çaylarrrr

164 14 10
                                    

En son konuşmalarının üzerinden birkaç hafta geçmişti. Havalar biraz daha soğumaya, insanlar da hastalanmaya başlamıştı. Islak bir gürültü sarmıştı şehri. Okulun bahçesi öyle boştu ki nöbet tutan güvenlik görevlisi uyuyakalmıştı.

Okulun içerisinde ders işleniyordu, Jongdae ise üçüncü katın penceresinden caddeyi izliyordu. Uykusu gelmişti ve derse kulağını vermiyordu. Yine o polarlardan birini giymişti. Bu sefer lacivert ve onun bedeninin iki beden büyüğü. Baskısız düz bir polardı. Ellerinin yarısını örtüyor, onu sıcacık tutuyordu.

Zil çaldığında herkesle birlikte ayaklanıp arkadaşlarının yanına gitmişti. İki arkadaşı vardı ve onlar da sevgililerdi. Yalnız hissettirmiyorlardı ve çok tatlılardı. Annesini ve babasını bile onları birbirine yakıştırdığı kadar yakıştırmıyordu.

Birlikte bahçeye inmiş nereye gideceklerine karar vermeye çalışıyorlardı. Genelde Jongdae'yi dinlerlerdi ama Jongdae pek lafa karışmadı. Her gün bu durgunluğunu soruyorlardı, ısrar ediyorlardı ama Jongdae havaların değişimi yüzünden hasta olduğunu ve burnunun tıkandığını öne sürüp beynine oksijen gitmediğini söyleyerek konuyu şakayla geçiştiriyordu. Tzuyu bu sefer geçiştirmesine fırsat bırakmadan Jongdae'yi kolundan tutup sarstı. "Bir şey oldu da söylemiyorsan burnundaki bütün hava kanallarını açar içine bali dökerim. Söyle çabuk, olmuş işte bir şeyler!" Bu ani çıkıştan Jongdae korkmuştu. Sana, gülmemek için yanaklarının içini ısırırken sevgilisinin yanında durup kafasını sallamıştı ona destek çıkmak için.
Jongdae nefesini verip kolunu kurtarmaya çalıştı. "Ama böyle sert davranırsan canım acır ben de sana küserim." Tzuyu kolunu bırakmış ve tatlı ama kızgın bir ifadeyle Jongdae'ye bakmaya devam etmişti. "Neredeyse 3 yıldır arkadaşız, böyle durgun olduğunda içim eriyor. Ne olduysa söyle bize..."
"Evet, hiç böyle mal gibi hareket etmezdin sen. Biri sana bir şey söylediyse hemen söylüyorsum bize biz de ona haddini bildiriyoruz." Sana gülümsetmişti Jongdae'yi.

Yağmur yavaş yavaş yağmaya başladığında önce gökyüzündeki bulutlara bakmış, sonra da arkadaşlarına dönerek, "Önce Press'e (*kafe) gidelim. Şiddetlenecek gibi duruyor." Jongdae'ye uyup hızlı hızlı, tentelerin ve binaların altından yürüyüp kafeye vardıklarınla yağmurdan az hasarla kurtulmuşlardı. İçeriye, her zamanki yerlerine geçmişlerdi. Çaylarını söyleyip konuyu çok dağıtmadan Jongdae'ye dönmüşlerdi.
"Unuttuk sanma." Sana kıkırdayıp kollarını masaya yasladı ve karşılarındaki Jongdae'ye yaklaştı.
Jongdae polarının boyun kısmını öne doğru çekiştirip düzeltti ve etrafa bakındı. "Sizce ben çirkin miyim?"
Tzuyu ve Sana, Jongdae'nin sorusuna şaşırmış, kaşlarını çatıp birbirlerine bakmışlardı. Tzuyu gülmeye başlayıp aynı şekilde Jongdae'ye yaklaştı. "Nereden çıktı bu? Gördüğüm en tatlı erkeksin." Jongdae ikna olmamış ve huzursuz bir şekilde kafasını sallayıp Sana'ya dönmüştü. Ondan da bir şeyler demesini bekliyordu.
"Şu tipe bak! Nasıl böyle düşünürsün sen, mankafa!" Jongdae'nin koluna uzanıp cimciklemişti. "Kim söyledi sana çirkin olduğunu?" Bunu kızarak söylemişti. Biri söylemiş olacak ki böyle morali bozuldu diye düşünmüştü.
"Kimse. Aynaya baktığımda görebiliyorum." Mırıldanır gibi söylemiş, gözlerini her ikisinden de kaçırmıştı. "Yalancı." Tzuyu kollarını bağlamış onu dinliyordu.
"Ya gerçekten, sürekli saklamak istiyorum kendimi. Konuşmak bile istemiyorum sesimi kimse duymasın diye." Morali öyle bozulmuştu ki bunu söylerken gözleri dolmuştu. Çayları geldiğinde bu sefer teşekkür etmemişti Jongdae. Hep ederdi. Arkadaşları gerçekten kendini sakladığını görmüşlerdi.
"Jongdae, çok güzelsin sen. Çok tatlı bir havan var ve kişiliğin öyle iyi ki bazıları kıskanıyor bile. Kim sana çirkin olduğunu söylüyorsa kıskanıyordur seni." Sana'nın söylediklerine Jongdae umutsuzca gülmüş ve ellerine bakıp konuşmuştu. "Jongin'in beni kıskandığını düşünmüyorum." Tzuyu, küfürü basmış, Sana ise şokla o burada mı diye etrafa bakıyordu. Dövecek gibiydi. "O it mi sana çirkin olduğunu söyledi?" Tzuyu hareketlenmişti. Jongdae ikisini sakinleştirmek adına masada ellerini tutmuştu. "Haklı değil, değil mi? Çirkin değilim ben." Böyle takıntılı olduğu için kendinden nefret ediyordu. Gerçekten çirkin olduğunu düşünmüyordu ve bu zamana kadar kimse ne çirkin olduğunu söylemiş ne de imada bulunmuşlardı. Arkadaşları da ona kızıp öyle olmadığını söylediklerini içine su serpilmişti. 'Keşke daha önce anlatsaymışım' diye içinden geçirmişti. "Kaç haftadır kendimi yiyorum, gerçekten çirkin olduğumu düşündüm. Markete bile çıkmıyordum, biliyor musunuz? Biri görüp çirkin der diye." Bunun üstüne konuşmalıydı. Biraz da Jongin'i çekiştirmeliydiler.
"Aaa, geldi!" Sana sesini kontrol edemiş ve bağırır gibi söylemişti bunu. Tzuyu ve Jongdae'nin anladığı kadarıyla Jongin ortama girmiş bulunmaktaydı. Jongdae arkasını dönüp bakmıştı. Göz göze gelmişlerdi. Jongin bakışlarını çekmezken Jongdae hiç onu görmemiş gibi önüne dönmüş ve çayını yudumlamıştı. "Çayım soğumuş..." Başını ellerinin arasına almış çaya hüzünle bakıyordu. "Dik kafana, yenisini söyleyelim." Sana, bardağı eline alıp Jongdae'yi beklemişti. Bunun anlamı yarış yapalımdı. Jongdae bu meydan okumayı kabul edip hemen kafasına dikmişti. Jongdae ve Sana aynı anda 'bitirdim' diye bağırınca işler karışmıştı. Sana, "Önce ben bitirdim." deyip üstelese de Jongdae de geri durmuyor, "Hayır, ben!" diye inatlaşıyordu. Tzuyu bundan sıkılmış ve onların tartışmasını izlerken çayını bitirmiş, üç çay daha söylemişti. Onlar bunun farkında olmadan, kim önce bitirdiğini tespit etmeye çalışıyor, didişip duruyorlardı. Çaylar tekrar gelince susup şaşkınlıkla çaylara bakmışlardı. Jongdae, "Teşekkür ederim." demişti neşeli bir sesle. Morali düzelmişti. Hemen üçü, çaylarını yudumlarken dedikoduya sarmışlardı.

-----------------

uiiiiyyy benim jongdae'mi kimse üzmesin
tzuyu ve sana'yı hep yazmak istemiştim, çok tATLILAR

SURVEY + #KAICHEN Donde viven las historias. Descúbrelo ahora