Arkada Kalanlar

By alywithdw

92.6K 9.4K 9.9K

Yıllarca yetimhanede büyümüş Ada, kendisini çocukken terk eden ailesinden intikam almak isteyen zeki, asi bir... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
13
14
15
16
yeni kapak oylaması
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
GÖKALP - Karakterlere Sorular #1
27
DOLUNAY - Karakterlere Sorular #2
28
29
50k Olduk! - Duyuru
30
Yeni Kitap & Single Duyurusu

12

2.4K 308 317
By alywithdw

*

"Mühürlenerek terk edilmiş bir kız çocuğunun zihnine davet ediyoruz sizi. Varlığı, var olduğu ilk saniyeden yok sayılmış ve kendi hüviyetine bile uzak bırakılmış. Demir pençeli zorlukları aklının kıvrımlarıyla yenmiş, tüm çocukların korktuğu karanlığı elinin tersiyle bölüvermiş bir kız, Ada Oğuz.

Güçlü olmak bu nehirde onun kucağına tercih olarak değil zorunluluk olarak bırakılmış ve o şimdi, suyun dibine batınca unutulduğu sanılan her şeyi elleri ve zihniyle yukarı çıkartıyor. 

Paslanmış tüm acıların intikamını almak için."

- Gölgelerimizden Rümeysa, Arkada Kalanlar hakkında yazdı. 

Oy atmayı unutmayın!! :)

*

Bölüm şarkısı:

Limp Bizkit - Boiler

*

Etkinlik boyunca aklımda hep aynı sorular dolandı:

1- Koridordaki çöpe attığım ince çorapta motor yağı lekesi var mıydı?

2- Okulun kamera sisteminin olmadığını biliyordum. Atagül öğrencileri uzun yıllar önce buna karşı çıkıp hepsini kaldırmışlardı. Yine de otoparktaki herhangi bir motosiklete takılı GoPro kamerası o esnada yanlışlıkla açık unutulmuş olup bizi kaydetmiş olabilir miydi?

3- Gökalp'lerin okula girdiğini gören hiçkimse var mıydı?

4- Benim ortalıktan kaybolduğumu anlayan hiçkimse var mıydı?

Tedirginliğimi gizlemek adına takındığım maske, her zamanki ruhsuz ve otoriter yapımdı.

Özetle, gerginliğimin sebebinin etkinlik telaşı olarak anlaşılmasına izin verdim. Damarlarımda gezinen adrenalinin açıklaması elbet ki halimi ve yorgunluğumu gören insanlar tarafından üniversite tercih fuarı olarak yapılacaktı. Hikayem hazırdı.

Yine de Dolunay ile ne zaman göz göze gelsek sanki beni okuyabilecekmiş gibi hissediyordum. Bu yüzden gözlerimi ondan hep kaçırdım. 

Rüzgar ve Hazal'la olmaya tahammül edemediğim noktalarda sorumluluğumdaki iki okulla ilgilendim. Hemen hemen herkesi etkinlikte görmüşsem de, Aden'i görmemiştim.

Herkes buradayken, o neredeydi? Hazal ve Rüzgar kendi okulları ile ilgileniyor, artık son çay kahve servisini yapıyorlardı. Sormak için yanlarına gittim. 

"Nasıl gidiyor?"

Hazal elindeki boş tepsiyi masaya bıraktı. "İyi gibi, bir yaramazlık yok."

Rüzgar "Hazır Ada da buraya gelmişken ben bir tuvalete gidip geliyorum," dedi.  "Tamam aşkım." Rüzgar, Hazal'ın yanına bir öpücük kondurdu. İğrendiğimi göstermemek için çok çabaladım. "Bitti sayılır artık, geçmiş olsun," dedim. "... Katılım durumları nasıl oldu?"

Hazal onu takip etmemi istedi. Büyük pankartın arkasında kalan eşyalarımızın olduğu yere doğru ilerledik. Çantasından bir dosya çıkarttı. "Açıkçası beklediğimden çok daha iyiydi," dedi dosyayı açarken. Arasına sabitlediği tükenmez kalemi tuttu, eline aldı. "Dokuz ve onuncu sınıfların okula devamlılık gösteren tamamı etkinliğe katıldı. On bir ve on ikilerdeyse bugün okulda olanları görebildik sadece," dedi.

"Hadi ya," dedim üzülmüş gibi yaparak. "Niye gelmediler ki? O kadar duyuru yaptık."

Hazal dosyasını kapattı. "Yani, ne bekliyorduk ki zaten? Onu da hesaba katmak lazım," dedi çantasına geri kaldırırken.

"Sizin ekip niye gelmedi?" diye sordum, son derece normal bir şekilde.

Bakışları değişti. "Bizim ekip?" 

Elimi havaya kaldırdım. "Ne bileyim işte, sürekli birlikte takıldığınız o havalı grup, çağıracağınızı söylemiştin de o yüzden sormak istedim. Günün sonunda Çağatay'a rapor vereceğim zaman bana sorduğunda cevapsız kalmayalım en azından. Ters bir şey söylemesin."

Çağatay'ın adını cümleye ekleyince, herkes dikkati o sinir adama kayıyordu.

"Iıh, doğru. Listeyi veririm sana, gösterirsin."

Sormak istediğim kişi Aden'di ve bana Hazal hala istediğim yanıtı vermiyordu.

"Daha çok kişi gelir diye bekliyordum," dedim masum ve üzülmüş bir ifade takınarak. Oradaki işimizin bittiğini gösterir şekilde beni etkinlik alanına geri yönlendirmeye başladı. "Yani, insanları kulaklarından çekip buraya getirecek halimiz yok. Gelen geldi, gelmeyen gelmedi işte. Çağatay buna bile şükretsin."

Davetli okulların yavaş yavaş toparlanmaya başladığı koridorda Rüzgar bize doğru koşuyordu. Elinde telefon vardı. Yanımıza ulaşmadan önce Dolunay'ın olduğu standa baktı. Bir baş hareketiyle Dolunay'a da bu tarafa gelmesini söyledi.

"Problemimiz var," dedi nefes nefese.

Hazal kaşlarını çattı. Ne olduğunu bilmeyen insanların nasıl bir tavır sergilemeleri gerektiğine ilişkin bir örnek oluyordu bana. Onun mimiklerini taklit ettim, Rüzgar'a geri döndüm. 

Elindeki telefonu kaldırıp Hazal'a gösterdi. Bir fotoğraf vardı. Ekran bana dönük olmadığı için detaylı göremedim fakat otopark olduğundan emindim. 

Dolunay aramıza dahil oldu. "Gördüm," dedi.

Ortaya bir laf atıp neyden bahsettiklerine ilişkin en ufak bir fikrim olmadığını o anda pekiştirebilirdim; örneğin "Çağatay bir şey mi yapmış? Öğrenciler katılımcılardan birinin eşyasını mı çalmış?" gibi. Ancak bu üçlü ve birlikte takıldıkları ekip öyle bir ekipti ki, en iyisi ses çıkarmadan öğrenebileceğim tüm bilgileri elde etmekti. 

Çünkü onlar bu skandalı aralarında konuşurlarken benim de orada olduğumu hala fark etmemişlerdi. Fark ettikleri noktada ya benden topuklamamı isteyeceklerdi, ya da kendileri uzaklaşacaklardı.

Benim yarattığım skandalı, benden gizlemek için...

Ta ki Aden beni çağırtana kadar tabii.

Hazal "Telefonum arkada çantamda. Görmedim. Fotoğrafı kim gönderdi?" diye sordu.

Rüzgar ve Dolunay aynı anda konuştu:

"Aden."

Hazal'dan bir küfür duydum. Ellerini saçlarında gezdirmeye başladı. 

"Ben oraya gelene kadar çözün demek istiyor," dedi. 

Rüzgar telefonu cebine kaldırdı. "Evet de, olan olmuş. Daha neyini çözelim? Mesaj ortada açık ve net bir şekilde. Biri çeteye zarar vermek istiyor," dedi.

Hazal'ın gözleri benimkilerle kesişti. Hala orada olduğumu ve konuşulanları duyduğumu fark etti. Gözlerini üstüme sabitleyip kollarını göğsünde birleştirdi. 

Antipati oluşturmamak ve haddimi yerimi bildiğimi göstermek için liderliğini kabul eder gibi yaptım. Ellerimi teslim olur gibi kaldırıp onlardan birkaç adım uzaklaştım. 

Rüzgar'a yaklaştı. Fısıldayarak "Bugün çeteyi bize emanet etmişti," dedi. Yanlarından geçerken son duyduğum şey bu oldu. 

Ötesini de duymama gerek yoktu. 

Zaten, kendi ayaklarıyla bana geleceklerdi.

Aden bana gelecekti.

Eve vardım. Gökalp'le buluşmadan önce bir şeyler yesem iyi olacaktı. Geçen hafta tamir ettirdiğim ocağın tekte yandığını görmek beni rahatlattı. Serpil uyuyordu, İhsan evde değildi. İnsanın üvey ailesiyle bu kadar iyi anlaşıyor olması ne güzel tesadüf, öyle değil miydi? 

Tencereye bir tek bana yetecek kadar makarnayı pişirmek için biraz su koydum. İçine tuz attıktan sonra kapağını kapatıp kaynamasını beklemeye başladım. Üstümde hala sabahtan kalan elbise vardı. Bir yıllık etek elbise kotamı tek günde kullanmıştım. 

Banyoya ilerledim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra bir süre aynada kendimi inceledim. Bugün yaşadığım strese kendimi mental olarak önceden hazırlamış olsam da vücudum hala titriyordu. Otoparka bizimkiler gelene kadar tek başıma, ellerim ayaklarıma karışırmışcasına hızlı hareket etmiştim. Motorları parçalarken hem zamanla hem işin Gökalp kadar aşina olmadığım teknik kısmıyla hem de her an beni yakalayabilecekleri ihtimaliyle yarışmıştım. 

Soğuk mavilikteydi gözlerim. Cam gibi. Beyaz ve mavinin bir karışımı. Vücudumun hala merdiven çıkışımı hatırladıkça beni o ana geri götüren hareketini bir bakışıyla dondurdu. Titreme kesildi. 

Ne zaman emin olmasam, gözlerimdeki kararlılık beni gerçekliğe geri getirirdi.

Aynadaki Ada, bana tek bir soru sordu:

Peki ya bundan sonra?

Derin bir nefes alıp verdim. 

Yüzümü yıkadığımda akan makyajı önce bir pamuk yardımıyla sildim. Ardından aynanın yanındaki ufak kalemlikte duran siyah kalemle tekrar üstünden geçtim. Biraz da rimelin ardından tarağımı elime aldım. Etkinlikte iletişim kurmak zorunda kaldığım yüzlerce kişiden sonra o insanların hepsi üstümden geçmiş gibi hissediyordum. Tekrar duş almaya zaman yoktu ki zaten evdeki banyonun bir ayağı yine çukurdaydı.

Bileğimdeki siyah lastik tokayla saçlarımı at kuyruğu yaptım. Sıkıca. Önüme düştüklerinde onlarla uğraşmak istemiyordum. Yorgundum. Yalnızca günlük minik zaferimin tadını çıkarmak istiyordum. Yüzüme ve saçlarıma çeki düzen verdikten sonra sıra kıyafetlerimi değiştirmekteydi. Kot veya bir eşofman altı gerçekten hayat kurtaracaktı.

Banyodan çıktım. Odama girerken elbiseyi başımın üstünden çıkardım. Kapının yanındaki kirli sepetine attım ve pencerenin önündeki silüeti fark ettim.

Girdiği pencereyi geri kapatmaya bile uğraşmamış, yatakta pencere arasında kalan rafları inceliyordu. 

"Seni görmek istiyor," dedi.

Yüzü bana dönük değildi. Başka bir şey söylemedi. O boyla bu pencereden nasıl geçtiğini çözmeye çalışıyordum.

Ha bir de, bu kadar hızlı geri dönüş beklemiyordum açıkçası. En azından birkaç gün sürer diye tahmin ediyordum.

"Bu şekilde karşılaşmayı bırakmalıyız, ne dersin?" dedim.

İşte o anda raftaki kitaplardan gözlerini ayırıp bana baktı. Karşısında iç çamaşırlarımla duruyor olsam da yalnızca gözlerime kilitliydi.

Hızlıca yatağımın üstüne uzanıp sabah orada olmayan kıyafetleri bana doğru fırlattı. 

"Çok vaktimiz yok. Seni bekliyor," dedi.

Kot pantolonla beyaz tişörtü havada yakaladım. 

"Dolabımı mı kurcaladın?" 

"Elime ilk gelen şeylerdi." Pencereye yöneldi. 

"... Aşağıda bekliyorum. Çok oyalanmasak iyi olur," dedi. 

"Bekle, bekle," dedim onu kolundan yakalarken. Ne olup bittiğini bilmiyormuş gibi davranmalıydım. "Nereye? Kim bekliyor? Hiçbir yere gitmiyorum, işim var."

Pencere aralığından bana baktı. "Aden bekliyor. Motosikletlerle ilgili olarak."

Güldüm. "Ne motosikleti? Geçen haftaki mevzu ise randevu almak için bizim tamirhaneyi arayabilir. Evime seni göndermesine gerek yok," dedim. Kıyafetleri yatağa geri attım.

Gülüşüme karşılık vermedi. Soğuktu. En az bakışları kadar sesi de endişe doluydu. Tane tane konuştu:

"Çok oyalanmasak, dediğim gibi, iyi olur,"

Anlamayan gözlerle ona baktım. 

"... Herkes için," diye ekledi.

Daha fazla açıklama yapmadı, sadece pencereden indi. 

Perdeleri kapattım, dolabıma döndüm. Yüzümde zafer dolu sinsi bir gülümseme, hayatın benim lehime çok daha hızlı planları olduğunu görüyordum. Gölgemi görüyor olma ihtimalini riske atmamak için ani hiçbir hareket yapmadım. 

Yavaşça mutfağa gittim. Ocağı kapattım. 

Bugünkü akşam yemeği planlarım ne yazık ki daha sonraya ertelenecek gibi gözüküyordu.

Kapıyı kilitleyip çıktığım gibi onu gördüm. Karşı kaldırımda beni bekliyordu. Yanına gittim. Hiç vakit kaybetmedi, hemen yan yana ana caddeye doğru yürümeye başladık. Siyah ceketimin cebinden bir paket sigara çıkarttım.

"Seçtiğim kıyafetleri beğenmedin sanırım," dedi.

Çok sorun çıkarmayıp hemen aşağıya indiğim için artık daha ılımlı olduğunu hissediyordum. Esprileri geri gelmişti.

Sigarayı dudaklarımın arasına koyup yaktım. Üstümde siyah pantolon, siyah bir askılı bluz ve siyah düz bir hırka vardı. Boynumu çevreleyen kolyelerimi etkinlik için gerekli olan abiye görüntüden uzaklaşır uzaklaşmaz geri takmıştım. Fiziksel olarak artık kendimi daha rahat hissediyordum fakat mantığım her adımda tehlikeye daha çok yaklaştığımı bana bağırmaktan çekinmiyordu.

Kime gittiğimi pek iyi biliyordum fakat nereye gittiğimi bilmiyordum. Bu savunmasız yakalanabileceğime dair bir işaretti. Belki de motorları benim parçaladığımı öğrenmişlerdi. Bu ihtimale karşılık bir kaçış planım var mıydı?

"Senin seçtiklerinle bakkala bile gidilmezdi," dedim. 

Dudaklarımın arasına sabitlediğim sigarayı aldı. Yere attı.

"Hey!"

"Yanımda içemezsin."

"Ne demek içemem?" Yenisini yakmak üzere, cekete geri kaldırdığım paketi tekrar elime aldım. Avcumun içinden kaptığı gibi yarısı dolu paketi sokağın ortasına attı.

"Sen delirdin mi?" diye çıkıştım. "Sana ikram etmedim diye mi yapıyorsun?"

Güldü. Yola bakmaya devam etti. 

"Komik bir şey mi var?"

"Spor yapıyorum. Sigara ve alkolle aram çok yok," dedi.

Ellerimi iki yana açtım. "Tamam senin yok, ya ben? Ben ne alaka?" Ellerimle etrafımda kocaman bir daire çizdim. "Bak açık hava. Açık havada da sigara içmeyi yasaklayan hiçbir kanun yoktu son kontrol ettiğimde."

Cebinden anahtar çıkarttı. "Sanki olan kanunlara da çok uyuyormuşsun gibi," diye söylendi. Önünde durduğumuz motosiklete oturdu. "Geç kalmayalım," dedi. Bir kaskı bana uzattı.

Bildiği bir şey mi vardı, yoksa sadece Atagül Lisesi öğrencisi olmakla ilgili bir tahmin miydi?

Uzağa mı gidiyorduk?

"Gerek yok sürmene, ben de benimkini alabilirim," dedim.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Son 1 haftadır bizim okula park edilmiş hiçbir motorun kullanılmasına izin vermiyoruz. Bunu bug .ün kiraladım."

Demek birkaç saat içinde tedbir alınmıştı bile... İlginç.

"Neden?" diye sordum cevabını çoktan bilmiyormuşum gibi.

Hatta cevabını bizzat yaratmamışım gibi.

"Rüzgar yanımıza geldiğinde sen de vardın," dedi.

"Hazal bana siktir git diyene kadar evet vardım aranızda, hiçbir şey anlamadım ki," dedim.

"Siktir git demedi."

"Demesine gerek kalmadı," dedim. Kaskı hala bana uzatıyordu. 

"Biniyor musun, yoksa zorluk mu çıkartacaksın?"

Derin bir nefes alıp verdim. Bir an önce nereye gidiyorsak gitmek, Aden'le konuşmak ve aralarına sızmak istiyordum. Planımın bu kadar iyi işlediğini görmek beni inanılmaz tatmin ediyordu. Bazen bundan aldığım zevkle aynı anda dışarıya karşı o hiçbir şeyi anlamayan, dünyadan habersiz Ada'yı oynamak çok zordu. Onlara gösterdiğimle içerideki gerçekler birbirlerine o kadar zıttı ki farklı maske takmaktan da öte bir şey olmaya başlamıştı bu durum.

Her geçen gün, dakika, saniye bu insanlar dahil oluyordu hayatıma. 

Hayatıma dahil oldukları gibi de otomatikman planıma.

Tek zarar vermek istediğim kişi Rüzgar ve öz ailemdi ama yanan ateşe teğet geçenler de yanacaksa, umrumda olmazdı.

Kaskı aldım. Takıp ipini çektim. Dolunay'ın arkasına oturdum.

Aldığım haz, motorun yola çıkmasıyla yerini korkuya bıraktı. Planım ortaya çıkmışsa, biri beni görmüşse ya da en kötüsü Aden bunu biliyorsa; beni öldürürlerdi.

Daha önce kendilerine ters düşen insanlara ne yapıyorlardı bilmiyordum. 

"Umarım tek yaptıkları şey öldürmektir," dedim fısıldayarak, hızla giden motorun sesinden ve kasklardan duyulmayacağını biliyordum.

Yutkunmak zorlaştı, kontrolü bende olmayan motorun akışına kapıldı zihnim. Dolunay'ın beline sarıldım. Başımı onun sırtına yaslayıp gözlerimi kapattım. Nedense bir miktar da olsa huzur buldu düşüncelerim, sustular. Gülüşümün bile sahteliğini çözebilmişse belki de en içimi görüyordu ve planımı başından beri biliyordu. Eğer gittiğimiz yerde başıma bir bela geleceğini bilseydi, beni götürmezdi diye düşünerek rahatlıyordu içim. 

Ama günün sonunda bu insanlar onun en yakınlarıydı!

Ben kimdim? Bir hiçkimse. Benim yerime tabii ki onlar seçilecekti. Savaşa mı girilecekti, Dolunay onlarla olacaktı. Bundan daha doğal ne vardı?

Belki kızları tavlama metoduydu tüm o bakışmalar. Gözlerinin en içine bakıp sahte olduğunda sana söyleyen, gerçek gülüşünü ona saklamanı isteyen... Asla bilemezdim.

Yine de gösterdiğinden çok daha fazla şey biliyor olduğu imajına sahipti kollarımda. Peki neden Aden değil de o gelmişti? Neden Rüzgar neredeyse hep orada bitiyordu? Madem işi gücü spordu, bu okulda ne işi vardı?

Sahi, Dolunay'ın işlediği suç neydi?

Motordan indik. Kaskı çıkarıp oturduğum yere bıraktım. Bana baktı. Başını sağa doğru yatırıp önünde durduğumuz binanın içine gireceğimizi işaret etti. Burası okula çok uzak değildi. Sakin adımlarla onu takip ettim. Büyük konteyner'ı itti. Arkasında bir demir kapı ortaya çıktı. Kapıya uzandı. Kendine doğru çekip açmadan önce bana döndü.

"Soran olursa, buraya gözün bağlı geldin," dedi.

Başımı yukarı aşağı salladım. 

İçimde bir sıcaklık yayıldı. Gerginliğim çok ufaldı, neredeyse yok oldu.

Yolculuk boyunca hissettiğim şeyde haklı çıkmıştım. 

Bana karşı farklı bir tutumu olduğu netlik kazanmıştı.

Ama şimdi, eğer aralarında bir şey varsa, Aden cephesinde işlerim daha da zorlaşacaktı. 

Telefonumun mesaj sesi öttü.

Dolunay gözlerini devirdi. "Sessize al dememe gerek yok herhalde?" 

Yazan Gökalp'ti:

Neredesin?

"Erkek arkadaşım yazmış. Bugün buluşacaktık," dedim hızlıca cevaplarken.

Bugün yokum. Aralarına davet edildim. Plan işliyor.

Yazdığım mesajı gönderdikten sonra benden sildim.

"Sevgilin mi var?" diye sordu.

Telefonu cebime kaldırıp bu sefer ben ona gözlerimi devirdim:

"Planım olduğunu söylemiştim." 

Ondan önce davranıp demir kapıyı ben açtım. Kollarıma çok ağır gelmiş olsa da çaktırmadım. Arkamdan Dolunay'ın da girebileceği kadar aralıkta açtıktan sonra çekmeyi bıraktım. 

İçerideydik.

*

Bir bölümün daha sonuna geldik Gölge Ailesi. Yine heyecan dorukta,  az sonra kurtlar sofrasının önüne çıkacak Ada için atıyor kalbimiz. 

Bölüm kritiğini yapmak üzere herkesi bu akşam (06.05.2021 Perşembe saat 22.30'da instagram.com/alyaoztanyel'de canlı yayına bekliyorum.

Bölümü beğendiyseniz oy atmayı unutmayın! Yorumlarınız beni çok motive ediyor, hepsini tek tek okuyor ve cevaplıyorum!

Dolunay-Ada-Gökalp üçgeninin seyrinin asla kestirilemiyor oluşu aşırı ilginç değil mi :D Hem her an her şey olabilirmiş gibi, hem de hiçbir an hiçbir şey olmayabilirmiş gibi :D

O değil de, Aden niye çağırdı Ada'yı sizce? Yakalandı mı yoksa motosikletler mi?

Yeni bölümler her pazartesi ve perşembe, saat 21.00'de sizlerle, ama o zamana kadar en güncel duyurulardan ve katılabileceğiniz Arkada Kalanlar etkinliklerinden haberdar olmak için sosyal medyada takipte kalın!

- instagram.com/alyaoztanyelkitaplari

- instagram.com/karanliklise

- instagram.com/alyaoztanyel & twitter: alyaoztanyel 










Continue Reading

You'll Also Like

25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
2M 119K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
141K 7.6K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
7.1M 411K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...