraya gelecek diyordum" dedi Steven gözlerini devirerek. "Onlar aslında gerçek bizdik. Ethan ile bana bahşedilmiş özel bir yetenek. İnsanların rüyalarına girebiliyoruz. Ama o biraz fazla abarttı"

"Odama ne için girdin peki?" dedim anında. "Küpeni odam da buldum"

"Küpem senin odanda mı düşmüş? Vay canına ilk kez böyle bir hata yaptım" dedi Steven hafif bir şaşkınlıkla. "Sadece seni kontrol etmeye geliyordum"

"İzin almadan?" dedim kaşlarımı çatarak. "Bu bir suç"

"Eğer suçu taksaydım şu anda çok farklı bir yerde olurdum"

"Peki ailem" dedim heyecanla. "Yani onlar da benim gibi mi?"

"Evet öyleler" dedi Steven sakince. "Ablan, abin, annen, baban. Hepsi"

"Ama nasıl? Yani hissederdim?" dedim gözlerine bakarak. "Değil mi?"

"Hissedemediğine göre?"

"Of!" dedim sıkıntıyla. "Bu çok karışık"

"Öyle düşünme"

"Ah! Pekala" dedim konuyu daha fazla uzatamayarak. "Bundan daha fazlası var değil mi?"

"Evet, ama gerisi diğerlerine kalmış bir şey"

"Burada uyuyabilir miyim?" dedim yorgun sesimle. Yorulmuştum fakat bazı şeyleri anlam vermek rahatlatmıştı en azından. Kendimi yiyip bitirmiyordum. "Eve gitmek istemiyorum"

"Tabiki de Katie" dedi Steven anlayışla karşılayarak. "Bunu sorman bile hata"

"Teşekkür ederim" dedim samimice.

"Etme" dedi Steven ciddiyetle. "Ben sana misafir odasını göstereyim"

"Acaba rahat bir tşört verebilir misin?"

"Tabi üst katta ki son odaya git sen ben hemen geliyorum"

****

"Şuan da garip hissetmem gerekmiyor muydu? Yani acaba bende bir hata olabilir mi?" dedim sakince.

Steven bu dediğime güldü. Onun gülmesini bile özlemiştim. Şüphesiz ki bana iyi geliyordu.

"Hayır. Sen zaten birkaç parçayı zihninde birleştirmiştin" dedi Steven gözlerime bakarak. "Geriye sadece kabul etmek kalıyordu"

"Ne bileyim? Belki bağırmalıyım. Ya da etrafa mı saldırsam acaba?" dedim ciddiyetle.

"Katie" dedi Steven gülerek. "Böyle bir şeye hiç gerek yok. Unutma ki bu denklem de masum olanlarda var" Göz kırptı. "Kurunun yanında yaşın da yanmasını istemeyiz"

"Ah! Pekala" dedim bıkkınlıkla. "İşe geç kalmasam iyi olacak"

"Okulu ihmal ettiğinin fakındasın değil mi?" dedi Steven kaşlarını çatarak. "Okula uğrasan hiç fena olmayacak"

"Peki anne" dedim alayla. "Unutmam"

Arabanın kapısını açıp çıkacakken Steven elini koluna koyup beni durdurdu. Bu temas bile kalbimin ritmini alt üst ederken herhangi bir tepki vermemeye çalıştım.

"Ne olursa olsun her zaman senin yanındayım. Biliyorsun değil mi?"

"Teşekkür ederim" dedim samimice. "Buna çok ihtiyacım vardı"

Arabadan inip ona el salladım. Tebessümle el sallamama karşılık verdikten sonra ilerlemeye başladı.

Derin bir nefes alarak kendime gelmeye çalıştım. İş yerindeydim. Ve profesyonel davranmak zorundaydım. Yavaşça yürüyerek kafenin kapısını açtım. İçeriye girerken burnuma dolan kokuyla birlikte gözlerimi kapattım.

"Katie! Nerede kaldın sen?"

Candice'in sesiyle irkilip gözlerimi açtığımda bana bakan kızgın ama endişeli bir çift göz görmüştüm.

"Kusura bakma biraz geciktim"

"Dün bir gariptin zaten. Bugün de geç kalınca sana bir şey oldu sandım"

Olmuştu. Fakat sadece bana değil. Hayatıma, hayallerime, düşüncelerime ve en önemlisi vucuduma olmuştu. Ve emindim ki bu olanlardan daha fazlası vardı. Hala oturmayan şeyler vardı. Yerlerini dolduramadığım boşluklar.

"Hayır" dedim gülümseyerek. "Ben iyiyim. Endişelenecek bir şey yok"

"Pekala" dedi Candice. "Masa dörttekiler geldiklerinden beni seni sorup duruyorlar. Bir ilgilensen iyi edersin"

"Tamam, ben hallederim"

Candice giderken bende masa dörde doğru döndüğümde gördüğüm kişiler yüzünden şok olmuştum. Aslında bu gayet normaldi. Fakat artık bazı şeyleri öğrenmem, konuşmaları duymam bunu anormal yapmıştı.

Yavaşça yanlarına ilerlerken kendime gelmeye çalıştım. Hiçbir belli etmemeliydim. En azından onların bu oyundaki rollerini öğrenene kadar.

"Hoşgeldiniz" dedim gülümseyerek. Sahte gülümsememin yanında soğuk çıkan sesimle birlikte kendime lanet ettim. Boğazımı temizleyerek devam ettim. "Beni soruyormuşsunuz?"

"Ah! Evet" dedi Destiny Jonathan' a kısa bir bakış atarak. "Seni göremeyince endi- ah pardon yani meraklandık"

"Bir sorun yok gördüğünüz gibi" dedim mesafeli konuşmaya dikkat ederek. "Ne alırdınız?"

"Biz iki kahve " dedi Jonathan kısa süren sessizliği bozarak. "Lütfen"

"Hemen getiriyorum efendim"

Kafamla onayladıktan sonra siparişleri hazırlamaya gittim. Kahveyi bardaklara dökerken 'Acaba fazla mı ileri gittim?' diye düşünmeden edemiyordum. Belki de onların hiç bir suçu yoktu. Ama kim bilebilirdi ki? Hala çok fazla gizem vardı. Çözülmeyi bekleyen...

Hazırladığım kahveleri alıp yanlarına döndüm. Kahveleri önlerine koyarken hala mesafemi koruyordum. Kahveleri koyduktan sonra doğruldum.

"Başka bir şey ister misiniz?"

"Hayır" diye mırıldandı Destiny. Dudaklarıma söz geçirmeye çalışarak sahte bir gülümseme yolladıktan sonra arkamı dönüp gidecektim ki Destiny'in kırgın çıkan sesi ile durdum. "Bilmeden seni kırmış olabilir miyiz?"

Hafifçe gülümsedim. Kafamı çevirerek yandan onlara baktım.

"Beni kırmanız için önce yakınımda olmanız gerekiyor"

Bu sefer fazla ileriye gitmiştim. Daha fazla orada durmayarak önüme dönüp ilerledim. Biliyordum ki kırılmışlardı. Ve kahretsin ki bunu umursamamam gerekirken içime yerleşen sıkıntıya anlam veremiyordum. Aptal duygular!

****

"Sanırım bazı şeyleri öğrendim" dedim sakin çıkan sesimle. Bu sakinliğim nedendi hala anlamış değildim. Şuan da etrafı yıkıp geçiyor belki de birçok kişinin kalbini kırmam gerekirdi. Neydi beni değiştiren? Öğrendiklerim mi? Yoksa aşk mı?

"Biliyorum" dedi Lisa fısıltıyla.

"Zamanı gelmişti" dedi Kevin onaylayarak.

"Peki sizin gücünüz ne ya da annemin, babamın"

"Bizim özel bir gücümüz yok" dedi Lisa hafifçe tebessüm ederek. "Enerjiyi kontrol etmek dışında tabi"

Tabi canım ne özel gücü. Bunlar normal olan tüm insanlarda var zaten.

"Peki hala anlamadığım ve çözemediğim gizemleri bana anlatacak olan siz misiniz?" Yüzümü buruşturarak daha doğru soruyu aramaya çalıştım. "Yani doğru olan insanlar?"

"Hayır" dedi Kevin doğrularak. "Doğru kişiler bizler değiliz Katie. İnan bana. Bunu sana anlatması gereken kişiler doğru zamanı bekliyorlardır. Sadece sabret"

"Sabreden taraf hep ben oldum" dedim sitemle. "Beni lisede yalnız bıraktıklarında sabrettim. Hayatım değiştiğinde sabrettim. Çözemeyeceğim gizemlerin içine girdiğimde sabrettim. Benim dışımda benimle ilgili bir şeyler bilen bir çok insan olduğunda sabrettim" dedim isyanla. Gözlerim dolmuştu. Bu haksızlıktı. Her şeyiyle... Derin bir nefes aldım. "Neden hala ben sabrediyorum?"

"Seni anlıyoruz" dedi Lisa elimi sıkarak. Yaşlı gözleri çok fazla duygu barındırıyordu. Özlem, pişmanlık, acı, mutluluk, üzüntü... Sanki o da bir çelişki içinde gibiydi. "Fakat bu konuda doğru kişiler biz değiliz"

"Ne kadar da anormal bir aileyiz!" dedim isyanla. "Neden normal gençler gibi sorunlarım yok. Mesela bir elbise sorunum olabilir. Ya da kilo? Belki sevgili? Ne bileyim işte! Herhangi normal bir sorun!"

"Biz senin her zaman yanındayız Katie" dedi Kevin kaşlarını çatarak. Belli etmese de o da üzgündü. Sesinde ki üzüntüyü onu tanımayan biri farkedemezdi belki ama ben onu tanıyordum. Değil mi? "Unutma ki aile her zaman kan bağı ile olmaz. Bazen aileni kendin kurarsın"

"Kafamı karıştırıyorsun abi"

"Ne olursa olsun daima arkandayız Katie" dedi Lisa parlayan gözleriyle. "Sakın unutma bunu"

Derin bir nefes alıp yüzümü sıvazladım. Her şey daha da karışıyor gibiydi. Kafamı yere doğru eğip derin bir nefes daha aldım. Nasıl sindirebilecektim ben bunları. Nasıl kalkabilcektim altından. Kimler yanımda olacaktı söz verdiği gibi? Kafamı kaldırarak kısılan gözlerimi Lisa'ya diktim.

"Seninde beyin okuma gibi bir özelliğin yok değil mi?" diye sordum şüpheyle.

"Ne? Tabi ki de yok. Bunu da nereden çıkardın?"

"Hiç. Sadece merak ettim" dedim geçiştirerek. "Ben biraz uyusam iyi olacak. Yarin okulum var. Size iyi geceler"

Belki uyursam biraz olsun unutabilirdim. Belki her şeyin daha mantıklı açıklaması vardi. Belki de...

Ayağa kalkıp odama giderken kafamda ki düşüncelerden kurtulabilmiş değildim.

****

"Seni okulda gören de cennetlik"

Arkamdan gelen sesle irkilerek hızla arkamı döndüm.

"Alex" dedim şaşkınlıkla.

"Ya Alex! Hani şu unuttuğun arkadaşın" dedi sitemle. "Neden okula girmek yerine dışarıdan kedi yavrusu gibi bakıyorsun?"

"Hiçte bile" dedim savunmaya geçerek. "Ben seni unutmadım"

"Uzun zamandır okula gelmeyen ve beni aramayan eski bir dosttan itiraflar"

"Hadi ama Alex. Bazı sorunlarım vardı. O yüzden seni arayamadım ya da okula gelemedim. Bunun için özür dilerim"

Kısa bir an yüzümü inceledikten sonra gülümseyerek bana sarıldı. Onu görmek iyi hissettirmişti. En azından yalan olmayan, gerçekliğini koruyan bazı şeyler vardı etrafımda...

"Özrün kabul edildi" dedi neşeyle. "Belki sorunlarını anlatmak istemezsin. Seni anlarım. Fakat bende ki gelişmeleri dinlemek zorundasınız hanım efendi"

Ondan ayrılarak gülümsedim.

"Baş üstüne komutan!"

"Hadi okula girelim artık" dedi Alex gülümseyerek. "Derse geç kalacağız. Seninle öğle tenefüsünde buluşuruz"

"Anlaştık"

Alex ile ayrılıp sınıfıma girdim. Gözlerim cam kenarındaki sıramızı bulduğunda boş olduğunu gördüm. Steven hala gelmemişti anlaşılan. Sırama doğru ilerleyip bana ait olan yere oturduğumda yabancı gibi hissetmiştim. Telefonumu çıkararak saate baktım. Dersin başlamasına az kalmıştı ve Steven hala yoktu.

Kulağımda hissettiğim nefes ile irkildim. Bu aralar fazla irkiliyordum nedense.

"Bakıyorum da gelmişsin"

"Evet" dedim Steven sırasına otururken gözlerimle onu inceleyerek. Her zaman ki gibi mükemmeldi. Zaten kötü olduğu bir zaman var mıydı cidden merak ediyordum. "Dün ablam ve abimle konuştum. Sanki normal bir şeyden konuşuyormuş gibiydik. Okulda ki disiplin suçunu konuşsak her halde daha fazla aksiyonlu olurdu" Ellerimi masanın üstüne koyarak alayla güldüm. "Tanrım, ne normal bir aileyiz biz"

"Merak etme. Zamanla alışıyorsun" dedi Steven gülerek.

"Umarım" dedim içimi çekerek.

"Ee! Meşhur sohbetlerimizden birini gerçekleştirmeyecek miyiz?" dedi Steven konuyu değiştirerek. "Bence vampirler ve kurtadamların arasındaki düşmanlık bu konudan daha önemli"

Onunla konuşmak işte bu yüzden güzel ve özeldi.

****

"Sanırım Brandon ile çıkıyoruz" dedi Alex heyecanla. "Bana çıkma teklifi gibi bir şey etti"

"Buna çok sevindim" dedim sanki hiç haberim yokmuş gibi. "Umarım onunla mutlu olursun"

"O iyi biri Katie" dedi Alex gözlerinde parlayan kıvılcımlarla.

Acaba beyin okuyabi- Saçmalama Katie! Kızın gözlerinde ki parıltı aşktan gelen bir şey.

Hayatıma giren yeni güçleri başkalarına uyarlamaktan vazgeçmeliydim.

"Onunla mutlu olacağıma inanıyorum" dedi Alex umutla parlayan gözleriyle.

"Ben de" dedim ona destek vermek için elini sıkarak. "Ben de sana inanıyorum"

****

Okuldan sonra eve yürüyerek gitmeyi tercih etmiştim. Bu sabah arabasız okula gelmem benim için kötü olmuştu tabi. Yavaş adımlarla ilerlerken ezberlediğim yollardan geçiyordum. Dalgın dalgın yürürken bir şeye basmam ile hızla kafamı aşağıya indirip ayağımı kaldırdım. Kırmızı parlak bir gülü ezmiştim. Ben ne ara bir bahçeye girmiştim ki? En sevdiğim çiçeği ezmenin verdiği rahatsızlıkla gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım. Gözlerimi açtığımda yine gülü ezilmiş bir şekilde görmek kalbimi sızlatmıştı. Yavaşça yere eğilerek güle uzandım. Gülü ellerimin arasına alarak incelemeye başladım. Kıpkırmızı yapraklarına doğru rengi açılan bir güldü. Gövdesinde ki dikenler birçok kişinin elini acıtırdı. Ama boşuna dememişler işte 'Gülü seven dikenine katlanır' diye. Bir şeyi sevdiğinde onu her şeyiyle seviyordun işte. Bütün yanlışlıkları, bütün hataları, bütün sırları, bütün gizemleriyle...

Elimi kaldırıp işaret parmağımla yavaşça gülün ezilen yapraklarından birini okşamaya başladım. Kim bilir belki de ezilmeden önce çok sevilen bir çiçekti. Belki de geçen herkes ona hayranlıkla bakıyordu. Benim de kalbim bunca ağırlığın, gizemin altında ezilmişti. Hissetmiştim acıyı. Her şeyiyle... Daha bilmediğim şeylerin olduğunu bilmek engel oluyordu kalbimde ki ağırlığın kalkmasına.

Parmağımda hissettiğim hareketlilikle irkilerek kendime geldim. Neler oluyordu? Biri mi gelmişti? Gözlerim deli gibi etrafı tararken parmağımda takılı kaldı. Gülün üzerinde ki parmağımda... Şaşkınlıkla bakakaldım. Bu gerçek olamazdı değil mi? Böyle bir şey mümkün olamazdı. Belki de olurdu. Yaşadıklarımdan sonra her şey mükün olabilirdi artık. Diğer elimi de kaldırıp yavaşça ışıldayan gülün etrafına getirdim. Az önce ezilen gül yok olmuştu sanki. Eskisinde daha canlı daha parlak bir gül vardı ellerimde. Parmak ucumda olan ışıltı yavrusunu korumak isteyen bir anne edasıyla sarılmıştı güle. Ona zarar vermiyor aksine ona güç veriyordu. Bu muhteşemdi. Yüzüme yayılan gülümsemeye engel olamadım.

Steven sadece bir cismi, suyu ya da havayı kontrol edebileceğimizi söylemişti. Ama bunların dışında yapabildiklerimiz özel güçlerimiz ise... O halde özel gücümü bulmuştum. Demek ki özel gücümü bulmak için anormal bir çaba içine girmem gerekmiyordu. O zaten beni buluyordu. Hazır olduğumda... O bana aitti o halde. O benim bir parçamdı. O benim ilacımdı. O benim özel gücümdü..

İyileştirmek...

Gül ile birlikte ayağa kalkarak gülümsedim. Buna alışabilirdim. Yapabilirdim bunu. Yalnız değildim. Sanki artık gül de benimle birlikteydi. Onu hissetmiştim.

Peki her şeye rağmen kendimi iyileştirebilecek miydim?

Mesaj sesi ile hızla telefonumu çıkarıp gelen mesaja baktım. Gönderen kişi belli değildi.

-Geriye kalan gizemin diğer parçaları ben de. Yarın sana atacağım adreste olursan eğer bunları öğrenebilirsin.

Doğru kisi bu olabilir miydi?

-----

Yorum ve votelemeyi unutmayın lütfen...

Bölüm hakkında ki düşünceleriniz?



Continue Reading

You'll Also Like

7.3M 253K 42
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
1.8M 89.9K 100
İhtimaller diyarı halime gülerken, sen o bileğine ne güzel yakıştırdın düşlerimi...
15.4K 533 41
İnsan hiç adını bilmediği birisine aşık olur mu? Olmaz demeyin çünkü ben oldum Hemde çok fazla... Aslı'nın adamına kavuşma hikayesi bu ... Çıkmaz s...
194K 12.6K 61
Kitap en baştan düzenleniyordur bu yüzden bölümlerde karışıklık olabilir. Bu yüzden düzenlenmeyen bölümlerin olunmaması önerilir !!! Dünya baştan koy...