1.2

1.4K 174 99
                                    




Dünyanın her yerinde olan şeylerden biri de israftı. İnsanların egemen olduğu bu gezegende israfı da sadece insanlar yapıyordu. Yapılan israfın en büyüğü ise yemekti. İstatistiklere göre dünyada günde 1.3 milyar ton gıda israf ediliyordu ve hepimiz biliyoruz ki dünyada bu sayılara rağmen açlıktan ölen binlerce insan vardı.

Dinlediğim radyo kanalında bundan bahsediyordu. Yapılan bir kampanyayı tanıtırken bu sayıları vermişlerdi. Tek boş günümde evimdeydim ve elimdeki çay bardağıyla radyoyu dinliyordum. Evin sessizliğini bozmak için açmıştım. Kadının sesi giderek azaldığında programın bittiğini anladım. Yerine bir şarkı çalmaya başladığında radyoyu kapattım.

İster istemez aklımda dolaşıp duruyordu söyledikleri. Her insan gibi ben de mutlaka israf ediyor olmalıydım. Yemek konusunda bunu yaptığımı söyleyemesem de benim de israf ettiğim şeyler vardı.

Çok iyi hatırladığım bir gün vardı. Lisedeydim. Sanırım ikinci sınıftım. 16 yaşında bir ergenin üzerindeki o agresiflik vardı üzerimde. Okuldan kaçıp okulun köşesindeki bilardo salonuna gitmiştik. Yanımda birkaç arkadaşım vardı ama isimlerini bile hatırlayamıyorum şimdi. Salonun sahibi bir abiydi. Elinde her zaman sigarası olurdu. Sigaraya da o salonda başlamıştım.

Her zamanki gibi bilardo masasına geçmiştik. Gökhan abi, mekanın sahibi, yanımıza gelmişti. Birkaç boş muhabbetinden sonra söylediklerini hatırlıyorum.

''Her gün okula gidiyorsunuz ama derslere ilginizin olmadığı çok belli. Toplumun size dayattığı şey yüzünden gençliğinizi israf ediyorsunuz. Zaman geçtiğinizde pişman olacaksınız.''

O gün pek ciddiye almamıştım ama şimdi düşünüyordum da ben gerçekten hayatımı israf etmiştim. Bunu kimseye veya yaşadıklarıma bağlamıyordum. Ne yaşadıysam sebebi bendim. Her şeyin sorumlusu bendim. Günlerim geçip gidiyordu. Ne kadar kaldığını bilmiyordum ama acımasızca harcıyordum.

İki haftadır hayatım yine düz bir maratona bağlanmıştı. Yiğit'le gittiğimiz yolculuktan bu yana iki hafta geçmişti ve her gün aynı şeyleri yapmıştım. Sabahları Sıla'nın yanına gitmiş, akşam işe geçmiştim. Yorucu bir tempo sayılmazdı. Bu işe girdiğimden beri artık daha az yoruluyordum.

Yiğit'i çok nadir görmüştüm. İşe eskisi kadar sık uğramıyordu ve açık söylemek gerekirse birbirimizden iyice uzaklaşmıştık. Gerçi ne zaman yakın olmuştuk ki? O aptal soru-cevap oyunundan sonra ona soğuk davranmaya başladığımı kabul ediyorum ama elimde değil. Ben böyleyim işte. Çok karamsarım. Bu çözümüne ulaşabileceğim bir sorun değil. Korkumun önüne geçemiyorum. Güven duygusunu unutmaya yüz tutmuş kalbim hayatımı kendi yönlendiriyor.

Gittikçe devasa boyuta ulaşan bir kar tanesine benzetiyorum tüm hayatımı. Giderek büyüyen bir çığın altında kalıyorum. Kendimi derin bir kuyuda bulduğumda anladım merdiveni hiç tanımadığımı.

İnsan düştüğünde bir eli görmeyince acele etmiyor, akıntıya kapılıyor, bırakıyor tüm gücünü olduğu yere. Nefes alıp vermek bir mecburiyete dönüşüyor. Bu kahpe dünyadan silinip gidecek olmak geceleri beynime üşüşüyor. Kafamın içi sanki cam kırıklarıyla dolu, düşüncelerim acı bir çığlıkla kesiliyor. Sıla diyorum, vicdanım hüzün çağı.

Onun ellerimin arasında kayıp gidişini görmek beni her an biraz daha öldürüyor. Her gün o lanet olası binaya korkarak gidiyorum, onu bir daha göremeyecek olmanın getirdiği yükle ayaklarım hareket etmekte direniyor.

Çoğu zaman artık alışmış olmam gerektiğini düşünüyorum ama bu alışılacak bir şey değil ki. Uzun zaman sonra kısacık kestirdiğin saçlarına alışamaz insan ama kendini aynada gördükçe günden güne kabullenir. Bizim durumumuz ne kesilen saçlardı ne de aynadaki fiziksel görüntüm. Ben içten içe değişiyordum ve aynalar bu değişimi göstermiyordu. Sıla beni değiştiriyordu.

Asla,belki&tamamWhere stories live. Discover now