Chronosaurus | Changbin

Von cileklisut00

42.2K 4.4K 5.3K

[Ne kadar üzgünsen o kadar mutluyum. Ne kadar incindiysen o kadar eğlendim.] Ülkenin her yerinde, neredeyse h... Mehr

⚠️⚠️⚠️
GİRİŞ
1
2
3
4
5
6
7
8
9
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21×FİNAL

10

1.6K 196 383
Von cileklisut00

Kemerlerinizi bağlayın, fazla olaylı bir bölüm sizi bekliyor.

Changbin tereddüt etmeden arkasına döndü ve ellerini kaldırarak arkamızdaki arabayı yoldan çıkardı. Dikiz aynasından kontrol ettiğim esnada arabanın ters döndüğünü ve birkaç saniye sonra patladığını gördüm. Turuncu alevler ve siyah duman arkamızda kalırken gözlerimi tekrar yola çevirdim.

Changbin tekrar yerine yerleşerek iç çekti. "Daha ne kadar böyle yaşayacağız? Buraya huzurlu bir hayat için geldik ama eskisinden beter hâldeyiz şimdi. Kimsemiz yok."

Başım dönmeye başlamıştı, çok yorgundum. Arabayı durdurup başımı arkama yasladım.

"Neyin var?" diye sordu Changbin endişeyle.

"Biraz yoruldum sadece. Beş dakika dinlenelim."

"Olmaz, bu hâldeyken araba kullanmana izin veremem. Yer değiştirelim." diyince başımı olumsuz anlamda salladım.

"İyiyim ben. Sürebilirim." dediğimde arabadan inip kapımı açtı.

"İnat etme de kalk işte." derken kolumdan tutup kalkmam için çekiştirdi. Daha fazla direnmedim ve dediğini yaparak indim. O sürücü koltuğunda ayarlama yaparken, az önce oturduğu koltuğa geçerek arkama yaslandım ve gözlerimi kapattım bu yüzden. "Kemerini tak." diye uyardı. Gözlerimi aralayarak kemeri taktığımda araba hareket etmişti.

Direksiyonu tutan ellerine ve kasılan kollarına baktım. Tebessüm ederek kolunda gezdirdim parmaklarımı. "Baya kasın varmış." dediğimde elimi itti ve dokunmama izin vermedi.

"Ne yapıyorsun ya? Yola odaklanmam lazım." Beni azarlasa da pek umurumda değildi. Kollarımı göğsümda birleştirirken onu izlemeye devam ettim.

"Dikkatini dağıtacak bir şey yapmadım ki."

"Varlığın yetiyor."

Kaşlarımı çatarken, "Pardon?" demiştim. "Rahatsız mı oluyorsun burada olmamdan?"

"Yok daha neler." dedi bir saniyeliğine bana bakarak.

"O zaman ne? Biri dikkatini dağıtıyorsa ona güvenmediğin ve düşmanın olduğun anlamına gelir."

Gözlerini devirdi. "Ya da o kişiyi seviyorsundur." dediğinde başımı umursamazca salladım. İtiraz etmekle uğraşamazdım, biraz uyumak istiyordum.

Ne kadar sürdüğünü bilmiyordum fakat uyandığımda kendimi daha zinde hissediyordum. Güneş batmıştı ve şehir de görünüyordu artık.

"Bakalım burada bir şey bulabilecek miyiz?" diye mırıldandım. 

"Uyandın mı?" Başımı salladım ve gözlerimi ovuşturup üzerimdeki uyuşukluğu atmaya çalıştım. "İyi misin şimdi?"

"Ben hep iyiyim." dediğimde gülerek gözlerini devirdi.

Şehre girer girmez üzerimize ateş açıldı. Ön cam çatlayıp yüzümüze doğru patlayınca Changbin ani fren yaparak arabayı durdurdu. Kollarımı yüzüme siper etmiştim, sanki kendimi hem cam parçalarından hem de kurşunlardan koruyabilirmişim gibi.

Emniyet kemerimi açtıktan sonra hemen Changbin'inkini de açtım ve önümüzdeki küçük boşluğa attık kendimizi. Kurşunlar, sadece bir saniye önce oturduğumuz koltuklara saplanırken yutkunarak başımı sağa çevirip Changbin'e baktım.

"Ne yapacağız?" diye bağırdı sesini duyurmak için. Tepemize kurşunlar yağarken ne yapabilirdik ki?

"Zamanı durduracağım!"

"Hayır!" İtiraz edince kaşlarımı çattım. Ne yapmamı istiyordu o zaman?

"Niye?!"

"Gücünü harcama! Başka bir çözüm olmalı!"

Hey, seni koruması gereken benim. Rolümü çalma.

Silah sesleri aniden kesilince nefesimizi tutmuş ve birbirimize bakmaya devam etmiştik. Adım sesleri duyunca gözlerim büyüdü.

Offf, silahım olsaydı hepsinin içinden geçerdim. Gerçi gücüm benim silahımdı ama Changbin izin vermiyordu kullanmama.

Bir dakika, ondan izin alan yoktu ki.

Parmağımı şıklatarak zamanı durdurduğumda tüm sesler kesildi. Yerimden çıkarak koltuğa oturdum ve durumumuza baktım. Ellerinde silahlarla, yaklaşık on beş kişilik asker grubu bize doğru geliyordu. Aramızda on adım anca vardı.

Kaçmalıydık, hemen.

Arabadan inip Changbin'in tarafına geçerken bir yandan da hareket eden biri var mı diye bakınıyordum. Diğer dünyada olanlardan sonra hiçbir zaman gardımı düşürmemem gerektiğini zor yoldan öğrenmiştim. Hatta bacaklarımdaki yaralar da bunun eseriydi.

Arabanın kapısını açıp Changbin'e dokunduğumda korkuyla bağırıp bana döndü. Beni görünce elini kalbine koyup gözlerini kapatmış ve bir dakika boyunca derin derin nefes almıştı.

"Pardon, korkutmak istememiştim." diyip sakinleşmesini bekledim.

"Sana gücünü kullanma demiştim." diyerek kalktı ve arabadan indi. Askerleri gördüğünde, "Bu durumdan başka türlü kurtulamazdık." demiştim.

Cevap vermedi. Arka koltuktaki çantayı sırtıma geçirdim ve askerlerin yanından geçip ilerlemeye devam ettik. Saklanacak iyi bir yer bulmalıydık.

Bu şehrin de diğerinden farkı yoktu. Dükkanların camları kırılmış, arabalar hurdaya dönmüştü. Yer yer kan izleri görmek bizi şaşırtmıyordu artık. Ortalıkta tek bir kişi bile yoktu, terk edildiği -daha doğrusu, terk ettirildiği- oldukça barizdi.

"Ah, aklım nerede benim?" diye mırıldandı Changbin ve sırtımdaki çantayı aldı.

"Ben taşırdım." dediğimde, "Yaralısın." demişti. Gülümsedim.

"Seni ilk gördüğümde ne düşünmüştüm biliyor musun?" diye sordum. Bana bakarak devam etmemi bekledi. "Huysuz, her şeye itiraz eden ve yaşına göre büyük davranmaya çalışan bir çocuk olduğunu. Ama yanılmışım. Zaten yaşından daha olgunsun ve yanındaki insanlara karşı çok düşüncelisin. Senden bir şeyler öğrenmem gerekiyor sanırım."

Gülümseyince şaşırdım, buraya geldiğimizden beri ilk defa bu kadar büyük gülümsemişti. Diğerleriyle birlikteyken sık sık güldüğüne veya şakalaştığına şahit olmuştum. Şimdi çocuklar yokken onu gülümsetebilmem kendimle gurur duymamı sağlamıştı.

Biraz daha yürüdükten sonra sağlam görünen bir apartmana girdik. Kapıların çoğu açıktı. İkinci kattaki dairelerden birini kolaçan edip burada dinlenmeye ve saklanmaya karar verdik. Dış kapıyı iyice kilitleyip açılmaması için arkasına birkaç mobilya yığdıktan sonra zamanı akıttım.

En içteki odalardan birine, oturma odasıydı, geçtik. Pencerenin dibine, sırtımızı duvara yaslayarak yan yana oturduk. Dışardan görülmemek için böyle oturmuştuk. Sessizce bizim ortadan kaybolduğumuzu anladıklarında olacakları bekledik.

İki üç dakika sonra bağrışmalar ve emir verir gibi kesin sesler, koşuşturma sesleri sokaklarda yankılanmaya başlamıştı. Şaşkın olmalılardı.

Dizlerimi kendime çekerek kollarımı etrafına sardım. Böyle hiçbir şey yapmadan oturunca yalnızlık daha belirgin oluyordu. Changbin'in de dediği gibi, daha ne kadar yaşamak için savaşmamız gerekecekti? Tamam, adrenalini ve kovalanmayı seviyordum. Eskiden olsa halimden fazlasıyla memnun olurdum fakat şu an diğerlerinin nerede olduğunu düşünmekten başka bir şey yapamıyordum.

Changbin kolunu omzuma koyup beni kendine çekince başımı omzuna yasladım.

"Birlikte kurtulacağız." diye fısıldadı. Sanırım o da benim gibi düşüncelere dalmıştı. Arkamızdan gelen kalın erkek sesleri ve adım sesleri birbirine karışırken endişeliydim.

"Pansuman yapalım mı?" diyen yanımdaki bedenle düşüncelerimi zihnimin gerilerine ittim. Başımı omzundan kaldırdığımda kolunu omzumdan çekip önüme geçti. Ben pantolonumu sıyırırken o da çantadan malzemeleri çıkarmıştı. Sargıyı açtım ve kanamadığını fark ederek rahatladım.

Changbin ciddiyetle pansuman yaparken onu izledim. O olmasa buraya gelir gelmez ölürdüm. Diğer dünyada bir sürü tehlikeli şey yapmıştım ama hiç bu kadar yakın hissetmemiştim ölümü.

Ay ışığının aydınlattığı odadaki tek ses sargı bezlerinin çıkardığı küçük hışırtılardı. İşini bitirince pantolonumun paçalarını yavaşça aşağı çekmişti. Eşyaları çantaya doldurmaya başladı. Tepkisini merak ettiğim için, "Susadım." diye fısıldadım.

Gözlerini çantadan çekerek bir saniyeliğine bana baktı. Ne düşündüğünü çözemesem de hemen sonrasında çantayı bırakıp yavaşça ayağa kalmıştı.

"Sular akıyor mu diye bakayım." diyerek içeri gittiğinde kalbimde minik hareketlenmeler olmuştu. Sorgusuz sualsiz benimle ilgilenmesi hoşuma gidiyordu.

Bir dakika sonra elinde bir bardak suyla yanıma gelmişti. Eski yerine oturmadan önce bardağı bana verdi. Bardaktaki suyun hepsini içtikten sonra elimin tersiyle dudaklarımı kuruladım ve bardağı parkenin üzerine bıraktım.

"Eğer olur da buradan kurtulur ve istediğimiz hayata başlarsak, ne yapmak istiyorsun?" Fısıltısı kulaklarıma dolunca arkama yaslandım ve bacaklarımı uzattım.

"Sizinle takılırım diye düşünüyordum fakat şu an sadece ikimiz varız." dediğimde iç çekti. "Sen ne yapmak istiyorsun?"

"Hmm... Huzurlu bir hayat yaşamak istiyorum. Bir de aile kurmak. Aile olmanın nasıl hissettirdiğini merak ediyorum."

Gülümsedim, çok tatlı ve şu anki durumumuza bakarsak epey imkansız bir istekti bu.

"Baba mı olacaksın? Hayal edemiyorum." dediğimde bacaklarımın üzerindeki elimi tutup kendi kucağına çekti.

İki eliyle elimi nazikçe tutarken, "Bilmem. Anne olmak istiyor musun?" diye sordu.

Kaşlarımı çatarak ona çevirdim başımı. "Benimle mi aile kuracaksın?" Hayretle sorduğumda bakışları ellerinin arasında küçük kalan elimdeydi.

"Senden başkasını yanımda hayal edemiyorum."

Bunu beklemiyordum. Yani tamam, iyi anlaşıyorduk ve birbirimize değer veriyorduk. Fakat bana gelecek planlarında sadece eski bir arkadaş olarak yer vermek yerine, hayatının merkezine oturtması çok garipti.

Karnımdaki garip hisle boşta kalan elimi karnıma bastırdım. "Midemde bir şey var." diye mırıldandım.

"Ne? Hasta mı oldun?" Endişeli sesini duyduktan hemen sonra elimi daha çok sıkmıştı.

"Bilmiyorum, hasta gibi değil de... Nasıl desem?"

"Kelebekler mi?"

"Hm?"

"Aşık olduğunda insanın midesinde kelebekler uçuşurmuş ya. Sen de bana aşık olmayasın?" Gülerek söylediklerine karşılık gözlerim büyüdü.

Doğru tanım buydu. Kelebekler vardı midemde.

Kaşlarımı daha da çattım ve elimi ellerinin arasından çektim. "Aşık falan değilim kimseye."

"Tamam, bir şey demedim." dedi. Bir süre ikimizden de ses çıkmadı ve dışardaki koşuşturmayı dinledik.

Changbin sessizliği bölen kişi olmuştu. "Bende de var."

"Hm? Ne var?"

"Kelebekler."

Başımı ona çevirdiğimde bana gülümseyerek bakıyordu. "Neden ben?" diye sordum. "İstediğin huzurlu hayatı sana veremem. Garip alışkanlıklarım var, biliyorsun."

Tam o anda odaya bir ışık doldu. Gözlerim korkuyla büyüdü ve sadece bir saniye sonra müthiş bir gürültü kulaklarıma doldu. Zemin sallanırken pencereler cızırdamıştı. Changbin beni kolunun altına alarak sıkıca sarıldığında refleks olarak gözlerimi kapattım ve bana sarılan kollara tutundum güç bulmak istercesine.

Sarsıntı kesildiğinde bile uzun süre bırakmamıştık birbirimizi. Gözlerimi yavaşça aralayarak baktım, oda bıraktığımız gibiydi. Pencerelerin sağlam olması bile mucizeydi.

"Bu neydi?" dedi Changbin.

Kolunun altından çıkarak dizlerimin üzerinde yükseldim ve pencereden dışarı baktım. Bizden uzak bir yerden alevler yükseliyordu. "Bomba fakat hiç böylesini görmemiştim." diye fısıldadım. "Belki de şehir terk edilmemiştir. Bir grup isyancı hâlâ burada olmalı. Gerçi isyan edip etmediklerini de bilmiyoruz."

"Buradan gitmeliyiz."

Gözlerimi yanan binadan çekip yanımdaki bedene çevirdim. Şu an ortalık çok karışıktı ve bu bir fırsattı. Başımla onaylayarak ayağa kalktım.

Çantayı sırtına taktıktan sonra, "Önce yemek bulalım. Sonra gideriz." dedi.

"Tamam ama çok dikkatli olalım. Yakalanırsak hiç affetmez öldürürler bizi."

Kapının önüne yığdığımız mobilyaları çekip dikkatlice dışarı çıktık. Changbin önden ilerleyerek apartmanın kapısını sessizce araladı ve kimse var mı diye baktı. Bütün askerler patlamanın olduğu yere gitmiş olacak ki burada kimse yoktu.

Changbin elimi tutunca irkildim fakat o fazlasıyla odaklanmıştı. Elimden çekiştirmeye ve yavaşça yürümeye başladı. O önümüzü kolaçan ettiği için ben de arkaya bakarak biri var mı diye kontrol ediyordum.

Eziyet gibi gelen birkaç dakikanın sonunda bir markete girmiştik. Raflar boşalmıştı ve her yer dağınıktı. Changbin elimi bırakarak marketin içlerine ilerlerken, "Ben depoya bakacağım." diye ona haber verdim. Başını sallayınca ağır kapıyı ittim ve aşağı inen merdivenleri gördüm.

Elimle duvarı yoklayıp lambayı yaktığımda merdivenler ve aşağısı daha net görünmüştü. Dikkatli bir şekilde basamakları inerken tetikteydim ve en ufak seste zamanı durdurmaya hazırdım.

Alt kata ulaşınca gözlerimi hızlıca küçük depoda gezdirdim. Birkaç koli dışında hiçbir şey yoktu. Kolilere ilerleyip açtım ve boş olduklarını görünce sinirle tekmeledim.

"Siktiğimin dünyasında neden yiyecek hiçbir şey yok?!" diye sinirle söylendiğimde sesim depoda yankılanmıştı.

Bıkkınlıkla merdivenlere ilerledim ve yukardan gelen silah sesiyle yerime çakılıp kaldım.

"Changbin..." diye mırıldanarak telaşla merdivenleri tırmandım. Kapıyı kendime çekip açtım ve hızla marketin içine yürüdüm.

Bir asker görüş açıma girerken karşısında yere düşmüş olan Changbin'i gördüm. Eliyle kalbini tutuyordu ve parmaklarının arasından kan sızarak yere damlıyordu.

Vücudumdan bir elektrik geçti. Her yerim uyuşurken gözlerimi Changbin'in gözlerine diktim. Hızla nefes alıp veriyor, öfkeyle askere bakıyordu. Yüzünü acıyla buruşturup elini biraz daha kalbine bastırdı.

Asker sakin adımlarla, silahını ona doğrultmaya devam ederken yaklaştı. Silahı Changbin'in alnına dayadığında gülümsedim ama mutluluktan değildi.

Sinirden deliye dönmüştüm.

"Hey." dediğimde ikisi de şaşırarak bana baktı. Parmağımı şıklatarak onlara doğru ilerlerken, attığım her adımda yüzümdeki gülümseme büyüyordu. Zaman durduğu için gözlerini bile kırpmadan az önce olduğum yere bakıyorlardı.

Yumruklarımı sıkarak sakinleşmeye çalıştım. Zihnimde bin türlü işkence senaryosu dönüyordu ama bununla vakit kaybedemezdim.

Askerin elindeki silahı alırken, "Götüne sokmadığıma dua et." dedim. Silahı alnına yaslar yaslamaz zamanı akıttım. Dehşetle bana bakan askeri tereddüt etmeden vurduğumda yere yığılmıştı.

Hızla Changbin'in yanına oturup silahı bıraktım. Gözlerim dolmaya başlamıştı. "Changbin?" diye titreyen sesimle sorduğumda acıyla inleyerek elini biraz daha bastırdı.

"Bir şeyim yok." derken bile sesi acı çektiğini bağırıyordu.

Ellerimi elinin üzerine koyduğumda yanağımdan süzülen göz yaşının sıcaklığını hissettim. Kalbim yanıyordu sanki. Ne yapacağımı bilemiyor, titremeye başlayan vücudumu bile sakinleştiremiyordum.

"Ağlama." dedi.

Daha fazla ağlamak istedim.

O değil de her şey Nemesis'in rüyası olsa ve uyandığında hâlâ deney üssünde yaşayan bir denek olsa... beni döversiniz galiba.

Merak etmeyin, öyle bir şey yapmayacağım pwzlndrnzhgrtc

Küçük bir uyarı; Changbin baş rollerden biri diye ölmeyeceğini düşümek gibi bir gaflete düşmeyin ki hayalkırıklığı yaşamayasınız ;)

Peki bu dediklerim öleceği anlamına mı geliyor?

Elbette hayır.

Ya da... Bilmem. Sizce?

İlk defa pislik yapıyorum çok hoşuma gitti :)))

Hesabıma girip diğer kitaplarıma da bakarsanız beni çok mutlu edersiniz 🥺 sizi seviyorum 💜💜

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

36.7K 3.1K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !
159K 16.8K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
12.5K 860 28
●○TAMAMLANDI○● >> /Başlangıç tarihi=04.04.2020 \Bitiş tarihi=21.05.2020 !!UYARI!! Ana karakterler B×G
493K 56.4K 33
alfa jungkook, en yakın arkadaşının kardeşi olan omega taehyung'a deliler gibi aşıktı.