Chronosaurus | Changbin

By cileklisut00

42.2K 4.4K 5.3K

[Ne kadar üzgünsen o kadar mutluyum. Ne kadar incindiysen o kadar eğlendim.] Ülkenin her yerinde, neredeyse h... More

⚠️⚠️⚠️
GİRİŞ
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21×FİNAL

11

1.5K 201 261
By cileklisut00

Elini, ellerimin altından çekti ve yanağıma koyarak göz yaşlarımı sildi. "Ölmeyeceğim, ağlama." dedi kısık sesle.

Bir elimle yanağımdaki elini tuttum. "Kalbinden vurulmuşsun, yalan söyleme."

Gülecek gibi oldu. "Kalbimden vurulsam şu an nefes almazdım, aptal. Omzumu vurdu."

Gözlerim büyüdü ve elimi yaranın üstünden çektim. Gerçekten omzundan vurulmuştu. Sinirle dizine vururken, "Niye kalbini tutuyorsun o zaman?!" diye bağırdım. Acıyla inleyince pişmanlıkla ona baktım. "Özür dilerim."

Üzerindeki siyah kazağın boyun kısmını çekerek yaraya baktım. Boynundan 2-3 santim uzakta, köprücük kemiğinin hemen üstünden vurulmuştu ve kurşun içerde kalmıştı. Bu hâlde fazla uzağa da gidemezdik, önce kurşunu çıkarmamız lazımdı.

"Tamam." dedim kendimi sakinleştirmek için. Burada açık hedeftik, marketin önünden geçen herhangi biri, bizi rahatlıkla görebilirdi.

Sağlam kolunu omzuma atarak kalkmasına yardım ettim. Depoya giden kapıyı zorla itip içeri girdiğimizde merdivenleri dikkatlice inmiştik. Changbin'i merdivenin son basamağına oturtup boş kolileri yırtarak yatması için düzenledim. Hemen sonrasında kalkmasına yardım ettim ve kolilere oturttum. Üzerindeki kazağın eteklerini tutup yukarı çektiğimde acıyla inlese de bana yardım etmişti.

"Kurşunu çıkarırsak kanaman artacak, çıkarmazsak kurşundan zehirlenebilirsin." dediğimde çoktan beyazlamaya başlayan yüzüyle dikkatlice gözlerime bakmıştı.

"Nasıl çıkartacaksın ki?" diye halsizce sorduğunda, "Ben değil, sen çıkartacaksın. Gücünü kullanarak." demiştim. Başını sağa sola hafifçe sallayarak reddetti. "Yapamam." dedi.

"O zaman zehirlenirsin ama." Sesim titreyince kendime sövdüm. Güçsüz durmanın ya da ağlamanın sırası değildi, bir çözüm bulmam lazımdı. Vaktimiz yoktu.

"Sen çıkarmazsan, ben hiç çıkaramam."

"Changbin, lütfen... Dene en azından. Doktor bulamayız şimdi."

Dışarda bizi öldürmek için sıraya giren askerler varken ve dillerini bilmezken, doktor bulmak lüks olurdu.

İki saniyelik tereddütünden sonra sağlam olan sağ kolunu kaldırım omzuna doğru tuttu. Hemen sonrasında yüzü acıyla kasılmıştı. Yardım etmek istesem de yapabileceğim hiçbir şey yoktu.

Çantadan pansuman malzemelerini çıkarıp bekledim. Nefes nefese kalmıştı. Yaklaşık on dakika sonunda kurşun çıkmış, hemen ardından da kan boşalmaya başlamıştı. Güçsüzce başını duvara yaslarken sağ eli yanına düştü.

Telaşla yaranın üzerine, çantanın içindeki fazla kıyafetlerden bastırdım kanı durdurması için. Çok fazla kan geliyordu. Endişeyle yüzüne baktığımda gözlerinin kapalı olduğunu fark ettim.

"Changbin!" diye bağırdım kendime engel olamayarak. Bir elimle yaraya bastırmaya devam ederken diğerini çenesine koyup hafifçe sıktım. "Kendine gel! Changbin!"

Cevap yoktu, bayılmıştı. Ellerim titremeye başladı ve zar zor kazandığım sakinlik uçup gitti. Göz yaşlarına boğulurken dakikalarca kanamanın durmasını, en azından yavaşmalasını bekledim umutsuzca. Küçük depoda hıçkırıklarım yankılanıyor, kendi kendime konuşuyordum.

"Dur artık! Kanama! Bu gidişle kansızlıktan ölecek. Changbin... ne olur uyan... Yalvarıyorum kanamasın artık. Changbin? Uyan, ne olur uyan!"

Hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim. Ne deney üssünde, ne de başka bir yerde. Göz yaşlarım teker teker betona damlarken canım yanıyordu. Onu korumak için onca şey yaptıktan sonra kaybedemezdim. O olmadan bu siktiğimin dünyasında yapayalnızdım.

"Haksızlık bu!" Sesim küçük depoda yankılandı.

Evet, haksızlıktı. Onca acıdan sonra, kurtuluş umuduyla geldiğimiz yerde... Böyle bitemezdi!

"Ağlama." diyen sesini duyar duymaz gözlerine baktım. Kapalıydı gözleri. Sağ elini halsizce kaldırıp omzuna bastırdığım elimi tuttu. "Ağlama." dedi tekrar.

"Aptal! Beni yalnız bırakmayı aklından bile geçirme!"

Yüz ifadesinde bir değişiklik olmazken fısıldadı. "Böyle yaşamanın bir anlamı yok zaten. Belki de bizim için tek kurtuluş ölümdür."

Gözlerim büyüdü ve kendimi tutamayarak sert bir tokat geçirdim yanağına. Bu sayede gözleri açılmıştı.

"Sakın," dedim tıslarcasına. "Sakın bir daha ölmekten bahsetme."

Baygın bakışlarla bana bakıp, "Elin her zamanki gibi ağır." dedi ve minik bir tebessüm yerleşti dudaklarına.

Kazağın koluna yanaklarımı sildim. "Bir daha bayılırsan yine vururum." dediğimde dudakları biraz daha yukarı kıvrıldı. Onun gülümsemesi beni de gülümsetmişti.

Kanama yavaşlayana kadar onun uyanık olduğundan emin olmuştum. Sonrasında yarayı temizleyip sardım ve kazağını giyinmesine yardım ettim. Kolilerin üzerine uzanmasını sağladıktan sonra rahatlamıştım. Şimdilik güvendeydi.

Şimdilik.

Sırtımı duvara yaslayarak biraz dinlendim. Son bir saat benim için çok stresli ve yorucu geçmişti. Ben dinlenirken Changbin'in gözleri üzerimdeydi. Kendinde olduğu için gülümsedim, karşılık olarak o da gülümsemişti.

Midem açlıktan ağrımaya başlayınca elimi karnıma koyarak ofladım. En son sabah yemiştik ve saatler geçmişti. Çantada sadece bir paket bisküvi ve üç şişe su kalmıştı.

"Yürüyebilir misin?" diye sorsam da cevabını biliyordum.

"Hayır. Elimi zor kıpırdatıyorum."

"Tamam, o zaman ben gidip yiyecek ve içecek bir şeyler bulayım." diyerek ayağa kalktım.

"Gitme." Ona baktığımda ciddi bir ifadeyle, "Tehlikeli. Ya geri gelemezsen." demişti.

"Seni bu hâlde bırakıp asla ölmem. Merak etme."

Merdivenleri hızlı adımlarla tırmandıktan sonra kapıyı kendime çekerek açtım. Sessiz olmaya dikkat ederken gözlerimi markette gezdirdim. Kimse yoktu ve vurduğum asker öylece yatmaya devam ediyordu. Başının etrafında biriken kanları ve kan kokusunu görmezden gelerek ona doğru ilerledim. Önce yere bıraktığım silahı aldım, sonra da askerin üzerini aradım. İki kutu mermi ve başka bir silah daha bulunca tebessüm ettim. Bu iyiydi. Artık eskisi kadar savunmasız değildik en azından.

Marketin kapısına ilerleyip dışarıyı kolaçan ettim. Hava aydınlanıyordu, yorucu gece bitmişti sonunda. Ortalıkta kimse görünmediği için temkinli bir şekilde dışarı çıktım. Hava daha da soğumuştu sanki, üzerimdeki kazak beni ısıtmaya yetmiyordu. Keşke diğer dünyadan geldiğimizde üzerimizde olan montları bir önceki şehirde bırakmamış olsaydık. Aceleyle evden kaçtığımız için almayı unutmuştuk.

Pansuman malzemelerimiz yakında bitecekti. Ayrıca kıyafete de ihtiyacımız vardı. Chanbin'in şu an giydikleri kirlenmişti, yara mikrop kapabilirdi. Ve hâlâ yiyecek sorunumuz vardı.

Acaba askerlerin kaldığı yeri bulup onların yemeklerini mi çalsaydım?

Titreyen bacaklarıma küfür ederek en yakındaki apartmana girdim. Karnım açtı ve hiç dinlenmediğim için vücudum güçsüzdü. Yüksek ihtimalle bacaklarım ağrıyordu ama hissetmiyordum. Bu hâldeyken zamanı durdurmak intihar olurdu. Askerlerin arasına da öylece dalamazdım.

"Sikeyim." diye fısıldadım. Merdivenleri dikkatle çıkarken gözlerimi hızla etrafta gezdiriyor ve birisi var mı diye bakınıyordum.

Evlerden birine girip kapıyı arkamdan kapattım. Kimsenin olup olmadığını kontrol ederken, daha önce girdiğimiz evlere kıyasla daha düzenli olduğunu fark etmiştim. Kaşlarımı çattım, şu an evde kimse yoktu ama burayı birisi kullanıyor olabilirdi. Belki de dünkü patlamadan sorumlu olan isyancılardan biriydi.

Ah, isyancılar. Onlarla da karşılaşmamalıydım. Dertlerinin ne olduğunu bilmiyordum ve bize iyi davranacakları kesin değildi. Üstelik birbirimizi anlamayacaktık bile.

Mutfağa girip dolaplara bakınca içindeki konserve, yoğurt ve süt kutularını gördüm. Evet, burayı kesinlikle birisi kullanıyordu ve tahminimce dikkat çekmemesi için evin kapısını açık bırakmıştı. Ya da anahtarı yoktu. Bunlardan başka bir açıklama bulamıyordum.

Sırtımdaki çantaya aceleyle kutuları doldurdum. Hepsini almamıştım, sonuçta bunları bulmak kolay değildi. Burada ne halt döndüğünü bilmesem de kimsenin aç kalmasını istemiyordum.

Vay be, dedim içimden. Önceden olsa umursamaz, hepsini doldururdum. Sanırım biraz daha iyi bir insan olmuştum.

Her an evin sahibi gelebileceği için buradan hemen çıkmam gerekiyordu. Dış kapıyı açarak apartmandaki sessizliği dinledim bir süre. Kimsenin olmadığına karar vererek kapıyı açık bırakıp çıktım.

Apartmandan çıktıktan sonra birkaç dakika yürümüş, görüş açıma giren eczaneyle birlikte adımlarımı hızlandırmıştım. Pansuman malzemelerini bulmak on dakikamı almıştı. Bizi uzun süre idare edecek kadar alıp eczaneden de çıktım.

Yağmur yağmaya başlamıştı ve gökyüzü kara bulutlarla kaplıydı. Yüzümü yalayıp geçen yağmur damlalarını umursamadan iki katlı bir eve girdim. Burada da kimse olmadığını anlayınca salondaki koltuklara oturup arkama yaslandım. Çantadaki konservelerden birini çıkarıp içinden çıkan plastik kaşıkla yemeye başladım.

Bir süre dinlendikten sonra yatak odasına girip kıyafetlere baktım. Sanırım burada yalnızca orta yaşlı bir adam yaşıyordu daha önce. Sadece sıkıcı renklerdeki takım elbiseler ve tuhaf pijamalar vardı. Changbin bunları asla giyinmezdi. Zor beğeniyordu ve bunları giyinmektense o kirli kazakla kalmayı tercih ederdi.

Renkli gömlekleri esgeçerek beyaz gömleği elime aldım. Birkaç saniye baktım ve Changbin'e olup olmayacağını anlamaya çalıştım. Biraz bol olurdu sanırım. Katlayıp çantaya koydum. Dolaba bakmaya devam ettiğimde kalın bir mont bulmuş ve sevinmiştim. Changbin bunu giyinebilirdi.

Banyoya girdim. Duvara sabitlenmiş dolabı açtığımda karşıma bir makas çıkmıştı. Bir elim saçlarıma giderken makası aldım. Neredeyse belime gelen saçlarımı çok seviyor olsam da biraz kısalması gerekiyordu ve bu iyi bir fırsattı.

Yüzüme bulaşan kanı yıkadıktan sonra kestim saçlarımı. Daha önce de kendim kestiğim için sorun olmamıştı. Omuz hizamda kısalttığım saçlarımı tokayla ensemde topladım. Birkaç tutam tokadan kurtulup yüzümde yerini edinirken aynadaki yansımama son kez baktım ve banyodan çıktım.

Çantayı sırtıma taktıktan sonra montu koluma asarak son kez işime yarayacak bir şey var mı diye baktım. Gözüme ilişen battaniyeyi de mont gibi koluma astıktan sonra boştaki elime silahlardan birini aldım.

Evden ayrılır ayrılmaz hızlı ama temkinli adımlarla markete ulaşmıştım. Depoya inen kapıyı itip merdivenlerden inmeye başladım. Changbin görüş açıma girdiğinde sağ elini kaldırarak bana doğrulttuğu gördüm. Ne olduğunu anlamadan bir güç beni sertçe duvara çarpmıştı.

Elimdekiler yere düşerken nefesim kesilmiş ve yere düşmüştüm. Bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordum. Beni bir kere de duvara çarpsa bayılabilirdim.

"Kimsin bilmiyorum, bu dediklerimi de anlamıyorsun ama defol git buradan." Yorgun sesiyle konuştuğunda ellerimden destek alarak oturdum.

"Kör oldun herhalde." diyerek üzerimi silkeledim. Sol kolumu sert çarpmıştım ve muhtemelen moraracaktı. Acı hissetmediğim için şanslıydım.

"Sen miydin?" Şaşkın sesini duyunca başımı salladım. "Saçların... tanıyamadım. İyi misin?"

"Acı hissetmiyorum, sorun yok." dedikten sonra kalkıp montu ve battaniyeyi de aldım. "Yemek buldum ama önce üzerini değiştirelim."

Yanına oturup onun da oturmasına yardım ettim. Kazağını çıkardıktan sonra üzerinde kuruyan kan lekelerine baktım. Çantadaki şişelerden birini aldım ve Changbin'in ellerini tutup boşluğa çektim. Suyu dökerek kan bulaşan ellerini yıkadım. Sonrasında elime su döküp yaranın etrafındaki kan lekelerini temizlemiştim.

"Sana yük oluyorum." diyince ters ters baktım ona.

"Yine tokatlanmak istiyorsun galiba."

Kıkırdadı ve sağ elini yüzüme dökülen saçlarıma götürdü. Kalp atışlarım hızlandı ve kelebekler yine ortaya çıktı. Gözlerimi çantadan çıkardığım gömleğe çevirdim.

"Saçların yakışmış."

Saçımdaki elini çekerken, "Çok konuşma da giyin şunu." demiştim. Sol kolunu kıpırdatmamaya çalışarak gömleği ve montu giydirdim. Fermuarını çektikten sonra üşümeyeceğinden emin olmuştum. Yüzüne baktığımda şaşkınlıkla bana baktığını fark ettim. "Ne oldu?" diye sordum.

"Yanakların..." diyince elimi yanağıma koydum. "Kızarmış. Utanabildiğini bilmiyordum."

"Canın dayak istiyor herhalde." dediğimde gülerek, "Sustum." dedi.

Konservelerden birini ona uzattım. "Kolumu oynatamıyorum." diyince benim yedirmem gerektiğini anlamıştım.

Konserveyi açtıktan sonra plastik kaşığı paketten çıkardım. Küçük kaşığa garip kahverengi renkli, bulamaç gibi duran ama lezzetli olan yemekten biraz alarak uzattım. Ona yedirirken bir yandan da şu saçma pembe dizilerden bir sahneyi canlandırıyormuşuz gibi hissetmiştim. Hani, ana karakterlerden birisi yaralanır -genelde araba çarpar- ve diğer ana karakter de onunla ilgilenir ya. Öyle hissetmiştim işte.

Bulunduğumuz durum aklıma gelince, o dizilerden ne kadar uzak bir hayatımız olduğunu hatırladım ve aklımdakileri Changbin ile paylaştım.

"Başka bir şekilde karşılaşmış olsaydık, mesela ikimiz de iyi ailelerin çocukları olarak okulda veya çalıştığımız yerde tanışsaydık. Sıradan insanlar olarak yani. Ne olurdu sence?"

Çiğnemeyi bitirip ağzındaki yutunca, "Daha mutlu olurduk." dedi. Bir kaşık daha verdim ona.

"Neden? Böyle mutlu olamaz mıyız?"

"Oluruz ama o zaman olacağımız kadar değil. Çok şey yaşadık ve yaşamaya da devam edecek gibiyiz. Eğer öyle olsaydı, acı çekmemiş olurduk ve bu sayede daha mutlu olabilirdik."

İç çekerek biten konserveyi yere bıraktım ve yarısı boşalan şişenin kapağını açtım. Changbin'e verdiğimde şişeyi bitirmişti.

"Gerçekten güzel olurdu. Lisede olduğumuzu düşünsene." dedim.

Gülümserken, "Sen kesin dolabıma aşk mektupları bırakır, benden hoşlanan kızları döverdin." demişti.

"Bilmem." diye mırıldandım. "Lisede işler nasıl yürüyor bilmiyorum. Silah sokmaya falan izin veriyorlar mı acaba?"

"Ne?" dedi şokla. Neden şaşırdığını anlamamıştım. "Neden silah sokasın ki?"

Omuz silktim. "Dövmek yeterli gelmedi."

Beş altı saniyelik sessizlikten sonra gülmeye başladı. Sağ eliyle elimi tutarken, "Silahla bir işimiz olmazdı ki. Ayrıca bıçak sokmak bile yasak." dedi.

"Hmm... Anladım." dediğimde esnemişti. "Uyumak ister misin?" Başıyla onaylayınca montunun kapüşonunu başına geçirerek uzanmasına yardım ettim. Battaniyeyi de üzerine örttüğümde tatmin olmuştum, şimdi üşümesi mümkün değildi.

Ayak ucuna geçip sırtımı duvara yasladım ve kollarımı göğsümde bağladım. Gözlerimi kapattığımda uyumaya hazırdım. Daha önceden alışkın olduğum için, en ufak seste uyanacağımı biliyordum. Muhtemelen birisi deponun kapısını açar açmaz alnında bir delik açardım.

Ne kadar geçti bilmiyorum, uykuya dalmak üzereydim. Tanıdık bir güç, duvara fırlatmasına kıyasla daha nazikti, beni yerde hafifçe sürüklemeye başladı. Sadece iki saniye sonra ise Changbin'in yanına uzanıyordum ve battaniyeyi benim de üzerime örtüyordu. Kendisi de uzandıktan sonra elimi tutmuştu.

Uyanık olduğumu belli etmesem de, içimde bir yerlere kelebekler çıldırmış gibiydi.

Liseli Changbin :') of ya kendi yazdığım karakterlere üzülüyorum resmen. Keşke lisede olsaydınız bebeklerim, çok özür dilerim böyle bir kitap yazdığım için 😭

Kontrol ettim ama gözümden kaçmış olabilir, yazım yanlışları için özür dilerim.

Beni/emeğimi görmezden gelmeyip yorum yapan ve beğenen herkese çok teşekkürler, hepinizi kocamaaan öpüyorum 😚💕💕

Continue Reading

You'll Also Like

77.4K 8.1K 32
Bir deniz fenerini izleyerek hayallere daldık. Bir gün bu evden, bu cehennemden kurtulacağımıza inandık. Başta yardım istedik o fenerden. Ama tüm umu...
83.4K 6.2K 18
"Gülümsediğinde gözlerinin kaybolmasını seviyorum." [Lise hayatımın sıradanlığı, beden dersinde çıkan kavgayla bozuldu. Artık her yerde kaos vardı, ç...
414 85 10
𓇿 𖦹 🌱 ⋆ Deli olduğumu söylediler... umarım öyledir. 𓄹 başlangıç :: 080622 𓄹 bitiş :: 050722
261K 19K 28
"Burdayım güzelim, seninleyim." Hayatımın, oldum olası tuhaflıklardan ibaret olması sebebiyle, sen de tuhaf bir şekilde giriş yapmıştın hayatıma. Öyl...