duygu terörü

87 10 1
                                    

Jongdae hızlı adımlarla evden çıktığında sürekli saatine bakıp duruyordu. Normalde adımları bile fil gibi sessizken şimdi ise asker gibi yere vura vura yürüyordu. Kendine itiraf edemese de gergindi. Nasıl flört edilir bilmiyordu ve sanki metroda flört etmesi gerekiyor gibi hissediyordu. Akşam sevgilisi olacaktı. Bu kadar planlı olması garipti ama başka türlü nasıl olacağı hakkında uzun uzun düşünmemişti. Peki ya kendisi Jongin'den hoşlanıyor muydu? Başta, hayır. Jongdae'ye açılana kadar pek de haz ettiği söylenemezdi ama olan biteni merak ediyor; her hareketini, her mesajını da merakla bekliyordu.

Bu düşüncelerle birlikte metroya vardığında asansör ile turnike bölgesine inmişti. Saat erken olmasına rağmen geç kalma riskini almak istemediğinden 10 dakika erken varmıştı. Külüstürden hallice s3 minisini, göz bebeğini açıp şarkı dinlemeye başlamıştı kulaklığını takıp. Sürekli başka tür müzik dinlediğinden ruh hali sabit değildi. Bunu seviyordu yine de.

Metro kapılarını açtığında Jongdae gergin adımlarını yöneltmişti metroya. Aynı yere oturup yanına da çantasını koymuştu. Metronun kapıları kapanıp hareket ettiğinde Jongdae telefonunun ön kamerasını açıp çantasıyla birlikte fotoğrafını çekmişti gülümseyerek. Henüz iki şarkı dinlemişti ki Jongin'in bineceği durağa geldiklerinde önce oturduğu yerde oturuşunu düzeltip sırtını dikleştirse de çok hevesli görünmemek için tekrar oturduğu yerde kayıp başını arkaya yaslamıştı. Jongin gelmeden birinin yanıma oturma riskine karşın elini çantasına atmıştı, "Yanım dolu." diyormuş gibi.

Jongin elleri hırkasının cebinde ıslık çalarak girmiş, Jongdae'yi görünce bütün dişlerini göstererek gülmüştü. Çantasını yanından kucağına alırken Jongin düzgün bir şekilde Jongdae'nin yanına oturmuştu. "Tekrar, günaydın." demişti Jongdae gergin bi sessizliğin oluşmaması için. En korktuğu şey aralarındaki sessizlik oluşmasıydı. Jongin yüzüne bakıyordu. "Günaydııın." dedi sesini incelterek. Jongdae gülümseyerek çantasının içinden folyoya sardığı sandviçi çıkarıp Jongin'e uzatmıştı. "Kahvaltı etmedin, değil mi?" Jongin kaşlarını çatmış, şaşkın bir şekilde sandviçe bakmıştı kısa bir süre. Daha sonra kaşlarını kaldırıp dudaklarını öne doğru uzatarak Jongdae'ye gözleri dolu bir şekilde baktı. "Beni mi düşündün sen?" Jongdae de aynı Jongin gibi şaşırıp kaşlarını çatmıştı. "Abartma ya, ye hadi. Aç karna mandalina yenmez." Azarlar gibiydi daha çok ama Jongin'in ruh hali değişmemiş, sandviçini güzelce açmış ve gözleri dolu dolu bir ısırık almıştı sandviçten. O sırada Jongdae telefonunu tekrar çıkarıp ön kamerayı açıp Jongin'in de görünmesini sağlayarak gülümsemiş, bir fotoğraf çekmişti. Jongin hazırlıksız yakalandığı için ağzında lokmayla gülümsemişti. Jongdae fotoğrafa bakmak için açtığında Jongin'in suratını yaklaştırıp gülmeye başlamıştı. Jongin de gülmüştü. "At bunu bana." demiş ve yaklaşan okul durağını fark edip sandviçi ağzına tıkamış, çantasını bi omzuna takmış ve ayağa kalkmıştı. Jongdae'de ayağa kalktığında Jongin'in önüne geçmişti geçen olduğu gibi. Jongin Jongdae'nin yanına yaklaşıp gülümsemişti. "Teşekkür ederim. Ömrüm boyunca yediğim en güzel sandviçti." demişti abartarak. Jongdae sesli bir şekilde gülerek karşılık verdiğinde bütün vagon ona dönmüştü. Jongdae bu tepkiye yüzünü buruşturmuş, "Niye herkes mutlu olmamı bu kadar yadırgadı?" demişti homurdanarak. Bu sefer Jongin aynı şekilde gülmüştü tüm vagonun duyacağı şekilde. Ama Jongdae kadar etrafı umursamadı.

Metrodan indiklerinde bu sefer daha dikkatliydi adımlarında Jongdae. Üst basamakta Jongdae, altta ise Jongin vardı. Bu sefer yüzünü Jongin'den başka yere çevirmemişti. Yakın durmak istemişti. "Güreşelim gerçekten bir gün." dediğinde Jongin tekrar kısa bir kahkaha atmıştı. "Yağlı güreş mi?" dediğinde buruşturmuştu yüzünü Jongdae. Jongin'in aklına bir anda gelen şeyle Jongdae'nin kolunu tuttu. "Mandalina!" diye bağırıp hatırlatmak istemişti Jongin.
"Ne bağırıyorsun lan? Unutmadım, cebimde." deyip her iki cebinden birer tane mandalina çıkarmıştı. Soldakini Jongin'e vermişti. Diğerini kendi alıp soymaya başlamışlardı ve okulun kapısına varana kadar sessiz bir şekilde yiyerek yürümüşlerdi.

"Şimdi ayrılacak mıyız?" demişti Jongin Jongdae'nin elindeki mandalina kabuklarını da eline alarak çöpe atarken.
"E, öyle olacak biraz..." deyip başka bir yöne bakmıştı. Gereksiz duygusal bir an yaşamışlardı sadece sınıflara ayrılıyorlar diye. "Keşke aynı sınıflarda olabilseydik. Ya da aynı dönem. Birbirimizi daha çok görebilirdik o zaman." deyip ellerini cebine koymuş ve Jongdae'den bir tepki beklemişti. "Paralel evrenlerin birinde bu gerçekleşiyor olabilir. Yine de sınıflarımızın ayrı olması görüşmemizi engellemez. Bu bize bağlı." demişti yüzünü Jongin'e dönerek. O an Jongin'in daha duygusal düşündüğünü anlamıştı Jongdae. Tabii ki metroda sandviç için duygulandığını da unutmamıştı. Niye böyle biri diye düşünürken daha da merak etmişti onu. Jongin gülümseyerek kafa sallamıştı. İkna olmuştu, keyfi de yerine gelmişti. "Bize bağlı tabii. Hadi kaçtım!" deyip koşarak yanından gidince kaşları çatık bir şekilde şaşkınlık içerisindeki Jongdae'yi arkada bırakmıştı. Kafasını iki yana sallayarak sınıfa daha sakin bir şekilde yürümüştü. Garip hissetmişti. Ardından telefonuna gelen mesaj sesiyle önce irkilmiş, daha sonra sessize alıp mesaja bakmıştı.
"Akşam sakın kimseye söz verme."

Jongdae bir of çekerek sıraya oturmuş ve mesaja cevap vermişti.
"Tamam dedik ya"

SURVEY + #KAICHEN Where stories live. Discover now