Arkada Kalanlar

By alywithdw

92.6K 9.4K 9.9K

Yıllarca yetimhanede büyümüş Ada, kendisini çocukken terk eden ailesinden intikam almak isteyen zeki, asi bir... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
yeni kapak oylaması
17
18
19
20
21
22
23
24
26
GÖKALP - Karakterlere Sorular #1
27
DOLUNAY - Karakterlere Sorular #2
28
29
50k Olduk! - Duyuru
30
Yeni Kitap & Single Duyurusu

25

1.7K 179 159
By alywithdw

*

bölüm şarkısı:
olivia rodrigo - jealousy, jealousy

*
Instagram'da karakterlerimizin parodi hesaplarını takip edebilir, onlara mesaj atabilirsiniz:

@1adaoguz
@dolun.ege
@adenkilic1
@ruzgar.miran1
@gokalp_turhan
@hazal.cengiz1
@1serkan_kara

*

Önceki bölümün altına yazdığınız yorumlara istinaden... Bu bölüm;

Rüzgar'ın Ağzından

Gözlerimi açtığımda ışığın beni rahatsız ettiğini fark ettim.

Her uyanışımda gittikçe azalan bir huzursuzluk gibiydi ışık hassasiyeti. Kendime zaman tanıdım. Hemen ayaklanmadan önce  yatakta biraz bekledim. Renklerin netleşmesi zaman aldı. Etrafımdaki cisimler, hastane kokusuyla karışan çiçek kokusu, kapı dışından gelen uğultular... Duyularımı bulunduğum ortama alıştırmaya çalıştım. İnsanlara zahmet vererek vakitlerinden çaldığım düşüncesiyle saplanan mahçubiyet çok gecikmedi. Uyandığımı görür görmez yatağıma tırmanarak göğsüme oturmuştu bile. Her zamanki gibi.

Yatakta dik oturmaya çalıştım. Yavaş hareket etmem gerektiğini biliyordum. Dün de öyle söylenmişti, bu yüzden uyacaktım. Zaten istesem de çok hızlı hareket edebileceğimi sanmıyordum. Aldığım ilaçların yanı sıra göğsümde oturmaktan hoşlanan, az önce bahsettiğim o arkadaş en büyük ağırlığı yapıyordu. Onu köreltirsem ya da görmezden gelirsem ancak hareket edebiliyordum. Bu en ufak bir ayağa kalkma hareketi de olsa, koşmak da olsa, babama merhaba demek de olsa gerekiyordu. Kendi varlığımdan rahatsızdım. Durmadan çevremdekileri uğraştırıyordum. Dünyadan yok olsam herkese iyilik yapardım. İşin özü bundan ibaretti ancak aksiyon alacak cesaretim yoktu.

Artık yoktu.

Sahra'nın başına gelenlerden sonra bir daha asla bu işlere bulaşmayacağıma söz vermiştim. Sözünde bile duramayan bir erkektim. Kimsenin bilmediği, tek yükümlülüğü kendime yüklediğim basit, minik bir söze bile bağlı kalmaktan acizdim. İşe yaradığım hiçbir konu yoktu. Kimseye iyiliğim dokunmuyordu. Aslında kötülüğüm de dokunmuyordu ama kendime verdiğim hasarların yansıması insanların günlerinden on beş dakikasını hastane ziyaretine ayırmalarına sebep oluyordu. Bu bir kötülüktü.

Hastane odasındaki tuvalete yürüdüm. Yüzümü yıkadım.

Kendi hatalarım insanların harcadığı vakti hak etmiyordu. Ben, kimseyi hak etmiyordum.

Sorunlarımdan söz edecek olursam bir elin parmaklarını geçmezdi. Ne hayatlar vardı dışarıda, bir de geçen hafta motorla çarptığım çocuk vardı.

Önümdeki aynaya yumruk attım.

Elimde hissettiğim yanma hissiyle bağırmam bir oldu. Elimi kendime çektim.
Ayna örümcek ağını anımsatan şekilde ilerlemeye başladı. Çatlama sesleri durdu. Artık sadece elimden musluğa damlayan kanın sesi vardı.

Hani dışarıdaki uğultular? Hani hastane sesleri?

Hani motorla çarptığım çocuk?

Kim bunu hak etmişti? Benim kendime olan öfkemin zarar göreni ayna olmuştu. Aynanın oysaki hiçbir suçu yoktu. Şimdiyse dört bir yanına ağlıyordu. Ya birini öldürseydim? Kendi hayatıma zaten hayrım yoktu. Ya etrafımdakilerin zarar görmesini nasıl engellerdim? Sırf bu yüzden bunca zaman ayık kalmaya çalışmadım mı zaten? Babam için, annem için, Hazal için, Dolunay için, hatta Sahra ve Aden için kendime iyi baktım. Her şeyden önce, bana bir şey olursa çalınan şey kendi yaşamım değil, onların vakti olacağı için iyi kaldım. İyi bir Rüzgar olmak tahmin ettiğimden zor olmuştu. Gün geçtikçe daha çok gömüldüğüm bir girdap gibiydi. Yaparsam sonuçlarının ya da etkileyeceği insanların sayısı hep aklımdaydı. Ben onları sayıkladıkça daha da zorlaştı uyumak. Sonra uyanmak. Sonra yemek yemek. Sonra konuşmak.

Şimdiyse buradayız. Kim bilir yine ne kadar para harcandı benim için. Kim bilir Dolunay kaç antrenmanını öteledi burada, beni bile göremezken koridorda bekleyebilmek için. Rezalet bir insandım ben. Yaşamayı hak etmiyordum.

Ama o küçük çocuk hak ediyordu.

Bir yumruk daha. Aynı yere. Önceki kırıklar parmaklarımın arasına saplandı bu sefer. Etkisi daha büyük oldu ama daha az acıttı. Uyuşmuştum. Hemen bağıramadım. Acıyı artık hissetmiyordum ama lavabonun kan göleti olması beni korkutuyordu. Bir dakika içinde kapı açıldı. İki hemşire vardı beni tutan, sonra üçüncüsü geldi. Onlar elime bakıyordu, bense kendi bencilliğime. Aynadaki çatlakların üstüne yapışan çirkin, pis canavara. Şimdi de üç hemşirenin kıymetli vaktini çalıyordum işte!

Elimi kurtarmaya çalıştım onlardan. Kurtarmalıydım ki bir yumruk daha atmalıydım karşımda gördüğüm lanet varlığa. Ne hastaları kurtarabilecekken şu anda benimle ilgilenen üç kişi. Kayıp vaka olduğumu göremeyen diğerleri gibiydi onlar da. Hazal mesela. Hala bende ne gördüğünü bilmiyordum. Dolunay, faydamdan çok zararım dokunmuştur hastalıklarımla. Abim değil, kardeşim değildi ama öyle hissettiriyordu. Hazal'ın da, Dolunay'ın da, Aden'in de üzerime bu kadar titriyor oluşu muhtemelen Sahra etkisiydi. Yine, hak etmediğim kadar iyi bir muameleydi.

"Babamı aramayın."

Fısıltımı duyduklarından emindim. Hemşire beni yatağıma yatırırken elimi sabit tutmamı sağlıyordu.

"Aramak zorundayız Rüzgar."

Gözümden damlayan bir yaş, yaşadığım müdddetçe daha ne kadar ona zorluk çıkaracağımı hesaplamaya çalışan vicdanımdan armağandı. Öte yandan ağlanacak daha önemli konular da vardı. Bir düşünceyi benden daha çok hak eden.

"Çocuk... Öldü mü? Ne oldu?"

Doktor geldi. Önüne dizilen aletler, makaslar, sargılar vardı. Elime giren camları tek tek çıkaracaklarını söylediler.

"Öldü mü? Lütfen söyleyin, yaşıyor mu?"

Doktor kadın yine o esnada yapabileceği bir ton daha iyi işin yanında benimle ilgileniyor, üstelik bir de cevap vermeye çalışıyordu. Ah, ne iyi insanlar vardı ve ben hiçbirini hak etmiyordum.

"Hangi çocuk?" diye sordu doktor kadın erkek hemşireye. Hemşire birkaç kemik saydı, bir tarih söyledi. Doktor bana döndü. "Kendisi çok iyi. Taburcu ettik iki gün önce," dedi. Elimle ilgilenmeye döndü. Cam kırıklarını steril şekilde yerleştikleri yerden ayırmaya başladı. "Psikiyatri ile konuştuk mu?" diye sordu yanındakilere.

Sonrasını dinlemedim. Bir anda uykum gelmişti. Elimi zaten hissetmiyordum. Oradaki uyuşukluk önce koluma, ardından beynime yayılmıştı. Uyku bastırmaya devam etti, kazanmaya meyilliydi. Engel olmadım. Kendimi kötü ve işe yaramaz hissetmektense uyuyacağım 2-3 saat içinde hiçbir şey hissetmeyeceğimi bilmek güzel geldi. Uyanınca vereceğim hesaplar, babamın göz yaşı ve pişmanlık dolu bakışları, annemin benden çoktan vazgeçtiği için hastaneye bile gelmediği bilgisi yine oturacaktı göğsüme. Öylece, hastane yatağıma tırmanarak, her zamanki yerine geçecekti. Orayı seviyordu. Belki de sıcak buluyordu. Yıllardır yuvasıydı. Ne kadar derin nefes alırsam alayım asla yetmeyen temiz havayı benden önce sömürüyordu.

Yutkunduğunda bile yediği yemek kaşığını hak etmediğiyle çalkanan bir beyni susturmak ne kadar zordu, en ufak fikirleri yoktu.

Sesler önce çok yükseldi, sonra bir anda kesildi. Kabuslara kavuşmaya hazırdım. Yalnızca on dakika önce onlara veda ettiğimi düşünürsek beni çok da özlememiş olmaları lazımdı. Ya da en azından ben öyle umuyordum.

Yine de, hiçbir şey o göğsümdeki saçmalıktan daha çok zorlayamazdı beni.

Bir sır vereyim mi?

Yardıma ihtiyacı olan insanın şanslıysa yaşadığı kabullenme evresini çoktan geçirmiştim. Hatalarımın ya da elimde olmadan yaptıklarımın farkındaydım.

Kendimi işin uzmanına teslim edip beni düzeltmesini istemek en mantıklısıydı ama harcanacak vakit ve parayla aileme yük olma düşüncesi beni yiyip bitiriyordu. Hayatım boyunca işe yaramaz, onlara faydası olmayan bir çocuk olmuştum. Bu süreci onlara yalnızca bir değil ikinci kez yaşatıyor olmak beni kahrediyordu. Çekip gitsem, ne halim varsa görsem de bunca zaman harcadıklarına yazık olacaktı. İki ucu boklu değnekti. Saçmalıktı. Nereye gitsem, hangi yönü seçsem berbat etmekten başka şansım olmayacaktı. Bu büyük çıkmazda bazen her şeyin susup benden uzak durmasını istiyordum. Tek dileğim, isteğim yalnızca otuz saniyeliğine sessiz olmasıydı dünyanın. Otuz saniye. Başka bir şey değil. Sessizliği sağlamanın tek yolu da bildiğim, her seferinde tüm bu kaosa sebep olan, yalnızca beni değil sevdiklerimi de benimle birlikte dibe batıran yöntemlerdi. Dolunay'ın sporu vardı, Hazal'ın tasarımları, Serkan'ın çizimleri, benimse tek sessizliğim beni bir hiçmişim gibi hissetmekten çekip çıkaran bağımlılığımdı.

Otuz saniyeliğine. Sadece otuz.

Kendimi bazen çok yalnız hissediyorum onların yanında. Keşke bir kardeşim olsaydı. Evet, Dolunay bir kardeşten farksızdı ama onun da neden bu kadar üstüme titrediğini herkes tarafından biliniyordu. Benimle ya da benim ben olmamla ilgisi yoktu, onun borcu sözü başkasınaydı. Sadece ben olduğum için beni seven bir tek Hazal vardı. Ailemi yüz üstü bıraktığım anlarda beni dinleyen oydu ama onun da anlayamadığı yerler oluyordu. Kendimi başkalarına ifade edemediğim her anda daha çok yalnızlaşıyordum.

Uykuya dalmaya hazırdım. Elimdeki hissiyat biraz da olsa dönmüştü ama umursamadım. Vücudumu serbest bırakarak elime istediklerini yapmalarına izin verdim. Karşı koymayacaktım. Babam da doktorlar da ne derlerse haklılardı.

İyileşsem dahi göğsümden inmeyeceğinden korkuyordum mahçubiyetin. Tek erteleme sebebim buydu. Korktuğum için nokta koyamadığım şeyler arasında ilk sıradaydı.

Kendime çok yükleniyordum ama elimde değildi.

Bence doğduğum günden beri bana bir hataymışım gibi bakıldığı içindi.

Dış dünyaya çizilen tablo, babamın ressam ellerinden tuvale uzanan bir mutluluk hikayesiydi. Sorunsuz, hali vakti yerinde bie aile tablosu çizerdi. Bense o tablonun hangi köşesine saklanayım da kimseleri rahatsız etmeyeyim diye dört dönen bir çocuk gibiydim.

"Çocuğa ne oldu?" diye sayıklıyordum. Aklımda kendime kızacak bir konu daha bulmuştum, hep acı çektiriyordum. "Yaşıyor mu?"

Bana yalan söyleme ihtimallerine karşılık tekrar ediyordum. Bilincim yarı kapalı, uzandığım yerden çevremdeki üç-dört gölgeye sesleniyordum. "O iyi mi?"

Biri başımı okşadı. "İyi. Ben getirdim hastaneye," dedi.

Kız sesiydi.

Gerçek miydi değil miydi, yoksa babamın anlattıkları birer halüsinasyon şeklinde aklımda canlanıyor muydu emin değildim.

Göz kapaklarımın ağırlaşıp tamamen kapandıkları esnada artık hiçbir şeyi merak edemez hale gelmiştim. Uykuya daldım.

*

Gerçekten konuşma şansınız olsaydı, aşağıdaki karakterlere hangi soruları sormak isterdiniz? Yanına bırakır mısınız?

- Ada'ya sormak istediklerin.

- Rüzgar'a sormak istediklerin.

- Dolunay'a sormak istediklerin.

- Gökalp'e sormak istediklerin.

Hafta sonu "karakterlerle ropörtaj bölümü" şeklinde, sizden gelecek soruların arasından seçeceğim 4-5 tanesini yanıtlıyor olacaklar.

Bu arada Serkan parodimizi de seçtik. :) Aron Piper oldu. Hayırlı olsun!

Parodilerimizin Instagram hesaplarını takip etmek içib Instagram @ alyaoztanyelkitaplari veya @ karanliklise sayfalarına bakmanız yeterli! Tüm liste orada var!

Continue Reading

You'll Also Like

2M 120K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
YUVA By _twclr

Teen Fiction

903K 43.8K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
7.1M 413K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
143K 7.7K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...