Arkada Kalanlar

By alywithdw

92.6K 9.4K 9.9K

Yıllarca yetimhanede büyümüş Ada, kendisini çocukken terk eden ailesinden intikam almak isteyen zeki, asi bir... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
yeni kapak oylaması
17
19
20
21
22
23
24
25
26
GÖKALP - Karakterlere Sorular #1
27
DOLUNAY - Karakterlere Sorular #2
28
29
50k Olduk! - Duyuru
30
Yeni Kitap & Single Duyurusu

18

2.2K 264 279
By alywithdw

Gölge Ailesi kendi kapağını kendi yapıyor etkinliğinde en çok sayıda farklı Wattpad kullanıcısından oy alan kapak, instagram ismi @ wattpadkapaktasarim, Wattpad ismi   Wbrunette olan İrem Gölge'mizin tasarımı oldu! Kendisini tebrik ediyor, katılan ve tasarımını gönderen tüm diğer Gölgelerimize ve aynı şekilde oy vererek seçimde yardımcı olan hepinize de teşekkür ediyoruz!

Bu bölümü yeni kapağımızın tasarımcısı İrem Gölge'mize ithaf ediyoruz.

*
Bölüm şarkısı:

Mor ve Ötesi - Daha Mutlu Olamam

*

Sonraki birkaç gece evlerini izledim. Rüzgar'ın giriş çıkış saatleri, babam ve Rüzgar'ın annesini... Köpeği her gün saat kaçta gezdirdiklerini. Kaçta yemek yediklerini, kaçta uyuduklarını. Onları takip ederken geçen geceler uykusuz kalıyordum. Okula bir zombi gibi gitmeye alışmıştım. Gözlerim kuru, tenim soluk, enerjim sıfırdı. Gökalp nöbet devri yapmayı teklif ettiğinde bile ona evet dememiştim.

Bu intikamı yalnızca ben alacaktım.

Kendi ellerimle.

"Bu Rüzgar mı?"

Ders arasında kafamı koyduğum sırada doğruldum. "Efendim Serkan?"

Tam uyumak üzereydim.

"Rüzgar'ı çizmişsin," dedi defterimi göstererek.

Büyük bir panikle önüme baktım, ardından rahatlıkla bir nefes alıp verdim.

"Neresi benziyor? İnsan değil o."

"Tamam sürrealizm çalışırsın, anlıyorum ama insan olmayan objelerden insan figürü de çıkarabilirsin. Rüzgar'a benzettim ben."

Kağıdı inceledim. Gerçekten de Rüzgar'ın yüz çizgileri seçilebiliyordu. Birden fazla bağımsız eşyayı onun yüz hatlarını oluşturacak biçimde yan yana, üst üste, çapraza dizmiştim. Denizde yüzen arabalar, gökyüzünde uçan balıklar vardı.

"Her baktığın yerde Rüzgar'ı görüyorsan konuşman gereken kişi ben değilim sanırım," dedim ve o resmin bulunduğu defteri kapattım.

"Gelsene resim sınıfına."

Genel olarak ciddiyetini sorguladığım bir karakter olduğu için cevap vermedim.

"... Derste sıkıldıkça karalayacağına resim sınıfına gel orada karala."

Sıramın üstünü toparlamaya çalıştım. Kalemler, buruşturulmuş kağıtlar, derste uyumamak için kendimi meşgul tutmaya çalıştığım ne varsa.

"Ben, gerçekten bunlarla uğraşabilecek durumda değilim," dedim Serkan'a elinde tuttuğu çizimimi bana geri vermesini işaret ederken.

"Tamirhane mi yoğun?"

Beklemeden başımı olumlu anlamda salladım.

"Ekmek parası kolay kazanılmıyor."

"İyi bilirim," dedi kağıdı masaya bırakırken.

Anlamamıştım. "Nasıl?"

"Kendimi bildim bileli sokaklardayım. Ailemi tanımadım. Bir şekilde aç kalmamam gerekiyordu."

Hayat hikayemin Serkan'ınkine bu kadar benziyor oluşu...

"Nerede çalışıyorsun?"

"Tek bir yerde değil," dedi çizdiğim diğer sürreal portrelerde göz gezdirirken. "... ama iyi yerler de değil."

Bilinçaltımın ben farkında olmadan Rüzgar'ı çiziyor oluşu beni endişelendirmişti. Bunu Serkan değil, o kendisi de görebilirdi. Daha dikkatli olmalıydım.

Serkan'a gelecek olursak... Normalde kendinden bir parça sunan insanlar karşılığında da en az aynı ölçüde bilgi beklerlerdi. Bu konuşma Serkan'la yaptığım ilk öğrenci birliği dışı konuşmaydı. Ben de kendimden bir şeyleri ortaya koymazsam kendini çıplak hissedebilirdi ve bu uzun vadede benimle başka şeyler paylaşmasının önüne geçebilirdi.

"Ben de zor büyüdüm," ne demek üzere konuşmaya başladığımı iyice ölçerek. "...  bizimkilerle aram pek iyi olmadı küçükken. En basit tabiriyle fakirlik içinde büyüdüm yani. Bir oyuncak istesem gidip kendim bi şekilde yapmam veya bir yerlerden bulmam gerekirdi. Bir çikolata için bile bakkala gelen kadınların poşetlerini taşırdım."

Şaşırmış şekilde bana baktı.

"Niye bu kadar şaşkınsın?" dedim masamın başında dikilen Serkan'a.

"Hiç beklemezdim."

"Sebep?"

Ellerini iki yana teslim olur gibi açıp "Yanlış anlama, hep o kadar mesafelisin ve sinirlisin ki ben bu hareketlerinin şımarıklıktan olduğunu düşünmüştüm," dedi.

Güldüm. "Her reddedildiğinde böyle mi kılıf bulursun kadınlara?"

Gülümsedi. "Reddedildiğimi kim söyledi?"

Göz kırptı.

Bu çocukta şeytan tüyü vardı. Lafı nasıl çevireceğini iyi biliyordu.

"Ben söyledim," dedi Hazal önümdeki sıraya çantasını bırakırken. "Zaten üç ders geç kaldım. Bi de senin yeni icatlarınla uğraşmayalım Serkan."

"Sınav haftası yaklaşınca sen de bir anda inek kesildin başıma. Gören de gerçekten çalışıyorsun sanacak.

"Gerçekten çalışıyorum."

"Hayatta inanmam."

Hazal bana döndü. "Ada, gerçekten çalışmıyor muyum?"

Bu kızın son zamanlarda dayadığı yegane sırt bendim. "Gerçekten çalışıyor."

Hazal kollarını havaya kaldırdı. "Bak! Gördün mü?"

Serkan gözlerini devirdi.

"Ne işin var bu sınıfta?"

Serkan son bir kez daha masamda farklı boyutlarda yırtılmış, karalanmış, ortalığa dağılmış kağıtlara baktı. "Rüzgar'la sana bakmaya geldim. Nerede o? Gelmiyor mu?"

Hazal oturdu. Bir sonraki dersin kitabını çıkarttı. "Bugün gelemez."

"Ama çıkışta Aden'i görmemiz gerekiyor bugün."

Hazal Serkan'a o işin ertelendiğini söyledi. "İyi değil bugün. Aden'in de haberi var. Geçene kadar evde kalacak babasıyla."

"Hasta mı?" diye dahil oldum konuşmaya. İkisinin bildiği detayların arasında kaybolup gitmek istemiyordum. "Geçmiş olsun. Dün iyi gibiydi ama?"

Hazal Serkan'a baktı. "Hasta değil." Gözleri daha sonra benimle buluştu. "Önemli bi şey değil, yarın gelir."

Serkan tahtanın üst tarafına asılı saate baktı:

"Kaçsam iyi olur."

"Hayırdır, ne bu acele? Hangi ders?"

"Biyoloji."

"Kim giriyor?"

"Yasemin."

"Tatsız olmuş."

"Her türlü Hülya'dan iyidir."

Okuldaki hocaları hala çok tanımıyor olduğumu fark ettim. "Hülya kim?"

"Tiyatro hocası."

Kendime hakim olamadım:

"Ne sosyal okul abi burası..."

Hazal kahkaha attı.

Serkan "Değil aslında."

Benimle dalga mı geçiyorlardı? "Spor salonunu, soyunma odalarını, müzik ve resim sınıfını, okçuluğu... Hepsini göz önünde bulundurduğumuzda 2 ile 2'yi çarpmak zor olmuyor. Sosyal bir okul."

Hazal "Kimsenin dersler zaten umrunda değil, en azından eğlenceli faaliyetler olursa öğrencileri buraya getirtebilirler diye düşündüklerinden," dedi.

"Para?" diye sordum.

Okulu her şeyiyle iyi araştırmıştım aslında, aynı Rüzgar'ı araştırdığım gibi. Kayıt aşamasındayken tüm merakımı gidermiş, müdür Çağatay'ın pek hoş olmayan namına kadar bilgi sahibi olmuştum. Tabii, bunların hiçbirini bildiğimi onlara asla çaktırmayacaktım.

Serkan "İyi ailelerin de çocukları suç işler."

Hazal "Varlıklı olanların da."

Seçtiği kelime aklıma babamdan para aldığı sahneyi getirmişti. Ne için olduğu bilinmeyen, erkek arkadaşının babasından aldığı bir para. Üstelik telefonuna başka isimlerden şüpheli mesajların geldiği bir esnada.

"Çok bir varlıklı aile göremedim ben ya," dedim olta atarak.

Hazal hemen atladı. "Göstermeyi sevmezler."

Omuzlarımı silktim. Ayağa kalkıp eşyalarımı toplamaya başladım. "Benim de etrafımda bu kadar nitelikli dolandırıcı varken ben de belli etmezdim," dedim.

"Sahi," dedi Serkan, "... seninki neydi?"

Kafamı kaldırdım.

"Efendim?"

"İşlediğin suç. Seninki neydi?"

Çantamı topladım. Etrafa saçılmış dört kalemi içine tıkıp fermuarı kapattım.

"Kadınlara yaşı, kilosu ve Atagül Lisesi'ne neden düştüğü sorulmaz," dedim.

Hazal gülümsedi. "Ben bunu sevdim."

Serkan da güldü. Hazal "Aden'le bir akrabalığınız olabilir mi acaba?" diyerek espri yaptı.

Tek akrabalığım, ne yazık ki senin erkek arkadaşınlaydı.

"Mümkünse bu okuldan hiçkimseyle akrabalığım olmasın. Aman."

Sınıfın çıkışına doğru yürümeye başladım. Serkan da kendi sınıfına gitmek üzere buradan çıkmaya hazırdı.

"E ders?"

"Benden bugünlük bu kadar," dedim her geçen gün aklımda yeni soru işaretleri uyandıran sarışına. Ufak bir baş hareketiyle selamlaştıktan sonra gitmeye hazırdım.

"Yine çalıştırırsın ama değil mi?"

Geriye baktım.

"Tabii, ne zaman isterseniz."

Dolunay'ın görse önce fotoğrafını çekip, sonra çerçeveletip, üstüne bir de koskocaman "SAHTE" diye başlık atacağı bir gülümseme ile sınıftan çıktım.

Hayatımda göstermediğim kibarlığı buradaki insanlara gösteriyordum. Her şeyin ekmeğini yiyeceğim zaman da gelecekti.

Ama önce, Rüzgar'a dair bilmediğim sırları öğrenmeliydim. Hazal "İyi değil bugün," dedi. Ama bunu endişeli söylemedi. Serkan'ın Rüzgar'a ilişkin durumu duyduğunda tepkisi normaldi. "Ha, tamam tamam," gibi bir jeste bürünmüştü ifadesi. Sanki Rüzgar'ın iyi olmama durumu rutin, olağan bir gelişmeydi.

Dönemsel periyotlarda ortaya çıkan, nükseden hastalıkları düşündüm çünkü Hazal'a sorduğumda konunun hastalık olmadığını söylediği beyanına güvenmiyordum. Hastalığın niteliğine göre özel sayılabilecek bir konu hakkında hemen tüm kartları açık edeceğini sanmıyordum. Keza Serkan da renk vermemişti. Nedense Dolunay orada olmasa da konuya o da hakimmiş gibi hissediyordum. Belki de "Aden'in haberi var," dendiği için çetece bilinen bir şey olduğunu tahmin ediyordum.

Peki ben neden her düşüncemi Dolunay görse, Dolunay olsa ne tepki verirdiye bağlıyordum?

Aslında bunun da mantığı basitti. Dolunay, Rüzgar'ın en yakın arkadaşıydı. Evet çete olarak birbirlerine çok kenetlilerdi ama ev ortamındaki rahatlığı, Dolunay'ın oraya Hazal'dan da çok girip çıktığını gösteren bir emareydi. Her şeyi zaten detaylıca gören bir yapım vardı, bir de üstüne ekstra dikkat ettiğimde ise ortaya muazzam bir çözümleme çıkabiliyordu. Gözlem yeteneğimi bunca yıl sadece bu plan için geliştirdiğime bin kez şükrediyordum. Kendime kattığım tüm yeteneklerin elbet bir noktada işime yarayacağını biliyordum.

Hazal'a yakın olmak istersem, ona Rüzgar'ın evinde arka çıkmış olmam elimdeki kuvvetli bir kozdu. Aden'in çevresine girme planım zaten tıkır tıkır işliyordu, o biraz da ağır seyredecekti. Serkan'a yaklaşmaksa bir tek resim dersi almama bakardı. Bugün bu da açıkça belli olmuştu.

Bir tek Dolunay'a nasıl yaklaşmam gerektiğini bilmiyordum. Ne ilginçti, okula geldiğimde ilk konuştuğum kişi oydu ama o hariç çevresindeki herkesle az çok bir hukukum olmuştu.

Resim yaptığım az çok biliniyordu, o yüzden Serkan'la resim sınıfında yan yana gözükmem göze çok batmazdı ama kalkıp bir anda sahip olacağım basketbol merakı resmen intihardı. Çok şüphe çekerdi. Matematik desem, onu da çalışmaya niyeti yoktu. Motorlardan konuya girsem elbet sohbetin sonu tamirhanede bitecekti ki Gökalp'le Dolunay'ın karşı karşıya gelmesi belki de istediğim son şeydi.

Depoda olanların ardından beni duvara yaslamış olması, yakınlığı ve teması hala etkisini o günkü kadar koruyordu. En az sözleri kadar ağırdı bedenimde bıraktığı iz. Gökalp'in sahiplenici tutumu, böylesine bir tetikleme söz konusu olursa eninde sonunda planlarımın önüne geçerdi. Çok tehlikeliydi.

Rüzgar'ın ve babamın evinde Dolunay'ın telefonunda oynadığı bir oyun vardı. Oyunun ne olduğu sorup ilgilensem, birlikte oynamaya başlasak belki istediğim muhabbet seviyesine bizi az buçuk taşıyabilirdi.

Ama aramızda geçenler, "Bu gerçek, bu sahte" derken parmaklarını dudaklarımda gezdirişiydi aramızda ne olup ne bittiğini asla bilemediğim bir noktaya getiren bizi. Biz onunla herhangi bir oyun üstünden arkadaşlık kurabilmek için fazla olgunduk. Bilmiyordum, onda kimseyle kuramadığım olgunlukta, doygunlukta, kavramlar ve fikirler çatıştıkça tatmin eden bir iletişim vardı. O gün öğrenci birliği toplantısında ettiğimiz kavgada benim aldığım hazzın yarısını almışsa, o da devamını isterdi.

Belki felsefe konuşabilirdik, belki insanlardan. İkili ilişkilere dair ona sunacağım her bir fikir, ona gerçek beni tanıması için verilen bir davetiye olurdu ama. Bunun dozajını koruyabilir miydim? Nasıl sürekli kendimi geri çekip ama aynı zamanda makul mantıklı argumanlar sunabilirdim? Bu beni zihinsel olarak bir süre sora elbet yorardı. Dikkatsiz davranacağım tek cümlem yarın öbür gün başıma iş açacaktı. Zeki biriydi. Gözlem konusunda o da benim gibiydi. Elbet bağlantıları kurardı.

"Ne yapacağım seninle Dolunay?"

Koridorların fısıltımı yutup söylediğimi kimselere yetiştirmemesi için çabaladım.

Üstelik Aden'le ilişkilerini hala bilmiyordum!

"Ah! Kafayı yiyeceğim!" dedim kaskı takarken.

"Hayırdır?"

Rüzgar otoparktaydı, yeni gelmiş olmalıydı. Kaskı geri çıkarttım.

"Okul," dedim. Onu gördüğüme şaşkındım. "Bitsin artık."

Gülümsemeye çalıştı ama yüzündeki ifade yarım kaldı. Gözlerimi kısıp ona daha iyi baktım. Teni soluktu, hatta beyazla mavinin karışımı bir donukluktaydı. Çabaladığı tebessümü havada kaldı. İfadesizce bana bakıyordu.

"İyi misin?" dedim.

Cevap vermedi. Bana doğru bir adım attı. Daha doğrusu atmaya çalıştı. Diğer bacağı onu takip edemedi. O sırada bir eli diğer koluna uzandı. Kaşınıyordu.

Kollarındaki yaraları o zaman gördüm. Kaşımaktan aşındırdığı kırmızı bölgeler kabuk bağlamıştı. Bu yaralar önceden de var mıydı? Hep uzun kollu bir şeyler ile mi görmüştüm onu?

Biraz bekledikten sonra "İyiyim, sen nasılsın?" dedi.

İyi değildi abi. Hiç değildi.

Yaklaştım. Onu omuzlarından tuttum. Hala az önce olduğum yere bakıyordu.

Çantamı omzumdan düşürüp yere attım.

"Bana bak," dedim yumuşak bir tonda. "Rüzgar, bakar mısın bana?"

Hala arkama bakıyordu. Çenesinden tutup kendime çevirdim. Kafası asla burada değildi. Göz bebekleri büyük, dudakları kuru, teni soğuktu ama çok terliyordu.

Dehşet kötü gözüküyordu.

"Rüzgar ben kimim biliyor musun?"

Hafifçe, başını salladı. Acı çekiyordu ama gülümsemeye de çalışıyordu. Panik değildi. Bakışlarındaki dinginlik her yerine yayılmıştı.

"Adımı söyleyebilir misin?"

Başını tekrar olumlu anlamda salladı. Sonunda göz kontağını kurabildiğimizde "Ada," dedi.

"Tamam, şimdi sana çok önemli bir soru soracağım. Buraya motorla mı geldin?"

Tepki yoktu.

Otoparkta bana en başta laf attığı doğrultuya baktım. Onun motorunu gördüm. Plakası düşmüştü. Farı çatlamıştı.

"Tek başına mı geldin Rüzgar? Konuşur musun?"

Başını evet anlamında salladı.

Geri zekalısın. Tam bir aptalsın Rüzgar.

Cebimden telefonumu çıkardım. Dolunay'ın okulda olup olmadığını bilmediğim için Hazal'ın numarasına tıkladım.

Telefonu omzumla çenem arasında tutarken motorunun altına doğru eğildim.

"Neye çarptın?"

Motoru inceledikçe gördüğüm hasar beni tedirgin etmeye yetmişti. Boyutu bir köpek ya da kedi olmak için büyük, yetişkin bir insan olmak içinse çok küçüktü.

Dizlerimin üstüne çökmeyi bırakıp hızlıca kalktım. Rüzgar'ın karşısına geçtim. Hala korkutucu şekilde otopark boşluğuna bakıyordu. Ne olduğunu az çok anlamıştım artık. Bir çeşit kriz, nöbet, madde kullanımı ya da yoksunluğu.

"Rüzgar! Dön buraya! Kendine gel. Neye çarptın?"

Derste oldukları için telefonu açmıyordu. Tekrar aradım. Tekrar, tekrar ve tekrar.

Sonunda açtı. "Ada?"

"Hazal, Rüzgar çok kötü gözüküyor. Otoparktayız, gelir misin?"

"Siktir. Ben... Nasıl ihmal ederim? Tamam. Tamam. Geliyorum. Siktir."

"Biraz acele etsen iyi olur. Acilen çıkmam lazım."

"Tamam. Ben gelene kadar orada kal lütfen. Sana yalvarırım."

Rüzgar'ı omuzlarından tutuyordum. Her an düşecek gibiydi. Onu yere otutturmaya çalıştım ama dizlerini kıpırdatmadı. Hazal telefonu kapattı. Sınıftan buraya gelmesi en fazla bir dakika sürerdi. Rüzgar'ın çarptığı şey ya da kişininse belki bir dakikası bile yoktu.

"Üzgünüm Rüzgar, gitmem lazım."

Omuzlarını bıraktığım anda üstüme düştü. Onu tuttum. Başını çarpmasına engel oldum. Kafasını avcumla tutup yere yatırdım.

"Rüzgar mı o?" uğultuları kaplamaya başladı etrafı. Çeteden göz aşinalığımın olduğu ilk kişiye döndüm. "Hey! Gel. Tut. Başında dur."  Çocuk anında harekete geçti. Arkamdan dolanıp olduğumuz yere geldi ve eğildi. Ayağa kalktım. Etraftaki andaval kalabalığa bakıyordum.

"Sen," dedim elinde telefon gördüğüm ilk kişiye. "... ambulansı arıyorsun."

Çantamı yerden alıp sırtıma taktım. Motoruma doğru koşarken yanından geçtiğim birini kolundan tutup "Çağatay'a haber veriyorsun," dedim. Kaskı hızlıca kafamdan geçirdim. Emir verdiğim ikinci geri zekalı hala salak salak suratıma bakıyordu.

"Hadisene! Koşsana! Hareket et!"

Tepkime karşılık içinde bulunduğu şoktan çıkıp okula doğru koşmaya başladı. Bense uğultular motorumun gürültüsüne çoktan karışmış, Hazal'ın binadan çıkışını yalnızca dikiz aynamdan görüyordum.

*

Yeni kapağımız hayırlı olsun! Nasıl buldunuz?

Rüzgar ve Ada dinamiği hakkında ne düşünüyorsunuz?

Hazal hakkında hala işkillendiğim çok nokta var... Sizde durumlar nasıl?

Bölümü beğendiyseniz vote atmayı unutmayın Gölge Ailesi! Sorulara verdiğiniz yanıtları heyecanla takip ediyor olacağım.

♡ sizi seven, Alya.

instagram: alyaoztanyel
instagram: alyaoztanyelkitaplari
instagram: karanliklise

Continue Reading

You'll Also Like

25.5M 907K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
1.1M 38.3K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1.9M 69.9K 59
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Lavinia: Sana vermem gereken bir ceza vardı. Defne: Tobe hasa Defne: Ben ned...
453K 16.9K 48
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...