1.7

1.1K 159 77
                                    

Acıya talibim ama gözüm mutluluk aramayı kesmiyor.

Olmayacağını bile bile istiyorum. Hem kendi canımı sıkıyor hem de huzursuz hayatımı dipsiz uçuruma yönlendiriyorum. Yanıma çekmek istiyorum, elimden kayıp gidiyor. Kendimi değersiz hissediyorum. Yanımda oturan soğuktan burnunun ucu kızarmış çocuğun hayatında olsam ne değişir, olmasan ne değişir, diye düşünüp duruyordum. Toplama işlemindeki etkisiz eleman gibiydim. Etkim yoktu hayatında, boşuna işlem fazlalığıydım.

Savunma mekanizmamın tekrar çalışmaya başladığı o anlardaydım. Ağzımı açıp neyi olduğunu sormaya çekiniyordum.

"Sormayacak mısın?"

Eve geldiğimizden beri ettiğimiz kelime sayısı bu sorusuyla on beşe çıkmıştı. Eski kanepemde oturmuş pencereden dışarıyı izliyorduk. Ya da yalan söylemeyeceğim. Benim odağım sadece Yiğit'ti.

"Sormadan anlatamaz mısın?"

Sen sormadan anlat. Soramayacak kadar uzak hissediyorum kendimi.

Bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinin doluluğu içimi acıttı. Sanki tuzlu gözyaşları içimde bir yerdeki açık yarama düşüyordu. Yakıyordu. Ne ara böyle biri olmuştum ben? Soğuk nevale Han, ne ara birinin bir damla gözyaşına dayanamayacak duruma gelmişti?

"Ben anlatırım." Sesinde yorgunluk vardı. Onu ilk defa böyle görüyordum. Belki de ilk defa kendini bana böyle gösteriyordu. "Ama tek başına yapınca hiç eğlencesi kalmıyor." Evin içi soğuk olduğu için verdiğim battaniyeyi üzerine çekti.

Yağmur her noktamızı ıslatmıştı. Üzerinde benim kıyafetlerimle benim evimdeydi. Aitlik hissi tırmaladı bedenimi. Ama değildi. Onun için sadece öylesineydim. Öylesine tanıştığı, öylesine konuştuğu önemsiz biri...

"Sen de bana anlatacaksın." Aramızdaki mesafeye bir kişi daha sığardı.

"İnsanların bir şeyler vermesi için önce alması mı gerekiyor? Kısasa kısas mı diyorsun?" Gözlerini yukarı kaldırıp tavandaki lambaya baktı. Bu hareketinin sebebi çok güzel bir avizemin olması falan değildi. Gözyaşları yer çekimine kapılmasın diyeydi.

"Kısasa kısas." Güldü. "Böyle söyleyince aklıma Shakespeare'in aynı isimli oyunu geldi; Measure for Measure." Öne eğilip sigara paketinden bir dal çıkardı. Uzun zamandır içtiğini görmemişti ama geldiğinden beri bu üçüncüydü.

"Nasıl bir oyunmuş? Beni de iyice marjinal biri yapacaksın."

Odanın ışığını açmak yerine koridorunkini açmıştık. Bu yüzden çakmağı yakıp sigarasını yakarken yüzünde alevler dans etti. Güzel bir yüzü vardı.

"İnsanın erdemli olmasının makamla ya da sosyal statü ile alakası olmadığını anlatıyor. Cinsel taciz ve bu konuda adaletin yetersiz kalması hakkında dönüyor olaylar." Küllüğe uzandı. "Popüler bir oyun, çok sahneleniyor. Üniversite öğrencileri yapıyor genelde. Bulursam bilet alırım, gideriz."

"Bazen beni yakışmadığım ortamlara sürüklüyorsun gibi geliyor."

"Nasıl yani?"

Bacaklarını göğsüne çekti. Oturduğu yerde iyice küçülmüştü. Beden farkımız olmasa bile şu an benden daha küçük görünüyordu. Ya da sesindeki kırgınlık küçültüyordu onu.

"Arkadaşlarının arasına sokuyorsun, yaptığın aktivitelere dahil ediyorsun. Ben size yakışmıyor, oğlum. Sırıtıp duruyorum aranızda."

"Cidden böyle mi düşünüyorsun? Böyle hissetmeni gerektirecek bir şey mi oldu ki?"

Asla,belki&tamamWhere stories live. Discover now