bölüm dokuz: uzaklardan gelen bir haber

75 10 0
                                    


Çok çok önceleri ben, yani, daha çok küçükken kelimelerle oynamanın eğlenceli bir şey olduğunu tatmıştım. Onlar hakkında pek bilmesem de sanırım annem de babam da böyle şeylerle uğraşırlardı. Belki de bu yüzdendi babamın ısrarla bana gerçek bir prenses olduğumu söyleyip durması. Okumayı da yazmayı da hiç öğrenmedim. Yalnızca duymayı biliyordum, ah, bir de görmeyi. Görmek sanırım her şeyden öteye başlayan ilk şeylerdendir. Gördüğüm her şeyi dile dökebilir miyim? Ah, Kraliçe'm, sizin güzelliğinizi sığdırabilir miyim şuncacık köylü kelimelerime?

Ertesi sabahı nasıl getirdim bilmiyorum. Fakat farklı bir dünyaya uyanmış gibi uyandım. Pek bir geç açabildim gözlerimi. Sanki bir rüya gibiydi, anlatması biraz zor bir şey. İşte... Belki de bir rüyadır diye açamadım gözlerimi. Uyandığımda bile uyanamadım. Yaşadığımı biliyorum, yaşadığımdan eminim çünkü her şeyden çok daha gerçekti. Kraliçe'min dudakları varlığımdan bile daha gerçekti. Bu yüzden söylemiyorum ki bir rüyaya benziyordu o anlar diye... Lakin, gerçekten de farklıydı yaşadıklarım. Yaşadıklarımız. Hani... Nasıl inanır ki bir insan bunların olduğuna? Ben bir köylüyüm, genç bir kızım, kimsesiz, hiçbir şeysiz... Üstüne üstelik cüret edip de Kraliçe'min sarayını soymaya, halkı soymaya kalkışmış biriyim! Ben ki zindanlara atılması gereken, ben ki iplere asılması gereken... Kraliçe'min dudaklarından yudum yudum su tadabilmişim. Nasıl derim ki bu bildiğim en gerçekten bile daha gerçek olan şeyin aslında gerçek gibi görünmediğini?

Çok çok önceleri ben, işte, babamın elini tutup da anneme koşarken... O zamanlarda öğrenmiştim kelimeleri. Babam, güzel konuşurdu. Ben anlamazdım da eline mürekkebi kalemi aldığında öyle çizerdi ki sanki elleri dans ediyor. Ne yazıyordu? Nerede o kağıtlar? Ama güzel konuşurdu işte. Pek hatırlamasam da. Çünkü zihin böyle bir şey ya. Hatırlamak istediğin o küçük ayrıntıları pek umursamaz o. Acıları hatırlar daha çok. Onları görmüştür en gerçek. Oysa o zamanlar anlamadığım kelimelerdi benim bugün Kraliçe'me şiirler yazmak istememin nedeni.

Kraliçe'm... Kwon Yuri.

Kağıtlara yazamayan bir şair mi olur, ben de böyleyim işte. Sözlerime şiir diyorum da fakat bir önemleri yok kimselerin gözünde. Sadece zihnimde duyduğum ama asla bir araya getiremediğim kelimeler, ahenklerden oluşan bir bütün ama kayıp her parçası... Etrafa dağılmış. Sahi, Yuri'm neler yapıyor şimdi? Aklında ben mi varım yoksa unutamadığı aşkı, kayıp kral mı yine aklında? Çünkü öyle demişti bana, gözleri yaşlıydı fakat kraliçeler ağlamaz diye ağlamamıştı asla. Demişti ki göklerden utanıp başını eğerken, ben uyandığımda ilk onu düşünürüm. Tahtını, oğlunu bırakıp giden kralı düşünürmüş Kraliçe'm. Peki, ben onun düşüncelerinde yer edinmeye layık mıyım? Ben kimim ki? Evet, belki doğru, Kwon Yuri beni sevebilir ya... Beni düşünebilir ya... Ama o... Ama o... Her şeyden öte o, Kwon Yuri değilken o... Kraliçe o. Bir kraliçe sevebilir mi ki beni? Herkesler ona kraliçe derken, benim ona Yuri demem neleri değiştirir ki?

Güçsüzüm. Okumam da yok, yazmam da. Çok yanlış, anlaşılmaz şeyler birikmiş kafamda. Anlatamıyorum. Anlamadığım şeyi nasıl anlatabilirim ki? Kraliçe'min o üstün kokusu sinmiş benim yataklarıma, onun sıcaklığı hâlâ göğsümde. Yazamadığım şiirler orada burada uçuşuyor. Bana yazmayı öğretecekti, söz vermişti Kraliçe'm. Acaba, ne zaman öğretecektir bana? Sabırsızım, heyecanlıyım pek. Nasıl öğretilir ki bunlar... Kalbim pek sıcak. Sözlerimi hediye etmeye bu kadar yakınken nasıl duracağım ben yerimde?

"Yoona Hanım," diye seslendi bir nedime kapımın ardından. İlk defa birilerinin bana böyle resmi seslendiğine şahit olmuştum. Şaşkınlıkla, içimde biraz da korku vardı söylemeden olmaz, yerimden fırlayıverdim. Bir rüyada mıydım cidden de? Bu rüyada kraliçenin metresi miydim acaba... Ah, neler düşünüyordum böyle! "Misafirleriniz varmak üzereler. Kraliçe majesteleri size haber vermem istediler. Suyunuzu ısıttım, kıyafetleriniz de hazırlar."

the queen's heart //yoonyulTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon