Orman Büyücüsü

By nakkal

871K 67.3K 5.8K

3.YY Bilge Druidlerin zamanı, İskoçya... Kylianne'nin hayatı, sevdiği adamın ablasını öldürüşüne tanık olduğ... More

-Karakter Rehberi -
KULÜBE - 1
DÖVÜŞ - 2
PUSULA -3
YEMİN-4
GLENN SURLARINA YOLCULUK - 5/1
GLENN SURLARINA YOLCULUK - 5/2
KİLDRAEN KALESİ (6/1)
KİLDRAEN KALESİ (6/2)
ESKİ BİR BALADDIR YÜZÜN- 7
LORD'UN UYANIŞI - 8
GEÇMİŞİN İZLERİ - 9
AŞIKLAR YEMİNİ - 10
KİLDRAEN'DE YENİ BİR SABAH - 11
MUTFAKLAR AŞÇISI BREE - 12
YENİ DOST - 13
YÜZLEŞME - 14/1
YÜZLEŞME -14/2
BİR SAVAŞÇININ ANILARI - 15
BİR AİLE KAHVALTISI - 16/1
BİR AİLE KAHVALTISI- 16/2
CATRİONA'NIN MEZARI- 17
TERZİLER VE DÜŞÜNCELER-18
MÜTTEFİK (Lord Bryce) - 19
DUNCAN-20
LARENA'NIN NEFRETİ-21
MAHKEME-22
YENİ BİR ŞAFAK-23
KANLI MÜHÜR - 24/1
CATRİONA'NIN SIRRI - 24/2
GÜNDÖNÜMÜ- 25
KEFARET-27
RÜZGARIN YÖNÜ-28
KADİM BÜYÜCÜ- 29
BAHARIN GELİŞİ - 30
KLANLAR TOPLANIYOR - 31
ŞENLİKLER BAŞLASIN! - 32
KARANLIK ÇÖKÜYOR- 33
MASKELİ BALO - 34
İTİRAF-35
VULTURUS-36
AŞK /Tha Gradh Agam-37
EVAN MCFİE - 38
MENFAAT - 39
TEKLİF - 40
İNTİKAM - 41
LAPİS LAZURİT- 42
VEDA-43
TANITIM - Lanetli Çırak (Orman Büyücüsü-2)
MALCOLM'IN SEÇİMİ - 44
AV - 45
KUŞATMA - 46
GLENNA'NIN YOLU - 47
KAYIP ZAFER - 49
DRUİD'LER KAPISI-50
TUZAK -51
TELCHİNES'İN TAŞI - 52
KAHİNLER TAŞI: FÂL -53
EVE DÖNÜŞ-54
FİNAL - 55
DUYURU- Lanetli Çırak

BULUŞMA- 26

18.6K 1.1K 97
By nakkal

"Tanrı Aşkına!" diye söylendi Kylianne "Neden kendimi sürekli aynı durumda buluyorum?" Leydi Glenna, genç kadının ne söylediğini tam olarak duyamasa da onun terzilere laf ettiğini anlaması için kahin olmasına gerek yoktu. Kale Leydisi, yaklaşan bahar şenlikleri için yeni elbiselerin dikilmesi emrini vermişti ve ne yazık ki büyücüye de ona uymak düşmüştü. "Tam da gününde!" diye düşünerek iç geçirdi Kylianne, bugün Malcolm'la ceviz ağacının altında buluşması gerekiyordu ancak kimseye açıklama yapmak zorunda kalmamak için henüz bunu arkadaşlarına söylememişti. "Ve şimdi Glenna'nın elinden kurtulamıyorum..." diye hayıflandı.

Kylianne, bir kez daha terzi sehpasının üzerinde, her yanı iğnelerle dolu bir şekilde elbise modelinin çıkarılmasını beklerken, Glenna'da Edith'le birlikte kumaşları incelemeye devam ediyordu. Söz konusu elbiseler ve kumaşlar olduğunda kale leydisi gerçek manada bir canavara dönüşüyordu. Olduğu yerde rahatsızca kıpırdanan Kylianne'e sert bir bakış daha gönderen Edith, ki bu unvanına yakışır şekilde davran demekti, Glenna'ya dönerek "Bence pembe ya da moru denemelisiniz Leydim" dedi saygılı bir biçimde ve ekledi "Saçlarınızla oldukça hoş bir izlenim bırakacaktır." Kararsızca elindeki satenleri inceleyen Glenna'nın belli ki bu renklere eğilimi yoktu sonra birden aklına gelmiş gibi "Sen ne düşünüyorsun Mairin?" diye sordu. Şimdi odadaki tüm gözler Mairin'in üzerindeydi, kendi fikirleri sorulmadığı halde, bir kapı hizmetçisinin fikrinin alınmasına bozulan terzilerin düşmanca bakışları kızı delip geçerken, hızla kızaran Mairin "Ustabaşı ve kale yöneticisi Edith buradayken bana bir şey söylemek düşmez hanımım" diye fısıldadı. Kale leydisi kaşlarını çatarak "Ben fikrini soruyorsam önemli demektir." Diyerek hem terzilerin itiraz dolu bakışlarını engelledi hemde Mairin'i fikrini söylemeye mecbur bıraktı. Onun bu tavizsiz tavrı karşısında ne yapacağını bilemeyen genç kız, tedirgin gözlerle Kylianne'e bir bakış attı, arkadaşına sıcacık bir gülümseme yollayan büyücü "Hadi söyle" dercesine bir işaret yapınca, Mairin neredeyse fısıltı gibi bir sesle "O halde" dedi "Be.. bence kırmızı olmalı!" Terzi yamakları kıs kıs gülerken, Glenna şaşırmış bir ifade ile "kırmızı mı?" diye tekrar etti. Onları bu tavrı karşısında panikleyen Mairin, telaşla "ben...ben bu konuda yetersizim hanımım, o yüzden ö..öz.." diyen sesi git gide azalarak yok oldu. Onun bu haline aldırmayan Glenna, kırımızı sateni eline alarak boy aynasının karşısına dikildi ve alıcı gözlerle kendisini süzdü, neden sonra insanın içine işleyen muhteşem gülümsemesi ile "Sanırım artık farklı bir şeyler denemenin vakti gelmişti" dedi ve kale sorumlusuna dönerek "Ne dersin Edith?" diye sordu. Tecrübeli başyardımcı, "Ne diyebilirim ki, sanırım artık büyüdüğünüzü kabul etmem gerekiyor" diyerek onu cevapladı ve gülümseyerek ekledi "Bu renk size farklı ve iddialı bir görünüm verdi." Memnuniyetle başını sallayan Glenna "O halde bu olacak" diyerek kırmızı sateni terzilere uzattı. Sonra Kylianne'e göz kırparak Mairin'e döndü "Verdiğin fikirden dolayı bir teşekkürü hak ettin bence Mairin" diyerek, genç hizmetlinin önünde durdu. Üç kız başbaşayken birbirlerinin arasındaki statü farkına aldırmasalar da, başkalarının önünde hanım-hizmetkar ilişkisini sürdürüyorlardı, bu aslında daha çok Mairin'i hizmetkarlar arasındaki kıskançlıklardan korumak için izlenen bir yöntemdi. Onun ne demek istediğini anlayamayan Mairin "Hayır.. hiç gerek yok.." gibisinden bir şeyler mırıldanınca, Glenna gözlerini devirdi ve "Bana karşı gelme!" diyerek kızın lafını kesti. Neden sonra "Verdiği iyi fikre karşılık sana bir hediye vermek istiyorum" dedi ve Kyilanne'e dönerek "Sence bu hediye ne olmalı?" diye sordu. Onun varmak istediği noktayı anlayan Kylianne, geniş bir sırıtışla "Yeni bir elbiseye ne dersin?" diyerek fikrini belirtti. Glenna'da aynı hınzır bakışla büyücüye gülümseyip, Mairin'e hitaben "O halde kesinlikle pembe!" diyerek olaya son noktayı koydu.

Meselenin iç yüzü aslında şuydu, bir gece önce büyücünün odasına, geçen gün ki davranışı için özür dilemeye gelen Glenna, konuşurken, şenliklerden mevzu bahis açılmış ve Kylianne'de komutanın niyetini Genç Leydiye biraz çıtlatmıştı. Ve bugün beklenildiği üzere, âşıkların daimi koruyucusu ve destekçisi olan genç kale hanımı olaya derhal el atıvermişti. Kylianne, elinde olmadan iki arkadaşına bakarak gülümsedi, bu halleri o kadar tatlıydı ki neredeyse vücuduna batan iğneleri unutacaktı. Neden sonra aklına birden gelen fikirle gülümsedi ve "Neden elbise ölçümlerini hemen almıyoruz?" diye cıvıldadı. Ama onun niyetini anlayan Glenna, yeniden kaşlarını çatarak büyücüye "Gerçekten oradan kurtulmana, bu kadar kolay izin vereceğimi mi sanıyorsun?" diyerek tısladı ve ekledi "İlk defa bu şenliklerde Mckenzie Klanı'nın gelini olarak takdim edileceksin, bu büyük bir onur. Ve ben senin, bunu en doğru şekilde yaptığına ikna olana kadar, o tahtadan inmene izin vermeyeceğim,orman büyücüsü!"

Kylianne "Bazen ağabeyine ne kadar benzediğini biliyor musun?" diye homurdanırken, Edith ve Mairin onun bu haline gülümsemeden edemediler. Onun söylenmelerini hiç umursamayan kale leydisi ise pembe müslin'i Mairin'in üzerine tutarak, aynaya yönlendirdi ve beğeniyle süzerek "İşte şimdi ela gözlerinle birlikte gerçek bir bahar dalına dönüştün" diye kıza iltifat etti. Onun sözleri ile kıpkırmızı kesilen Mairin, telaşla kumaşı kendinden uzaklaştırmaya çalışırken, Glenna bu anlamsız tepki karşısında şüpheyle kızı süzdü. Tam neler olduğunu soracaktı ki, kapıdan Breannen'ın "Leydi Kylianne" diyen sesi duyuldu. Onun bu ciddi haline bir türlü alışamayan büyücüyü, bir an tereddüt etse de "Dinliyorum, iz sürücü" diyerek adamı cevapladı. Şimdi sesi daha bir sinirli çıkan Breannen "Leydim, Komutan Alastair meşgul olduğunuzu söylememe rağmen ısrarla sizi görmek istiyor!" diye homurdandı. Son günlerde Malcolm'la Kylianne arasında olan gerilim yavaş yavaş etrafa da yayılmaya başlamıştı ve iki değerli savaşçının bu sebeple karşı karşıya gelmesi genç kadının en son isteyeceği şeydi! O yüzden tam olarak ne kast ettiğini düşünmeden "İçeri girebilir" diyen Kylianne, ancak odadaki insanların bir anda fırtınaya tutulmuşcasına etrafı toplamaya başladıklarını görünce ne yaptığını farkına varabildi. Kendisi daha ne olduğunu anlamadan üzerindeki elbise kumaşı iğnelerinden sökülmüş ve üzerine, vücudunun tamamını saklayan bir sabahlık atılmıştı bile! Dev savaşçı, başını kapıdan eğerek içeri girdiğinde herkes soluk soluğa bir köşeye sinmiş ve onun buraya getiren sebebin ne olduğunu öğrenmek için kulak kesilmişti. Adam içeri girince odadakilere öylesine bir bakış attı, sadece tek bir an, içi görülebilecek kadar açık bir mavi olan gözleri Mairin'e takılı kaldı neden sonra derhal bakışlarını genç hizmetkârdan uzaklaştırarak, önce Kale Leydisi'ne sonra Mckenzie'nin gelinine bir baş hareketi ile selem verdi. "Daima kontrollü" diye düşünene Kylianne'in düşüncelerini, Glenna'nın sabırsız sesi böldü "Sizi bir yığın kadının içine atacak kadar mühim olan meseleyi gerçekten çok merak ettim Komutan?" diyerek adama hoşnutsuzluğunu belli etti. Onun tavrına kaşlarını çatan Edith, belli ki kale hanımının silahtara tavrını uygun bulmamıştı, "Hoşgeldiniz, komutan Alastair" diye gülümseyerek, Glenna'yı da üstü kapalı bir biçimde eleştirdi. Gözleri bir kez daha Mairin'e giden adam, yeniden toparlanarak hafifçe öksürdü ve "Lordum, gelininin verdiği sözü tutup tutmayacağını soruyor."dedi. Onun ne dediği hakkında hiçbir fikri olmayan Glenna boş bir ifade ile "Verdiği sözü tutmasını mı istiyor?" dedi ve sonra şüphe ile Kylianne'e dönerek "Ne sözüymüş bu komutan?" diye sordu. Durumun düşündüğünden beter bir hal aldığını fark eden Kylianne, araya girerek çabuk çabuk "Sorun yok, sorun yok" diye kafasını sağa sola sallarken bir yanda da dev adamı çekiştirmeye başladı "Hadi gidelim komutan!" Ancak silahtar onun bu çabası karşısında yerinden tek santim bile kıpırdamayarak, dümdüz bir sesle "Bu şekilde sizi dışarı çıkaramam, leydim" deyince Kylianne üzerinde hala bir sabahlık olduğunu fark edebildi. Teslimiyet dolu bir iç çeken büyücü "Tamam, sen beni lütfen dışarıda bekle üzerimi giyinip geliyorum" dedikten sonra kendisine, avına atlamaya hazır bir kaplan gibi bakan Glenna'ya doğru bir bakış attı. Başını olumlu anlamda sallayan silahtar, birkaç saniye sanki bir şeyler söyleyecekmiş gibi Mairin'e bakınca odada derin bir sessizlik oluştu. O kadar acayip bir görüntüydü ki, eşyaların yanında oyuncak gibi kalan kızıl devle, pembe müslin kumaşı, tıpkı bir kız çocuğu gibi göğsüne bastıran, pancar gibi kızarmış Mairin... Bir an bu ikiliye göz gezdiren Kylianne, gerekenden biraz daha yüksek bir sesle "Eee Mairin, giyinmeme yardım edersen sanırım silahtarı bekletmeden çıkabiliriz."dedi. Onun sesi ile bir rüyadan uyanmış gibi Kylianne'e dönene Mairin "Ben..biz mi?" diye sordu, telaşla. Onu bu haline gülümsemeden edemeyen genç kadın "Benim nedimem değil misin? Elbette bana eşlik edeceksin" diyerek onun daha fazla saçmalamasına mani oldu. Bir yandan da "Acaba bende Malcolm'ın yanında bu denli saçmalıyor muyum?" diye düşünmekten kendini alamadı. Sonra ne düşündüğünün farkına vararak kaşlarını çattı, bu arada silahtarın odadan çıkması ile Glenna resmen Kylianne'in üzerine çullandı "Derhal neler olduğunu açıkla!"

Etraftaki terzilere tedirgin bir bakış atan büyücü, tam ağzını açıyordu ki Edith imdadına yetişti "Kale Lordunu bekletmeniz yakışık olmaz Leydi Kylianne, biz ölçüm için daha sonra geliriz" dedi ve Leydi Glenna'ya dönerek "Hanımım sizi de mutfaklardan bekliyorlar, sanırım yeterli ölçüde sütümüz kalmamış Bree yakın köylerden temin edebilir miyiz, öğrenmek istiyordu." Diye ekledi. Sanki biri oyuncağını elinden almış gibi bir ifade takınan Glenna, kale sorumlusunun kendine verdiği mesajı almıştı ancak kolay pes etmeyecekti, Edith'e dönmeden "tamam, Edith gidelim" derken Kylianne'in kulağına "Bu kadar kolay kurtulamayacaksın küçük hanım, bu akşam olan biten her şeyi bana anlatmazsan yemin ediyorum iç sesimle sabaha kadar şarkı söyler, uykunu hiç ederim!" dedi. Onun tehdidi karşısında yüzünü buruşturan Kylianne, olumlu anlamda başını salladıktan sonra arkadaşının odadan çıkışını izledi ve Mairin aklından geçenleri yüksek sesle söyleyince gülümsedi. "Leydi Glenna harika biri..."

"Evet" diye düşündü Kylianne, ve "O harika biri ..." diye ekledi.

***

Glenna ve terzilerin odadan çıkması ile Mairin, genç kadının göğsünü kare bir yaka ile açıkta bırakan lacivert elbiseyi Kylianne'e giydirdi. Elbisenin göğüs kısmını altın bir şerit sarıyor, bu kısımdan sonrası genişleyerek yere kadar iniyor ve iç etekliğinden çıkan açık mavi tüllerle birleşiyordu. Kolları yine aynı tüllerle bezeli olan elbiseyi, dirsekten ve bilekten saran altın şeritler, elbisenin kollarına dökümlü bir görüntü kazandırıyordu. Nihayet kızın alev rengi saçlarını da güzelce tarayıp parlattıktan sonra Mairin, saçlarını açık bırakarak sadece sağ kısmına ince, minik bir örgü yaptı ve ucuna mavi bir kurdele bağladı. Eserini baştan aşağı süzen genç hizmetkar ona beğeniyle baktı ve "Sanırım lacivert senin rengin" diyerek kıza gülümsedi. Kylianne, arkadaşının içten övgüsüne aynı biçimde gülümseme ile karşılık verirken oturduğu yerden doğrularak boy aynasında bir kez daha kendisini süzdü. Baştan aşağı bir peri kızını andıran görünümünün altında, intikam ateşiyle yanan kalbini hangi ipeğin güzelleştirebileceğini düşündü. Onun ayna karşısında oyalanmasını, tedirginliğine yoran Mairin "Bence Lord Malcolm'ı daha fazla bekletmemelisin" dedi ve gülerek ekledi "Özellikle hava hala güneşliyken!" Onun ima ettiği şeyi anlayan Kylianne arkadaşına samimi bir gülümseme gönderirken, gözleri bir an şöminenin üzerinde duran büyü kitaplarına takıldı. Bunlar kütüphaneye gittiği gün aldığı kitaplardı, aslında büyü kitapları genellikle ana kütüphanede bulunmazdı ancak bir şekilde Kylianne'in şansı yaver gitmişti. Öğrendiği şeyler esasında genç kadını biraz şaşırtsa da "Denemeye değer" diye düşündü "Eğer sorunlarıma bir çözüm olacaksa..."

"Evet" diye mırıldandı genç kadın ve ekledi "Kale Lordunu daha fazla bekletmemeliyiz." Sonra başını iki yana sallayıp, dalgın ruh halinden sıyrılarak, "Hadi gidelim" deyip, kızın elini tuttu ve kapıya doğru beraberinde sürükledi. Mairin, şimdi korku dolu bir ifade ile bileğini Kylianne'den kurtarmaya çalışırken, "be..ben, bu hiç uygun de..değil be..bence!" diye kekelemeye başladı. Ancak büyücü onu dinlemedi bile, kapıyı hızla açan Kylianne, bir anda kapı eşiğinde dağ gibi dikilen Breannen'la burun buruna geldi. Adamın bu tuhaf ve inatçı tavrına bir türlü alışamayan genç kadın, "Tanrı aşkına" diye söylendi "En azından birkaç adım geride bekleyebilirsin Breannen, her an bir suikastte kurban gidecekmişim gibi davranmana gerek yok!" Ona burnunun ucundan bir bakış atan Breannen, gözlerini kısarak "Özel bir yere mi gidiyorsun büyücü?" diyerek tısladı. İzsürücü'nün tavrına öfkelenen Kylianne'de "seni ilgilendirmez, hadi şimdi çekil de geçelim!" diyerek, aynı zehirli dille adama karşılık verdi. Onun bu haline umursamazlıkla omuz silken savaşçı ise "Daha önce de söylediğim gibi bensiz hiçbir yere gidemezsin" dedi ve ekledi "Gölgen gibi olacağımı sana söyledim, bir korumanın görevi budur!" Son sözlerini, büyük bir hoşnutsuzlukla kendilerini izleyen silahtara doğru söylemişti, nitekim onun bu tavrı karşısında Alastair kollarını göğsünün altında birleştirerek pazularını daha belirgin bir biçimde sıktı. Gidişatın iyi bir yöne olmadığını fark eden Kylianne, panikleyerek "Tamam, tamam" dedi aceleyle "Sende bizimle gel!" Şu an ihtiyacı olan en son şey Alastair ve Breannen arasında patlak verecek bir anlaşmazlıktı "Tanrım Malcolm bu sefer kesin beni öldürecek" diye düşündü "Olduğu yere çoktan kök salmıştır!"İçinden gelen inleme dürtüsünü bastırarak, adımlarını hızlandırdı. Ancak istediği hızda hareket edemeyince, koluna dehşet içerisinde asılan Mairin'i fark edebildi. Genç hizmetkârın yüzü kül kadar beyazdı ve büyük bir tedirginlikle, kirpiklerinin altından Alastair'in olduğu yöne doğru kaçamak bakışlar atıyordu. Kylianne bir Mairin'e bir Alastair'e bakarak "Sorun nedir Mairin?" diye sordu. Sesli bir şekilde yutkunan genç kadın, "Ben.. ne? Hiç..hiç bir şey!" dedi ancak büyücünün koluna daha beter asılmaktan da geri durmadı. Bu haliyle göle atılan bir kedi kadar sakin görünüyordu, onun bu tavrını utangaçlığına yoran Kylianne "Mairin" dedi, ancak genç kadının kendisini işitebildiğinden pek emin değildi, "Benim Breannen'la konuşmam gereken bir mesele var, neden Alastair ile önden gitmiyorsunuz?" dedi. Son sözlerini silahtara bakarak söylemişti, ancak onu işittikten sonra yüzüne al inen Silahtar'ın durumu da Mairin'den daha parlak gözükmüyordu. Kylianne onların hayatında gördüğü en acayip çift olduğunu düşündü yine de kararından cayacak değildi. Arkadaşının koluna geçirdiği minik pençelerini tek tek açtıktan sonra onu hafifçe adama doğru iteledi ve ona cesaret verici bir gülümseme gönderdi. Daha sonra Breannen'ın yanına geçerek, ikiliyle arasına biraz mesafe koydu. İdamlık mahkûm gibi kızıl saçlı devin yanına giden genç kadını bir süre izleyen Kylianne, bu defa neşe ile gülümseyerek "Devin avucundaki minik kuş" diye fısıldadı "Umarım sonsuza kadar korunur ve mutlu olursun..."

Mairin, silahtarla olan en son karşılaşmasını anımsadıkça bayılacak gibi oluyordu "Hangi akla hizmet adamın yüzüne dokunmaya kalktın bilmem ki Mairin!" diye yakındı içinden. Bir hizmetçinin Lord'un silahtarına değil el sürmesi, direkt olarak göz göze gelmesi bile bir kabahat sayılırken Marin resmen adamın yanağındaki yara izini okşamak için elini uzatmıştı! Bu en basit tanımıyla affedilemez bir saygısızlıktı! İşte sırf bu sebepten dolayı neredeyse son dört- beş ayı adamdan köşe bucak kaçarak geçiren genç kadın, bu şekilde yakalanıp silahtarla konuşmaya mecbur olduğuna inanamıyordu. "Ah keşke mutfaklarda çalışıyor olsaydım" diye düşündü "Bree bile daha merhametliydi..." Kirpiklerinin altından endişeyle dev vikingi süzen Mairin, bir umut belki kendisini hatırlamayacağını ümit ederek, tanrıya bildiği tüm duaları sıralamaya koyuldu.

Alastair, Mckenzie'nin gelininden hiç böyle bir yardım ummamıştı ancak durumdan da şikâyet edecek değildi. Bir yandan loş koridorlardan ağır adımlarla yürüyen gruba önderlik ederken diğer yandan da Mairin'i süzmeye devam etti. Genç kadının gür, açık kumral saçları kalın bir örgüyle toplanmış göğsünün kenarından sarkıyordu ancak özgürlüğünü ilan etmiş birkaç inatçı tutam örgünün etrafından fırlayıp, boynuna dökülmüştü. Alastair, bir an kendini, baharın gelişini anımsatan yeşil ela gözlerin gülünce nasıl göründüğünü ve toplu saçlarının açıkken ona nasıl bir hava kattığını merak ederken buldu. Ahmakça fikirlerinden kurtulmak için başını hafifçe iki yana sallayan adam, dikkatini yeniden kızın üzerine odakladı. Yenleri eskimiş açık kahverengi, mütevazı elbisesinin üzerine hizmetkârlığının alameti olan beyaz bir önlük geçirmişti, ayaklarında ise çok sağlam olmayan derisi yüzülmüş bir ayakkabı vardı. Üstündekiler eski olmasına rağmen, pırıl pırıl diye tabir edilecek denli temizdi. Genç savaşçı, onun bu halini dikkatli ve özenli bir kişiliği olduğuna yordu. Neden sonra hafifçe boğazını temizleyerek, cesaretini topladı ve "Mairin" dedi. Ancak tümüyle kendi dünyasına dalan genç kadının kendisini duymadığını görünce, sesini biraz daha yükselterek "Marin!"diye tekrar etti ancak sesi umduğundan sert çıkmış olacak ki, kızcağız olduğu yerde resmen havaya zıpladı. Onu korkuttuğunu düşünen Alastair, kendi kendine lanet okuyup, pişmanlıkla ellerini saçlarından geçirirken, Mairin tamamen başka bir boyuta geçmişti.

Genç kadın silahtarın adını söylemesiyle, aslında haykırması demek daha doğru olur, ölüm ilanının resmen onaylandığını düşünüp korkuyla sıçradı. Nitekim bu davranışı adamı daha beter kızdırmış olacak ki, kızıl saçlı devin homurdanarak saçlarını çekiştirdiğini gördü. Genç kadın, titremesini bastırmaya uğraşırken, bir yandan da dizlerinin artık kendisini taşıyamayacağını düşünüyordu. Bir anda başını çeviren adamla göz göze gelen Mairin, silahtarın bakışları altında olduğu yere mıhlanıp kaldı. Savaşçının buzul rengi gözleri adeta ruhuna kadar işliyor ve genç kadının çıplakmış gibi hissetmesine neden oluyordu. Bu genç kadın için oldukça yeni bir şeydi, hala içinde adama karşı bir korku duysa bile "ona bakmaya devam etmek istiyorum." Diye düşündü Mairin.Sonra bunları sesli söylemiş gibi utanarak, bakışlarını adamdan kaçırıp, başını öteki tarafa çevirdi.

Alastair, bir anda kızla göz göze gelince aklında olan her şeyin silinip gittiğini hissetti, sadece ela gözler ve kendisi kalmıştı. Bir süre bu manzaranın keyfini çıkararak tek kelime etmeden kızı seyretti, aylardan beri ilk kez yan yana gelebilmeyi başarmışlardı. Neden sonra Mairin başını çevirince kendine gelen komutan, aklındakileri tek seferde söyleyebilmek için kelimelerini toparlamaya çalıştı ancak kızın göğsünde kavuşturduğu titreyen ellerini, kağıt gibi bembeyaz yüzünü ve adeta içine çöken omuzlarını fark edince, kelimeler ağzından istemsizce dökülüverdi "Ben...Ben seni korkutuyor muyum?"

Sessiz geçen birkaç dakika, Alastair için adeta işkence oldu, bir yandan da "neden böyle bir soru sordum ki" diye kendi kendine küfretmekten geri duramadı. Aslında başından beri niyeti kıza şenliklerde ilk dansı birlikte yapıp yapamayacaklarını sormaktı ancak ne zaman bunu sormak için niyetlense Mairin sanki bir anda ortadan kayboluyor gibiydi, o yüzden bir türlü denk getirip kıza dans meselesini soramamıştı. Eğer şenlik ateşi etrafındaki ilk dansı birlikte yapabilirlerse, o zaman Marin'e açılmak ve hediyesini vermek için bir fırsatı olabilirdi. İşte bu sebeple Kylianne'in hamlesinin kendisi için iyi zamanlama olduğunu düşünmüştü ta ki kızın tepkisini görene kadar!

Mairin, silahtarın sorusu karşısında şaşırmaktan kendini alamadı netice de beklediği tepki bu değildi. Soru dolu bakışlarını adamın gözlerine dikerek, sadece ikisinin duyabileceği bir sesle "Doğru olan bu değil mi?" diye fısıldadı. Bir an buz mavisi gözlerden bir hüzün ve pişmanlığın geçtiğini gören Mairin, ne olduğunu anlayamazken, az önceki tavrının aksine ciddi bir ifadeye bürünen silahtar sert ve düz bir sesle "Evet" diye yanıtladı onu "Evet, öyle! Ben zayıf insanlar için korkutucu bir savaşçıyım..." Ve adımlarını hızlandırarak kale kapısına doğru ilerlemeye devam etti ancak artık Mairin'i izlemiyordu...

Adamın, adımlarını sıklaştırması ile karanlık koridorun ortasında tek başına kalan Mairin, bir an kendini yapayalnız hissetti ve bu duygu onu iliklerine kadar üşüttü. .Kale kapısına yaklaşan adamın yakalamak için adımlarını hızlandırırken "Silahtar Alastair!" diye arkasından seslendi ancak sesi düşündüğünden yüksek çıkmıştı. Onu işiten dev vikingin aniden durup, kendisine dönünce Mairin adama çarpmamak için güç bela durabildi. Başını kaldırıp adama bakınca komutanın hayret dolu bakışları ile karşı karlıya geldi. "Az önce ne dedin sen?" diye fısıldadı, Silahtar. "Tanrım" diye inledi genç kadın, bu adamla anlaşmak ne kadar zordu! Onun bakışları altında pancar gibi kızarmaktan kendini alamazken, kalbi, buzdan gözleri karşısında göğsünü yararcasına atıyordu. "Yapmam gerek" diye düşündü genç kadın "Hadi Mairin biraz cesaret!" diyerek, kendini yapması gereken konuşmaya hazırlamaya çalıştı.

Komutan, ilgiyle kızın önce beyaza sonra kırmızıya ardından mora dönen yüzünü izledi, itiraf etmek istemese de Mairin'in tepkilerini izlemek çok eğlenceliydi. Az önce kendisinden korktuğunu ifade etmesi her ne kadar adamın moralini son derece bozsa da, ismini onun ağzından duymak, Alastair'e tarifi mümkün olmayan şeyler hissettiriyordu. Nitekim bir kez daha adını onun sesinden işitmek için üsteledi "Az önce ne dedin Mairin?"

Kafası karışan genç kadın, boş bir yüz ifadesi ile "Ne mi dedim?" diye, adamın sözlerini terar etti. Sonra bir anda aklına gelen fikirle yeniden kızaran genç kadın, korkuyla "Ö...özür dilerim, komutan, ben size adınızla hitap ettim!" kekelemeye başladı. Mairin o kadar heyecanlıydı ki, silahtarın yüzünden geçen hayakırıklığını fark etmedi bile ama hazır cesaretimi toplamışken elimden geleni yapmalıyım diye düşünerek "Sa...sadece az önceki davranışım de..değil." dedi ve artık alev topuna dönen yüzüyle ekledi "Ge..geçen se..se..sefer yüzüne, yüzünüze do..dokunmaya çalıştığım içinde, ö...özür dilerim!" Sonra sanki sırtından büyük bir yük kalkmışcasına derin bir nefes alan kadın, elini göğsüne koyarak sesli bir biçimde yutkundu.

Alastair, onun bu tepkileri karşısında gülmemek için kendisini zor tutuyordu, "Eh bu durum birçok şeyi açıklığa kavuşturuyor" diye düşündü. Genç kadının, aylardır bunun için kendisinden köşe bucak saklandığına inanamıyordu! Şu vaziyetine gülse mi ağlasa mı yerinde olur karar veremeyen silahtar, bakışlarını kızın yüzüne dikti ve yüzüne sahte bir öfke ifadesi yerleştirdi. Nitekim heyecanı yatışan Mairin, birkaç dakika sonra bu anlamsız sessizliğin farkına varınca yeniden başını kaldırıp adamın yüzüne baktı ve göz göze gelmeleri ile tekrar kızarmaya başlaması bir oldu.

Komutanın sessizliği kızı yeniden korkutmaya başlamıştı, özür dilemesine rağmen tek bir karşılık vermeyen silahtar, üstüne üstlük bir de kaşlarını çatarak Mairin'i izlemeye başlamıştı. "Öldüm ben" diye düşündü genç kadın "Bu defa gerçekten öldüm ben..." Neden sonra, bakışlarını kadının gözlerinden göğüslerine doğru indiren komutan, haddinden fazla anlam yüklü bir sesle "bundan sadece bir özür ile sıyrılabileceğini mi sanıyorsun hizmetçi?" diye fısıldadı. Adamın nefesini iliklerine kadar hisseden Mairin'i resmen ateş bastı, avcısına yakalanan bir ceylan gibi gözlerini bir saniye adamdan ayırmadan "Be..ben telafi etmek için ne, ne gerekirse..." diye başlayan sözleri yavaş yavaş boşlukta kaybolup gitti. Ne olduğunu tanımlayamadığı bir his kuvvetle kalbini sıkıştırıyor, nefesini kesiyordu. Breannen'le Kylianne'in ayak sesleri ile kendilerine gelen ikili bir an toparlandılar ancak Mairin sanki koşmuş gibi nefes nefese kalmıştı. Neden sonra Silahtarın "Kesinlikle telafi etmeni sağlayacağım" diyen sesi ile olduğu yere adeta çivilenen genç kadın, Kylianne'in yanlarına gelmesi ile silahtara ne demek istediğini soramadan, sessizliğe gömülmek zorunda kaldı.

***

Mairin'le Alastair'i önden gönderen Kylianne, büyük bir mutlulukla sırıtarak İz sürücüye dönmüştü ki, adamın sirke satan ifadesinden, bu mutluluğu yaşayan tek kişinin kendisi olduğunu anlaması uzun sürmedi.

Ve beklendiği üzere ancak bir kaplan kadar sabırlı olan Breannen "Ne halt etmeye çalışıyorsun sen yine büyücü?" diye hırladı.Onun bu tepkilerine artık alışan Kylianne, umursamazca omuzlarını silkerek "Neden bahsettiğini anlamıyorum, iz sürücü" dedi ve önünde ki çifti işaret ederek "Eğer onlardan bahsediyorsan, çok iyi bir iş çıkardığımı düşünüyorum" diye ekledi. Kylianne'in yüzündeki sırıtmaya daha çok öfkelenen Breannen, sert bir sesle "Hayır! Tabi ki onlardan bahsetmiyorum" dedi ve devam etti "Anlamıyormuş gibi davranma, Malcolm'da söz ediyorum, ne işler çeviriyorsun Kylianne?" Loş koridorda sakin adımlarla ilerleyen Kylianne başını öne eğerken, yüzü ciddi bir ifadeye büründü, az duyulur bir sesle "Bunu söyleyen ilk kişi sen değilsin" diye mırıldandı. Taş duvarlar haddinden fazla yankılanmaya sebep olduğundan, Alastair'in duyup duymadığını anlamak için komutana kısa bir bakış atan İz sürücü "planın nedir büyücü?" diye sordu. Başını kaldırarak, bakışlarını çıkış kapısına odaklayan Kylianne "Tedbirli davranmana gerek yok, Breannen" dedi ve hazin hazin gülümseyerek "Bir planım yok!" diye ekledi. İz Sürücü, alaycı bir gülümseme eşliğinde "Buna inanmamı beklemiyorsun herhalde değil mi?" diye sordu. Yüzündeki gülümsemenin aksine sesi fazlasıyla ciddiydi. Çıkış kapısına iyice yaklaşmışlardı, kızdan bir tepki gelmediğini görünce şüphe ve öfke dolu bir sesle "Bu sen değilsin Kylianne!" diye tısladı Breannen, "Benim tanıdığım Kylianne asla pes etmez, istemediği bir şeyi asla kabullenmez." Onun bu sözleri üzerine, olduğu yerde duran genç kadın, bakışlarını iz sürücünün gözlerine dikerek, tane tane "Peki ya istiyorsam?" diye sordu. Gözlerinden bir şaşkınlık belirtisi geçen iz sürücü, bir an bocaladı ve "yani... yani sen onunla..." dedi ancak cümleyi tamamlayamadı. Bir süre daha adamı süzen genç kadın, çıkış kapısına varmış olan Alastair'in şüphe dolu gözlerle kendilerini izlediğinin farkına varınca, Breannen'a sıcak bir gülümseme gönderdi ve adamın koluna girerek beraberinde sürükledi "Evet, ben onunla evleneceğim, Breannen." Dedi. Eğer Kylianne, adama tüm İskoçya'yı ele geçireceğim ve bunun için bütün klanlara savaş açacağım dese, muhtemelen Breannen daha az şaşırırdı. Kendisini sürükleyen kadını yavaşlatmak için adımlarını ağırlaştıran adam, bir açıklama istercesine Kylianne'in yüzüne baktı. Yüzündeki gülümsemesini bir an bile yitirmeyen genç kadın, bakışlarını Alastair'den ayırmadan, Breannen'a "Onunla evleneceğim" dedi ve ekledi "Ve artık kocamdan intikam alamayacağım için sizi de azad edeceğim, kısa bir süre sonra Breannen, yeniden özgür bir adam olacaksın." Adeta ayakları taş kesen gölge avcı, namlı iz sürücü adeta olduğu yere mıhlandı ve hayret dolu bir sesle "Sen" dedi "Sen ciddisin!" Nihayet çıkış kapısına ulaştıkları için adamın kolundan çıkan genç kadın, muhafaza ettiği gülümsemesiyle birlikte, genç adama hafif bir reverans yaptı ve "Buraya kadar eşlik ettiğin için teşekkür ederim Breannen, sanırım bundan sonrasını kendim halledebilirim." Dedi. Tam Alastair'in açılmasını emrettiği kapıdan çıkıyordu ki, iz sürücü kızın sözleri ile kendine geldi ve bir anda onu kolundan yakalayarak "Şaka yapıyor olmalısın, gerçekten kendi başına gitmene izin vereceğimi mi sanıyorsun?" diye tısladı. Kylianne tam ağzını açmış cevap verecekti ki, Alastar'in eli Breannen'ın, kızın kolundaki elinin bileğine pençe gibi yapıştı ve tehditkar bir biçimde "Söylemesi bana düşmez İz sürücü ama Mckenzie'nin Gelinine istediğin gibi dokunamazsın!" diye fısıldadı. İki adam birbirine öldürücü bakışlar atarken, Kylianne yaklaşan fırtınayı sezerek "Teşekkür ederim komutan ama buna gerek yok zaten elini çekecekti öyle değil mi Breannen?" diye iz sürücüye, aba altından sopasını göstermekte gecikmedi. Ona önce hayret sonra öfke dolu bir bakış atan Breannen, gerçekten kızın ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu. Bundan sadece bir iki hafta önce Malcolm Mckenzie'yi öldürmek için yeminler eden büyücü şimdi karşısında duran kadın mıydı? "Bu kadar değişken olabilir misin Kylianne?" diye düşündü. Breannen yirmili yaşlarının ortalarındaydı, İskoçya'da bir gölgenin bile izini bulabilecek denli yetenekli bir iz sürücü olması ile ün salmıştı, fakat ne yazık ki Kylianne'in fikirlerini takip etmekte yeteneğinin hiçbir faydası olmuyordu. Bu kadının ruhu karanlık bir dehliz gibiydi, içerisinde yönünü bulmak tümüyle imkânsızdı ancak Breannen'ın yine de biliyordu ki..."Cennete giden yol hiçbir zaman kolay değildir." Diye fısıldadı, Bu Malcolm'ın umutsuzluğa kapıldığı anlarda çok sık kullandığı bir deyimdi. Kendi kendine gülümseyen savaşçı, karşısında inatçı bir kararlılıkla dikilen kadına baktığında "Eh şimdi ne demek istediğini anlayabiliyorum Malcolm." Diye düşündü ve ekledi "ama yine de onu bırakamam." Kıza endişe dolu bir bakış attıktan sonra "Duyduklarım doğruysa onu kendi haline bırakamam..."diye mırıldandı. Neden sonra, sert bir şekilde elini Alastair'in pençesinden kurtaran Breannen, genç kadına dönerek "Tek başına gitmene izin veremem, olmaz" diye tısladı ve ekledi "Geçen sefer neredeyse birbirinizi öldürüyordunuz! Güvenli bir mesafeden sizi izlerim, varlığımı bile fark etmezsin..."

Kylianne, biliyordu ki silahtar eğer o şekilde kendi bileğini sıkıyor olsaydı kemikleri çoktan tuzla buz olurdu ancak Breannen umursamış gibi gözükmüyordu. Genç kadın, bir Alastair'in öfkeli suratına bir İz sürücünün kararlı ifadesine baktı, şu an ihityacı olan en son şey bu ikilinin kendisi yüzünden kavga etmesiydi, üstelik Mairin'in de yüzü kağıt gibi bembeyaz olmuştu. Bir an düşünceleri dağılan genç kadın, kaşlarını çatarak arkadaşına baktı, acaba işler umduğu gibi gitmemiş miydi? "Neyse" diye düşündü "Bunu Malcolm'ı hallettikten sonra düşünürüm." Ve nihayet önündeki probleme odaklanarak "Burada kalıyorsun Breanen" dedi ve sertçe ekledi "Bu bir emirdir." Onun bu tavrı karşısında şok olan adam "Ne... Nasıl?" diyebildi, ancak ona aldırmayan genç kadın, iz sürücüye sırtını dönerek nöbetçilere "Kapıları açın!" diye emretti. Omuzlarını dikleştirip, haftalar sonra ilk defa kapıdan çıkarken, özgürlüğün kokusunu içine çekti ve ekledi "Bana verdiğin sadakat yeminini yerine getirme vakti geldi, Breannen ama benim istediğim biçimde!"

***

Haftalar sonra özgürlüğüne kavuşmanın verdiği heyecanla kalenin merdivenlerini adeta sekerek inen Kylianne, kendini kuşlar kadar hür hissediyordu. Her ne kadar bunun geçici bir hürriyet olduğunun farkında olsa bile şu an bunu düşünmek istemiyordu. Hafif nemli çimenlerin üzerinden, mümkün olduğunca hızlı bir şekilde yürüyen genç kadın, bir yandan eteklerinin kirlenmemesi için eliyle eteklerini ucunu kavramıştı. Bu şekilde yürümesini ona Edith tavsiye etmişti, "Tanrım!" diye söylendi Kylianne, "Catrion,a tüm çocukluk yıllarını bu saçmalıkları öğrenmeye çalışarak mı geçirdi, zavallı kardeşim" diye düşündü. Leydi Catriona, Lord Kenneth'ın nişanlısı olması sebebiyle daha kaleye gelir gelmez bu eğitimlere tabi tutulmuştu, mutfaklarda çalışan Kylianne'in aksine o hemen hemen her gününü Edith ve Leydi Clarine ile geçiriyordu. "Ne vakit kaybı ama..." diye düşünmekten kendini alamadı genç kadın. Kylianne'e göre tüm bu öğretilen nezaket dersleri ve diğer ıvır zıvırlar, oturup süzülmekten başka uğraşları olmayan soylu kadınlar tarafından icat edilmiş, bir boş zaman uğraşıydı ve kesinlikle gereksizdi!

Kafası bin bir düşünceyle doluyken, kalenin köşesinden ahırlara giden taş yola saptı. Henüz baharın başında olmalarına rağmen, Kildraen semalarında uçsuz bucaksız bir mavilik hâkimdi, "eh en azından henüz sinirli değil" diye düşündü genç kadın, eğer Malcolm öfkeli olsaydı şu an malum sebepten yağmur çamur içerisinde yüzüyor olurlardı. "Aslında" dedi kendi kendine "Lanetim o kadar da kötü değil, aklından geçenleri okuyamasam bile ne hissettiğini anlamak zor olmuyor." Neden sonra buluşma yerleri olan Kestane Ağacını uzaktan seçmeyi başardı ancak Malcolm etrafta görünmüyordu. Bir an anlamsız bir biçimde kalbi hüzünle dolan Kylianne adamın orada olmadığını görünce adımlarını yavaşlattı, öyle ya önce Gleanna sonra Breannen derken fazlasıyla geç kalmıştı. Nihayet kestane ağacının altına vardığında, öfkeyle karışık bir hüzünle "Demek beni sonsuza kadar bekleyeceksin ha Mckenzie!" diye söylendi "Henüz beni birkaç saatçik bile bekleyemezken... Katırlar kovalasın seni Malcolm!"

"Neyse" diye düşündü genç kadın "En azından dışarı çıkmayı başardım" diye kendisini teselli etti yine de içinde yükselen hayal kırılığını bastırmakta güçlük çekiyordu. Öfkeyle bir taşı tekmeleyip, çalılıkların arkasına yolladı ancak acıyla etrafı dolduran bir inleme, genç kadının olduğu yerde korkuyla sıçramasına neden oldu.

"Tanrı aşkına be kadın!" diyen Malcolm'ın sesi ile biraz olsun yatışan Kylianne, adamın kafasını ovuşturarak çalılıkların arasından çıkmasını şaşkınlıkla izledi. "Hem geç geliyorsun hem de kafamı yarmaya çalışıyorsun." Diye söylenen savaşçı oldukça huysuz bir şekilde Kylianne'e doğru yöneldi. Onun bu haline gülmemek için kendini güç tutan Kylianne, ciddi olduğunu umduğu bir sesle "Eğer adam gibi sözleştiğimiz yerde bekleseydin böyle olmazdı, hem ne o öyle çalıların arkasına gizlemeler falan..." diyerek, omuzlarını silkti. Onun bu umursamazlığı karşısında daha beter öfkelenen Malcolm, kıza ters bir bakış atarak "Ne yani klanımın, senin beni rezil edişini izlemesine izin mi verseydim?" dedi. Onun ne demek istediğini anlamayan Kylianne boş bir ifade ile "Klanına rezil olmak mı?" diye sordu, bir yandan hangi davranışın buna sebep olmuş olabileceğine kafa yormaya çalışıyordu. Sinirle kafasını ovuşturduğu elini indiren Kale Lordu "Bilmiyorum farkında mısın ama tam tamına iki saat geciktin!" diye tısladı ve ekledi " Tüm zaman boyunca burada dikilmeye devam etseydim sence insanlar ne düşünürdü?" Bir an kafası karışan genç kadının yüzü neden sonra yeni bir buluş geliştirmişçesine aydınlandı ve elleri ile ağzını kapayarak, bastırmaya çalıştığı gülümsemesinin altından "Se..seni reddedip buraya diktiğimi mi düşüneceklerini mi sandın?" diye kıkırdadı. Onun gülümsemesi karşısında yelkenleri suya inen kale Lordu, kızgın olduğunu umduğu bir sesle "Eh bir an ben bile gelmeyeceğini düşünmeye başlamıştım" dedi. Neden sonra elini, kızın gülümsemesini kapatan elinin üzerine koyarak "Yapma" diye ekledi "Bunu ne kadar özlediğimi bilemezsin, gülümsemeni gizleme benden." Bir an onun bu yumuşak tavrı karşısında afallayan Kylianne, neden burada olduğunu anımsaması ile yüzünün kızarmaya başlaması bir oldu, bu nişanlısı ile ilk buluşmasıydı... Onun aklından geçenleri az çok tahmin eden Malcolm, utangaçlığının kızın duygularına üstün gelmesini engellemek için elini tuttu ve onu ahırlara doğru yönlendirdi.

Ahırlara giden taş yolu takip ederken, Kylianne'in duyguları yine bir bilinmezliğe doğru sürüklemeye başlamıştı, beyaz eli adamın avucunda minicik kalıyordu "Malcolm'ın elleri her zaman böyle büyük ve kuvvetli miydi?" diye düşündü. Adımları ile ona uyum sağlamaya çalışırken, adamın yürüdükçe esneyen kaslarını ve geniş sırtını izledi, "Neden" diye düşünmekten kendini almadı Kylianne "O, Kildraen Kalesinin hakimi, Mckenzie Klanı'nın lideri ve halkının kralı, hangi kadını isterse alabilir, neden tüm olanlara rağmen ısrarla beni istiyor?" Bakışlarını yere indiren genç kadının içini kötü bir his kapladı, bunu anlatması biraz güçtü... Malcolm'ın kendisinden hoşlandığını biliyordu ama kale hanımı olmaya hiçbir yeterliliği bulunmayan, üstelik neredeyse aralarında kan davası olduğu söylenebilecek bir büyücüyü, halkının isyan etme riskini de göze alarak nişanlısı olarak ilan etmekte neyin nesiydi? Bu biraz ileri gitmek olmuyor muydu? Eğdiği başını kaldırarak, bakışlarını yeniden adamın sırtına diken Kylianne, bu defa kale lordunun örülmüş saçlarının arasından taşan saç tutamlarının havada savrulmasını izledi. "Neden Malcolm" diye sordu kendi kendine "Seni bu kadar ileri gitmeye mecbur eden şey nedir? Sadece aşk "olamaz" değil mi?"

Kadının sessizliği Kale Lordu'nu rahatsız etmişti, Kylianne'e dönerek şüphe dolu bakışlar atan adam "Şimdiki planın nedir? Umarım sırtıma bir hançer saplamak gibi çocukça fikirlerin yoktur." Diyerek kızı kışkırtmaya çalıştı. Onun kendisi ile alay ettiğini anlayan genç kadın, yükselen öfkesini kontrol altında tutmaya çalışarak omuzlarını silkti "ben okla vururum diye düşünmüştüm, böylesi beni için daha güvenli olur" dedi. Onun verdiği cevap karşısında bir kahkaha patlatan genç adam, "Leydi Kylianne" dedi "Her zaman ki gibi beni hayal kırıklığına uğratmadınız"ve kızı elinden tutarak, ahırın ağır kokusunun içine doğru çekti.

Ahırlardan içeri girince Malcolm gök gürültüsü gibi bir sesle, Maneet'in adını haykırmaya başlayarak çırağın genellikle oturduğu bölmeye doğru yöneldi. Onu kendi haline bırakmayı uygun bulan Kylianne ise usulca Chiron'un yanına doğru seyirtti, sevgili atını çok özlemişti. Sahibesinin yaklaştığını kokusundan anlayan sadık hayvan, kesik kesik kişneyerek yerini belli etti. Onun yanına yaklaşıp yelelerini ve boynunu okşayan Kylianne, atının eskisinden biraz daha iyi göründüğünü memnuniyetle fark etti. İlerdeki saman balyasından bir tutam alarak atına yemesi için uzatırken, Malcolm'ın emektar seyis Silas ile konuştuğunu işitti. Yan yan bakarak ikisinin ne yaptığını anlamaya çalışan genç kadın, Kale Lordu'nun seyisten bir sepet aldığını gördü. Maneet'e ne olduğunu merak eden Kylianne şimdilik sesini çıkarmamayı tercih ederek başını yeniden atına çevirdi. Elindeki sepeti Nessus'un sağrısına yükleyen kale lordu işini tamamlayınca büyücünün yanına geldi ve neşe içerisinde parlayan gözlerle "Hadi Kylianne, gidiyoruz" diyerek, kıza kendisini takip etmesini işaret etti. Onun sözleri işiten Kylianne gayri ihtiyarı bir şekilde Chiron'u serbest bırakmak için bölmenin kilidine doğru uzandı ancak uzanan eli, Malcolm tarafından havada yakalandı. Bir an anlamsız bakışlarla lordu süzen genç kadın, neden sonra "Sorun nedir?" diye sorabildi. Kaşları çatılan ve sesi sertleşen kale lordu, onu "benim atımla gideceğiz" diye yanıtladı. Bu anlamsız tepki karşısında öfkesine mani olamayan büyücü, bir kez daha atının kilitli bulunduğu bölmeye uzanarak "Sanmıyorum" dedi ve ekledi "Her nereye gidiyorsak, ben kendi atımla geleceğim!" Kızın inatçılığı karşısında bezgince iç geçiren Malcolm, on iki yaşında bir çocuğa izah eder gibi tane tane "Kylianne" dedi "Chiron'a iyi bakıldığı doğru ancak o hala seni taşıyabilecek kadar kuvvetli değil." Onun açıklaması karşısında tereddüt eden büyücü, bir an endişeli bakışlarla atını süzdü iyi görünüyordu ama... Sessiz geçen dakikalar sonunda savaşı kaybettiğini kabullenen genç kadın, derin bir iç çektikten sonra adamın önünden yürüyüp geçerek Nessus'un yanında durdu. Delici bakışlarını adama saplayarak, kollarını göğsünün altında kavuşturdu ve kendisine boş bir ifade ile bakan Kale Lorduna hitaben, tahammülsüz bir sesle "Daha neyi bekliyorsun Mckenzie? dedi ve ekledi "Beni atına bindirmen gerekmiyor mu?"

Onun bu kadar kolay ikna olmasına şaşıran genç savaşçı bir an ne yapacağını bilemeyerek kıza bakakaldı, sonra söylediklerini kavrayınca hızlı bir biçimde harekete geçti. Onun bu aceleci tavrı karşısında oldukça eğlenen genç kadın, gülümsemesini saklamak adına yüzünü omuzuna doğru eğdi. Malcolm onun ne düşündüğünü bilmeden Kylianne'in önüne geçerek, kızı iki eliyle belinden tuttu, genç kadında elleriyle adamın omuzlarından güç alarak kendisini kaldırmasına yardımcı oldu. Sadece bir anlığına göz göze gelen ikili, sessizce bakıştılar, bu yüzyıllardır âşıkların birbirlerine dokunmak için bahane ettiği bir yöntemdi. Malcolm'ın koyulaşan gözleri karşısında, anımsadığı öpücüğün hatırası ile kızaran Kylianne, başını utançla başka tarafa çevirdi. Onun bu haline gülümseyen kale lordu, genç kadını daha fazla zorlamamak adına sanki tüy kadar hafifmişçesine Nessusun üzerine oturttu ve nihayet kendisinde atın sırtına geçerek, ilerlemesi için atını mahmuzladı.

Nessus hafif tempolu bir hızda Mavi Ladin ağaçlarının altından geçerken, ikisi de kendi dünyalarına dalarak bir süre konuşmadılar. Orman güneşin tepeye yaklaşması ile nemli bir iklime bürünürken, sağdan soldan çıkan sincaplar, uçuşan kuşlar ve kelebekler sanki iki genç aşık için büyülü bir ortam yaratmaya çalışır gibiydi. Malcolm bu anın tadını çıkarmaya çalışırken, Kylianne gümbürdeyen kalbinin izin verdiği ölçüde, duygularının ne yönde olduğunu tartmaya çalışıyordu. Sessizliği bölen Malcolm oldu "Nereye gittiğimizi sormayacak mısın?" Adamın boynunda hissettiği nefesi ile irkilen genç kadın, sırtını hafifçe dikleştirerek "Sorsam cevaplayacak mısın?" diye mırıldandı. Çok hafif bir sesle konuşmasına rağmen onu işiten Malcolm, düşünceli bir ses tonu ile "Bana şimdiye kadar sorduğun neyin cevabını alamadın?" diye yanıtladı onu. Kylianne'in kulaklarında bir an Larena'nın sesi çınladı - yaşananlar için hep Malcolm'ı suçladın, sebeplerini sormadın, onu anlamaya çalışmadın, sevdiğin adama güvenmek yerine kaçmayı tercih ettin- "Tümüyle haksız sayılmaz" diye düşündü Kylianne, "Şimdiye kadar ona nedenlerini hiç sormadım, ama şimdi..." Bir an bakışlarını önündeki ağaçlardan alarak, başını Malcolm'a çevirdi ve "Nereye gidiyoruz?" diye sordu. Onun dakikası dakikasını tutmayan bu ruh haline uyum sağlamaya çalışan genç adam, bir yandan da kızın dudaklarının ne kadar yakınında olduğunu düşünmemeye çalışıyordu "Bizim yerimize" diye cevapladı onu "Uçurumun kenarına..." ve bakışlarını genç kadından güçlükle uzaklaştırarak, ikisininde selameti için ileride ki fundalıklara dikti.

Onun cevabı karşısında şaşıran Kylianne, "Demek Malcolm ilk karşılaşmamızı anımsıyor" diye düşündü dahası orayı... "Bizim yerimiz..." diye kendi kendine mırıldandı genç kadın. İtiraf etmesi güç olsa da, adamın sevgi dolu sözleri içindeki küçük kızın sevinçle zıplamasına neden oluyordu. Kylianne, elleri ile başını ovalarken "Tanrım" diye inledi "Ne yapıyorum ki ben..."

Onun bu haline gülümseyen kale lordu, her ne kadar genç kadının bu kadar kolay teslim olmayacağını bilse de, Kylianne izin verdiği ölçüde bu anın tadını çıkartmakta son derece kararlıydı. O kadar uzun zamandır bu günün gelmesini beklemişti ki, şimdi başka meselelerle kafasının meşgul etmek istemiyordu. Sadece ama sadece Kylianne ve kendisinden ibaret olan bu rüyanın, mümkün olduğunca uzun sürmesini istiyordu.

Kylianne, Nessus'un çocukken uçuruma gitmek için kullandığı keçi yoluna sapmasıyla kalbinin heyecanla çarptığını hissetti, tam on yıl sonra yeniden ilk karşılaştıkları yeri görecekti. "Bu biraz nostaljik" diyerek kendini sakinleştirmeye çalıştı ancak kalbinin çılgın ritmi onunla tamamen başka bir fikirdeydi. Ufak tepeyi döndükten sonra, o bilindik rüzgâr Kylianne'in saçlarını geriye savurarak yüzüne vurdu. Baharın gelmesi ile yeşeren otlar aynıydı, mor sümbüller ve gelincikler bir rüyanın parçasıymış gibi esen rüzgârla savruluyordu ancak Elma Ağacı'nın dalları hatırladığından daha uzun, gövdesi daha geniş duruyordu. Bir an ne yaptığının farkında varamadan mutlulukla ellerini çırpan Kylianne, Kale Lordu'nun "Eğlenmene sevindim" diyen sesi ile gerçek dünyaya döndü. Utancından kıpkırmızı kesilen kızın yüzünü göremese de, eteğinin içine sakladığı elleri ile üç aşağı beş yukarı onun yüzünün aldığı şekli tahmin eden Malcolm, keyif dolu bir bir kahkaha attı ve Nessus'u uçurumun kenarına doğru sürdü. Elma Ağacının altına geldiklerinde atından inen Kale Lordu, bir kez daha ellerini kıza doğru uzattı, kısa bir an kararsızlıkla ona bakan Kylianne, şu dakikadan sonra tereddüt etmenin komik olacağını düşünerek adamın indirmesine yardımcı olmak için kollarını onun omzuna koydu. Bir kez daha aynı şekilde aşağıya inecekken, bir anda ayaklarının yerden kesildğini hissederek, kendini Malcolm'ın kucağında bulan genç kadın, şaşkınlıkla "Malcolm..."diyebildi. Onu sıkıca sararak göğsüne bastıran genç savaşçı, başını saçlarının arasına gömerek "Sadece birkaç dakika daha..." dedi. Sözleri çok sıradan olsa da Kylianne onun kelimeleri altında yatan asıl manayı içinde özümsedi. Bu on yıllık bir hasretin, vuslata ermesiydi. Sesli olarak cevap vermese de usulca başını sallayarak adamı onayladı ve Malcolm'ı çok şaşırtan bir şey yaparak, kollarını adamın boynuna doladı. Kalbi öylesine çılgınca bir ritm tutturmuştu ki, göğüs kafesini yararcasına bir baskı yapıyor ve kalbinin sesi kulakların da uğulduyordu. Bu şekilde onları uzaktan gören biri, gerçekten birbirlerini çok seven iki aşık olarak değerlendirebilirdi. "Sadece birkaç dakika..." diye adamın sözlerini içinden tekrar etti Kylianne ve ekledi "sadece birkaç dakika her şeyi unut..."

Neden sonra sanki onları birileri görmüşcesine ayrılan ikili, utançla birbirlerinden uzaklaştılar. Malcolm, Neussus'un diğer tarafında dolaşıp bağladığı sepeti çözerken diğer yandan da "Uzun zaman oturursak belki acıkabiliriz diye düşündüm" diyerek tuhaf havayı dağıtmaya çalıştı. Ve sesine yansıyan neşeyi bastırmaya gerek görmeksizin "Ve Bree'den bize bir şeyler hazırlamasını istedim." Diye ekledi. Bir an Bree'nin adını duyunca, şaşkınlığını gizleyemeyen Kylianne "Sen Bree'ye birlikte dışarı çıkacağımızı mı söyledin?" diye sordu. Onun verdiği tepkiyi anlamaya çalışırken, çocuk gibi kaşlarını çatan Malcolm "Neden, söylememem gereken bir şey miydi?" diye sorusuna soruyla karşılık verirken, bir yandan da kızı elinden tutarak Elma Ağacının altına doğru yönlendirdi. Kafası karışan genç kadın, onun ne yaptığının ayrımına varamayarak uslu bir çocuk gibi adamı takip ederken, bir yandan da "Tanrı aşkına! Ben Glenna'ya bile söylemedim ve sen, sen buluşacağımızı gidip anneme mi söyledin?" diye inledi. Kadının neden bu denli telaş yaptığını anlayamayan savaşçı "Bunu neden sorun ediyorsun anlamıyorum..." diyerek fikrini beyan etti. Kylianne, bir yandan yürüyüp diğer yandan bir geri zekalıya izah eder gibi her bir hecenin üzerine bastırarak "Bu... baş başa bir şeyler... bir şeyler yapacağımız düşünmelerini ilan etmekle aynı şey!" dedi. Genç kadının dudaklarından dökülen sözler karşısında önce şaşıran sonra kahkahalara boğulan Malcolm, sesiyle tüm araziyi inletti. Onun tavrı karşısında öfkelenmekten kendini almayan ve fena halde bozulan Kylianne, elini hızla adamın avucundan çekerek "Tanrı aşkına!" diye bağırdı "Bu kadar komik olan nedir?"

Onu öfkelendirdiğini anlayan Kale Lordu, bastırmaya çalıştığı kahkahasının ardından yüzüne ciddi bir ifade yerleştirmeye çabalayarak, kızın elini tekrar tuttu ve onun görebileceği şekilde havaya kaldırdı. "Kylianne, sen farkında olmayabilirsin ama ben yaklaşık üç hafta önce tüm halkımın gözü önünde, ve tabi Bree'nin, seni nişanlım olarak ilan ettim, yani kast ettiğin anlamda bir şey düşünmüşlerse bunu zaten o zaman yapmışlardır."dedi ve kızın utançtan pembeleşen teni üzerinde bakışlarını gezdirerek "Ama buraya gelirken bunları yapma riskini göze aldığına düşünürsek, belki bu fikri yeniden gözden geçir.." Saç diplerine kadar kızaran genç kadın onun nereye varmaya çalıştığını anlayarak aceleyle, elini adamdan kurtarıp onun ağzını kapadı ve "Tanrım! Lütfen sus artık..." diye inledi. Onun, sözlerine engel olmak için dudaklarına dokunan eline bir öpücük konduran savaşçı, genç kadını daha fazla üzmemek adına "Tamam gel hadi, böyle şeyler içinde endişelenmeyi bırak, ima ettiğin şeyi yapmayı düşünmüyorum" dedi sonra hınzırca bir gülümseme eşliğinde ekledi "yani henüz..."

Kadının "Malcolm!" diyen sesi çayır alanı inletince, neşe dolu bir kahkaha daha attı genç adam. El ele elma ağacının gölgesine doğru ilerlerken, Kylianne, onu en son ne zaman bu denli neşeli gördüğünü anımsamaya çalıştı, aslında Malcolm Mckenzie'yi şimdiye kadar hiç bu kadar mutlu görmemişti. Kildraen'den ayrılmadan önce bile hatırladığı kadarıyla Malcolm hiçbir zaman çok gülen ya da konuşan biri olmamıştı. "Ama bugün" diye düşündü Kylianne "Gözleri tıpkı açık gökyüzü gibi parlıyor ve sürekli gülümsüyor." Adamın neşeli tavrı karşısında yüreğinin ezildiğini hissetti genç kadın, "Ah bir bilseydin Malcolm..." diye düşündü. Neden sonra adamın elini bıraktığını görünce elma ağacının altına geldiklerini fark etti, Malcolm'ın elindeki sepeti alan genç kadın içinden çıkardığı örtüyü ağacın gölgesin serdi sonra Bree'nin yanlarına koyduğu erzak malzemesini, serginin üzerine yaydı. Odun ateşinde pişen büyük bir somun ekmek, kurutulmuş et, yaban mersinli scone (bir tür İskoç çöreği) ,çilek reçeli ve peat ateşinde kurutulmuş arpalardan elde edilen az miktarda viskiden (İskoçya'dan başka yerde olmayan peat kömürü, meşhur İskoç viskisine hayat veren malzemedir) oluşan sofraları bir hayli zengindi. Bree gerçekten onlar için özenmişti, kendisiyle aynı fikirde olduğu belli olan Malcolm gülümseyerek matarasını gösterdi ve "Ben viskiyle idare ederim ama sen herhalde soğuk nehir suyundan istersin, değil mi?" diye sordu. Kylianne bu defa içten gelen bir gülümseme ile genç savaşçıya "Evet çok iyi olur" diyerek karşılık verdi ve oturduğu yerden onun nehir kenarına gidişini izlemeye koyuldu. "Benimle ilgili her ayrıntıyı anımsıyor" diye düşündü "sevdiğim yâ da sevmediğim her şeyi, peki ya ben?" Başını uçurumdan yana çevirerek, rüzgârın kulaklarında uğuldayan sesini dinledi bir süre... Yeniden adamdan tarafa baktığına onun kendisine yaklaşmakta olduğunu gördü, rüzgârda savrulan, geceden kara saçlarının örgüsü neredeyse tamamen çözülmüştü, mavi gözleri gün ışığının altında neşe içerisinde parlıyor ve yanağındaki gamzesi gülümseyen yüzüne cana yakın bir ifade katıyordu. Malcolm Mckenzie, bu haliyle tümüyle unutulmaz görünüyordu. Kylianne "bu adam benim nişanlım, bu adam benim hayatım boyunca sevdiğim tek erkek" diye düşündü "Eğer istersem sonsuza kadar yanında kalabilirim eğer istersem..." Yaklaştıkça kızn ifadesini gören Malcolm yüzündeki gülümseme silindi, "sorun nedir?" diyen sesinde, onu tanımayan birinin sezmesi güç olan bir korku vardı. Onun keyfini kaçırmak istemeyen genç kadın, tüm cazibesini kullanarak savaşçıya gülümsedi ve "Hiçbir sorun yok neden gelmiyorsun" diyerek yanındaki yeri işaret etti. Kale lordu onun bu tavrına şüphe dolu bir bakış atsa da, üstelememeyi tercih etmiş olacak ki sessizce yanına gelip oturdu. Bu şekilde onun esmer, güzel yüzünü daha yakından inceleme fırsatı bulan Kylianne, aynı zamanda tanıdık kokusunu da doyasıya içine çekti. "Ne olacaksa olur, şimdilik bu anın tadını çıkar Kylianne" diyerek kendini teselli eden genç kadın neden sonra, bu defa sahici bir gülümseme ile adamla konuşmaya başladı.

İki saati aşan bir süre boyunca kah sohbet eden kah eski anılarla kahkahalara boğulan ikili, tepelerindeki güneşin değişen konumunun farkına varmadılar bile... Kylianne kahkahalarla sarsılırken "Bunu unutmuşum, gerçekten böyle mi yapmıştım?" diyebildi. Onun bu haline sahte bir gücenmişlik ifadesi ile karşılık veren Malcolm "Evet" dedi "Senin için en üst dallardaki kirazları toplayacaktım ama sen benim onları yediğimi düşünerek ağacı sallamıştın ve ben yere düşmüştüm, bir kale lordunun düşeceği hal midir bu?" diye yakındı. Bir kez daha kahkahasını serbest bırakan Kylianne, "Çok üzgünüm Malcolm" dedi "Ne diyebilirim ki ben yaramaz bir kız çocuğuydum." Onun bu neşe dolu halini aldığı bir nefesle içine çekmek isteyen genç savaşçı, sevdiği kadının yüzündeki mutluluğa bir kez zihnine kazımaya çalıştı. Zamanı bu an da dondurmayı ve sonsuza kadar burada kalabilmeyi çok isterdi, Sadece o ve Kylianne... "Malcolm sorun nedir?" diyen Kylianne'in sesi ile kendine gelen genç adam, önemi yok dercesine elini iki yana salladı. Onun birden ciddileşen haline anlam veremeyen genç kadın, daha bir dikkatle inceledi onu. Daha sonra Malcolm'ı çok şaşırtan bir şey yaparak, hipnotize olmuş gibi bir bakışla, elini adamın yanağına koydu. Bu sıcak temas karşısında tüm duyguları alt üst olan savaşçı, onu korkutmaktan çekinerek, tüm iradesine neden olsa da tek bir kasını dahi kıpırdatmamayı başardı. Issız vadide, başlarının üstünde yükselen elma ağacının dallarının arasından geçen rüzgar dışında tek bir ses yoktu, güneş yaprakların arasından oymadığı gölge oyunları ile Kylianne'in tenine değiyordu, genç kadın kendi duygularının mı yoksa güneşin mi kendini yaktığını anlayamıyordu.

Kylianne, elini çekmeden, gözlerini kapatarak birkaç dakika bu şekilde kaldı. Hislerinin adama ulaşıp ulaşmadığını anlamak için gözlerini yeniden açtığında, Malcolm'ın sanki bir tanrıçaya tapınır gibi huşu ve sevgi dolu bir ifade ile kendisini izlediğini fark etti. Daha sonra her anımsadığında, utançtan yerin dibine girmek istediği davranışına kendisi de inanamayarak, aklında dolaşan her bir düşünceyi kenara itip, dudaklarını Malcolm'ın dudaklarına değdirdi. Hareketsiz kalmak için tüm iradesini kullanan kale lordu, kadının yumuşak dudaklarının kendisinin sert dudaklarına değmesi ile inleyerek kızı kendine çekti. Önce yavaş sonra büyüyen bir tutkuyla genç kadını öpen genç savaşçı, onun da kendisine karşılık verdiğini görünce kalbinin büyük bir mutlulukla dolduğunu hissetti. "Ölüm lordu'nun beni alacağı bir gün varsa eğer" diye düşündü Malcolm Mckenzie "O gün bu gün olsun, son nefesimi sevdiğim kadının kollarında vermek istiyorum..."

Birkaç dakika sonra nefes nefese birbirinden ayrılan aşıklar, birkaç saniye şaşkınlık dolu bakışlarla birbilerini süzdüler. Kylianne, deliler gibi atan kalbi karşısında çaresiz bir biçimce inleyerek yüzünü ellerinin arasında gömerken, Malcolm onu bir kez daha ama sıcacık bir şekilde kollarının arasına aldı. Neden sonra genç kadının dizlerine yatan Malcolm Mckenzie, bugünün hayatının en şanslı ve mutlu günü olduğunu düşünüyordu.

Kylianne, dizlerine yatan adamın teklifsizliği karşısında bir an ne yapacağını kestiremese de, nihayetinde o da tedbiri elden bıraktı. Tüy kadar hafif elleri ile usulca adamın bozulan saç örgüsünü çözdü ve ellerini hep yapmayı istediği şekilde adamın gece karası saçlarının arasından geçirdi, ağır hareketlerle başını okşadı. O bunu yaparken, Malcolm mutluluk ve huzur içerisinde gözlerini yumdu ve "Cennet böyle bir şey olmalı" diye düşündü "Eğer Tanrının benim için düşündüğü bir cennet varsa, o cennette Kylianne yaşıyor olmalı..."

Aklı tümüyle sevdiği kadın ile doluyken, Kylianne'in, duru suları andıran lirik sesi kulaklarında çınladı "Uyumuyorsun..." Onun tespiti karşısında hafifçe gülümseyen Malcolm "Bu anın tek bir saniyesini bile uyuyarak ziyan edeceğimi mi düşünüyorsun?" diyerek cevapladı onu. Ondan böyle bir cevap beklemeyen Kylianne'in elini bir an için durdu, neden sonra adamın saçları arasında tekrar hareket etmeye başladığında genç kadın "Sana şarkı söylememi ister misin?" diye fısıldadı. Her ne kadar bu teklif karşısında şaşırsa da, itiraz etmek kale lordu aklının ucundan bile geçmedi. Derin bir nefes alarak onun kokusunu içinde çeken genç adam gözlerini açmaksızın, başını olumlu anlamda salladı...

Ve Kylianne, incecik bir tutamını ördüğü gece karası saçların avucundan kaymasını izlerken şarkısına başladı:

" Yaşadığın müddetçe parılda,

Yaşamaktan asla vazgeçme,

Tıpkı bir ağaç gibi hür ve

Bir orman gibi kardeşçesine..."

***

Yeni bir bölümle herkese merhaba,

Oldukça uzun bir bölüm oldu, umarım sıkılmadan okursunuz. 

Kylianne ve Malcolm arasında gelişen bu bölüm, umarım Mairin ve Alastair çiftini merak edenler içinde eğlenceli olmayı başarmıştır :) 

Gelecek bölümde Kylianne'in bulduğu ipucu, Mannis'in hikayedeki rolü ve Breannen&Glenna'dan bahsedeceğim, tabi şölen hazırlıkları da hız kesmeden devam edecek...

Beni yorumları ve oylarıyla destekleyen herkese teşekkür ediyorum, bazen yazdıklarım ve karakterlerin davranışları sizi sinirlendirse de, hikayemi okurken eğlenebildiğinizi umuyorum.

Yeni bir bölümde karşılaşana kadar, sevgiyle kalın...

not: paylaştığım videolar bölümü yazarken dinlediğim müziklerdir :)


Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 74.5K 63
#fantasy #1 09.05.2018 Fantastik #2 20.12.2017 Şimdi, kitabın kapağını kaldırıyorum. "Anne, bunun gerçek olduğuna inanmıyorsun değil mi?" Gülüm...
1.9M 131K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
1.9K 433 13
Yaşadığı korkunç travmadan sonra kendine dair her şeyi unutan bir kadın... Buna rağmen onu sevmekten hiç vazgeçmeyen bir adam... Anılar ve yaşanmışlı...
78.6K 4.7K 36
Turist rehberi olan Paiva Köksoy, arkadaşlarıyla çıktığı bir gezide, olmaması gereken bir yeraltı mağarasına giriş bulur ve merak onu ele geçirir. Ma...