Efsanevi (Efsanevi #1)

By YsmnUnal

296K 20.4K 3.8K

Kelimelerin aslında tahsisli ruhkurtaranlar olduğunu bilir miydiniz? Haydi, çekinmeyin, sorumun üzerine hi... More

PROLOG
1.Bölüm "Haberin Var Mı?" *
2. Bölüm "Bahriyeli" *
3. Bölüm "Dalgakıran" - Giriş
4. Bölüm "Dalgakıran"
5. Bölüm "Sevda Çiçeği"
6. Bölüm "Fikrimin İnce Gülü"
Eylül'ün Günlüğü... Sayfa 93
7. Bölüm "Kol Düğmeleri - Giriş"
7. Bölüm "Kol Düğmeleri"
8. Bölüm "Sarı ve Rüzgâr - Giriş"
8. Bölüm "Sarı ve Rüzgâr - Part 1"
8. Bölüm "Sarı ve Rüzgâr - Part 2"
9. Bölüm "Sevince - Part 1"
9. Bölüm "Sevince - Part 2"
10. Bölüm "Kimse Bilmez - Giriş"
10. Bölüm "Kimse Bilmez - Part 1"
10.Bölüm "Kimse Bilmez - Part 2"
11. Bölüm "Deniz ve Mehtap - Giriş"
11. Bölüm "Deniz ve Mehtap - Part 1"
11. Bölüm "Deniz ve Mehtap - Part 2"
11. Bölüm "Deniz ve Mehtap - Part 3"
12. Bölüm "Gül Güzeli - Giriş"
12. Bölüm "Gül Güzeli - Part 1"
12. Bölüm "Gül Güzeli - Part 2"
13. Bölüm "Senden Başka"
13. Bölüm "Senden Başka-2"
14. Bölüm "Hüznün Gecesi"
14. Bölüm "Hüznün Gecesi-2"
14. Bölüm "Hüznün Gecesi-3"
15.Bölüm "Saklımdasın - Giriş"
15. Bölüm "Saklımdasın - Part 1"
15.Bölüm "Saklımdasın - Part 2"
15. Bölüm "Saklımdasın - Part 3"
15. Bölüm "Saklımdasın - Son Part"
16. Bölüm "Eksik Bir Şey - Giriş"
16. Bölüm "Eksik Bir Şey - Part 1"
16. Bölüm "Eksik Bir Şey - Part 2"
17. Bölüm "Aldanırım - Giriş"
17. Bölüm "Aldanırım - Part 1"
17. Bölüm "Aldanırım - Part 2"
18. Bölüm "Mesut Ol Sen - Giriş"
18. Bölüm "Mesut Ol Sen - Part 1"
18. Bölüm "Mesut Ol Sen - Son Part"
19. Bölüm "Bir Kara Sevda - Giriş"
19. Bölüm "Bir Kara Sevda - Part 1"
19. Bölüm "Bir Kara Sevda - Part 2"
19. Bölüm "Bir Kara Sevda - Part 3"
19. Bölüm "Bir Kara Sevda - Son Part"
20. Bölüm "Üstüme Basıp Geçme - 1"
20. Bölüm "Üstüme Basıp Geçme "
21. Bölüm "Şimdi Uzaklardasın"
22. Bölüm "İstanbul'da Sonbahar"
23. Bölüm "Nantes"
24. Bölüm "Göksu"
25. Bölüm "Gelevera Deresi - Giriş"
25. Bölüm "Gelevera Deresi - Part 1"
25. Bölüm "Gelevera Deresi - Son Part"
26. Bölüm "Müebbet"
27. Bölüm "Hezarfen"
28. Bölüm " Kuşlar ve Rüzgâr - 1"
28. Bölüm "Kuşlar ve Rüzgâr - 2"
29. Bölüm "Bir İstanbul Masalı"
30. Bölüm "Kelebek"
31. Bölüm "Mazi Kalbimde Bir Yaradır."
32. Bölüm "Bülbülüm Altın Kafeste - Part 1"
32. Bölüm "Bülbülüm Altın Kafeste - Part 2"
32. Bölüm "Fortune's Fool"
33. Bölüm "Fark Etmeden - 1"
33. Bölüm "Fark Etmeden - Son Part"
34. Bölüm "İki Parça Can - Giriş"
34. Bölüm "İki Parça Can - Son Part"
35. Bölüm "Olmaz"
36. Bölüm "Yağmur"
37. Bölüm "Tessellate"
38. Bölüm "Dorian"
39. Bölüm "Nocturne"
40. Bölüm "Gönül"
Final Bölüm: "Zerdaliler - Giriş"
Final Bölüm "Zerdaliler"
DUYURU
Efsanevi tekrar yayında...

17. Bölüm "Aldanırım - Son Part"

2.5K 238 56
By YsmnUnal

Birisiyle bizim kadar yakınsanız, bilmeniz gereken bir gerçek var:

Sıkıntınızın ruh eşinize bulaşmaması imkânsızdır.

"Yeter!" diyor Bora.

Yolun ortasında duruyor ve kafam karışık bir hâlde ona bakıyorum.

"Okula gitmiyoruz bugün."

Bunun şimdi nereden çıktığını soracakken devam ediyor.

"İki gündür bir şey var sende. Uykusuz olduğunu söyledin ama başka bir şey var, değil mi? Dersleri dinlemiyorsun, konuşmuyorsun, dokunsam ağlayacaksın. Kaç kez sordum ama bir türlü söylemiyorsun. Ne oldu, Eylül?"

Sözlerinin doğruluğu, bakışlarımı kaçırmama sebep oluyor. Karşı karşıya kaldığım durumun tek başıma halledebileceğimden daha büyük olduğunu anladığımdan beri yegâne çaremiz olan kaçış planlarını tasarlamaya başlamıştım. Şöyle küçük bir pürüz var ki; bir süper kahraman gibi annemi kurtarmaya çalıştığım zaman, kostümümün pelerinine basarak engelleyen ayakların da anneme ait olduğunu görmüştüm.

Bu haksız gerçeği kabullenememek uykularımı kaçırıyor, annemin saçma gurur meselesi mantığımı kanatıyor, en makul plânı yapana kadar patlamaya hazır bir bomba gibi tetikte kalmama ve geceleri en küçük sese sıçramama neden oluyor. Anlatmak, itiraz ve isyan etmek istediğim tüm şeyler kanımı emiyor gibi; gittikçe çöktüğümün, Bora'nın söylemesine gerek kalmadan, farkına varabiliyorum.

"Bir şey yok." diyorum.

Annemin geçen gün bazı şeylerin aile içinde kalması gerektiğini söylediğini hatırlayınca konuyu dağıtmaya çalışıyorum.

Anneler, çocukları üzerindeki etkilerinin bilincinde olmalılar.

Bora tabii ki yemiyor.

"Var, var."

"Ya yok."

"Var, Eylül."

Göz bebeklerimin içerisine balıklama dalıp sakladıklarım her neyse teker teker bulup çıkarırcasına dimdik bakıyor bana.

"Bora."

"Babanı mı özledin? Sorun o mu?" derken cebinden bir kart çıkarıyor. "Bak, bende kart var. Okula dönmeden hemen önceki caddenin başında da bir tane ankesörlü telefon var."

Eğer kabul edersem, daha fazla soru sormasını engelleyebileceğimi düşünüyorum. Belki babama anlatabilirim bile.

Soru işaretleriyle ağırlaşan adımlarımız telefon kulübesine getiriyor bizi.

Kartı sokup babamın cep telefonu numarasını tuşluyorum. Çağrım yanıtlanana kadar Bora'yı izliyorum. Kulübenin üzerine bir sürü ilan yapıştırılan camına omzuyla yaslanıp etrafı izliyor. Arada bir bana fırlattığı kaçamak bakışlarına güven veren gülümseyişini eklemeyi ihmal etmiyor, her göz göze gelişimizde boşluğa basarmış gibi heyecanlanışımı önemsememeye çalışıyorum.

Telefon açılıyor.

"Efendim?" diye yanıtlıyor telaşlı bir bayan sesi.

Babamın eşi Burcu olmalı, diye düşünüyorum. Numarayı doğru tuşladığımdan eminim. Bana ismiyle hitap edebileceğimi söylemiş olsa da çekinerek devam ediyorum.

"Burcu, ben Eylül. Babamla görüşebilir miyim?"

"Aa, Eylül, merhaba canım. Nasılsın?"

"İyiyim. Siz?"

Bakın, ne güzel yalan söylüyorum...

"İyi sayılırız." diyor derin bir nefes vererek. "İkizler hastalandı, onları hastaneye götürmek için hazırlıyorduk. Dur, babanı veriyorum şimdi. Kendine iyi bak."

Arka planda bebek ağlayışları eşliğinde bir hışırtı sonrası babamın sesini duyuyorum nihayet.

"Alo?" diyor babam da en az Burcu kadar telaşlı bir tınıyla.

"Baba? Benim, Eylül."

"Kızım, nasılsın?"

İyi izleyin şimdi, nasıl da ustalaştım:

"İyiyim baba, sen nasılsın? İkizlerin neyi var?"

"Ben iyiyim de, ikizler değil. İkisinin de ateşi var. Suçiçeğinden şüpheleniyoruz."

"Geçmiş olsun."

"Doktora götüreceğiz şimdi." der demez bebeklerden birisinin babama seslendiğini duyuyorum.

"Bir dakika, kızım." diyor.

Önce bebeğine seslendiğini sansam da beklemeye alınanın ben olduğunu anlıyorum. Hızlı hızlı konuşmaya devam ediyor.

"Biliyorum, geçecek canımın içi. Doktora gidiyoruz şimdi. Burcu, Deniz'in oyuncağı düşmüş, onu alır mısın? Arabanın anahtarı bende zaten, hadi çıkalım."

Hattın ucundaki karmaşa ahizeden damla damla kulağıma akıyor.

"Eylül, geldim." diyor babam birkaç dakika sonra. "Sınava çalışıyorsun, değil mi kızım? Bir sorun yok ya?"

Bahsettiği sorun derslerimle alakalı. Tüm cesaretim kırılıyor. Annemin mayın gibi beynimin derinliklerine döşediği tüm düşünceler birer birer patlıyor. Yaralarımı göstermemek için dikkat dağıtıyor, mutluluğun şarkısını söyleyen şen hecelerle devam ediyorum.

"Yok, yok, ben seni tutmayayım, baba. Öylesine aramıştım. İkizler için geçmiş olsun tekrar."

"Sağ ol, kızım." deyip yüzüme kapatıyor.

Omuzlarım çöküyor, nefesim daha fazla ciğerlerimde durmak istemiyormuş gibi firar ediyor, yeryüzündeki en ağır ahizeyi tutuyorum sanki, kartı yerinden çekip Bora'ya uzatıyorum.

Tüm bu hengâmede ilk kez yorulduğumu hissediyorum. Gözlerimin yaşarsa da yutkunuyor, teslim olmuyor, Bora'ya bakıyorum. Ağlamak, çaresizliğimi zorla kabul etmekmiş gibi... Direnmenin ne kadar gereksiz olduğunu yıllar sonra anlasam da gözyaşlarımı akıtmak, o an için süt dişlerimi düşürmek gibi geliyor; halbuki bilseydim korkacak bir şey olmadığını... Gözyaşlarını saklamanın bir manası olmadığını... Gözleri temizlemek gibi masum bir eylemden utanılmaması gerektiğini...

Bora, hiçbir şey söylemiyor.

Yanıma gelip sarılıyor sadece.

Tüm tasamı ortadan ikiye bölüyor, kolları ruhumun emniyet kemeri gibi... Şimdiyi maziye çeviriyor bir anda, zamanı büküp acılarımı dindiriyor. Geleceğin umudunu fısıldıyor.

Dudaklarım yangın çıkışına dönüşüveriyor, çırılçıplak kaçıyor kelimeler.

"Mehmet," diyorum sesim kollarının arasında boğuk boğuk çıkıyor. "Tam bir canavar çıktı. Anneme şiddet uyguluyor."

"Ne dedin?"

"Mehmet," diye başlasam da yarıda kesiyor sözümü.

"Sana bir şey yaptı mı?"

Düz ve renksiz sözcüklerinden bile cesur yüreğinin kudretini görebiliyorum.

"Hayır. Yapmadı. Ama anneminki bir süredir devam ediyor olmalı."

"Henüz sana bir şey yapmadı." diye düzeltiyor Bora. "Sen sakinleşmene bak şimdi sadece, bir çaresine bakacağız."

Metin sesine son dal parçası gibi sarılıyorum, bütün sıkıntılar pılını pırtısını toplayıp gidiyor. Nabzının atışını avuçlarımın altında hissettiğimde kalbim sonunda şarkısını tutturuyor.

Okulu kırıyoruz o gün.

Bora gün boyunca evrendeki tüm yıldızların aydınlığını gözlerine sığdırmış gibi bakmaktan vazgeçmiyor. Hafızama kazıyıp ileride, bugün gibi hayattaki sisli günlere saklamak istiyorum bu manzarayı. Saatlerce bıkmadan konuşuyoruz. Uyumla dans eden bir çift gibiyiz, birimizin attığı adımı diğeri asla karşılıksız bırakmıyor.

B noktam o benim. Er ya da geç varacağım tek nokta.

"Bugün de evde olacak mı?" diye soruyor Bora apartmanın önünde, teletabilerin veda zamanı çoktan gelip geçiyorken beni evdeki tehlikeyle baş başa bırakmak için oldukça isteksiz...

"Hayır, iş yemeği mi ne varmış bugün."

Rahatladıktan sonra dikkatle devam ediyor.

"Babamın komiser olduğunu söylemiştim sana. Burada görev yaparken bu tarz olaylarla çok karşılaşırlardı, Eylül. Babamın hâlâ burada görev yapan arkadaşlarına ulaşırım ben, ama o adamın hak ettiğini bulması için annenin şikâyetçi olması lazım. Kendisini düşünmüyorsa bile sen tehlikedesin."

Kafamı sallasam da bir sonuç alamayacağımı daha şimdiden biliyorum.

"Annem, Mehmet'in parası uğruna her şeyi sineye çekmeye hazır gibi, Bora. Bilmiyorum. Onu bu işten nasıl çıkaracağımı bilmiyorum."

"Bunu söyleyeceğime kızacaksın ama benim düşündüğüm sensin."

İster istemez etkileniyorum.

"Hiç bakma öyle, Eylül, annen seni kendince koruduğunu düşünüyor, ama böyle adamların nelere kalkışabildiğini babam sayesinde az çok biliyorum."

Nasıl cevaplamam gerektiğini bilmiyorum.

"Odandan mümkünse çıkma, kapını kilitle, olabildiğince uzak dur, karşılaşmamaya çalış..." diye tavsiyelerini sıralamaya başlıyor.

"Kapımın kilidi bile yok, Bora."

Durup bir süre yüzümü izlerken göz bebeklerinde çarkların döndüğünü adeta görebiliyorum.

"Hım..." diye mırıldanıyor gözlerini bile kırpmadan. "Ben halledeceğim."

Üç saat sonra odamdaki kapımın deneme sürüşlerini yapıyoruz. Başarısız onca denemeye rağmen Bora sonunda bozuk kilidi, yenisiyle değiştirmeyi beceriyor. Kupasını kaldırır gibi bir gururla kilidin anahtarı uzatıyor bana.

"Teşekkür ederim." diyorum anahtarı teslim alırken.

Daha ağırlamak istesem de annem eve geldiğinde Bora gitme vaktinin bu kez geldiğini düşünüp ayaklanıyor. Gitmeden tekrar fısıldıyor.

"Bu gece iyice uyu, Eylül. Yarın annenle istersen beraber konuşabiliriz."

Teminatına oyuncak ayı gibi sarılıp huzurlu bir gece geçireceğimi sanıyorum o akşam.

Hayatın attığı tokattan sonra kasıklarıma indireceği tekme için toparlanmamı beklediğini, o kısa arada küçük umut tohumlarıyla olabildiğince dikkat dağıttığını unutmuştum.

*****

Annemin çığlığı sessiz ve durgun havayı nasıl yırtıyorsa aynı şekilde uyanıyorum uykumdan. Koridorda iki gece öncesinin bir tekrarı oynanırken bu kez sahneye atlamaya hazırım. İçimde lav gibi kaynayanların etrafımı küle çevirmesine hazırım.

"Bırak annemi." diyorum kararlılıkla.

Bu kez Mehmet ilk repliği söyleyen taraf oluyor.

"Git, yat!"gibi iki kısa heceyi bile ağzında süründürerek söylüyor. Çok geçmeden nefesindeki alkolün kokusu yakıyor genzimi. "Anneyle cici baba biraz konuşacak."

İlmeğini kaçırıyorum içime hapsettiklerimin, teker teker sökülüyor tüm kelimeler. Korkunun hapsettiği nefesimi, deli cesaretim serbest bırakıyor.

Annem ikaz bile etmiyor beni, Mehmet döndürdüğü kolunu sıkıca tutarken canının derdine düşmüş olmalı.

"Sen benim babam değilsin."

"Anne-kız ne manyak çıktınız be kardeşim!" diyor Mehmet.

Bir de bize sor, diye mırıldanıyorum. Mehmet üzerime doğru yürürken annem araya giriyor.

"Mehmet, lütfen kendinde değilsin, ne olur, bir tatsızlık çıkmasın, alkollüsün de, taksi çağıralım sana ya da burada uyu."

İşte o zaman şahit oluyorum her şeye.

Zaman yavaşlıyor; akreple yelkovan bu insanlık dışı eylemi, kendimi güçlü sanan zayıf bünyeler ibret alsın diye tarihe kazık çakarcasına ilerlemiyorlar.

Her şeyi an an seyretmek zorunda kalıyorum. Beş duyuma da mühürleniyor bu sahne. Mehmet'in kaba ellerini kaldırdığını görüyorum, elini hızla indirdiğinde oluşan hava yüzümü karıncalandırıyor, tokatın sesi kulaklarımı acıtıyor, kesif alkol kokusunda boğulacak gibi oluyor, ağzımdaki korkunun o buruk tadını alıyorum.

"Sen bir sus, kızına saygılı olmasını öğret önce." diye bağırıyor Mehmet.

Uzayda seslerin toplandığını hatırlatmak istiyorum ona. Bu iğrenç kelimelerin, kan donduran tokat sesinin elbet bir gün karşısına çıkacağı gerçeğiyle yüzleştirmek istiyorum.

Olayın şokunu atlatamazken bir yırtıcı hızıyla pençe ellerini yumruk yapıp pijamamdan kavrıyor.

"Bir daha bana bir saygısızlık yaparsan..." diyor gelecekte sivri olduğunu hayal ettiğim dişlerinin arasından. Tehdidinin diğer yarısında beni kenara savurduğu için ne dediğini asla tamamlayamıyorum.

Kuvvetinin etkisiyle dengemi yitirdiğimde yere çarpmaya hazırlıyorum kendimi. Gözlerimi sımsıkı yumup kafamı eğiyorum. Başımın üstüne değil, dirseğimin üstüne düştüğüm için kendimi şanslı sayarak gözlerimi açtığım anda sol bileğimin sancısıyla yüzüm buruşuyor. Keskin ağrıyla kısılan gözlerimin arasından annemi buluyor bakışlarım. Bir kırılma noktasını başlatmak için düğmeye basmış oluyorum.

Annem hızla kalkıp mutfağa dalıyor.

"Anladın mı?" diye bağırıyor bana o sırada Mehmet. Adrenalin tüm vücudumu odama kaçmak için ateşlerken ayağım kayıyor, tekrar düşüyorum.

"Uzaklaş kızımdan!"

İkimiz de anneme dönüyoruz.

Bir elinde telefon var, diğerindeyse ekmek bıçağı...

"Yeter artık, çık hayatımdan. Şimdi evi terk etmezsen polisi arıyorum."

"Seher!" diye uyarıyor Mehmet, dengesiz adımlarla ilerlemek istese de bıçak korkutuyor onu. Alkolün etkisiyle o bıçağı çift gördüğünü düşünüyorum.

Annem bir yandan 155'i tuşlarken bir yandan kapıyı açıyor. Bıçağı tutan elinin titrediğini görsem de gösterdiği cesaret tablosunun genelinde bu ayrıntıyı sarhoş gözler fark edemiyor.

"Tamam." demeye çalışıyor Mehmet ağzının içinde boğulan kelimelerle. "Gidiyorum. Polisi sakın arama."

"Eylül, odana gir kızım. Bir daha bize yaklaşır ya da buraya bir adım atarsan..."

Hızlıca odama kaçsam da kapımı tamamen örtmeden önce izlemeye devam ediyorum. Parmaklarım, kilidin üzerindeki anahtarı okşuyor.

"Sizinle mi, sizle mi uğraşacağım be kadın! Allah cezasını versin ikinizin de!"

Mehmet yürümekte zorlanarak evden çıktıktan sonra arkasından annem kapıyı çarparak kapatıyor. Elindeki bıçağı düşürüp sarsıla sarsıla ağlamaya başlıyor...

Yanına gidip sarılıyorum.

Ağlamaktan bitap düşene kadar öylece oturuyoruz, anneliği tadıyorum o akşam; annemin ıslanmış yanaklarımı avuçlarımla siliyorum, onu yatağına yatırıyorum, altın saçlarını okşuyorum, melankolik iç çekişleri arasında uykunun emniyetli kollarına teslim ediyorum.

Odama geri dönerken bacaklarım güçsüz, kapımı sonuna kadar örtüp kilitlemenin tadını çıkarıyorum. Sol bileğimi ovarken artık güvende olduğumu tekrarlamaya zorluyorum kendimi.

Birisi camıma vuruyor.

Dört kere.

Hemen pencereyi açıyorum.

Bora sabah soğuğunda çenesi titreyerek soruyor.

"İyi misin? Merak ettim seni."

"Mehmet gitti." diye fısıldıyorum içeri geçmesi için kenara çekilirken.

"Evet, gördüm. İyi misin?" diye soruyor.

"Neden ayaktasın?" oluyor cevabım.

"Yatmadan önce yolda Mehmet'in arabasının burada olduğunu görünce uyumadım, senin ışığını yandığını gördüğümden beri ağaçta bekliyordum. İyisin, değil mi?"

"Ne zamandır soğukta bekliyorsun?" derken yatağımın üzerindeki battaniyeyi uzatıyorum. Hemen sarınıp titreyişini bastırmaya çalışıyor.

Pencereyi kapattıktan sonra omzumdan tutup yanına oturtuyor beni.

"Eylül." diyor. "İyi misin?"

Battaniyenin diğer ucuna da ben sarmalanıp başımı omzuna yaslıyor, bu soruya ilk defa dürüst bir cevap veriyorum.

"İyiyim şimdi."

Continue Reading

You'll Also Like

457 86 8
Merhaba Gerçek bir Hikayeden uyarlanmıştır ❤️ Zorla yapılan bir evlilik ve tutku bir aşk hikayesi.....
Yükselen By Tuğçe

Historical Fiction

2.6K 249 14
Hırsla yanan bir kalbin, yükselme arzusuyla tutuşması koca bir imparatorluğun kaderini ne kadar değiştirebilir? Kang Yuming, Jesom kökenli genç bir k...
8.6K 639 24
Sevmek panzehirken hudutsuzca sevmek zehirdi. Lakin bunu fark ettiğimde iş işten çoktan geçmişti.
37.1K 4.2K 19
Bedenimin az önceki sıcaklıktan sıyrılıp soğuduğunu hissettim. Yavuz'a dair yepyeni sorular zihnimde birbirine bağlanmıştı. Bu yaralar ne zaman, nere...