12. Bölüm "Kumdan Kale"

53.9K 2.5K 189
                                    

Dersin bitişine beş dakika kala sınıftan apar topar çıkıp bizimkilerden kimseye görünmeden arka bahçedeki kulübe görünümündeki küçük mescide girdim. İkindi namazını kıldıktan sonra duvara yaslanıp geceden beri kapalı olan telefonumu açtım. Şeyma yüz kere aramıştı, Kaan'dan ses soluk yoktu. Yakalanmayayım diye sabahtan beri okulun içinde saklambaç oynar gibi geziyordum ama belli ki peşimde Şeyma'dan başkası yoktu. Duymaktan kaçtığım, yüzleşmekten ölesiye korktuğum, içimde yankılanmaktan bir an vazgeçmeyen dilinin ucundaki o cümleyi dün ödlekçe kaçarak kaçırmıştım ama şimdi beni saklandığım yerden çekip çıkarmasını ve ela gözlerinin içindeki közlü ateşle bağıra bağıra söylemesini istiyordum. Niye kaçıyordum ki zaten? Kaçarken alevli  çember çizdiğimi geç olsa da anlamıştım işte. Şimdi çemberin üzerinde durmuş bana yetişmesini bekliyordum. Bunu da en iyi bildiğim biçimde yapıyordum, beni bulmasını umut ederek saklanıyordum.

Mescidin kapısından başını uzatan vakit namazlarında sık sık karşılaştığım Beyza'ydı. "Dışarıda seni bekleyen biri var." demesiyle ayaklanıp dışarı çıktım ve ağacın altında çökmüş Şeyma'yı görünce omuzlarımı düşürüp yanına gidip çöktüm.
Yanımda sessiz sedasız oturmaya on dakikaya yakın bir zamandır devam ettiğinde dayanamayıp patladım.  "Tamam, biliyorum korkak gibi davrandım. Kaçıp gittim ve onu o halde bıraktım. Ama ben... Ben o an panik oldum, korktum."

Kısık gözleriyle "Sen iyi bir dayağı hak ediyorsun aslında," deyip sert ifadesini korumaya çabalarmış gibi öksürdü. "Ama dayağı benden değil Kaan'dan yiyeceksin. Seni bir eline geçirsin de gör gününü."

Yutkunduğumu hissedince doğrulup sırtımı duvardan ayırdım. Tüm alıcılarımı Şeyma'ya odaklayıp can alıcı soruyu sordum. "Çok mu kızgın?" Şeyma aldırmaz tavrıyla omuz silkti. "Aslına bakarsan sana kızgın olması için dua etmen gerek." Çatık kaşlarımla "Niye?" diye soruverdim. "Niye öyle söyledin şimdi?" Ayaklanıp çantasını omzuna takıp yürümesiyle hemen toparlanıp yanında yola koyuldum. Bu gizemli tavırları beni deli etmek içindi biliyordum ve deli oluyordum. İçim içimi de yiyordu bir yandan. Kaan pes etmiş, benden vazgeçmiş olabilir miydi? Bıkmış mıydı acaba? Herkes sevdiğiyle olurken o da benimle olmak, benimle vakit geçirmek istediğini ama benim bir türlü buna izin vermediğimi söylemişti. Bu durumdan şikayetçi olduğunu gayet güzel göstermişti. Belki de bu bana son çağrısıydı. Bana bizim için verdiği son şanstı.
"Dur bir saniye," deyip Şeyma'yı kolundan tutup karşıma aldım. "Vazgeçtiyse bilmem gerek." "Niye bunu gidip kendisine sormuyorsun?" deyip başıyla arka tarafımı işaret etti. Kolunu bırakıp arkama döndüm ve arabasına doğru yürüyen Kaan'ı gördüm.
Başı önünde, neşesiz olduğunu buram buram hissettiren tavırlarla yürüyordu.
"Gideyim mi?" Sorumu duymazdan geldi ve beni ne yapacağımı bilemez halde bırakıp gitti. Kampüsün ortasında öylece dikilip kalmıştım ve önümüzdeki on saniye içinde arabasına binip gidecek olmasının verdiği endişeyle yanına gidecek cesareti gömüldüğü yerden tırnaklarımla kazıyarak çıkarmaya çalışıyordum. Benden vazgeçmemesini deli gibi arzu ediyorsam cesaret göstermeliydim, yüzleşmeliydim.

"Kaan!"

Arabasının kapısını açmış binecekken etraftaki onca kişi gibi dönüp bana baktı. Herkes bana odaklanmıştı, ben de ona... Ne söylemem gerektiği hakkında hâlâ hiçbir fikrim yoktu ama ne istediğimi artık biliyordum. "Konuşmamız gerek," deyip üzerimdeki gözleri yok varsayıp ona doğru yürüdüm. Yürüdüm, yürüdüm ve yanına varana dek hep benden vazgeçmemiş olması için dua ettim. Karşısına geçtiğimde boğazım düğüm düğüm oldu ve ellerimle oynamaya başladım. Başımı da kaldırmıyordum, gözlerimi yere dikmiştim. "Şey...Öyle seslendim, konuşmamız gerek dedim ama...Yani aslında...Bilmiyorum!"

Serin dalgaların gide gele temelden eritip yıktığı kumdan kaleydim karşısında. Hiç şansım yoktu konuşup derdimi anlatmaya. Güçlü durmaya çalıştıkça nefesi bile yetiyordu eriyip bitmeme. "Bir şey söyle."
Arabanın kapısını kapatıp sırtını arabaya yasladı ve kollarını göğsünün altında bağladı. Omzunu silkti, karşısında çırpınıp durmamdan zerre etkilenmediği öyle belliydi ki söylemeye didindiğim neydi neredeyse unutuyordum. Bir süre daha sessiz kalmam üzerine "Zaten başka ne olacaktı ki?" diye kendi kendine konuştu ve arabasının kapısını açıp koltuğa oturdu. Kapıyı kapatıp kontağı çevirdiğinde arabanın önünden hızlıca geçip yanına oturdum. Bakışlarına cevap vermek yerine sessizce kemerimi taktım. Okuldan çıktıktan sonra nereye gittiğimizi sormak istedim ama vazgeçtim. Sessiz devam eden yolculukta çantamın tokasıyla oynarken nefesini dinliyordum. İnsan konuşmayı beceremeyince çok iyi dinleyici oluyordu. Vites değiştirirken gergin tenini görüyordum. İnsan sevdiğinin gözlerine bakamasa da ellerini ezbere biliyordu.

Direksiyonda parmaklarıyla ritim tutmaya başlayınca konuşmak için dudaklarımı araladım. Boğazımdaki zincirden kurtulan tek sözcük ismi oldu. Sonrası yine aynı, yine aynı sıkıntılı nefesler...

"Nasıl bu kadar zorlanıyorsun anlamıyorum. Ben bu kadar haykırabilirken sen nasıl böyle susabiliyorsun?"

Yerimde kayıp gittiğimi fark edince deri koltuğa kenarlarından tutundum. Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım ki ben, ne yapacağımı nereden bilecektim. Ne söylesem olmayacaktı. Vazgeçme benden desem ne olacaktı? Vazgeçmeyecek miydi? Hisleri ne kadar güçlüydü, beni gerçekten sevdiğine emin miydi, bir gün arkasını dönüp gitmeyeceğine söz verebilir miydi? Verse bile sözünü tutabilecek miydi peki? Ona güvenmek istiyor muydum? Ne garip, daha birkaç aydır tanıdığım bu adama ela gözlerinde yanan korlarda diri diri yanma pahasına güvenmek istiyordum. Kalbimin tek sahibi olacak diyordum ya, hani hep kapısını kitliyordum da anahtarı da saklıyordum ya işte o anahtarı bulması için dua etmek istiyordum. İnanmak istiyordum, güvenmek, sevmek, cesaret göstermek... Kolay değildi hiçbiri, hiç kolay değildi.

"Özür dilerim," dedim tüm demek isteyip de diyemediklerim için.
"Tek isteğim kendimi korumaktı."

Direksiyonu kırarak sağ şeride geçti, tekerlekler asfaltta inledi ve araba yolun kenarında sarsılarak durdurdu. Kemerinden prangalarını çıkarır gibi çıkarıp attı, bana döndü. "Korumak öyle mi? Korumak... Bu adam kim İkra? Katil mi, cani mi?"
Kendini öyle sıkıyordu ki beyaz gömleğinin yakasından kabaran damarlarını görüyordum.

Neden ağzımı açıp tek laf edemiyorken, söylemek istediklerim kalbimden boğazıma taşıyorken konuşamıyorken en son söylemem gerekeni en başta söylüyordum ki?

"Sana kendimi anlatmama fırsat verirsen eğer..."

"Kendini anlatmak istiyorsun öyle mi?" Derin bir nefes verip gerginliğini üzerinden atmak ister gibi avuç içleriyle dizlerine vurdu ve başını salladı. "Şöyle yapalım. Ben seni eve bırakayım ve bu konuyu da burada kapatalım."

Elime yüzüme bulaştırmıştım her şeyi. Onun olduramadığını olduracağım sanmıştım ama yanılmıştım. Geç kalmıştım. Bize geç kalmıştım.

***








İKRAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin