Arkada Kalanlar

By alywithdw

92.6K 9.4K 9.9K

Yıllarca yetimhanede büyümüş Ada, kendisini çocukken terk eden ailesinden intikam almak isteyen zeki, asi bir... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
yeni kapak oylaması
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
GÖKALP - Karakterlere Sorular #1
27
DOLUNAY - Karakterlere Sorular #2
29
50k Olduk! - Duyuru
30
Yeni Kitap & Single Duyurusu

28

1.6K 179 127
By alywithdw

Karakterlerle röportaj bölümleri nasıl gidiyor? Okudunuz mu, sevdiniz mi? Gökalp ve Dolunay'ı okuduk, sırada Ada ve Rüzgar var. Pazartesi ve perşembe günleri kitaba yeni bölüm gelirken hafta sonları da onları biraz daha tanıyor olacağız. :)

*

bölüm şarkısı:
three days grace - someone who cares

*

Eski savaş filmlerinde, her sırrın çözüleceği ve tüm savaşların cereyan edeceği o vakit için "gün doğumunda" denirdi.

"İlk ışıkta" bazen de.

Vakti böyle belirlerdi.

Saatin henüz icat edilmediği zamanlardan kalma bir cümle miydi? O zaman niye ondan sonra da devam etti?

Herhangi farklı bir şekilde ölçülemesin, hata olmasın ve herkes en objektif ölçüte göre savaş meydanında hazır olsun diye bence böyle bir zaman dilimi seçildi.

Güneş... Gecenin karanlığını bir bıçak darbesi gibi sona erdiren yegane anneydi. Çukurda da olsan, bir kulenin tepesinde de, doğduğunu kaçırman imkansızdı. Bu nedenle hiçbir savaşına da geç kalmazdın.

Belki de tüm olayın ışığın olduğu vakitte meydana gelmesi içindi. Her türlü pislik günün en aydınlık saatinde ortaya çıksın ve en ufak pürüz bile kimseden saklanamasın diyeydi "günün ilk ışığı" seçimi.

Ya da atların en kuvvetli, insanoğlu zihninin en boş ve sakin olduğu an diye miydi? Bilmiyordum, yalnızca kedileri araştırmıştım, atları değil. Güne başka hiçbir yerde yorulmadan, hiçbir konuya insana takılmadan savaş alanında başlamak içindi.

Hoş, savaşa gideceğini bilen asker önceki gece zaten ne kadar uyuyabilirdi?

Ya da olay nasıl sonuçlanacaksa erkenden olsun bitsin, işimize bakalım demek içindi "gün doğumu" seçimi. Sabahın ilk ışıklarıyla başlayıp akşama kadar tüm korkulu rüyaların gerçekleştiği ama gece olduğunda her şeyin huzura kavuştuğu bir an yakalamak içindi. Erken kalkan erken yol alırdı. Daha çok yol katetmek içindi.

Tüm objektif ihtimallerin yanında kendimi bu konuda metaforik bir anlam aramaktan da geri tutamıyordum. "Yeni bir günün doğumu, başlangıcı" olabilir miydi savaşandaki umut? Her şey bittikten, tüm şehitler verildikten sonra ayakta kalanlarla başlayacak yepyeni bir çağın göstergesi miydi "gün doğumunda" savaşmak?

Hepsi olabilirdi. Hepsi, birer birer mantıklı açıklamalar ve nedenlerle geliyordu.

Ama biz geceyi seçtik.

Her zamanki gibi, hepimiz gibi geceydi tüm kum saatleri. Dökülen taneler kadar ufak seslerle attık adımlarımızı. Güney Cephesi'ni karşımıza çoktan almıştık, artık kıyametin kopması an meselesiydi. Olayın bu kadar büyüyeceği aklıma hiç gelmemişti. Kendimden basit gördüğüm insanların çocuksu havlamaları olarak adlandırdığım ne varsa dönüp dolaşıp kanatmıştı dizlerimi.

Hepimizinkini.

Olayların içine girdikçe, düşmanın herkesten bir parça götürdüğünü gördüm. Diğerlerinin verdiği kayıplar benim "kedim" gibi hayali değildi. Rüzgar'ın köpeği, Aden'in kız kardeşi, Hazal'ın evi, Serkan'ın eski konservatuvarından atılması ve Atagül'e gelmesi ve daha niceleri. Bildiklerim henüz çok yeni öğrendiklerimdi. Kulak kabartarak, kimi zaman çok göze batmamak kaydıyla kendilerine sorup soruşturarak, kimi zaman Gökalp'ten yardım alarak duyduklarımla tamamlıyordum puzzle'ı. Herkesin mutlaka bir yarası vardı. Tüm dünyada. İrili ufaklı, açık ya da kabuk bağlamış, ağlatan ya da yumruk attıran bir yarası elbet vardı. Başkalarına ya da suni eşyalara bağımlı olduğumuz sürece hep de olacaktı.

Bazı eski liderlerden bahsettiler. Demir diye biri varmış, Aden'den çok önce. Buzdan bir kral gibi olduğunu anladım. Kalbi yokmuş ve bu sayede ayakta kalmış, etrafındakileri korumuş. Ona zarar vermek isteyenler Demir'in değer verdiği şeyleri arayıp durmuşlar ama başaramamışlar, çünkü yokmuş. Gökalp de abisi Cenk'ten dinlemiş. Daha sonra maalesef Aden'e gelince işler bu kadar kolay olmamış. Bir kız kardeş mevzusu varmış. Kim, aramızda mı, Güney Cephesi'ne mi geçmiş hala bana söylenmedi. Yüksek ihtimalle söylenmeyecekti. Ben birbirlerine bu kadar kenetlenen hiçkimseyi birarada görmemiştim. Kimi zaman yetimhaneyi andırıyordu bana içine düştüğüm tablolar. Birbirlerini kollayanlar ve kimi zaman sırtından bıçaklayanlar... Bazense hiç benzemiyor uyandığım sabahlar. Dünyanın en rezalet geçmişlerinden geliyor olsalar da gülümseyebiliyorlar çünkü. Arkadaşları var.

Başta Aden'in yönettiği bir köle sürüsü gibi etiketlemiş olsam da asla tahmin ettiğim basitlikte bir düzenin olmadığını anlamıştım. Saygı duyuyorlardı ona. Bu yüzden takip ediyorlardı. Korkudan yaptıklarını ya da yapmadıklarını düşündüğüm ne varsa yanılmıştım. Korku faktörü çetede hemen hemen kimsede yoktu. Saygı. Aden'e, fikirlerine ve karakterine duyulan saygı, ekip içindeki ikili ilişkilerde yer alan, örneğin Hazal ve Rüzgar ya da Dolunay ve Rüzgar ikilisindeki gibi, sevgiyle harmanlanıyor; kırılmaz, yıpranmaz bir bağ yaratıyordu.

İşte bu yüzden birine edilen tehdit, herkese edilmiş demekti.

Ve ben de o "herkes"ten biriydim.

Sonunda.

"Uyuyakalırsın sanmıştım," dedi Dolunay gözlerime bakarak. İstanbul'un en sapa yerlerinden birinde altı kişiydik. Diğerlerini beklerken gittikçe çoğalıyorduk.

"Uyku zayıf olanlar içindir. Bunu hiç duymadın mı?" Ona bakmadan konuşuyordum. Karşımdaki boş araziye odaklanmıştım. Tankerlerin arasında, kulaklarım tersaneye çarpan dalga seslerindeydi.

O da odağını karşıya çevirdi. "Uyurken hücrelerde daha fazla protein üretilir. Oluşan moleküller hasarların onarılmasına yardımcı olur." Bunu derken gerginliğini gizlemeye mi çalışıyordu yoksa gereksiz bilgiler verip çokbilmişlik taslamak yeni bir huyu muydu çözmeye çalışıyordum.

"Fen lisesine gitmeliymişsin. Karanlık Lise'de harcanıyorsun."

Güldü. Güldüğünü duymuştum.

"Bil diye söylüyorum, belki arada denersin ve moleküller kalbini iyileştirir. Daha iyi bir insan olursun, belli mi olur?"

"Olmayan şeyi iyileştiremezler Dolunay."

Sessizlik oldu.

Söylediğim şeyi destekleyebilecek herhangi bir backstory yani arka plan hikayesi ona çizmediğimi ancak hatırladım. Hata yapmıştım. Anlık bir boşluğa düşüp gerçekten aklımdan geçenleri söylediğim kaçıncı andı bu Dolunay'layken?

Gözlerimi kapatarak sıktım. Verdiğim falsonun havada kalmayacağından o kadar eminim ki, söze girdi:

"Ne demek bu?"

Derin bir nefes alıp verdim. Gözlerimi açarken ona çizeceğim arka plan hikayesi çoktan hazırdı. "Kedim," diye konuya girdim. "... Küçükken annemle ne zaman kavga etsem beni kapının önüne koyardı. Tahta kapıya ne kadar vurursam vurayım, ne kadar ağlarsam ağlayayım saatlerce beni orada bırakır ama açmazdı. Sokağa ayakkabısız ve montsuz atılan küçük bir çocuk olurdum. Savunmasız, korkak ve aptal." Beni dinlediğinden emin olmak için gözlerimi bir anlığına tersane arazisinden ayırıp ona bakmayı düşündüm ama bu hareketimin anlattığım hikayenin dramatikliğini bozacağını düşündüğüm için yapmadan anlatnaya devam ettim. "Sonra onun pati seslerini duyardım. Annem açmazdı kapıyı, ufacık kedi de açamazdı ama en azından çabalardı. Benim dışarıda kötü bir halde olduğumu o hayvan aklıyla bile anlayıp kapıyı aşmaya çalışırdı."

Herhangi bir şey eklemeden önce biraz beklemek istedim. Hikayeyi onun vereceği ya da vermeyeceği tepkiye göre şekillendirecektim.

Sessizliğin onun tarafından bozulmayacağını anladığım noktada ağzımı açmıştım ki Dolunay "Kapıyı tekmeleyip sana ulaşmaya çalışırdı yani öyle mi?"

Başımı olumlu anlamda salladım. Gittikçe sayımızın arttığını ve vaktin yaklaştığını düşünüyordum bir yandan ama, Dolunay'ın sempatisi için bu hikayenin birkaç ufak gözyaşı ya da en azından bir burun çekme ile sonlanması gerekiyordu.

"Evet. Kimsem yokken bile o vardı. Bu yüzden onu geri almak benim için bu kadar önemli."

"İsmi neydi?"

"Efendim?"

"İsmi?"

Rüzgar'ın ruh hali ve fiziksel durumu iyi olmadığı için ona vereceğim kedi bilgilerini daha ben veremeden Güney Cephesi'ne gelmiştik bile zaten. İsim düşünmemin gerekmediği o rahat zamanlar artık sona ermiş, hızlıca bir senaryo dahs oluşturup uygulamaya koymam gerekmekteydi.

İsim, isim, isim... Aklıma ilk gelen Eylül'dü. Kendi adımdı. İlginç bir şekilde... Sanki az önce anlattığım trajik hikaye gerçekmiş, patileriyle kendisini teselli etmek için yine bir başına olan çocuk benmişim gibi gelmişti bir anlığına da olsa. Az sonra belki de geri dönüşü olmayan ve tüm planlarımı daha başından yok eden bir savaşa girecektik, buna bile hazırken bir kedi ismi için nasıl bu kadar düşünebilirdim? Üstelik ortada kedi bile yoktu!

Eylül isminin Yavuz'a kadar uzanan bir kelebek etkisi yaratabileceğinden şüpheyle başka alternatiflere yönelmek zorundaydım. Daha az önce daldığım düşüncelerden aklıma ilk gelen kelime parçasını yakaladım.

"Güneş," dedim.

Gün doğumu, ilk ışık ve tüm sorunları çözmek için cesaret edilen savaş. Tüm sorunların kavgası güneşle başlıyor, çözümleri ise güneşle diniyordu.

"İlginçmiş," dedi. Dolunay'ı şu kadar tanıyorsam ismin arkasındaki anlamı anlatmamı bekliyordu, emindim.

"Biraz basit kalabilir ama benim için özel bir anlamı var," diye söze girdim ona kendi anlamlarını çıkarması için vakit vermeden. "... Tüm gece kapıda beklerken üşürdüm, acıkırdım, sokaktan geçen adamlardan korkardım. Ancak sabah olduğunda o kapı açılırdı ve ben onu kapıda hala beni beklerken bulurdum. Uyuyakalmış, minicik, yumuşak, dünya tatlısı bir şey... Annemin açtığı kapı, doğan güneşin ışıklarının onun ufacık gözlerine çarpmasına izin verirdi. Gece ağlamaktan ve kapıyı tırnaklamaktan bitkin düşmüş, kapalıyken tırnak kadar bir çizgi gibi gözüken gözleri yavaşça aralanırdı." Yutkunmak için durdum. Başımı hafif yana eğip ben de anlattığım hayali kedi gibi gözlerimi kıstım. "... tabii başta noluyor ya der gibi gözleri kamaşırdı, açamazdı hemen ama beni gördükten sonra hemen uyanırdı o. Dışarı kaçar diye korksam da bacaklarıma dolanır, dibimden ayrılmazdı."

Dolunay "Üzgünüm," dedi hikayenin sona ermesini sabırla bekledikten sonra.

Omuzlarımı silktikten sonra üzgün ruh halindeki mağdur kıza son verdim. Ellerimi deri ceketin ceplerine sokup o an orada bulunma amacımıza geri dönmüş gibi yaptım. Aslında hep o amaçtaydım...

"... Umuyorum ki Güneş'i geri alacağız," diye ekledi.

Hadi ama bu kadar duygu sömürüsünü de yemiş olamazsın!

Mimiklerini okumak zorundaydım artık. Ciddi mi yoksa dalga mı geçiyor görmek için. Anlattıklarımın yüzde kaçına inandığı benim güvenilirliğim konusunda büyük tehdit oluşturuyordu.

Döndüm. Bana bakıyordu.

Normalde böylesine hüzünlü bir hikayenin ardından bana bakan gözlerin en çok acıma duygusu taşımasını beklerdim. Ondaki neydi peki?

Niye beni süzüyordu?

Kilitlendi gözlerime sonra. Gecenin karanlığında, yüksek tersane ışıklarının altında, yavaş yavaş toplanmış ekibe rağmen sanki iyi görebilecekmiş gibi gözlerime bakıyordu.

Ne olur bana aşık olma, dedim içimden.

Gökalp'inkilere benzer bir tavrı olduğu için bakışlarını buna yoruyordum ama yalnızca "benzer" olarak kalırdı betimlemem. Dolunay'ınkinde merak, tutku ve kendini dizginleyen pek çok farklı şey daha vardı. Soru soracak gibi oluyor ama sormuyordu. Dilinin ucuna gelen onca şeye rağmen yine Dolunay, bin düşünüp bir kez konuşuyordu.

Belki de en sağlıklısı buydu.

"Geliyorlar," dedi Serkan.

Sağıma baktığımda Aden'i gördüm. Serkan'ın yanından ileriye doğru bir adım attı. Herkes gelenlere bakıyordu.

"Gelsinler," dedi.

Ses kesildi. Aramızdaki fısıldaşmalar tankerlerin ardından bize doğru yaklaşan Güney Cephesi üyelerini görünce tamamen sona ermişti.

Artık yalnızca kıyıya vuran dalgalar, adım sesleri ve gece kaldı güneşi bekleyen.

Gün doğumuna ihtiyaç duymazmış arkada kalanlar.

Savaşmak için, onun olanı almak için güneşe ihtiyaç duymazlarmış.

Bugün öğrendim.

Benim de onlardan biri olduğumuysa çok daha sonra öğrenecektim.

*

Bölümü yazarken çok keyif aldığımı söylemem lazım. Dolunay ve Ada ikilisine dair keşfedilecek daha çok şey varmış gibi hissediyorum. Diğer kitaplardaki klişe üçgenlerden ziyade burada çok daha psikolojik, derin ve farklı bağları yazmaya çalışıyorum. Bu farklılık hem ruhuma iyi geliyor hem de yepyeni bir dünya keşfediyor gibiyim. Umarım sizler de bu dünyada elimi tutarak benimle yürümeye devam edersiniz.

Sizi seviyorum Gölgelerim. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

- instagram.com/alyaoztanyel

Continue Reading

You'll Also Like

245K 4.8K 34
Instagram hesabı; maviibulutt__official Başlama tarihi: 28.10.2023 Bitiş tarihi: ----------------- "Bir, iki, üç, dört" Dediğinde ilerlemeyi bırakt...
124K 6.9K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
134K 3.9K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...
1.1M 65.5K 44
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...